Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Muhakkak Allâhü Teâlâ mü’minin vücuduna eziyet veren her şeyden dolayı, onun günahlarını affeder.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)



06
Eylül Perşembe 2012

Hicrî: 19 Şevval 1433 - Rûmî: 24 Ağustos 1428

Tebriz'in Fethi (1514) • Bilecik, Balıkesir, Gönen, Savaştepe, İnegöl, Yenişehir, Akhisar, Bayındır, Köşk ve Söke'nin Kurtuluşu (1922)

Sabretmenin Mükafatı

Allâhü Teâlâ “Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.” (Zümer Sûresi, âyet 10) buyurmuştur. Bir hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmaktadır:

“Kullarımdan kendisine, malına veya çocuğuna bir musibet vererek imtihan ettiğim ve güzel bir sabır gösterdiğini gördüğüm kulum için kıyâmet günü mizanı kurmaya ve hesap defteri açmaya hayâ ederim.”

Resûlullah (s.a.v) buyurdular:

• “Allâhü Teâlâ’nın farzlarını yerine getirmede sabır gösterene üç yüz derece verilir.
Allâhü Teâlâ’nın haramlarına düşmeme hususunda sabır gösterene altı yüz derece vardır.
Bir musibete sabredene ise dokuz yüz derece vardır.”

• “Mü’min erkek ve kadın ömrü boyunca kendisinde, çocuğunda ve malında sıkıntıya uğramaya devam eder. Böylece Allâhü Teâlâ’ya günahsız kavuşmuş olur.”

• “Mü’mine -bir diken batması da olsa- isabet eden hiçbir yorgunluk, hastalık, keder ve hüzün yoktur ki Allâhü Teâlâ bu sıkıntı vesilesiyle onun hatalarını örtmesin.”

Abdullah bin Selam (r.a) buyurdular ki: “Kıyâmet günü bir nidacı “Sabredenler ayağa kalksın” diye seslenir.

İnsanlardan bir kısmı ayağa kalkar. Onlara “Haydi, cennete gidin” denir. Cennete doğru yöneldiklerinde melekler “Nereye gidiyorsunuz?” diye sorarlar. “Cennete!” cevabını alınca melekler “Hesap görülmeden önce mi?” derler. Onlar “Evet!” diye karşılık verir. Bunun üzerine melekler “Siz kimsiniz?” diye sorarlar. Bunlar da “Biz sabır ehliyiz.” derler. Melekler “Nasıl sabrettiniz?” diye sorarlar.

“Allâhü Teâlâ’ya itaat ve Allâhü Teâlâ’nın emirlerine isyan etmeme hususunda nefislerimize sabrettik. Dünyadaki bela ve sıkıntılara da sabırla göğüs gerdik.” derler. Bunun üzerine melekler “Sabretmiş olmanız sebebiyle selâm olsun size. Dünya yurdunun akıbeti (olan cennet) ne güzeldir!” meâlindeki (Ra’d Sûresinin, 24.) âyetini okurlar.









"Salih zatların (mürşidlerin) peşine takıl!
Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk,
iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
"Ya Rabbi!
Bana Salih kullarını göster.
Beni sana getirecek klavuzu göster.
Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.
Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir" "
[Abdülkadir Geylani (k.s.)]

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim sıkıntı anında Âyetü’l-Kürsî ve Bakara sûresinin son iki âyetini (Âmene'r-rasûlü…) okursa Allâhü Teâlâ ona sıkıntısında yardım eder.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr)



07
Eylül Cuma 2012

Hicrî: 20 Şevval 1433 - Rûmî: 25 Ağustos 1428

Kânûnî Sultan Süleyman Han'ın İrtihali (1566)

Âyetü’l-Kürsî’nin Fazileti

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:

“Allâhü Teâlâ, Âyetü'l-Kürsî, Fâtiha ve Âl-i İmran sûresinde geçen iki âyeti (18. ve 26. âyetlerini) inzal etmek isteyince, bunlar, arşa tutunarak: “Bizi, yeryüzüne, sana isyan edenlere mi indiriyorsun?” dediler. Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “İzzetime ve celâlime yemin olsun ki kullarımdan her kim sizi her namazdan sonra okursa onun mekânını cennet yaparım. Ona, günde yetmiş kez (rahmetimle) bakarım ve yetmiş ihtiyacını gideririm. Bu giderdiğim ihtiyaçların en küçüğü, onu bağışlamak olacaktır.”

“Kim sıkıntı anında Âyetü'l-Kürsî ve Bakara Sûresi’nin son iki âyetini (Âmene’r-rasûlü...) okursa Allâhü Teâlâ ona sıkıntısında yardım eder.”

“Kim evinden çıkarken Âyetü'l-Kürsî okursa Allâhü Teâlâ ona yetmiş bin melek gönderir. Bu melekler onun için istiğfar ve duâ ederler...”

“Kim farz namazların sonunda Âyetü'l-Kürsî’yi okursa (eceli gelince) onun ruhunu Allâhü zulcelâl ve’l-ikram kabzeder. O şehit oluncaya kadar peygamberlerle omuz omuza çarpışan kimse gibidir.”

“Kim her farz namazdan sonra Âyetü'l-Kürsî’yi okursa onunla cennet arasında yalnız ölüm vardır.
Kişi yatağına geldiğinde Âyetü'l-Kürsî’yi okursa Allâhü Teâlâ onun kendisini, komşusunu ve çevresindeki hayvanları korur.”

Câbir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: “Kim evinden çıkarken Âyetü'l-Kürsî okursa Allâhü Teâlâ ona yetmiş melek tayin eder. Bu melekler, onu önünden, arkasından, sağından ve solundan korurlar. Eve dönmeden ölürse Allâhü Teâlâ ona yetmiş şehit sevabı yazar.”

