Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Kim günde yüz defa ‘Sübhânallâhi ve bihamdihî’ derse günahları -denizköpüğü kadar da olsa- dökülür.” (Hadîs-i Şerîf, Muvatta', İmâm Mâlik)





Hicrî: 14 Muharrem 1434 • Rûmî: 15 Teşrin-i Sânî 1428 • 28 Kasım Çarşamba






Ahlâk: GIYBET ÜÇ ÇEŞİTTİR


Birincisi gıybet edip de ‘Ben gıybet etmiyorum, onda olanı söylüyorum’ demektir. Bu, fakîh Ebûlleys’in Tenbîhu’l-Gâfilîn isimli kitabında dediği gibi kat'î bir haramı helâl saymaktır.

İkincisi gıybet edilen yapılan gıybeti duymuş ise bu haramdır. Helâllaşmadıkça tevbe tamam olmaz. Çünkü eziyet etmiş, kul hakkı geçmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Gıybet zinâdan daha şiddetlidir.” buyurdular.

‘Nasıl olur?’ denildi, Efendimiz aleyhisselam

‘Bir kimse zinâ eder, sonra tevbe eder, Allah mağfiret buyurur; bağışlar. Gıybet eden ise gıybet edilen bağışlamadıkça mağfıret olunmaz.’ buyurdular.

Üçüncüsü, gıybet, gıybet edilene ulaşmamış ise, hem kendisine ve hem gıybet ettiği kimseye istiğfar ederek tevbe etmekle afvolunabilir.

Açıkça günah işleyen ve bu yaptıklarının duyulmasından gurur duyan kimsenin gıybetinde vebâl olmaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.);

“Yüzünden hayâ elbisesini (haya perdesini) çıkaran kimsenin (yaptıklarını söylemek) gıybeti olmaz.” buyurmuştur.




YARIGÖLGELİ AY TUTULMASI


Yarın (29 Kasım Perşembe günü) “Yarıgölgeli ay tutulması” meydana gelecektir. Bu tutulma

Asya ve Avrupa kıtaları ile Afrika kıtasının doğu kısmı ve Avrupa kıtasından parçalı olarak gözlenebilecek

Türkiye, Almanya ve Avusturya’dan ise parçalı olarak görülebilecektir.

Tutulmanın büyüklüğü: 0.1873’dır.

Ay’ın gölgeye girişi: 28 Kasım 2012 14.14 (Türkiye Saati)

Tutulmanın ortası: 28 Kasım 2012 16.34 ”

Ay’ın gölgeden çıkışı: 28 Kasım 2012 18.50 ”



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Allâhü Teâlâ’dan af ve âfiyet isteyiniz. Çünkü hiçbir kimseye yakînden (hakîki îmandan) sonra âfiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



Hicrî: 15 Muharrem 1434 • Rûmî: 16 Teşrin-i Sânî 1428 • 29 Kasım Perşembe




ÂFİYET İSTEMEK



Resûlullah Efendimiz (s.a.v): “Ezan ve kamet arasında yapılan duâ geri çevrilmez.” buyurdular. Orada bulunanlar “Nasıl duâ edelim?” diye sorunca Resûlullah (s.a.v) “Allâhü Teâlâ’dan dünya ve âhirette afiyet isteyin” buyurdular.

Diğer bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: “Allâhü Teâlâ’dan istenen şeyler içinde onun en çok hoşuna giden, afiyet istenmesidir.”

Bir adam “Yâ Resûlallah! Hangi duâ daha faziletlidir?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v) “Rabbinden sana, dünyada ve ahirette af ve âfiyet nasip etmesini iste” buyurdu. Adam ikinci gün geldi, tekrar aynı şeyi söyledi. Üçüncü gün yine geldi ve tekrar aynı şeyi söylerek Allâhü Teâlâ sana dünyada af ve âfiyet verirse kurtuldun demektir buyurdu.

Bir diğer hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allahümme innâ nes’elüke’l-muâfâte fi’ddünyâ ve’l-âhireti: Kulun ‘Allâh’ım! Senden dünyada ve ahirette âfiyet istiyorum’ demesinden daha faziletli bir duâ yoktur.”

Ashâb-ı Kirâm’dan Irbâz bin Sâriye’nin (r.a.) yaşı oldukça ilerlemişti. Vefât etmeyi çok istiyor ve Allâhü Teâlâ’ya: “Yâ Rabbi, yaşım ilerledi, kemiklerim inceldi, beni nezdine kabûl buyur.” diye duâ ederdi. Şöyle anlattı:

Bir gün Şam mescidinde namaz kıldıktan sonra yine rûhumun alınması için duâ ediyordum. Bu sırada gâyet güzel bir delikanlı geldi, üzerinde yeşil bir kaftan vardı.

