Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları




"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 9 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 19 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 1 Şubat 2012 Çarşamba


“En hayırlı meclis, kıbleye dönerek oturulan meclistir.”

(Hadîs-i Şerîf, Taberî, Tehzîbu’l-âsâr)




ÂDÂB:........................................KIBLEYE HÜRMET


Yatarken, otururken ve diğer zamanlarda ayakları kıbleye uzatmak mekruhtur.

Yine Mushaf-ı Şerîfe (Kur'ân-ı Kerîme), fıkıh kitaplarına doğru ayak uzatmak da mekruhtur. Ancak bunlar yüksek bir yerde bulunursa mekruh olmaz.

Kıbleye karşı küçük veya büyük abdest bozmak, annenin çocuğunu idrar için kıbleye doğru çevirmesi de mekruhtur.

Yine -Allâhü Teâlâ'nın (varlığına delalet eden) âyetlerinden olduğu için- güneş ve aya karşı da abdest bozmak mekruhtur.

Otururken, başka tarafa dönme zarureti yoksa kıbleye dönerek oturmalıdır. Hadîs-i şerîfte “En hayırlı meclis, kıbleye dönerek oturulan meclistir.” buyurulmuştur.

Kıbleye karşı tükürmek de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından nehyedilmiştir. Zira kıbleye karşı tükürmek, hürmetsizliktir ve adaba aykırıdır.

Bayezid-i Bestamî Hazretleri ziyarete gittiği kişinin kıbleye tükürmesi üzerine selâm vermeden geri dönmüştür.

Sağ tarafta da hasenatı yazan melekler bulunduğu için o tarafa tükürülmez. Muaz b. Cebel (r.a.) “İslam’a girdim gireli sağ tarafıma tükürmüş değilim.” demiştir.




YEMEK TARİFİ:............Kıymalı Kapuska (5 Kişilik)


Malzemeler: Lahana 250 gr, kıyma 150 gr, soğan 3 adet, salça 1 çorba kaşığı, havuç 3 adet, sarımsak 3 diş, tuz bir çay kaşığı, pul biber ve kuru nane 1 çay kaşığı, domates 3 adet

Hazırlanışı: Lahana ve havuç ince uzun, soğan ve sarımsak yemeklik doğranır.

Kıyma kavrulduktan sonra üzerine soğan ve havuç ilave edilerek birlikte kavrulur.

Salça ve lahanalar ilave edilir. Bir miktar daha kavrulduktan sonra, pul biber, nane, tuz, sarımsak konarak yeterince su ilave edilir ve kısık ateşte pişmeye bırakılır. Sıcak olarak servis yapılır.



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 10 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 20 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 2 Şubat 2012 Perşembe


“Fâtıma, iffet ve namusunu muhafaza etmiştir. Allâhü Teâlâ iffet ve namusunu muhafaza etmesi sebebiyle kendisini ve zürriyetini cennete koyar.”

(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr)



PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.) VE KIZI HZ. FÂTIMA (R.ANHÂ)


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir savaş dönüşünde kızı Hz. Fâtıma'nın evine uğradılar. Hz. Fâtıma (r.anha), çok sevdiği babasının yüzünün solmuş, elbiselerinin eskimiş olduğunu görünce dayanamadı, Rasûlullah’ın (s.a.v.) boynuna sarılarak ağladı.

Fahr-i Kâinat (s.a.v.):

“Ya Fâtıma, ağlama! Allah, babanı öyle bir dâvâ ile göndermiştir ki, bu din, gecenin olduğu her yere ulaşacak, yeryüzünde topraktan, deve tüyünden ve kıldan yapılmış ne kadar ev varsa, Allah bu dâvâ sebebiyle, evlere ya izzeti yahut zilleti verecektir.” buyurdular.




VELÂDET (MEVLİD) KANDİLİ

Yarın akşam, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) âlemleri şereflendirdiği Velâdet Kandili’dir.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Rebîulevvel ayının 12’nci Pazartesi gecesinde kâinâtı teşrîf etmişlerdir. Bu îtibârla bu ayın 12’nci gecesi hicrî senenin ilk kandilidir. Yarın akşam, Peygamberimiz (s.a.v.)’in dünyâyı teşrîflerinin kamerî 1486, milâdî yılla 1440. yılını idrâk edeceğiz.

Bu ay içerisinde mümkün olduğu kadar salât ü selâm getirmeli; Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye okumaya çalışmalıdır.

Bu gecenin mânevî zenginliğinden istifâde etmek için bir tesbîh namazı kılmalı, bir de Hatm-i Enbiyâ yapmalıdır.

Tesbih namazına şu şekilde niyet edilir:

“Yâ Rabbi, niyet eyledim rızâ-yı şerîfin için tesbîh namazına. Yâ Rabbi, bu gece teşrîfleriyle âlemleri nûra gark ettiğin Habîbin, başımızın tâcı Resûl-i Zîşân Efendimiz’in hürmetine ve bu gecedeki esrârın hürmetine ben âciz kulunu da afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle.” Allâhü Ekber, diyerek namaza başlanır.


(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



Hicri : 11 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 21 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 3 Şubat 2012 Cuma



"Yâ ResûlAllah! Müşriklere lânet etseniz, denildiği zaman Resûlullah (s.a.v.) “Ben lânet edici olarak gönderilmedim. Ben ancak rahmet olarak gönderildim.” buyurdular.

(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




MUHAMMEDÜ'L-EMÎN (S.A.V.)