Câfer-i Sâdık (r.a.) şöyle demiştir: “Kim Âyetü'l-Kürsî’yi bir kez okursa Allâhü Teâlâ dünyada ondan bin kötülüğü giderir ve onu fakirlikten kurtarır. Âhirette de bin kötülüğü ondan savar. Bunlardan en hafifi kabir azabıdır.”

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Nefsim kudretinde olan Allâhü Teâlâ’ya yemin ederim ki, ilim ile hilimden daha fazîletli olan hiçbir şey bir araya gelmemiştir.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemu's-Sağîr)



08
Eylül Cumartesi 2012

Hicrî: 21 Şevval 1433 - Rûmî: 26 Ağustos 1428

Burhaniye, Kemalpaşa, Selçuk ve Manisa'nın Kurtuluşu (1922)

İlimlerin Kaynağı Resûlullâhdır

İlimlerin, ilk menbaı; kaynayıp dağıldığı yer Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)’dir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Allâhü Teâlâ’dan gelen ilim ve hidâyet ile zâhiren ve bâtınen doyup kandı. Bu ilimlerin zahirinden din ortaya çıktı.

Tefsir âlimleri, hadîs imamları ve İslâm fakihleri, kitap ve sünnetten birçok ilim elde ettiler. Onlardan hükümler çıkarttılar. Yeni hâdiseleri, Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerin asıllarına götürüp hallettiler. Allâhü Teâlâ âlimler vasıtasıyla dinini himaye etti.

İslâm dini yayıldı ve kuvvetlendi. Bâtıllardan uzak ve temiz kökler üzerine kuruldu ve dallandı. Muhammed Mustafa aleyhisselamın Nübüvvet yolu köklerini saldı ve böylece âlimlerin kalb toprakları, ilim ve hidâyetten ibâret olan hayat sularını kabul edip almaları ile birçok yeşillikler bitirdi.

Allâhü Teâlâ -meâlen- buyurdu ki:
“(Allah) gökten bir su indirdi de vâdiler kendi miktarlarınca sel olup akmaya başladı.” (Ra'd Sûresi, âyet 17)
İbn-i Abbas (r.a) buyurdu ki: “Bu âyetteki su, ilimdir, vâdiler de kalblerdir.”

Lânet Etmemek

“Bir kimseye lanet etmek meselesi çok mühim ve tehlikelidir. Zira Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) ehl-i kıbleye lânete izin vermediler. Ancak kâfir olarak öldüğü bilinene lânet edilebilir.

Bir Müslüman bir takım günahları işlemekle kâfir olmaz. Ehl-i sünnetin mezhebi budur. Şu halde, husûsî bir sûrette lânete müstehak olan bir kimseye bile lânet etmeye cüret ve cesâret etmek bir Müslümana yakışmaz. Çünkü faydasızdır. Tehlikeli şeylerle ağzını kirletmektense kalbini ve ağzını Allâhü Teâlâ’yı zikir ile tesbîh ve tevhîd ile Kur’ân-ı Kerîm okumak, salât ve selâm getirmekle nurlandırmak daha hayırlı, faydalı ve akıllıca olacağı şüphesizdir.”

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Sizin yanınızdakiler bir gün tükenir. Allâh’ın yanındakiler ise bâkîdir.”
(Nahl Sûresi, âyet 96)



09
Eylül Pazar 2012

Hicrî: 22 Şevval 1433 - Rûmî: 27 Ağustos 1428

Osmanlı'da İlk Telgraf Hattının Açılması (1855) • İzmir, Bornova, Menemen, Edremit ve Orhaneli'nin Kurtuluşu (1922) • Keban Barajı'nın Hizmete Girmesi (1974)

Allâhü Teâlâ Duâları İşitir Kabul Eder

Resûlullah (s.a.v)'in azatlı kölesi Zeyd b. Hârise (r.a), münafıklardan biri ile yola çıkar. Harabe bir yere geldiklerinde Zeyd (r.a) uyur. Adam onu kıskıvrak bağlar.

Zeyd (r.a) uyanınca ona “Niçin beni bağladın?” diye sorar.

Münafık “Seni kesmek istiyorum!
Çünkü sen Muhammed’i seviyorsun!” diye cevap verir.

Zeyd (r.a), “Yâ Rahmân! Kurtar beni!” diye duâ eder. Tam o anda “Bırak onu, öldürme!” diye bir ses duyulur.

Münafık hemen harabeden çıkıp etrafa bakınır. Kimseyi göremeyince, tekrar Zeyd’i (r.a) öldürmek üzere içeri girer.

Zeyd (r.a) yine “Yâ erhamerrâhimîn! Kurtar beni!” diye duâ eder. Öncekinden daha yakın bir ses “Bırak onu” der. Adam tekrar dışarı çıkıp, bakar ama kimseyi göremez. Tekrar içeri Zeyd’i (r.a) öldürmek üzere gelir.

Zeyd (r.a) üçüncü kez “Yâ Rahmân! Kurtar beni!” deyince harabenin kapısında bir ses “Öldürme onu!” der.

Adam geri dönünce mızraklı bir süvari münafığı hemen öldürür ve Zeyd’in (r.a) ellerini çözüp onu kurtarır. Zeyd (r.a) ona kim olduğunu sorar.

“Ben Cebrâil'im! Birinci duâda yedinci semada idim Allâhü Teâlâ ‘Kuluma yetiş’ buyurdu. İkincisinde dünya semasında, üçüncü duâda ise harabenin kapısında idim! Münafığı öldürdüm!” buyurur.

Fıkra:
Her Doğruyu Söylemek Doğru Değildir!

Sözü, özü doğru bir adamı şahitlik için mahkemeye götürmüşler. Kâdıya da önceden bu adamı, doğruluğundan dolayı methetmişlerdi.