Bana “Niçin böyle duâ ediyorsun.” dedi.

Ben “Ya nasıl duâ edeyim.” dedim.

O “Yâ Rabbi, amelimi de ecelimi de güzel kıl” diye duâ et. dedi.

Ben “Allâh sana rahmet etsin, kimsin.” dedim.

“Ben mü’minlerin göğüslerinden hüznü çıkaran meleğim.” dedi. Sonra tekrar dönüp baktığımda kimseyi göremedim.



İSİMLERİMİZ: Erkek: İdris, Kız: Leylâ,



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



“Kalbinde Kur’ân-ı Kerîm’den bir şey bulunmayan, harab olmuş ev gibidir.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



Hicrî: 16 Muharrem 1434 • Rûmî: 17 Teşrin-i Sânî 1428 • 30 Kasım Cuma





HZ. DÂVUD (A.S.)’IN SUÂLLERİ

Allâhü Teâlâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud! Günahkârlara müjdele ve iyilere korku ver.”

Dâvud (a.s.): “Ey Allâh’ım! Nasıl müjdeliyeyim ve nasıl korkutayım?” dedi.

Hak Teâlâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud: Günahkârlara söyle! Tövbe etsinler ve benden ümitlerini kesmesinler. İyi kullarıma da söyle! Onlar da ibadetlerine (güvenip) aldanmasınlar.”

Hak Teâlâ Hazretleri yine buyurdu: “Ey Dâvud! Beni sev ve beni seveni sev, beni halka sevdir.”

Dâvud (a.s.) “Ey Rabbim! Seni severim ve seni seveni de severim. Seni halka nasıl sevdireyim?” dedi.

Allâhü Teâlâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud! Onların yanında beni ilâhî vasıflarımla anlat. Benim nimetlerimi ve ihsanlarımı onlara bildir ki, beni cömert, çok merhametli ve latîf zat olarak bilsinler.”

Dâvud (a.s.): “Allâh’ım! Mîzanı (Mahşerdeki ilâhî teraziyi) doldurmaya kimin gücü yeter?” dedi.

Hak Teâlâ Hazretleri: “Eğer ben bir kulumdan râzı olursam o mizanı bir hurma ile doldururum.” buyurdu.

Dâvud (a.s.): “Rabbim! Sırat’tan geçmeye kimin gücü yeter?” dedi,

Hak Teâlâ Hazretleri: “Ey Davud! Eğer bir kimse ömründe bir defa ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh’ dese, sıratı şimşek gibi geçer.”

“Ey Dâvud! Bir kimse, benden kaçıp uzaklaşan bir kulumu benim huzuruma getirse ben onu âlimlerden sayar ve yazarım. Kimi âlimlerden yazarsam ona azâb etmem.” buyurdu.

Hak Tealâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud! Beni isteyen, beni dileyen bir kimse görürsen ona hizmetkâr ol. Ey Dâvud! Dünyanın kendilerini aldattığı âlimleri benden isteme. Onlar benim muhabbetimden çıkmışlar ve benim hâlis kullarımın yollarını benden kesmişlerdir. Onlar yol kesicilerdir.”



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“En fazîletli sadaka bir Müslüman’ın ilim öğrenmesi, sonra da onu Müslüman kardeşine öğretmesidir.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i ibn-i Mâce)



Hicrî: 17 Muharrem 1434 • Rûmî: 18 Teşrin-i Sânî 1428 • 1 Aralık Cumartesi






ASHÂB-I SUFFE



Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mescidinin bir tarafında sofa vardı. Ashâb-ı Kirâm’ın fakirleri orada kalırdı. Onlara Ashâb-ı Suffe denilirdi. Mescid-i Nebevî’de gece ve gündüz durmadan Kur’ân okurlar, ilim ve ibâdetle meşgul olurlardı. Diğer Ashâb-ı Kirâm ise namaz vakti olunca mescide gelerek Peygamber Efendimiz ile namaz kılıp giderlerdi. Medine dışında Kur’ân öğretilmesi ile alakalı bir vazife olduğunda, Peygamber Efendimiz bunlardan gönderirdi. Yaklaşık dört yüz kişi idiler.

Ashâb-ı Suffe’nin akşam yiyecekleri olmazdı. Hergün akşam olunca bazısını Resûlullâh kendi yanında alıkoyar, diğerlerini Ashâb-ı Kirâm’ın evlerine gönderirdi. Her biri gidip bir evde yemek yerdi.

Resûlullâh Efendimiz sadaka kabûl etmez, ancak hediye kabûl ederdi. Kendisine sadaka diye gelen şeylere el sürmeyip onları Ashâb-ı Suffe’ye verirdi. Gelen hediyelerden de onlara hisse ayırırdı.