Kâbe’yi tamir ederken Hacer-i Esved yerine konulacağı zaman, “Onu yerine koymaya biz daha lâyıkız!” diyerek Kureyş kabileleri arasında anlaşmazlık çıktı. Sert tartışma ve çekişmeler sonunda her kabile ölünceye kadar karşıdakilerle çarpışmak üzere kendi arasında sözleştiler.


O zaman, Kureyşlilerin en yaşlısı olan Ebu Ümeyye bin Mugîre, “Ey Kureyş cemaatı! Anlaşamadığınız bu işte, Mescid'in şu kapısından ilk girecek olanı, aranızda hakem yapınız! Aranızdakini o halletsin!" diyerek Mescid-i Haram'ın Beni Şeybe kapısına işaret etti. Kureyşliler de buna razı oldular.


O sırada, Mescid-i Haram'ın Benî Şeybe kapısından içeriye ilk giren, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) oldu. Kureyşliler, onu görür görmez “İşte, el-Emîn! Onun vereceği hükme râzıyız" dediler. Peygamberimize Hacer-i Esved’i yerine koymak hususunda aralarında çıkan anlaşmazlığın halli için kendisini hakem yaptıklarını, vereceği hükmü kabul edeceklerini bildirdiler.


Kureyşliler; daha vahiy ve peygamberlik gelmeden önce, peygamberimize “el-Emîn” demekteydiler. Çünkü Peygamberimiz daha gençlik çağında iken, yiğitlik ve insanlık bakımından kavminin en üstünü, ahlâk güzelliği bakımından en seçkini, soyluluk bakımından en şereflisi idi. İnsanlara karşı en iyi davrananı, sâkinlik ve yumuşak huylulukta en ulusu idi. Doğru sözlülük ve güvenilirlikte insanların en başta geleni, insanları alçaltan kötülüklerden de en uzak bulunanı idi. Allâhü Teâlâ, her iyiliği, her üstün meziyeti onda toplamıştı.


Peygamberimiz, Kureyşlilere “Haydi, bana bir örtü getiriniz!” buyurdu. Hacer-i Esved'i eliyle tutup, getirilen örtünün içine koydu. Dört kabileden birer kişinin gelmesini istedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gelen dört kişiye “Sizden her biriniz, kabilesi adına, örtünün birer ucundan tutsun ve sonra da, hep birden onu yukarı doğru kaldırınız!” buyurdu. Tutup kaldırdılar. Peygamberimiz, konulacağı yerin hizasına gelince Hacer-i Esved'i örtünün içinden alıp, kendi eliyle yerine yerleştirdi. Böylece herkesi memnun ettiler. Sallallahü Aleyhi vesellem.



Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 12 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 22 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 4 Şubat 2012 Cumartesi



“Bana, diğer peygamberlere verilmeyen dört şey verildi: Bana yeryüzünün anahtarları verildi, Ahmed diye isimlendirildim, toprak bana temiz(leyici) kılındı, ümmetim de ümmetlerin en hayırlısı kılındı.”

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)





“KİŞİ SEVDİKLERİYLE BERABERDİR”



Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'e bir adam geldi ve “Yâ Resûlallâh! Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kıyâmet için ne hazırladın?” buyurdular. “Allâh ve Resûlü'nün sevgisini” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Öyleyse sen sevdiğinle berabersin.” buyurdular.

Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle dedi:
“Müslüman olduktan sonra bizi hiçbir şey Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “Öyleyse sen sevdiğinle berabersin.” sözünden daha çok sevindirmemiştir. Ben Allâhü Teâlâ'yı, onun Resûlünü, Ebû Bekir (r.a.) ve Ömer'i (r.a.) seviyorum. Her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamasam da onlarla beraber olmayı umuyorum.




CAFER-İ SÂDIK'IN (RH.) TAVSİYELERİ


Allâh'ın kendisine takdîr ettiği rızka razı olan, kimseye muhtaç olmaz. Gözünü başkasının elindekilere diken fakîr ve mahrûm olarak ölür. Allah'ın taksim ettiği rızka razı olmayan onu hükmünde adâletsizlikle itham etmiştir.
Kendi kusurunu küçük gören, başkasının kusurunu büyük görür. Başkasının hatasını büyütmeyen, kendi hatasını bilir ve büyük görür.”




EMNİYET=HAYAT KEMERİ


Yolcular içinde bulundukları vasıta ile aynı hıza sahiptir. Kaza veya ani fren esnasında -emniyet kemeri takılı değilse- vasıta durduğu halde yolcuların hareketi devam edecektir. Emniyet kemeri, böyle hallerde yolcuların vasıta ile aynı anda durabilmesini sağlar; direksiyona vs. çarpmaktan ve arabadan dışarı fırlamaktan korur, çarpma ile vücutta meydana gelen sarsıntının kademe kademe azalmasını ve darbe tesirinin vücutta tek noktada toplanmayıp dağılmasını sağlar.

Çarpma anında kafa ve omuriliğin herhangi bir yere çarpmasına mani olur. Bu esnada şuur kaybı olmayacağı için kaza halinde vasıta içinden daha çabuk dışarı çıkılabilir.




"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 13 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 23 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 5 Şubat 2012 Pazar



“(Habîbim Ahmed) de ki, eğer siz Allâh'ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.”

(Al-i İmrân Sûresi, âyet 31)




RESÛLULLÂH EFENDİMİZ’İN YÜKSEK VASIFLARINDAN


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) doğduğu zaman secde etti ve secdesinde "Ümmetim! Ümmetim!" dedi.