Meğer kâdı'nın bir gözü körmüş. Adam içeri girip kâdı’nın kör olduğunu görünce,
Selâmün aleyküm, kör kadı, demiş.

Kadı:
Yoo! Bu kadar da doğruluk fazla! demiş...

İSİMLERİMİZ: Erkek: Muhsin, Kız: Muhsine

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim Haşr Sûresi’nin sonunu (Hüvallâhüllezî…) sabah ve akşam okur, sonra o gün ve gece ölürse bu, işlediği bütün (küçük) günahlara keffâret olur.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr)



10
Eylül Pazartesi 2012

Hicrî: 23 Şevval 1433 - Rûmî: 28 Ağustos 1428

Peygamber Efendimiz'in Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye Hicret İçin Yola Çıkışı (622) • Sultan Dördüncü Murad Han'ın Tahta Çıkışı (1623) • Sivastopol'un Geri Alınması (1855)

Örnek Bir İnsan: Saîd Bin Âmir (R.A.)

Hz. Ömer (r.a.), Şam diyârını teftîş etmeye gelmişti. Kendisini karşılamaya gelenlere “Valiniz Saîd Bin Âmir'i nasıl buldunuz?” diye sordu. Onlar da dört hususta şikâyetçi olduklarını söylediler.

Hz. Ömer (r.a.) buyuruyor ki: “Şikâyet edenlerle vâlîlerini bir araya getirdim.” Sonra onlara; ‘Vâlînizden şikâyetiniz nedir?’ dedim; ‘Gün yükselinceye kadar yanımıza gelmiyor.’ dediler. Saîd, biraz sükût etti. Sonra şöyle dedi: “Vallâhi, bunu söylemek istemiyordum, ama artık söylemek mecburiyetindeyim. Benim âileme yardımcı olacak kimse yok. O sebeple her sabah kalkıp onlara hamur yapıyor, sonra o hamur mayalanıncaya kadar biraz oyalanıyor, onlara ekmek yapıyorum. Sonra da abdest alıp insanların arasına çıkıyorum.”

‘Başka şikâyetiniz var mı?’ diye sordum. “Geceleri hiçbirimizin davetine gelmiyor.” dediler. O da “VAllahi, ben bunu da söylemek istemiyordum. Ben gündüzlerimi insanların işlerine, geceleri ise Allâh’a ibâdet etmeye ayırıyorum.” dedi.

‘Başka ne şikâyetiniz var?’ dedim. “Bir gün de hiç gözükmüyor.” dediler. O: “Ey mü’minlerin emîri, benim hizmetçim yok, üzerimdeki elbisemden başka elbisem de yok. Onu yıkıyorum ve kurumasını bekliyorum. Kuruyunca insanların arasına çıkıyorum.” dedi.

‘Başka bir şikâyetiniz var mı?’ diye sordum. ‘Ona bazan bir müddet baygınlık geliyor ve ortadan kayboluyor.’ dediler. Saîd şöyle dedi: “Ben müslüman olmadan evvel Hubeyb bin Adiyy’in (r.a.) şehid edilmesine şâhit olmuştum; Kureyşliler onun vücudunu parçalarken ona “Muhammed’in senin yerinde olmasını ister misin? Böylece sen de kurtulmuş olursun.” diyorlardı. O ise “Vallâhi ben, âilem ve çocuklarımın arasında iken, onun ayağına diken batmasına bile râzı olamam.” demişti. VAllahi, ben o günü hatırladığımda, ona nasıl yardım etmedim, diye -Allâhü Teâlâ’nın beni affetmeyeceği korkusuyla- baygınlık geçiriyorum.” dedi.

Hz. Ömer (r.a.) “Onun hakkında kanaatimde beni yanıltmayan Allâh’a hamd olsun.” dedi ve ihtiyaçlarını karşılaması için Saîd (r.a.)’a bin dinar gönderdi.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Sizin malınız Allâh için harcadığınızdır, geriye kalanlar vârislerinizin malıdır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i İbn-i Hibbân)



11
Eylül Salı 2012

Hicrî: 24 Şevval 1433 - Rûmî: 29 Ağustos 1428

Budin'in (Budapeşte) Fethi (1526) • Graz'ın Fethi (1532) • (ABD) Dünya Ticaret Merkezi'ne Saldırı (2001)

Sadaka Olarak Verilenler Bizim
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: Resûlullah'ın ehl-i beyti bir koyun kesmişlerdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kesilen kurbandan geriye ne kaldı.” diye sordular.

Hz. Âişe "kürek kemiği dışında hiçbir şey kalmadı (hepsi dağıtıldı)” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Desene kürek kemiği hariç hepsi duruyor.” buyurdular.


Emaneti Ehline Vermek

Sultan Süleyman Han 1526 tarihinde Budin’i fethetmişti. Oraya tayin ettiği bey ölüp yerine geçecek veliahdı da bulunmadığından, ölüm haberini alan Avusturya kralı Ferdinand gelip Budin’i kuşatmıştı. Ölen Budin beyinin yiğit ve vefakâr bir hanımı vardı. Bu hanım hemen idâreyi ele aldı. Toplarını ve diğer silahlarını uygun yerlere yerleştirip kaleyi savunmaya başladı.

Kaleyi kuşatan Ferdinand: “Gel bu kaleyi sen bize teslim et ve kocanın memleketine çık git, orada refah içinde yaşa. Senin dininden olmayanlar için çektiğine değer mi?” diye haber gönderdiğinde, şöyle cevap verdi: “Kocam ölürken ‘Sultan Süleyman Han bana bu kaleyi emânet vermişti. Eğer ölürsem, bu emaneti -sakın ha- sâhibinden başka kimseye teslim etme!’ demişti. Şu anda ben hayattayım, bu kaleyi emânetin sahibi olan Sultan Süleyman Han’dan başka hiç kimseye teslim etmem. Eğer birtakım hileler ile beni aldatıp da elimden almayı düşünüyorsanız boş bir hayal peşindesiniz demektir. Erkek arslan ne kadar arslansa, dişi arslan da o kadar arslandır. İşte er, işte meydân!” diye cevap verdi. Diğer taraftan da Kanûni'den yardım istedi.