Bir gün Resûlullâh (s.a.v.) Ashâb-ı Suffe’nin yanına vardı. Onların fakirliğini, ibâdetteki gayretlerini, ihlâslarını ve gönüllerinin temizliğini gördü ve: “Ey Ashâb-ı Suffe! Bana ümmet olup sizin gibi yaşayan kimseye şunu müjde edin: Ben sizden ve onlardan râzı oldum. Siz ve onlar, Cennette benim yoldaşımsınız.” buyurdular.

Ashâb-ı Suffe’nin güzel ahlâkından biri aynı azim ve gayret içerisinde kardeşçe hareket etmek, iç ve dışlarının bir olması ve birbirine karşı içinde asla bir kin ve düşmanlık bulunmaması idi. İnsanda kin ve düşmanlık bulunması kalbindeki dünyalık hırsındandır. Dünya sevgisi ise bütün hataların başıdır. Bu ise onlarda asla yok idi.

Resûlullâh Efendimiz buyurdular:

“Mü’minler birbirlerinin kardeşidir. Bir kısmı diğer bir kısmına ihtiyaçlarını görmesini arzeder. Böylece bazısı diğer bazısının ihtiyaçlarını yerine getirir. Allâhü Teâlâ da kıyâmet gününde onların ihtiyacını görür.”



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Ancak mü’min ile arkadaş ol, yemeğini de ancak takvâ sâhibi yesin!” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)


Hicrî: 18 Muharrem 1434 • Rûmî: 19 Teşrin-i Sânî 1428 • 2 Aralık Pazar




HAZRET-İ ALİ’DEN NASİHATLER


Hz. Alî (k.v.) buyurdular:

Akrabanıza iyilik ediniz. Zira onlar sizi uçuran kanatlarınız yerindedir, sizin aslınızdır, siz onlara iyilik ettikçe size yakın olurlar, zorluk zamanınızda yardımcılarınız onlardır. Onların eşrafına ve büyüklerine ikrâmı terk etmeyin. Hasta olanlarını ziyaret edin, sıkıntılı zamanlarında yardımcı olun ve işlerinizde onlarla müşâvere ediniz, onlara danışınız.




TALÂK (Boşama)



Nikâh akdini bozan yâni söylendiğinde talâk vâkî olacak sözleri kullanmaktan şiddetle kaçınmak lâzımdır. Her müslümanın evvelâ nikâhı bozacak şu hususları bilmesi zarurîdir:

İnsanı dinden çıkaracak sözler söylenince hem îmân, hem de nikâh gider. Hem imânın hem de nikâhın yenilenmesi gerekir.

Kocanın “Üçten dokuza kadar hanımım benden boş olsun" sözü ile kadın üç talâkla birden boş olur. O kadınla bir daha bir arada kalamaz ve nikâhlanamaz.
Ancak o kadın bir başkası ile evlenir, birlikte olur (zifafta bulunur) ve ikinci kocası ölür veya boşanırsa yeniden iddet bekledikten sonra evvelki kocası ile nikâhlanabilir.

Bir kimse her ne sebeple olursa olsun hanımının yüzüne veya gıyabına: Boş ol, ben seni boşadım, ben seni boşuyorum.” derse hanımı kendisinden boş olur.
Eğer “Seni ebediyen bıraktım, seni babanın evine gönderiyorum.” demişse niyeti sorulur. Nikâhı bozmayı kastetmişse yine boşamış olur. .



NÜKTE: ÂMÂNIN TEDBÎRİ


Âmâ bir adam geceleyin bir elinde mum, bir elinde testi ile su almak için çeşmeye giderken; kendisinin muma ihtiyacı olmadığı halde niçin mum taşıdığını sorarlar.

Mumu insanların karanlıkta bana çarpıp testiyi kırmamaları için taşıyorum cevabını verir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Ve dünyâ hayâtı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ve elbette âhiret hayâtı, korunan müttakîler için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En'âm Sûresi, âyet 32)




Hicrî: 19 Muharrem 1434 • Rûmî: 20 Teşrin-i Sânî 1428 • 3 Aralık Pazartesi





KELÂM İLMİ

Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şerîfler, itikâd hükümlerinin birer menbaı, kaynağıdır. Biz bütün i’tikadî meselelerimizi bu muazzam menbalardan alırız. İ’tikadî meselelerimiz hususunda en birinci müracaat kaynağımız, Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şerîflerden ibarettir. Âlimlerimiz bu itikadî meseleleri başlıca bir ilim halinde toplamışlardır ki buna kelâm ilmi ismi verilmiştir.

Kelâm ilmi, itikâd; inanç bilgilerine âit olan ilimdir. Buna evvelce ilm-i i'tikâd, ilm-i tevhîd de denilmiştir.