O hazretin gölgesi yok idi. Zira baştan ayağa nûr idi. Nurun ise gölgesi olmaz. Başı üzerinde bir parça bulut vardı. Nereye yürürse onunla beraber giderdi. Gözü ile önünü nasıl görüyor ise arkasını da aynı şekilde görürdü.


Bir kere baktı mı doğuyu ve batıyı görürdü. Kulağı uyanıkken nasıl işitirse, uyurken de öylece işitirdi. Cebrâil (a.s.) vahiy için ne zaman gökten ayrılsa, onun kokusunu alırdı. Dişlerinin nurundan gece yollar görünürdü. Bir şey kaybetseler onun nuru ile bulunurdu. Arkasında güvercin yumurtası kadar Nübüvvet mührü vardı.


Terlese, teri gül ve misk gibi kokardı. Bir avuç toprak ile on iki bin askeri perişan etti. Bir parmağı ile aya işaret etti, ikiye ayrıldı ve peygamberliğine şehâdet eyledi. Parmağından çeşme aktı. Ağulu (zehirli) pişmiş kuzu ona: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Benden yeme,” dedi. Hurma fidanını yere dikti, hemen meyve verdi, yediler. Uğradığı her yerde taşlar ve ağaçlar ona selâm verirlerdi.


Herkesi güzel ahlâkı ile hayran bıraktı. Hiç riya işlemedi ve hiçbir an nefsine uymadı. Hüküm verirken taraf tutmadı. Fakirlikle övünürdü. Tevâzuundan aba giyer, katıksız arpa ekmeği yerdi. Dünyâ'ya düşkün olanlara sevgi göstermezdi. İhtilâm olmadı ve ona sinek konmadı. Bit ve pire ısırmazdı. Hak Teâlâ onu bütün peygamberlerden üstün kıldı.


Halka karşı şefkatli, Hakka da muhabbetli idi. Bir kimse onu evine davet etse gider, hasta olanların hallerini sorardı.


Bir kimse seferde ölse arkasından (gıyabi cenaze) namazını kılardı. Eğer şehirde ölse namazında bulunurdu. Âlimleri câhillerden üstün tutardı. Kâfirlere ve münâfıklara mallarından dolayı hiç itibar etmezdi. Kimseye kötü söz söylemedi, kimseye küsmedi ve tükürmedi. Kötülük edene iyilik ederdi. Bir meclise varınca neresi boşsa oraya otururdu. Zenginleri zenginliğinden dolayı ağırlamadı, dervişleri derviş olduğu için horlamadı. Elbisesini kendi yamar idi.


Sözün kısası o, her türlü kemâl ile muttasıftı.



Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 14 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 24 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 6 Şubat 2012 Pazartesi




“Muhakkak Allâhü Teâlâ işlerin yücesini ve şereflisini sever, boş ve yaramazını da çirkin görür.”

(Hadîs-i Şerîf, Taberânî el-Mu'cemü'l-kebîr)




DUÂDA NASIL İSTEMELİ


Birisinden on liralık bir yardım istemekle, daima on lira getirecek bir yolu, bir sebebi istemek arasında ne kadar fark vardır. Cenâb-ı Allâh'tan “Yâ Rab! Bana yardım et; falan nimeti ver.” diye dua ve yardım talebinde bulunmak pek küçük bir talep olur. Hatta “Her nimeti ver” demek bile böyledir. Çünkü bu duâ kabul olunmakla o nimetlerin her zaman devam etmesi temin edilmiş olmaz.


Fakat “Falan nimete götürecek yolu bana göster ve o yolda sâbit kalmayı nasîb eyle” diye taleb edilecek olursa bu dua kabul olunduğu zaman o nimet bir kere değil bin kereler ve nihâyetsiz elde edilmiş olur.


Nimetlere götüren yol bulununca nimetlerin hepsine devamlı olarak erilir. Fâtiha suresinde “Bize nimet ver” denmeyip de “Bize doğru yolu hidayet eyle” duâsıyla doğru yol istemenin öğretilmesi bu manayı ne güzel kuvvetlendirir.


Din kardeşini kendine tercih etmek; ÎSÂR
Müslim bin Sa'd'ın yeğeni Abdullah anlattı:


Hacca gitmeye niyet etmiştim. Dayım Müslim bana on bin dirhem verdi ve “Medîne'ye ulaştığında, Medine'deki en fakir aileyi araştır ve bunları ona ver!” dedi.


Medîne'ye vardım ve en fakir ailenin kim olduğunu sordum. Bana bir ev gösterildi. Kapıyı çaldım. İçerden bir kadın “Kim o?” diye seslendi.


“Ben Bağdatlıyım. Bana on bin dirhem verildi ve Medine'deki en fakir aileye vermem emredildi. Buradakiler bana sizi gösterdiler. Bu parayı alınız.” dedim. Kadın
“Ey Allâh’ın kulu! Paraları veren arkadaşın, en fakirine vermeni şart koşmuş. Şu bizim hizamızdakiler bizden daha fakir.” dedi.



Yanlarındaki eve gittim. Kapıyı çaldım. İçeriden 'Kim o' diyen kadına önceki kadına söylediklerimi söyledim. O da bana “Ey Allâh’ın kulu! Biz ve komşularımız ihtiyaçta aynıyız. Sen en iyisi o parayı aramızda taksim et!” dedi.



Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 15 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 25 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 7 Şubat.salı




" Ey Cennet halkı! Cennet'te ebedî yaşayacaksınız, artık ölüm yoktur.
Ey Cehennemlikler, siz de cehennemde ebedîsiniz, size de ölüm yoktur.” denilir.