Sultan Süleyman haber kendisine ulaştığı gibi 1541 senesinde bizzât sefere çıktı. Hayreddîn Paşa’ya yetmiş adet kadırga donatarak sahillerin korunması emrini vermişti. Bu seferde Budin kurtarılıp Osmanlı sancağı yapıldı.







"Salih zatların (mürşidlerin) peşine takıl!
Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk,
iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
"Ya Rabbi!

Bana Salih kullarını göster.
Beni sana getirecek klavuzu göster.
Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.
Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir" "
[Abdülkadir Geylani (k.s.)]

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Bir kul, -bakmak istese bakabilecek iken- bir kadının güzelliğinden gözünü çevirirse, Allâhü Teâlâ o kimsenin kalbine zevkini bulacağı ibâdet verir.”
(Hadîs-i Şerîf, Ebû Nuaym, Hilyetü’l Evliyâ)



12
Eylül Çarşamba 2012

Hicrî: 25 Şevval 1433 - Rûmî: 30 Ağustos 1428

Mudanya, Urla ve Kırkağaç'ın Kurtuluşu (1922) • Türkiye'de Ordunun İdareye El Koyması (1980)

Allah Korkusu İle Haram İşlememek
Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki:
“Kim bir kadını ya da bir cariyeyi haram yoldan elde etme gücüne sahip olduğu halde sırf Allah korkusundan dolayı vazgeçerse Allâhü Teâlâ onu büyük korkuya karşı emin kılar. Onu ateşe haram kılar ve cennete koyar.”


Kayışzade Hattat Hafız Osman

Hafız Osman namında birçok hattat vardır. En meşhurları 1698'de vefat eden ve Kocamustafapaşa’da Sümbül Efendi haziresinde medfun olan Hafız Osman ile Kayışzâde Hafız Osman Efendi’dir. İkisi birbirine çok karıştırıldığı için birincisine Büyük Hafız Osman, Kayışzâde'ye de Küçük Hafız Osman denilmiştir.

Meşhur hattat ve sıbyan mektebi muallimi olan Kayış Zade Hafız Osman Efendi, Burdur’ludur. Hafızlığını bitirdikten sonra İstanbul'a gelip ilim tahsil etti. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den sülüs ve celi yazısını öğrenip icazet aldı.

Hayatını Mushaf-ı şerif yazmaya vakf ederek yüz altı Mushaf-ı şerîf yazmaya muvaffak oldu. Yüz yedinci nüshayı yazarken vefat etti.

Merkez Efendi kabristanına defnolunan Hafız Osman Efendi’nin kabir taşında yazıldığına göre, yüz yedinci Mushaf-ı şerifin Yusuf suresindeki ‘Ersilhu meanâ gaden yerta’…’ 12. âyet-i kerimesine kadar yazar ve teravih namazı kıldırdığı esnada rükûda iken, 4 Ramazan 1311 (1894) gecesi vefat etmiştir.

Hafız Osman, Mushaf-ı şerîfi âyet-berkenar diye tabir edilen bir tertib ile yazmıştır. Şöyle ki Kur'ân-ı Kerîm’in âyetlerinin her birinin uzunluğu farklıdır. Kimisi bir iki kelimedir, kimisi de yarım sayfadır. Hatta bir sayfa olan vardır. Hafız Osman buna rağmen her sayfayı âyet ile başlatıp yine âyet ile, yani âyeti bölüp diğer sayfaya geçirmeden bitirmiştir. Bu tertibi Hattat Hasan Rıza da devam ettirmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemekte hafızlara kolaylık sağladığı için Mushaf-ı huffâz da denilmiştir. Günümüzdeki mushaflar bu usul ile yazılmakta ve basılmaktadır.





"Salih zatların (mürşidlerin) peşine takıl!
Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk,
iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
"Ya Rabbi!
Bana Salih kullarını göster.
Beni sana getirecek klavuzu göster.
Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.
Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir" "
[Abdülkadir Geylani (k.s.)]

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Allah ve resûlünün sizi sevmesini isterseniz, emânete riâyet edin, konuştuğunuz zaman doğru konuşun, komşularınıza güzel komşuluk edin.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü'l-Evsat)



13
Eylül Perşembe 2012

Hicrî: 26 Şevval 1433 - Rûmî: 31 Ağustos 1428

Sakarya Zaferi (1921) • Kınık, Karacabey ve Soma'nın Kurtluşu (1922)

Cahorlu Müslümanların Cuma Günleri

Sultân İkinci Abdülhamîd Hân zamanında (1902) uzak doğuya seyahat eden bir seyyâhımız Singapur'da Ebûbekir Hân'ın hâkimi olduğu Cahor hanlığı ile alâkalı şu bilgileri vermektedir:

Cahor halkının büyük kısmı Şafiî mezhebindendir. Buradaki Müslümanlar gece gündüz Allah’a ibadet, Müslümanların halîfesine duâ ve hâkimlerine itaat ederler. Erkek olsun kadın olsun âdâb-ı muaşerete gayet dikkat edip birbirlerini incitmemeye itina ederler.