Aklî ilimlere âit meselelerde insana mantık ilmi kuvvet verdiği gibi dîne dair meselelerde ilm-i kelâm sahibine kuvvet kazandırır.

İlm-i kelâm, üç devir geçirmiştir. Şöyle ki: İ'tikadî meseleler, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında müstakil bir ilim halinde değildi. O vakit halk meselelerini bizzât Resûlullâh Efendimiz’e, ondan sonra Dört büyük halîfeye, sonra da Ashâb’ın büyüklerine sorarak hallederlerdi. Sonraları Ashâb-ı Kirâm azalıp akîdelerdeki saflık da bozulmaya yüz tuttu. Bunun üzerine dîn âlimleri bu kötü gidişe mani olmak için itikad meselelerini delîlleri ile tesbît etmeye ihtiyaç gördüler. Bu ilim “İlm-i tevhîd, Fıkh-ı ekber.” adı ile meydana getirildi.

Sonra bir takım bid'atçılar çıkarak Ashâb-ı Kirâm’ın doğru mezhebine uymayan ve felsefe ile karışık “Kelâm” ismi ile bir ilim neşrettiler. Ehl-i sünnete uymayan yollara gittiler. Bunun üzerine dîn imâmları Ehl-i sünnete mahsûs olmak üzere diğer bir ilm-i kelâm meydana getirerek ehl-i bid'atların kötü neşriyatına mâni oldular. Böylece ikinci devre vücuda geldi.

Daha sonraları İslâm muhitinde felsefenin yayılması ve ehl-i sünnet hâricindeki sapık mezheplerin bunu kullanması üzerine islâm âlimleri felsefenin İslâm akâidine uymayan yerlerini reddettiler. Böylece üçüncü devre meydana gelip bir “Hikmet-i islâmiyye” olmak üzere İlm-i Kelâm tesis edilmiştir.

Bu ilme dâir birçok kıymetli eserler te'lif olunmuştur. “Kitabu't-Tevhîd, el-Erbaîn, Ebkâru'l-Efkâr, Tavali', Şerh-i Mevâkıf” bunlardandır.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Komşu hakkı nedir, bilir misiniz? Senden yardım isterse yardım edersin, borç isterse verirsin, fakir düşse tekrar borç verirsin, hasta olsa ziyaret edersin, hayırdan bir şeye kavuşursa tebrik edersin, başına bir musibet gelirse taziyede bulunursun.” (Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabu'l-Îmân




Hicrî: 20 Muharrem 1434 • Rûmî: 21 Teşrin-i Sânî 1428 • 4 Aralık Salı





TEBRİKLEŞMEK


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) hayırlı bir haslet üzere buldukları Ashâb’ını “Bu hâl sana bereketli olsun” diye tebrik ederlerdi.

Hastalıktan şifâ bulunca, Hac tamam olunca, Hacdan dönünce, gazâdan dönünce, nikâhdan sonra, doğumdan sonra, hamâma girince, Ramazân-ı şerîf ayında, bayramda, yeni elbise alınca, akşama yahut sabaha erdiğinde tebrik etmek ile alâkalı hadîs-i şerîfler vardır.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Havvât bin Cübeyr’i (r.a.) hastalığından sonra ziyâret ettiklerinde ona “Vücudun sıhhat bulsun, Yâ Havvât” buyurdular.

Hz. Âdem haccettiğinde melekler ona ‘Haccın mübârek olsun.’ dediler.

Bir genç hacca gideceğinde Resûlullâh’a (s.a.v.) geldi. Ona “Ey genç, Allâh takvayı azığın kılsın, seni hayra yönlendirsin ve işlerinde sana yardımcı olsun.” buyurdular. Hacca gidip döndüğünde ise “Ey genç, Allâh haccını kabûl etsin, günahını bağışlasın ve hac için sarfettiğinden hayırlısını nasîb etsin.” buyurdular.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) ve Ashâbı, Bedir’den döndüklerinde halk onları karşılayıp tebrîk ediyorlardı. Üseyd bin Hudayr, Resûlullâh Efendimize (s.a.v.) “Sizi muzaffer kılıp gözlerinizi aydın kılan Allâh’a hamdolsun.” demişti.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) evlenenlere “Allâh bereketli kılsın, üzerinize bereketini indirsin ve aranızı hayır ile bir araya getirsin.” buyururdu.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) Ümmü Hâlid binti Hâlid’e elleriyle yeni bir elbise giydirdiler ve “Allâh bunu eskitip yenisini giyinceye kadar ömrünü uzun kılsın.” buyurdular. Hz. Ömer’in üzerinde yeni beyaz bir gömlek gördüler ve “Yeni giyesin, hamd ederek yaşayıp şehîd olarak vefât edesin.” buyurdular.