(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî 2012




ÂHİRETTE ÖLÜMÜN ÖLDÜRÜLMESİ


Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki:

Kıyâmet günü (ehl-i Cennet, Cennet'e, Cehennemlikler de Cehennem'e ayrıldıktan sonra) ölüm, alaca bir koç suretinde getirilecek. Bir nidacı: ‘Ey Cennet halkı!' diye seslenecek. Cennettekiler hemen boyunlarını uzatıp başlarını kaldıracaklar ve (bulundukları yerden çıkarak) bakacaklar, Sonra nidacı: 'Bunu bilir misiniz?' diye sorar. Ehl-i Cennet'in hepsi onu görerek: 'Evet biliriz, bu ölümdür.' derler.


Sonra nidacı: ‘Ey Cehennem halkı!' diye yüksek sesle seslenir. Onlar da boyunlarını uzatıp başlarını kaldırırlar. Ve (korku içinde) bakarlar. Nidacı: 'Bunu biliyor musunuz?' diye sorar. Hepsi onu görerek: ‘Evet biliriz, bu ölümdür.” derler.


Bundan sonra koç suretindeki ölüm (Cennet'le Cehennem arasında) boğazlanır. Bundan sonra nidacı: "Ey Cennet halkı! Cennet'te ebedî yaşayacaksınız, artık ölüm yoktur. (Cehennem halkına da) Ey Cehennemlikler siz de cehennemde ebedîsiniz, size de ölüm yoktur" diyecek.


Bundan sonra nidacı: Meryem Sûresinin 39. âyetini okuyacak -meâlen-: “Onlar (dalâlet içinde olduklarından ahirette kendilerine yapılacaklardan) gaflet içinde iken, onlar iman etmezlerken, o hasret gününün, o iş bitirildiği saatin dehşetini kendilerine haber ver.”


Hadîs-i Şerîf’te bildirilen koçu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) önünde onun emirleriyle Yahyâ (a.s.) boğazlayıp kesecektir.




ENKAZ ALTINDA ON SEKİZ GÜN



Tarihçi Âli, Künhü'l-Ahbâr isimli meşhur eserinde diyor ki: “1583 yılında Erzincan'da korkunç bir zelzele oldu. Bir çocuk, koltuğunda yedi-sekiz ekmekle fırından dönerken yıkılan evlerin enkâzı altında kaldı.

On sekiz gün sonra yıkıntılar temizlenirken çocuğun iki direk arasında sağ kaldığı ve elinde yarım ekmek bulunduğu hayretle görüldü. Çocuk acıktıkça ekmekleri yemiş ve kendisini ancak bir gün daha yaşatacak ekmeği kalmıştı.”




Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 16 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 26 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi :8.şubat.çarşamba





..Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Ebû Bekr'in malının bana verdiği faydayı, hiç kimsenin malı asla vermemiştir.” buyurunca Hz. Ebû Bekir (r.a.) ağladı ve “Canım, malım sana fedâ olsun Yâ Resûlallah” dedi.

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce.






EBÛ BEKİR (R.A.)'IN CÖMERTLİĞİ


Hz. Ömer (r.a.) anlattı:
“Resûlullah (s.a.v.) bir gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu emir de malımın çok olduğu bir güne denk gelmişti. Ben de 'Eğer Ebû Bekr'i (sadaka vermekte) bir gün geçeceksem o gün bu gündür.' dedim ve malımın yarısını alıp getirdim. Resûlullah (s.a.v.) “Yâ Ömer! Âilene ve çocuklarına ne bıraktın?” diye sordular. Ben de getirdiğim kadarını da aileme bıraktım,' dedim.


Ebû Bekir (r.a.) da ne kadar malı varsa hepsini getirdi. Resûlullah (s.a.v.) ona “Âilene ve çocuklarına ne bıraktın? diye sordular. Ebû Bekir (r.a.) da 'Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım,' buyurdu. Bunun üzerine ben, Ebû Bekir'e (r.a.) ‘Seninle hiçbir hususta asla bundan sonra yarışamam,’ dedim.”





HANGİ NİMET EN BÜYÜK


Tâbiînden ve hadis âlimlerinden Meymûn bin Mihran (rh.) anlatıyor:
Ömer bin Abdülaziz (r.a.) ile bir kabristana doğru gittik. Kabirleri görünce ağladı. Sonra bana dönüp;
“Ey Meymûn, bunlar atalarımın kabirleridir. Sanki onlar lezzetlerinde ve yaşayışlarında insanlara hiç karışmamış gibiler. Baksana, nasıl toprak altında kaldılar, mezarları eskidi, bedenlerini de kurt ve böcekler yedi, bitirdi.” dedi. Sonra ağlayarak şöyle dedi:
“Vallâhi, şu kabirlere girip de Allâh’ın azabından emin olan kimseden daha büyük nîmete kavuşmuş bir kimse düşünemiyorum.”





AYDA VE JUPİTERDE YER ÇEKİMİ


Ay'daki yer çekim kuvveti, dünyadaki yerçekimin altıda biri kadar iken Jüpiter'in çekim kuvveti ise dünyadakinin 2.64 katıdır.
Dünya'da 6 kilogram ağırlığındaki bir taş, ayda 1 kg. Jüpiter'de ise yaklaşık 16 kg ağırlığındadır.


Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 17 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 27 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi :9.şubat.perşembe.



“Mü’minlerden her biri bedendeki baş gibidir. Nasıl ki beden baştaki bir ağrıdan dolayı ağrı duyarsa, mü’min de ehli iman(ın başına gelen sıkıntı)dan dolayı elem duyar.”