Ahali, Cuma geceleri sabah namazı edâ edilinceye kadar cami ve mescitlere toplanıp ibâdet eder. Kendilerini uyku basanların uykularını dağıtmak için cemaatten birisi ara sıra çıkıp cami avlusundaki davul veya leğene birkaç tokmak vurup içeri girer, ibâdetiyle meşgul olur. Sabah namazını imam ile edâ ettikten sonra hepsi münasip bir köşeye çekilip vefat etmiş olan mü’min erkek ve hanımların ruhları için Fatiha ve ihlâs okurlar. Ondan sonra herkes yakınlarının kabirlerini ziyaret eder. Ziyaret tamam olunca evlerine gidip eşlerinin hazırladıkları kahvaltıyı yiyip çayı içtikten sonra, abdest alıp yine ibadetgâhlara giderler. Cuma namazına kadar ya Kur’ân-ı Kerîm veya Delâil-i Hayrat okurlar. Okuyamayanlar, okuyanları dinlerler.

Cuma namazı bittikten sonra herkes evine gider, âilesiyle âdeta bayramlaştıktan sonra yemek yerler. Sonra küçükler büyüklerin ziyaretine giderler. İşte Cahorlular Cuma’nın gece ve gündüzünü böyle geçirirler.

Bir de Cahor halkı, esnaftan bir şey satın aldığı vakit, parasını verdikten sonra: “Helâl mi?” diye sorar. Satıcı: “Evet.” cevabını vermezse aldıkları şeyi bırakıp başka bir satıcıya gider. Sattığı şeyin helâl olduğunu söyleyen bir satıcı bulana kadar böyle devam eder.

İSİMLERİMİZ: Erkek: Veysel, Kız: Zehra

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Çalıştırdığın kişilerin işlerini hafifletmen, kolaylaştırman mîzanında senin için bir sevap olur.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i İbn-i Hibbân)



14
Eylül Cuma 2012

Hicrî: 27 Şevval 1433 - Rûmî: 01 Eylül 1428

İstanbul'da Büyük Deprem (Kıyamet-i Suğra) (1509) • Bergama, Dikili, Manyas ve Mustafakemalpaşa'nın Kurtuluşu (1922)

İmâm Kisâî’nin Talebeleri

Büyük Kırâat ve Nahiv âlimi İmâm Kisâî, Abbâsî Halîfesi Harûn Reşîd’in oğulları Emîn ve Me'mûn’un hocası idi.

Bir gün Halîfe, Kisâî’nin haberi olmadan yalnız olarak teşrîf etti. Kisâî, halîfenin geldiğini görmemiş idi. Terliklerini giymek için kalktığında talebeleri olan halifenin oğulları Emîn ve Me'mûn, hemen terliklerinin birerini alarak önüne koydular.

Kisâî hemen onları alınlarından öptü ve bir daha böyle yapmamaları için yemin ettirdi. Bu hâdiseyi gören halife, hiç bildirmeden oradan ayrıldı, makamına döndü.

Daha sonra devlet adamları ile otururken onlara “Hizmet olunan hangi insan en hayırlıdır.” diye sordu. Etrafındakiler “Mü’minlerin emîridir” dediler. Halîfe ise “Hayır, o kişi elbette Kisâî’dir ki Emîn ve Me’mûn ona hizmet ederler.” dedi ve hâdiseyi anlattı. Sonra Kisâî’yi ve iki oğlunu davet etti. Oğullarına bazı suâller sordu, hepsine lâyıkıyla cevâp verdiler. Sonra Kisâî’ye hediyeler verdi.

Ona “Senin bize yaptığın hizmetindeki hakkın bizim sana olan nimetimizdeki hakkımızdan az değildir. Bunlar senin terbiyen ve bizim nimetimizin sütü ile büyüyerek ayağa kalkarlar; sana hizmet etmekle şeref kazanırlar.” dedi.

Bel Sağlığınız için Dikkat Ediniz!

Yürürken veya ayakta iken vücudunuzu dik tutunuz. Ağırlığınızı her iki bacağınıza denk olarak paylaştırınız.

Omuz ve kalçanızın aynı hizada, başınızın dik, sırt ve belinizin düz olmasına dikkat ediniz. Aksi bir duruş bele rahatsızlık verir ve iç organlara baskı yapar.
Tarlada, inşaatta, iş yerinde, evde vb. çalışırken veya bir iş yaparken beliniz aniden ağrımaya başladıysa, kalan işi bitirmekle uğraşmayıp, hemen sert bir zemin üzerine sırt üstü uzanıp, dizlerinizi hafifçe bükerek bacaklarınızı yukarıya doğru toplayıp biraz istirahat ediniz.

Eğer iyileşme olmazsa doktora gidiniz.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kuşluk namazını altı rek’at kılardı.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat)



15
Eylül Cumartesi 2012

Hicrî: 28 Şevval 1433 - Rûmî: 02 Eylül 1428

Ayvalık'ın Kurtuluşu (1922)

Korkularından Kurtulmak İçin

Hak Teâlâ şöyle buyurdu:
• Ey Mûsâ! Fakirlikten korkarsan kuşluk namazı kıl, fakirlikten kurtulursun.
Ölüm ahvalinden korkarsan akşamla yatsı arasında namaz kıl.
Kabir azabından korkarsan gece iki veya dört rek’ât namaz kıl.
Kıyâmetten korkarsan Recep ayında oruç tut.

• Ey Mûsâ! Üç şeyi sakla ki sana üç şey vereyim:
Dilini yalandan ve gıybetden koru, sana cenneti vereyim.
Yaramaz, hayırsız yoldaşı terk et, sana iyi kimseleri yoldaş edeyim.
Karnını haramdan ve şüpheli şeylerden koru ki, sana hikmet vereyim.