Bayramlarda Ashâb-ı Kirâm birbirlerine “Takabbelellâhü minnâ ve minküm.” (Allâh bizden ve sizden kabûl buyursun) derlerdi.

Hasan-ı Basrî Hazretleri doğum tebrikinde “Allâh sana ve ümmet-i Muhammede hayırlı kılsın.” deyiniz demiştir.


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Bir de fakirlik korkusuyla evlatlarınızı öldürmeyin. Onlara da rızkı biz veririz, size de. Muhakkak ki onları öldürmek büyük bir cinayettir.” (İsra Sûresi, âyet 31)




Hicrî: 21 Muharrem 1434 • Rûmî: 22 Teşrin-i Sânî 1428 • 5 Aralık Çarşamba





ÖZÜRSÜZ ÇOCUK DÜŞÜRMEK CİNAYETTİR


Cenîn, henüz annesinin rahminde bulunan çocuk demekdir. Ceninleri, kasıtlı olarak düşürmeye “iskat-ı cenîn = çocuk düşürme” denilir ki bu, büyük bir günah ve İslâm hukukuna göre bir cinayettir. Dînin müsaadesine dayanmaksızın bunu işleyenler, câni sayılırlar. Çünkü cenîn, bir insan demektir. Cenîn, canlı ise bunu bilerek düşürmek, bir insanı öldürmek demektir. Cenîn, henüz canlı değilse onu düşürmek, bir masumu hayattan mahrum bırakmak demektir. Bir insanı öldürmek, bir masumu hayattan mahrum bırakmak ise cinayetten başka bir şey değildir. Geçim endişesiyle bu günaha cüret edenler, Allâh’a güvenmekten mahrum, güzel bir dinî terbiyeden nasipsiz kimselerdir.

Bir zarûret olmadan çocuk düşürmek cinayettir. Bunu işleyenler, ta'zir cezasına müstahik olacakları gibi gurre denilen, beş yüz dirhem gümüş - 200 gr. altın- tazminata da mahkûm olurlar.

Şu kadar var ki, muhakkak bir özür dolayısıyla bazı ceninleri düşürmek, cinayet sayılmayacağından maddî ve manevî mesuliyeti olmaz. Henüz âzası belirmemiş olan bir cenîn, annesinin hayatına tesir edecek sıhhî bir sebepten dolayı tıbbî bir tetkik ve istişare neticesinde düşürülebilir. Yine bir kadın, çocuğuna süt vermekte iken gebe kalmakla sütü kesilmeğe başladığı ve çocuk için sütanne tedarikine de imkânları müsaid bulunmamakla çocuğun helak olmasından korkulduğu takdirde henüz bir azası teşekkül etmeden cenini düşürmek caizdir. Ancak, bunun için hamileliğin en fazla yüz yirmi günlük olması lâzımdır. Bundan sonra çocuk düşürmek caiz görülmemektedir.

Bir zaruret bulunmaksızın, çocuğu düşürmek için kasden ilaç içmek vesaire de caiz değildir.

Bütün bu günahların yayılmasında herkesin büyük bir mesuliyeti vardır: Âile reisleri çocuklarına, âile fertlerine, ilim-irfan (eğitim) müesseseleri talebeye, kalem sahipleri halka karşı mükellef bulundukları terbiye ve tenvir vazifesini güzelce, lâyıkiyle yerine getirecek olursa bu gibi günahların hiç olmazsa azalması temin edilmiş olur.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Kim ilim talep ederse Allâhü Teâlâ onun rızkına kefil olur.” (Hadîs-i Şerîf, Feyzu'l-Kadîr)




Hicrî: 22 Muharrem 1434 • Rûmî: 23 Teşrin-i Sânî 1428 • 6 Aralık Perşembe





İMÂM-I ÂZAM’IN TALEBESİNE SEVGİSİ VE İKRAMI

İmâm-ı Âzam Hazretlerinin en büyük talebelerinden olan İmam Ebû Yusuf (rh.) ilim tahsiline ilk adım attığında yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

İmâm-ı Âzam Ebû Hanife Hazretlerinden hadis ve fıkıh dersi alıyordum. Hiçbir şeyim yoktu ve üstüm başım da yırtık bir haldeydi. Bir gün babam, Ebû Hanîfe’nin (r.a.) yanında olduğum sırada geldi. Ben de babamla beraber gittim. Bana dedi ki: Evladım! Ebû Hanîfe ile beraber olma. Zira onun hali vakti yerindedir. Halbuki sen geçimini temin için çalışmaya muhtaçsın.

Bunun üzerine ben, babama itaat etmeyi tercih ettim ve derslerimin birçoğuna gitmez oldum. İmâm-ı Âzam (r.a.) gelmediğimi görünce, beni arayıp sormuş. Ben de bundan sonra derslerine devam etmeye karar verdim.