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




ÖMER BİN ABDÜLAZÎZ VE HÂRİCÎLER


Hicri 100 senesi (M. 718) içinde haricîler, isyân etti. Ömer bin Abdülaziz, onların reislerine mektup yazıp söyleşmek üzere yanına davet etti ve “Eğer bizi haklı görürsen sen de halkın girdiği yola gir ve eğer hak senin elinde ise icabına bakalım.” diye buyurdu. O da iki kişi seçip gönderdi ve Ömer bin Abdülaziz ile görüştüler. İsyanlarını meşru gösterdikleri her ne delil varsa Halife onları çürüttü.


O zaman Hâricîler: “Sizinle aramızda bir mesele kaldı.” dediler. “Nedir?” deyince, “Sen kendinden öncekilere lânet ederek onlardan beri ol.” dediler. Çünkü: Hâriciler, Hz. Ömer bin Abdülaziz'in icraatlarında itiraz edecek bir şey bulamayıp ancak kendilerini Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer bazı Ashâb-ı Kirâm’a ve Emevî emirlerine lânet etmek gibi bir fena âdetleri olduğundan Halîfe Hazretlerini bu sapıklık tehlikesine düşürmek istediler.


Halîfe Hazretleri: “Anladım ki siz âhiret için çıkmışsınız, lâkin yolunda hatâ etmişsiniz. Allâhü Teâlâ hazretleri, Resûlü Muhammed aleyhisselâmı lânetçi göndermedi. İbrahim aleyhisselâm da "Kim ki bana tâbi' olursa bendendir ve kim ki, âsî olursa Yâ Rabbi, sen Gafûr ve Rahîmsin...”, dedi. Cenâb-ı Hak da onlara uymamızı emretti. Günahkârlara lânet eylemek de farz değildir. Eğer farz ise sorarım sana ki sen ne vakit Fir'avn'e lanet ettin?” deyince Hârici: “Hatırıma gelmiyor.” dedi. Halîfe Hazretleri: “Fir'avn, insanların en kötüsü iken ona lâneti âdet etmiyorsunuz da namaz kılan ve oruç tutanlara ben niçin lânet edeyim?” diye buyurdu.


Sonra onlara halka zarar vermemek ve Ashâb-ı Kirâm’ı ve (Ebû Bekir, Ömer gibi) Ehl-i Sünnet imamlarını kötülememek şartıyla yol vereceğini beyân etti. O haricilerden biri, itikadını düzelterek Halife'nin yanında kaldı. Diğeri de olanları anlatmak üzere yola çıktığı sırada halife vefât etti.”

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



Hicri : 18 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 28 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi :10.şubat.Cuma.




Kâmîl mü’minin firâsetinden sakınınız. Çünkü o, Hz. Allâh’ın nûru ile görür.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî





ALDIK MI PAYIMIZI!

İngiliz ve Fransızların Çanakkale’yi geçebilecekleri endişesine kapılan İttihat ve Terakkî hükümeti tedbir olarak pâdişâh (Sultan Reşad) ve hükümeti Anadolu'ya taşımağa ve (Beylerbeyi Sarayı’nda ikâmet etmekte olan) Sultan Abdülhamîd Han’ı da iknâ edip, Anadolu'ya götürmeğe karar vermişlerdi.

Bu hâtırasını Ercümend Ekrem Bey şöyle anlatıyor:
“Hepimiz Sultan Abdülhamîd Han'ın huzûruna elpençe dizilmiştik. Talat Paşa, pek hürmetkâr bir ifâde ile önce vaziyeti anlattı. Hülâsaten şöyle diyordu: ‘Âcil bir tehlike arzetmemekle berâber vaziyet çok ciddîdir. Düşman deniz ve kara yolu ile Çanakkale'yi zorluyor. Şiddetli müdâfaaya rağmen -Allâh korusun- boğazı geçecek olurlarsa pâdişâh, hükûmet ve hânedân-ı saltanat esârete düşecektir. Elîm bir musâlehaya mecbur olmamak için hükûmet, Anadolu'ya geçip harbe orada devâma karar vermiştir. Hattâ sizler için Konya'da Çelebi Efendi'nin konağı tahliye olunmuştur. Emir ve irâdelerinizi bekleriz.“


Sultan, Talat Paşa’yı sonuna kadar soğukkanlılıkla dinledi. Keskin bakışlarını hepimizin üzerinde ayrı ayrı gezdirdikten sonra:

– Şevketli birâderime sadâkatimi arz ederim. Endîşeleri tamâmen beyhudedir. Eğer dokunulmamış ise, ben Çanakkale'yi zamanında tahkim eylemiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi mümkün değildir. Boğaziçi de öyledir. Amma, farzedelim ki, böyle bir felaket meydana geldiği takdirde Sultan'ın yapacağı şey, tâcını, tahtını, tebaasını bırakıp zelîl bir şekilde kaçmak değildir. Saltanat ve tahtının altında canını teslim etmesi icap eder.


Büyük dedem Hz. Fâtih, bu beldeyi fethettiği vakit Bizans imparatoru Kostantin kaçmayıp, harp ede ede can vermek cesâretini göstermişti. Biz Fâtih'in torunları, Kostantin'den aşağı kalamayız. sultanımıza böylece arzediniz. Müsterih olsunlar ve Allâh'ın takdîrine boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar.