Zilkâde Ayı

Zilkâde ayı, kamerî ayların on birincisidir.
Hac aylarından olduğu için, geceleri zaman zaman teheccüd namazına kalkılır. Bilhassa cuma geceleri tesbih namazı kılınır. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

Zilkade Ayı İctima‘I, Ru’yet ve Başlangıcı

Hicrî Kamerî 1433 yılı Zilkâde ayı ictima‘ı yarın (16 Eylül Pazar) Türkiye saati ile 05.11’de.
Ru’yet ise yine yarın (16 Eylül Pazar) Türkiye saati ile 17.25’de.
Hilâl’in görüldüğü yerler: Hint Okyanusunun güney batı kesimi, Bouvet adası, ile Güney Afrika cumhuriyeti, Güney Atlantik okyanusunda Güney Georgiya ve Güney Sandviches, Gough, Montagu, Saunders, Candlemas, Vindication ve Folkland Adaları, Antarktikanın batı sahilleri ve Güney Amerika kıtası.
Hilal; Türkiye, Almanya, Avusturya, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarım adasının orta ve kuzeyinden da asla görülemeyecektir.
Hilâl’in görüldüğü günü tâkip eden 17 Eylül Pazartesi günü de Zilkâde ayının 1’i olmaktadır.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Muhakkak (kâmil) âlimler, peygamberlerin vârisleridir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



16
Eylül Pazar 2012

Hicrî: 29 Şevval 1433 - Rûmî: 03 Eylül 1428

Ebu'l Fârûk Süleyman Hilmî Silistrevî Hazretleri'nin İrtihali (1959)

Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmî Tunahan (K.S.)

Süleyman Hilmî Tunahan (k.s.) Hazretleri, Rûmî 1304 (Hicrî 1305-Mîlâdî 1888) yılında Silistre’de dünyâya geldiler. Babası, tahsîlini İstanbul’da tamamlamış ve Silistre’nin Satırlı Medresesi’nde yıllarca müderrislik etmiş Osman Efendi’dir. Dedesi ise Kaymak Hâfız nâmıyla mâruf bir zât olup 110 yaşına doğru vefât etmiş olan Mahmûd Efendi’dir.

Hocazâdeler olarak bilinen bu asîl âilenin ceddi İdris Bey’e dayanır. İdris Bey, Fâtih Sultan Mehmed tarafından Tuna Hanı nasbedilmiş ve üstelik kendisine kız kardeşi tezvîc edilmiş bir zâttır.

Babası Osman Efendi, İstanbul’da tahsîline devam ederken rü’yâsında, vücûdundan kopan bir parçanın gökyüzüne çıkıp etrâfa ışıklar saçtığını görür. Rü’yâyı, sulbünden gelecek bir evlâdının dünyâyı ma’nen aydınlatacağı şeklinde tâbîr eder. Bu isti’dâdı; Fehim, Süleyman Hilmî, İbrâhîm ve Halîl isimli dört oğlundan Süleyman Hilmî’de görür. Onun yetişmesi için hiçbir fedâkârlıktan kaçınmaz ve fevkalâde alâka gösterir.

Süleyman Efendi, ilk tahsîlini Satırlı Medresesi’nde ve Silistre Rüşdiyesi’nde yaptı. Daha sonra babası, tahsîlini tamamlamak üzere onu İstanbul’a gönderdi ve şu tavsiyede bulundu: ‘Oğlum! Usûl-i fıkıh ilmine iyi çalışırsan dîninde kuvvetli olursun, mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun.’

İstanbul’da Fâtih dersiâmlarından ve devrin meşhûr âlimlerinden Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’nin ders halkasına oturan Süleyman Efendi, birincilikle icâzet aldı. Bilâhare ihtisâsını yapmak üzere Süleymâniye Medreseleri, Medresetü’l-Mutehassısîn’in Tefsîr ve Hadîs şubesine girip birinci derece ile mezûn oldu. Aynı zamanda giriş imtihânını birincilikle kazandığı Medresetü’l-Kuzât (Hukuk Fakültesi)’dan da me’zûn oldu. Böylelikle devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi ihrâz etmiş oldular.

Ezelî takdîr olarak Silsile-i Sâdât’ın 33. ve son halkası kendilerinin nasîbi olduğundan, Seyyidler zincirinin 32. halkası Salâhuddîn ibnü Mevlânâ Sirâcüddîn (k.s.) Hazretleri’nden seyr ü sülûkünü tamamladılar. Sonra tecelliyâtın büyüklüğünden üstâzı, kendilerini İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i sânî (k.s) Hazretleri’nin nisbet-i rûhâniyesine teslim ettiler. Dünyânın şu son zamanlarında ilâhî feyzden nasîpleri bulunan insanları yüksek himmetleriyle küfr u dalâl çukurundan îmân ve ihlâs sâhasına çekip çıkardılar, hâlen de çıkarmaktadırlar.

Süleyman Hilmî Tunahan (k.s.) Hazretleri, 16 Eylül 1959 (Hicrî 13 Rebîulevvel 1379) Çarşamba günü irtihal buyurdular. (Kaddesallâhü sirrahü’l-e’azz). Ancak tasarruf ve irşâdları tamâmiyle ve kemâliyle berdevâmdır. Cenâb-ı Hakk sevenlerini ve bütün mü’minleri şefâatlerine nâil kılsın. Âmîn.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“...Allâh’tan hakkı ile ancak âlimler korkar...”
(Fâtır Sûresi, âyet 28)



17
Eylül Pazartesi 2012

Hicrî: 01 Zilkâde 1433 - Rûmî: 04 Eylül 1428

Bandırma'nın Kurtuluşu (1922) • Rusların Polonya'yı İşgali (1939) • Adnan Menderes'in İdamı (1960)

Cenâb-ı Hakk’ın Benî Beşere Olan Nimetlerinin En Büyüğü

Cenâb-ı Hakk’ın benî beşere olan nimetlerinin en büyüğü; Hakk ve bâtılı anlamak ve bilmek, rızâsıyla adem-i rızâsını mûcib ahvâli fark ve temyîz eylemek, muktezâlarıyla amele muvaffak kılınmak hâssalarına, sıfatlarına mazhariyettir.