Ara verdikten sonraki ilk gidişimde bana, ‘Bizim derslerimize gelmekten seni ne alıkoydu.’ diye sordu. Ben de ‘Geçim derdi ve babamın sözüne itaatim.’ dedim. Sonra da oturdum. Ders bitip insanlar dağılınca bana bir kese verdi ve ‘Bununla ihtiyacını görürsün.’ buyurdu. Ben de baktım, içinde tam yüz dirhem vardı. “Derslere, ihmal etmeden devam et, bitince bana haber edersin.” buyurdular. Ben de derslere devam ettim.

Az bir müddet geçmişti ki, bana yine yüz dirhem verdi. Ben hiçbir zaman kendisine bir ihtiyacımı veya paramın bittiğini söylemedim. Sanki kendisine birisi, verdiklerinin bittiğini haber veriyordu. Böylece zengin oldum, mal mülk sahibi oldum.

Derslerine tam yirmi dokuz sene devam ettim ve muradıma ulaştım. Onun bereketi ve iyi niyetiyle Allâhü Teâlâ bana ilim ve ]mal ihsan etti. Allâhü Teâlâ bu yaptığından dolayı ona ihsanda bulunsun ve onu bağışlasın.




BEYİT:

Allah âdı olsa her îşin önü
Hergiz ebter olmaya ânın sonu. (Süleyman Çelebi)

Hergiz: Asla, Ebter: Hayır ve bereketi kesik.

Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“…Muhakkak ki nefis kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabb’imin rahmet ettiği (nefisler) müstesna (o nefisler pâk olurlar)…” (Yûsuf Sûresi, âyet 53)




Hicrî: 23 Muharrem 1434 • Rûmî: 24 Teşrin-i Sânî 1428 • 7 Aralık Cuma






YÛSUF ALEYHİSSELÂM

Hz. Yûsuf, Yâkub (a.s.)’ın oğludur. Hz. Yâkub, on iki oğlundan en çok Hz. Yûsuf'u severdi.

Kardeşleri, babalarının Yûsuf'a olan muhabbetini kıskanıyorlardı. Bir gün onu gezip oynasın diye kıra götürüp bir kuyuya attılar, sonra da onu kuyudan çıkaran bir kafileye “kölemizdir” diye sattılar. Babalarına da “Yûsuf'u kurt yedi” diye yalan söylediler. Kafile henüz on yedi yaşında bulunan Hz. Yûsuf’u alıp Mısır’a götürdü ve Mısır’ın azizine (maliye nazırı) sattılar.

Yûsuf (a.s.), pek güzel idi, yüzünden gözünden nurlar akardı. Kendisine evvelâ ilim ve hikmet, sonra da peygamberlik verilmiştir.

Hz. Yûsuf maliye nazırının zevcesi Zeliha’nın iftirasına uğrayarak yedi sene zindanda kaldı.

Nihayet Mısır hükümdarı bir rüya gördü, bunu kimse tabir edemedi. Hz. Yûsuf’a müracaat edildi. Bu rüyaya nazaran yeryüzünde yedi sene bolluk, arkasından yedi sene de kıtlık olacak, sonra bir sene de halk pek çok varlık görecekti. Hz. Yûsuf’u zindandan çıkardılar, ölen maliye nazırının yerine tayin ettiler. Zeliha’yı da Hz Yûsuf’a nikâhladılar. Bu hükümdar, Hz. Yûsuf’a iman etmiştir.

Yûsuf (a.s.)’ın emriyle bolluk senelerindeki fazla ekinler, başaklarıyla beraber ambarlarda biriktirildi, sonra kıtlık seneleri başladı. Artık halk bu ambarlara koşuyordu. Hz. Yûsuf, bu esnada birkaç gün aç kalırdı, “Elinin altında bu kadar hazineler bulunduğu halde neden aç kalıyorsun?” diyenlere: “Aç kalanların hallerini anlamak için.” buyururlardı.

Yûsuf’un (a.s.) kardeşleri de zahire almak için bir iki defa Ken’an ilinden Mısır’a çıkıp geldiler. Nihayet Hz. Yûsuf kendisini kardeşlerine tanıttı, haklarında pek büyüklük gösterdi ve muhterem babası Yâkub (a.s.) ile vâlidesini ve bütün kardeşlerini Mısır’a davet etti.

Hz. Yâkub’un (a.s.) artık sevgili Yûsuf’una kavuşacağı zaman gelmişti. Hanımı ve oğullarıyla beraber Mısır’ı teşrif ettiler. Hz. Yûsuf’un sarayında hepsi birden secde-i şükrana kapandılar.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



“Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlanmayan her (meşrû’ ve mübâh olan) iş bereketsizdir.”

(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)





1 Ocak Salı • Hicrî: 19 Safer 1434 • Rûmî: 19 Kânûn-ı Evvel 1429





ÎMAN NEDİR?