Düşman buraya giremez. Bana gelince, ben artık bir yere gitmem. Yegâne arzum burada ölmektir. Birâderimden ve hükûmet-i seniyeden bu arzuma mânî olunmamasını istirham ederim” dedi ve bizi selâmlayarak salondan çıktı. Bizler de sarayın merdivenlerinden kös kös inip Dolmabahçe'ye doğru yola çıktık. Yolda derin düşüncelere dalmış olan Talat Paşa bir ara bize dönerek:
– Aldık mı payımızı! dedi.


Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


Hicri : 19 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 29 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 11 Şubat 2012 Cumartesi



“Eğer Allâh’a gerçekten tevekkül etmiş olsaydınız, sabah aç çıkıp akşam tok olarak dönen kuşlara rızık verildiği gibi size de rızık verilirdi.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî).






TEVEKKÜL

Tevekkül, rızık ve sâir işler hususunda Allâhü Teâlâ'ya itimat edip dayanmaktır. Bir şeyin sebeplerine yapıştıktan sonra Allâh'a itimâd edip tevekkül etmek farzdır.
Çünkü Allâhü Teâlâ Furkân sûresinin, 58. âyet-i kerîmesinde (meâlen):
“Ve ölmeyecek olan bir hayat sahibine tevekkül et...” ve Talâk sûresi, 3. âyet-i kerîmesinde (meâlen):
“…Her kim Allâh'a tevekkül ederse, o ona kâfidir…” buyurdular.


Tevekkül, çalışmayı terk etmek ve tedbiri bırakmak değildir. Öyle çalışma ve tedbiri terk ile tevekkül etmeyi dinimiz câiz görmez. Zararları def' için sebeplere teşebbüs ve tehlikeden kaçınmak ve hakları muhafaza etmek de tevekküle mâni' değildir. Tevekkül, meşrû sebeplere teşebbüs etmek, çalışmak ve himmetle berâber olur.
“Evlerinize kapılarından girdiğiniz gibi rızıklarınızı da sebeplerini yerine getirerek arayınız.” buyrulmuştur.
Tevekkülün başlangıcı Allâh'a itimad edip, güvendikten sonra işleri Allâh’a havale etmek ve boyun eğmek daha sonrası teslim olmak ve rızadır.


Adamın biri bir şahinin bir mikdar et ile gelip o eti kanadı kırık bir kuşun ağzına verdiğini gördüğünde “Bak şu Allâh’ın lutfuna, meğer benim rızık için çalışıp gayret etmem abes imiş. Bundan sonra çalışmayayım.” diyerek bir köşeye çekilip üç gün rızkının gelmesini beklemiş ise de bir taraftan bir şey gelmediği için çok acıkmış.
Cenâb-ı Hak zamanın peygamberini gönderip onun lisanıyla:


“Ey kulum, ben bu cihânı sebeplerle kazanma esası üzerine yarattım. Kudretim sebepsiz olarak da rızkını vermeye kâfî olur ise de hikmetim icabı halkın ihtiyaçlarının giderilmesini sebeplere bağladım. Bu sebeple insanlar arasında istifade meydana gelsin. Bana olan tevekkülün ile bu hikmetimin hükmünü ibtâl mi etmek istersin.” diye îkaz buyurur



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 20 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 30 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 12 Şubat 2012 Pazar




“Dünya, içerisinde âhiret azığını hazırlayıp Rabbini râzı eden kimse için ne güzel bir ev, âhiretinden uzaklaşıp Rabbinin rızasından mahrum kalan kimse için de ne kötü bir evdir.”

(Hadîs-i Şerîf, Hâkim, el-Müstedrek)





VİRAN DÜNYÂ DEĞİL MİSİN?


Kim umar senden vefâyı,
Yalan dünyâ değil misin?
Muhammedü'l-Mustafâ'yı,
Alan dünyâ değil misin?
Kasd edip halkın özüne,
Toprak doldurup gözüne,
Ehl-i gafletin yüzüne,
Gülen dünyâ değil misin?
Yürü hey vefâsız yürü,
Sensin hod bir köhne karı,
Nice yüz bin erden geri,
Kalan dünyâ değil misin?
Eğer şâh u eğer bende,
Her kişiyi salan bend’e,
Kimse mekân tutmaz sende,
Virân dünyâ değil misin?
Kimisini nâlân edip,
Kimisini giryân edip,
Âhir-i kâr üryân edip,
Soyan dünyâ değil misin?
Sihrile donatıp kendin,
Meydana salan semendin,
Âleme mihnet kemendin,
Salan dünyâ değil misin?
İşin gücün dâim yalan,
Çok kişiden arta kalan,
Nice kere boşalarak,
Dolan dünyâ değil misin?

(Azîz Mahmud Hüdâî k.s.)



Lügatçe: Hod: Zâten, Köhne: Eski, kocamış. Şâh: Sultan, Bende: Köle, Bend: Hükmü altına almak. Nâlân: İnleyen. Giryân: Ağlayan. Üryan: Çıplak, soyulmuş. Semend: Hızlı ve güzel at. Âhir-i kâr: İşin sonu.


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




Hicri : 21 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 31 Kânûn-ı Sânî 1427
Miladi : 13 Şubat 2012 Pazartesi. .



"Peygamber, Rabbinden ne indirildi ise ona îman getirdi. Mü’minler de; Her biri ‘Allâh'a ve meleklerine ve kitaplarına ve peygamberlerine: peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırmayız.’ diye îmân getirdiler….”

(Bakara Sûresi, âyet 285
.