Bu öyle azîz ve celîl bir mazhariyettir ki ona nâiliyyet fenâ fillâh ve bekâ billâh hakîkatiyle tahakkuk etmedikçe sûret-peydâ olmaz. Bu hakîkate mazhar olamayan bi’l-umûm avâm ve havâssın hâli tam hakîkate isâbetten mahrûmdur. Çünki, ef'âl ve hareketleri -hakîkat-i fenâ ve bekâ ile adem-i tahakkukları sebebiyle- sûrete, zâhire maksûr ve mahsûr kalır. Bu haysiyetle her ne kadar fiillerinin ve amellerinin -bi-hasebi'l-merâtib- semerâtını görürler ise de hakîkat-i fenâ ve bekâ sâhibi olanların a'mâl ve ef'âline terettüb eden semerât ve netâyicin iktitâfına mazhariyetleri imkân hâricinde bulunur.

Mutlak a'mâl ve ef'âlin netîce ve semeresi âm için sûret-i edâsı müşterek olan a'mâl ile değil, âmillerin mertebeleri, dereceleri hasebiyledir. Aksi takdîrde peygamberlerin edâ ettikleri ibâdât ve hâiz bulundukları ma'rifetullâh ile, avâm ve havâssın edâ ettikleri ibâdâtın, mazhar oldukları ma'rifetullâhın semerât ve netâyici müsâvî olmak lâzım gelir ki; hılâf-ı vâki' ve nefsi’l-emrdir. (Mektublar, S. H. Silistrevî)

Lügatçe:

Benî beşer: İnsanoğlu.
Adem-i rızâ: Razı olmamak.
Mûcib: İcab ettiren.
Temyîz: Ayırt etmek.
Muktezâ: Gereği.
Sûret-peydâ: Ortaya çıkmak, ele geçmek.
Ef'âl: Fiiller, ameller.
Maksûr: Sırf bir tarafa ait.
Bi-hasebi'l-merâtib: Mertebelerine göre.
Semerât: Meyveler.
Netâyic: Netîceler.
İktitâf: Toplamak.
A’mâl: Ameller.
Âm: Herkes.
Âmil: Amel işleyen,
İbâdât: ibâdetler.
Hılâf-ı vâki ve hılâf-ı nefsi'l-emr: Hakîkatin aksine, tersine.

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim, kardeşini bir günahından dolayı ayıplarsa o günahı işlemedikçe ölmez.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



18
Eylül Salı 2012

Hicrî: 02 Zilkâde 1433 - Rûmî: 05 Eylül 1428

Ertuğrul Firkateyni'nin Japon Sularında Batması (1890) • Erdek, Yenice, Biga ve Mahmudiye'nin Kurtuluşu (1922)

Kıbleye Hürmet

Resûlullah (s.a.v) bir topluluğa namaz kıldıran bir adamın kıbleye doğru tükürdüğünü gördü.
Onlara “Bu adam size namaz kıldırmasın.” buyurdu. Adam bu hadiseden sonra namaz kıldırmak isteyince ona Resûlullah’ın (s.a.v) emrini bildirdiler. O da gidip Resûlullah’a (s.a.v) sorunca “Evet, öyle dedim.” buyurdular.

Bayezid-i Bestâmî (r.a) anlatıyor:
Bana âbid bir kişiden medihle söz edilmişti. Merak ettim ve onu ziyarete gittim. Adamın kıbleye doğru tükürdüğünü görünce ziyaretten vazgeçip geri döndüm. Çünkü, dinin küçük bir edebine riâyet etmeyen bir şahsa dinin yüksek sırları hususunda nasıl güvenilebilir?

Seriyyü’r-Sakatî (r.h) şöyle demiştir:
“Bir gece namaz kılmış ve namazdan sonra mihrapta ayaklarımı uzatmıştım. Gaipten “Hükümdarlarla böyle oturuyor musun!” diye bir ses geldi. Ben de 'İzzetin ve Celâlin hakkı için bir daha asla mihrapta ayaklarımı uzatmam.’ dedim.”


Melekler Günahı Nasıl Yazar?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"Her kulda vazifeli iki melek vardır. Sağdaki melek soldakinin amiridir. Kul günah işlediği zaman soldaki melek “Yazayım mı?” diye sorar.
Sağdaki melek “Beş günah işleyene kadar yazma, bekle” der. [/b]
Kul, beş günah işleyince soldaki melek “Yazayım mı?” diye tekrar sorar. “Bir sevap işleyene kadar bekle, yazma” der.
Kul bir sevap işlediği zaman sağdaki melek, bize bir sevabın karşılığının on misli olduğu bildirilmiştir. Gel beş günahı beş sevap ile silelim, ona beş de sevap yazalım, der.
Bunun üzerine şeytan, ben âdemoğluna ne zaman yetişebilirim (onunla nasıl baş edebilirim), diye haykırır.”




Bir kişide, bir ailede, bir toplulukta, bir memlekette akan kanı, terörü, savaşları yapılan düzenlemeler ve reformlar;
harcanan paralar önleyemez. Bu belaları önlemenin yegâne yolu kurban ibadetini hakkıyla eda etmektir!