Îman, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Allâhü Teâlâ tarafından getirip tebliğ buyurduğu hususları, hiç tereddüd etmeden tasdik etmektir.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) tebliğ buyurduklarının temeli; (imanın şartları): Allâhü Teâlâ’ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere iman etmektir.

Her müminin, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) tebliğ ettiği hususları tamamen tasdik etmesi lazımdır. Bunlardan birinde tereddüd ve şüphe etmek, iman şerefinden mahrum bırakır.

Mesela, Kur'ân-ı Kerîm Allâh’ın kelâmıdır, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) gönderilmiş ve ondan bize tevâtüren (yalan üzerinde ittifakları tasavvur olunamayan bir topluluğun rivayeti ile) gelmiştir. Bunu hiç tereddüt etmeden kabul etmek lazımdır.

Yine Kur'ân-ı Kerîm'in kat'î olarak ve sarahaten; açıkça ifade ettiği hükümleri, haberleri ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) peygamberliğini, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu; namaz, oruç, zekât ve haccın farz olduğunu; hırsızlık, zina ve şarap içmenin haram olduğunu hiç şüphesiz kabul etmek lazımdır. Bunlardan herhangi birini kabul etmeyen derhal iman şerefinden mahrum kalır.

Îman kat’i sûrette kalb ile inanmaktan ibaret olunca, fazlalık ve noksanlığı kabul etmez. Bununla beraber, zühd ve takva sahibi ile günahkâr kimselerin imanındaki nur bir değildir.

Salih ameller ile kalb nurlanır, itikad kuvvetlenir; günahlarla da kalb kararır, itikad gevşer, zayıflar, iman nurunu kaybeder. Bu halin devamı imansız gitmeye sebep olabilir.

En büyük bir nimet olan imanı güzelce muhafaza için Allâhü Teâlâ’nın emirlerine riayet edip yasaklarından kaçınmak her mümin için lazımdır. Dinin farzlarından birini terk etmek veya yasaklardan birini işlemekle bir kişi iman dairesinden çıkmaz, ancak imanını tehlikeye düşürmüş olur.



Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



“Îman; Allâhü Teâlâ’ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin hepsinin Allâhü Teâlâ’nın takdiri ile olduğuna inanmandır." (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)






2 Ocak Çarşamba • Hicrî: 20 Safer 1434 • Rûmî: 20 Kânûn-ı Evvel 1429







ÎMÂNIN ŞARTLARI


(Âmentü billâhi) Allâhü Teâlâ'nın ulûhiyetine; yani, varlığı kendinden olduğuna ve bütün her şeyi yarattığına, ibâdete ancak onun layık olduğuna, zâtı ile kâim olan sıfatlarının sonradan olmadığına ve hiçbir suretle şerîki (ortağı) ve nazîri (benzeri) olmadığına ve yarattıklarından bir şeye aslâ benzemediğine inandım.

(ve melâiketihî) Allâhü Teâlâ'nın meleklerinin şerefli kulları olduklarına ve onunla peygamberleri arasında vahye sadık ve emîn vâsıta olduklarına inandım.

Melekler latîf nûrânî varlıklardır. Türlü sûretlerde görünürler ve onlarda erkeklik ve dişilik yoktur. Adedlerini ancak Allâhü Teâlâ bilir.

(ve kütübihî) Allâhü Teâlâ'nın kitâblarını Cebrâîl (a.s.) ile peygamberlerine Hak dîni beyân için gönderdiğine inandım.

Kurân-ı Kerîm diğer kitâblardan sonra peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma nâzil olduğundan diğerlerinin hükmü kalmamıştır, ondan başkasını okumak ve hükmüyle amel etmek câiz değildir.

(ve rusülihî) Allâhü Teâlâ'nın insanlardan nice kâmil zâtları sırf ilâhî lütfu olarak peygamberlik şerefi ile şereflendirip onların elinde mucizeler yarattığına ve her birinin zamanlarında insanları Allâh’ın emrettiği dîne davet ettiklerine inandım. Peygamber Efendimiz insanların ve cinlerin tamamına gönderilmişdir ve dîni kıyâmete kadar bâkîdir ve Kur'ân-ı Azîm onun en büyük mûcizesidir.

(ve'l-yevmi'l-âhiri) Âhiretin olduğuna inandım. Âhiret günü bütün ölülerin diriltilip kabirlerinden kalkmasına ve hepsinin mahşer meydanına toplanmasına, amel defterlerinin verilmesine ve hesaba çekilmelerine, kötülük ve iyiliklerin tartılmasına, sırât köprüsünden geçilmesine, cennet ehlinin cennete ve cehennem ehlinin cehenneme girmesine, ebedî mükâfât ve ebedî azâbın hak olduğuna inandım.