ÎMÂNIN ŞARTLARI


(Âmentü billâhi) Ben Allâhü Teâlâ'nın ulûhiyetine yani varlığı kendinden olduğuna ve bütün her şeyi yarattığına, ibâdete ancak onun layık olduğuna, zâtı ile kâim olan sıfatlarının sonradan olmadığına ve hiçbir suretle şerîki (ortağı) ve nazîri (benzeri) olmadığına ve yarattıklarından bir şeye aslâ benzemediğine inandım.

(ve melâiketihî) Ben Allâhü Teâlâ’nın meleklerinin şerefli kulları olduklarına inandım ve onunla peygamberleri arasında vahye sadık ve emîn vâsıta olduklarına inandım. Melekler latîf nûrânî varlıklardır. Türlü sûretlerde görünürler ve onlarda erkeklik ve dişilik yoktur. Adedlerini ancak Allâhü Teâlâ bilir.

(ve kütübihî) Allâhü Teâlâ’nın kitâblarını Cebrâîl (a.s.) ile peygamberlerine Hak dîni beyân için gönderdiğine inandım. Kurân-ı Kerîm diğer kitâblardan sonra peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma nâzil olduğundan diğerlerinin hükmü tamam olmuştur, ondan başkasını okumak ve hükmüyle amel etmek câiz değildir.
(ve rusulihî) Allâhü Teâlâ'nın insânlardan nice kâmil zâtları sırf ilâhî lütfu olarak peygamberlik şerefi ile müşerref kılıp onların elinde mucizeler yarattığına ve her birinin zamânlarında ümmetlerini Allâh'ın emrettiği dîne davet ettiklerine inandım.

Peygamber Efendimiz insân ve cinnin tamamına gönderilmişdir ve dîni kıyâmete kadar bâkîdir ve Kur'ân-ı Azîm en büyük mucizesidir.

(ve'l-yevmi'l-âhiri) Âhiretin olduğuna inandım. Âhiret günü bütün ölülerin diriltilip kabirlerinden kalkması ve hepsinin mahşer meydanına toplanması, amel defterlerinin ellerine verilmesi ve muhâsebe olunmaları, kötülük ve iyiliklerin tartılması, sırât köprüsünden geçilmesi, cennet ehlinin cennete ve cehennem ehlinin cehenneme girmesine, ebedî mükâfât ve ebedî azâbın olduğuna inandım.

(ve bi'l-kaderi; hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ) Bütün hayr ve şerrin hepsinin Allâhü Teâlâ’nın dilemesi ve takdîriyle olduğuna inandım.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 22 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 1 şubat 1427
Miladi : 14 Şubat 2012 salı




“Allâhü Teâlâ, sizden biriniz bir amel işlediği zaman onu ihlaslı (sadece Allah rızası için) yapmasını sever.”

(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şüabü'l-Îmân)





MEVLÂNÂ DERVÎŞ MEHMED (K.S.)


Mevlânâ Derviş Mehmed es-Semerkandî, el-Emkenevî (k.s.) hazretleri Silsile-i Sâdât'ın yirminci halkasıdır.
Dayısı ve Silsile-i Sâdât'ın on dokuzuncu halkası olan Hâce Muhammed Zâhid (k.s.) Hazretlerinin en büyük müridi ve halifesidir. Daha önce her ne kadar Hâce Ubeydullâh-ı Ahrâr Hazretlerine intisab etmişse de terbiyesi, kâmil ve mükemmil mertebesine ulaşması ve halifeliğe icâzeti Muhammed Zâhid Hazretleri vasıtası ile olmuştur.


Mevlânâ Dervîş Mehmed (k.s.) Hazretleri, bütün zâhirî ve bâtınî ilimlere vâkıf, cömertlik ve atâ ile maruf bir mürşid-i kâmil idi. Üstazının irşadından önce, tam on beş sene zühd ve riyazatta bulunarak, aç ve uykusuz zikir ve fikir ile meşgul oldular.


Mevlânâ Dervîş (k.s.) Hazretleri, bir gün açlığının şiddetinden çaresiz kalıp yüzünü semâya kaldırmıştı. O esnada Hızır (a.s.) gelip “Eğer sabır ve kanaati öğrenmek istiyorsan Hâce Muhammed Zâhid (k.s.)’in hizmetine ve sohbetine sarıl. Zira o, sana sabır ve kanaati öğretir.” buyurdular. Mevlânâ Dervîş Hazretleri, Hızır (a.s.)’ın emrine uyarak Muhammed Zâhid Hazretlerinin huzuruna gelip kemal mertebesine ulaştılar.


Dervîş Mehmed Hazretleri müridlerini yetiştirmek ve insanları irşad etmekte hârikulâde bir meleke sahibi idiler. Üstazının 936 (1529) yılında âhirete irtihal etmeleri üzerine insanları Allah yoluna irşâd etmişlerdir.
Derviş Mehmet Hazretleri, 970 (1562) senesinde âhirete irtihal buyurdular. Kabr-i şerifleri Özbekistan’ın Kaşkaderya vilayetine bağlı Estferaz köyündedir.


Birçok müridi bulunan Dervîş Mehmed Hazretleri, irşad vazifesini bizzat terbiye ettiği oğlu Mevlânâ Hâcegî Emkengî Hazretlerine teslim ettiler.


(Kaddesallâhu esrârahüm.)



İSİMLERİMİZ: Erkek: Selman, Kız: Selmâ


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"





Hicri : 23 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 2 şubat 1427
Miladi : 15 Şubat 2012 çarşamba.




“Cuma günü gusül abdesti almak sünnettir.”