Ailesini, vatanını, milletini seven şuurlu her müslüman; üzerine vacip olmasa dahi kurban kesmenin yollarını aramalı, hali vakti yerinde ise ailesindeki her birey için ayrı ayrı kurban kesmelidir.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Darlıkta ve varlıkta Allâh’ın haramlarından sakın.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr)



19
Eylül Çarşamba 2012

Hicrî: 03 Zilkâde 1433 - Rûmî: 06 Eylül 1428

İstanbul Rasathanesi'nin Kuruluşu (1576)

En Hayırlı Beş Şey

Lokman (a.s)'a oğlu “Babacığım, en hayırlı şey nedir?” diye sormuştu.
Lokman (a.s) “Tabi ki dindir, yavrucuğum” cevabını verdi. “Peki, iki olursa?” diye sordu.
Lokman (a.s) “Din ve mal” dedi.
“Üç olursa?”
“Din, mal ve hayat” karşılığını verdi.
“Dört olursa?”
Lokman (a.s) “Din, mal, hayat ve güzel ahlâk” diye söyledi.
“Beş olursa?”
Lokman (a.s) “Bunlara ilaveten cömertlik” dedi.
“Altı olursa?” diye sorunca Lokman (a.s) “Yavrucuğum! Bu beş şeyi kendinde toplayan halis takva sahibidir, Allâhü Teâlâ’nın velisidir ve şeytandan uzaktır.” diye cevap verdi.

Takiyüddîn Râsıd

Takiyüddîn Râsıd (1521-1585) matematik, astronomi, fizik, optik, mekanik ve tıp da pek çok eser yazmış büyük bir Osmanlı alimidir. İstanbul'da bir rasathâne (gözlemevi) kurarak rasatlar yapmıştır. 16. yüzyılın en mükemmel rasat âletlerinin bulunduğu rasathânede kendi icadı olan âletleri de kullanmıştır.

Bu âletlerden birisini şöyle anlatmaktadır:
“Ben uzakta bulunmaları sebebiyle görülemeyen eşyayı en ince ayrıntılarıyla gösterebilen ve ortalama uzaklıkta bulunan gemilerin yelkenlerini bir ucundan tek bir gözle bakarak görebileceğimiz ve (daha önce) Yunanlı bilginlerin yapıp, İskenderiye Kulesi'ne yerleştirmiş olduklarına benzer bir billur (mercek) yaptım.”

Takiyüddîn'in yaptığı bu alete (billur) dürbün veya teleskop demek mümkündür. Çünkü bu âlet çok uzakta bulunan cisimleri çok yakındaymış gibi gösterebilmektedir.
Galileo'nun 1609'da dünyada ilk defa teleskop kullanan kişi olarak bilinmektedir. Halbuki Takiyüddîn, Galile'den yaklaşık 40 yıl önce bu aleti kullandığını yazmaktadır.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Haberiniz olsun ki bu Kur’ân, insanları en doğru yola hidayet eder ve (Kur’ân’da beyan olunan) salih ameller yapan mü’minleri müjdeler ki kendilerine büyük bir ecir vardır.”
(İsra Sûresi, âyet 9)



20
Eylül Perşembe 2012

Hicrî: 04 Zilkâde 1433 - Rûmî: 07 Eylül 1428

Peygamber Efendimiz'in Hicret Esnasında Kuba'ya Gelişi (622) • Bozcaada, Bayramiç, Mihalaççık ve Sivrihisar'ın Kurtuluşu (1922)

Medîne, Kurân ile Fetholundu

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) her sene hac mevsiminde gelenleri “Rabbimin risaletini tebliğ için beni barındıran ve bana yardım eden için cennet vardır.” deyip kabile kabile gezip imana davet eder, onlara Kur’ân’dan âyetler okurdu.

Peygamberliğinin onbirinci yılında hac zamanında Kâbe hareminde Medine halkının Hazrec kabilesinden altı kişi imana geldi ki onlara Ensârın sâbıkları denir. Resûlullâh'a (s.a.v.) “Hiçbir şeyi Allâh'a ortak tutmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, evlâdlarını geçim korkusu ile öldürmemek, kimsenin ırzına ve şerefine iftira atmamak, neşe ve kederde, darlık ve genişlik zamanlarında dinleyip itaat etmek, Allâh yolunda kimsenin kötülemesinden çekinmeden daima hakkı söylemek.” üzere bîat ettiler. Bunlar Medineye döndüklerinde Resûlullâh’tan konuşulmayan hiçbir ev kalmadı. İslâm Medîne’de yayılmaya başladı.

Medîne’de Müslümanların adedi kırka ulaşınca istemeleri üzerine Resûlullâh onlara Kur’ân okumak ve dînin hükümlerini öğretmek üzere Hz. Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.) gönderdi. Ondan sonra Medîne’de İslâm’ın ve Kur’ân’ın girmediği ev kalmadı. Bu sebeple “Şehirler kılıç ile fetholundu, Medîne ise Kur’ân ile fetholunmuştur.” denildi.

Sonraki sene yetmiş üç erkek ve iki hanım Resûlullâh’ı (s.a.v.) görmeye gelip önceki şartlar ile bîat ettiler ve Resûlullâh'ı (s.a.v.) Medîne’ye davet ettiler. “Medîne’yi teşriflerinde ona her türlü yardımda bulunacaklarını, nefislerini ve âilelerini korudukları gibi koruyacaklarını” ahdettiler. Resûlullâh’a nusrete; yardım etmeğe ahdettiklerinden onlara Ensâr denildi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.), Ashâbına Medîne’ye gitmek üzere izin verdi. Onlar da vatanlarını bırakıp peyderpey İslâm yurdu olan Medîne’ye hicret ettiler. Bu sebeple onlara da muhâcir dendi. Her bir Müslüman geldikçe Medîneli Müslümanlar yer gösterir, onlara muhabbetlerinden mallarını verirlerdi. Nihayet Resûlullâh da geldi ve Medîne, münevvere oldu, nûr ile doldu, Resûlullâh’a Mekke’den sonra yurt oldu. İslâm sancağı oradan yükselip arzın her tarafına ulaştı.


kıssadan hisse

MollaCami.Com