(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr)





ABDEST VE GUSÜL (BOY ABDESTİ)



Namazın şartlarının birincisi hadesten tahârettir ki;
Su bulunup kullanılması mümkün olan yerde gusül lâzım olduysa gusül abdesti, abdest lâzım olduysa abdest almak;
Su bulunmayan yâhud kullanmak mümkün olmayan yerde teyemmüm etmektir.
Hades demek, cünüb veya abdestsiz olmaktır.

Abdestin farzları dörtdür: Yüzünü yıkamak, ellerini dirsekleri ile beraber yıkamak, başın dörtde birini mesh eylemek ve ayaklarını topukları ile yıkamaktır.

Sünnet üzere abdest: Besmele ile ellerini yıkayıp ağzı misvakladıktan sonra ağzını ve burnunu üçer kere yıkayıp sonra hadesten tahârete niyet edip farzlar aralarını kesmeden (bir âzâ kurumadan diğerine geçerek) tertîb üzere; sırası ile başından başka diğerlerini üçer kere yıkar.

Başını tamâmen mesh etmek ve parmaklarının ve sakalının aralarını hilallemek ve kulaklarının içini şehâdet parmağının içi ile ve ardını baş parmağının içi ile mesh etmek de sünnettir. Kalan üç parmağının arkası ile boynunu mesh etmek, ellerini ve ayaklarını yıkamağa sağ yanından başlamak müstehabdır.

Abdesti bozan şeyler: Önden ve arkadan çıkan şey ve arkadan çıkan yel, her âzâdan kan ve irin çıkması ve sarı su akması, ağız dolusu -balgamdan başka şeyi- kusmak, yatıp veya -alındığında düşecek şeye- dayanıp uyumak, delirmek, bayılmak, sarhoş olmak, bâliğ olan kimsenin cenâze namazı ve tilâvet secdesinden başka namazda ve sehiv secdesinde yanında olan kimse işitecek kadar gülmesi.

Guslün farzları üçdür: Ağzı, burnu ve bütün bedeni yıkamaktır.

Sünnet olan gusül şöyledir: Evvelâ ellerini yıkayıp istincâ yerlerini ve diğer necâset var ise onu pâk edib abdest aldıkdan sonra başına ve sağ omuzuna ve sol omuzuna döküp bütün azaları üçer kere yıkamaktır. Evvelki defada eliyle ovmak dahi sünnettir.

Guslü îcâb eden şeyler: Menînin şehvetle yerinden kopup çıkması, sünnet mahallinin diri olan baliğ insanın şehvet mahallerine girmesi, kadınların hayız veya nifaslarının tamam olması, uyandığı vakit üzerinde menî bulunmasıdır.

Cum'a ve bayram namazları için gusül eylemek sünnettir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "





Hicri : 24 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 3 şubat 1427
Miladi : 16 Şubat 2012 Perşembe




Kulun gece yarısı iki rek’ât (da olsa) kıldığı namaz, bütün varlığı ile dünyadan hayırlıdır. Eğer ümmetime ağır geleceğinden korkmasaydım, bu iki rek’ât namazı onlara vacib kılardım.”

(Hadîs-i Şerîf; ibn-i Mübârek, ez-Zühd ve'r-rekâik)






DÜNYADA, KABİRDE VE HAŞİRDE RAHMETE KAVUŞMAK


Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ashab-ı kiram ve evliyalar geceleri teheccüd namazı ve zikir ile ihya etmişlerdir.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) gece namazda durmaktan ayakları şişerdi.


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ebu Hüreyre’ye (r.a.) buyurdular;
“Hayatında, kabre konduğunda ve tekrar diriltildiğinde Allâh’ın rahmetinin senin üzerine olmasını ister misin? Şayet istersen Rabbinin rızasını isteyerek gecenin bir vaktinde kalk ve namaz kıl.
Ey Ebû Hüreyre! Evinin bir köşesinde namaz kıl ki evinin nûru, dünya ehlinin yanında semadaki yıldızların nuru gibi olsun.” buyurmuşlardır.


“Gece kıyamına (namaz kılmağa) devam edin. Zîrâ bu, sizden önceki sâlihlerin âdetidir. Çünkü gece ibadeti Allâh’a yakınlık ve günahlara keffaret olup bedenden hastalıkları kovar ve günahlardan uzaklaştırır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.);
“Yâ Ebâ Zerr! Yolculuğa çıkmak istediğin zaman hazırlık yapar mısın?


‘Evet, yâ Resûlallah’
‘Peki, kıyâmet gününün yolculuğu için nasıl hazırlanırsın? Ya Ebâ Zerr! Dikkat et, o uzun ve çetin günde sana fayda verecek şeyi haber vereyim mi?’


‘Anam babam sana feda olsun, evet bildir yâ Resûlallah.’
‘Haşr (diriliş) günü için şiddetli sıcak bir günde oruç tut, kabir vahşeti (yalnızlığı) için gecenin karanlığında iki rek’at namaz kıl, büyük işlerin halli için hac yap, fakirlere bir sadaka ver yahut güzel bir söz söyle veya kötü bir söz söylemekten kendini tut.”


İmâm-ı Azam Hazretleri gecenin yarısını (ibadet, dua ve zikrederek) ihya ederdi. Bir topluluğun yanından geçerken onların, “Bu zat gecenin tamamını ihya eder” dediklerini işitti. “Yapmadığım şeyle vasıflanmaktan hayâ ederim” dedi ve ondan sonra gecenin tamamını ibadetle ihya etti.
İmâm-ı Azam Hazretleri kırk yıl sabah namazını yatsı namazının abdestiyle kılmıştır.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş


kıssadan hisse

MollaCami.Com