(ve bi'l-kaderi; hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ) kadere; Bütün hayr ve şerrin hepsinin Allâhü Teâlâ'nın bilmesi, dilemesi, takdîri ve yaratması ile olduğuna inandım.



Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"




“Ümmeti helâk olan peygamberler Mekke’ye gelir ve orada beraberindeki ümmetiyle vefât edene kadar ibâdet ederlerdi. Nûh, Hûd, Sâlih, Şuayb (aleyhimüsselâm) orada vefât etmişler ve kabirleri de Zemzem ile Hıcir arasındadır.” (Hadîs-i Şerîf, Ezrakî, Ahbâr-ı Mekke)




3 Ocak Perşembe • Hicrî: 21 Safer 1434 • Rûmî: 21 Kânûn-ı Evvel 1429





MEKKE-İ MÜKERREME'NİN FETHİ



Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Mekke müşrikleri ile Hudeybiye'de sulh imzalamıştı. Fakat müşrikler Hicretin 8. senesinde bu anlaşmayı bozmuşlardı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Ramazân-ı Şerîf'in onuncu gününden sonra on bin kişilik bir ordu ile Medîne-i Münevvere’den hareket etti. Yolda Benî Süleym kabîlesi de orduya katıldı.

Fahr-i Âlem Efendimizin muhterem amcası Abbas (r.a.) evvelce Müslüman olmuş fakat Mekke-i Mükerreme'de durduğu için Müslümanlığını gizlemişti. Müslüman olduğunu ilân edip çıkmış ve Medîne-i Tâhire'ye gelmekte iken İslâm ordusuna rast geldi ve bu kudsî ordu ile tekrar Mekke-i Mükerreme'ye döndü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Yâ Abbas!. Sen muhacirlerin sonuncusu oldun.” buyurdu.

Resûl-i Ekrem Hazretleri (s.a.v.) “Kureyş tarafından taarruz olunmadıkça harp etmeyiniz!” diye emretmişti. İslâm ordusu harp etmeksizin Mekke-i Mükerreme'ye girdi. Tekbir sadâları dağları, taşları titretiyordu. Yalnız Hâlid bin Velid'in (r.a.) fırkası Handeme'de taarruza uğradığından savaşa mecbur olmuş ve bir hücumda düşmanı dağıtmıştı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), Mekke-i Mükerreme'ye girecekleri sırada Hak Teâlâ Hazretleri'nin lütuf ve ihsanına teşekkür için mübarek başlarını üzerinde bulunduğu devesinin boynu üzerine doğru uzatarak secdeye kapandı.

Cuma günü idi, halk Harem-i Şerifte toplanmıştı. Vaktiyle Resûlullah'a vermiş oldukları eziyetleri anarak bugün kendilerine ne yapılacağını düşünüyorlardı. Halbuki, o Peygamber-i Âlî-şân Hazretleri hepsini affetti, “Haydi gidiniz, hepiniz azatsınız, hürsünüz!” diye buyurdu ve Beytullah'ın etrafındaki ve içindeki putları kırdırıp Kâbe-i Muazzama'yı temizletti. Mekke-i Mükerreme'deki erkekler, kadınlar akın akın gelip Müslüman oldular. Şimdiye kadar Resûl-i Ekrem'e düşman olanlar, artık onu kendi canlarından ziyâde seviyorlardı.

Resûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.), zilkâde ayının son günlerinde Medîne-i Münevvere'ye döndüler.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“(Kızım) Fâtıma, cennetteki kadınların efendisidir.” (Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)





4 Ocak Cuma • Hicrî: 22 Safer 1434 • Rûmî: 22 Kânûn-ı Evvel 1429




HANIMLARIN EFENDİSİ HZ. FÂTIMA


Hazret-i Âişe (r.anhâ) anlatıyor: Bir gün Resûlullâh'ın (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Hazret-i Fâtıma geldi. Yürüyüşü tıpkı Resûlullâh'ın (s.a.v.) yürüyüşü gibiydi. Resûlüllâh (s.a.v.) onu “Merhaba ey kızım!” diye taltif ettikten sonra yanına oturtup kulağına gizlice bir şeyler söylediler. Hazret-i Fâtıma ağladı. Tekrar bir şeyler söyledi Hz. Fâtıma güldü.

Ben, ‘Resûlüllâh'ın (s.a.v.) söylediği ne idi ki önce ağladınız, sonra güldünüz?' diye sordumsa da cevap olarak “Resûlüllâh'ın sırrını kimseye ifşa etmem” dedi.

Resûlüllâh (s.a.v.) âhirete irtihal ettikten sonra tekrar sordum. Şöyle dedi:

Birinci fısıldadığında “Cebrâîl, Kur'ân-ı Kerîm'i talim için senede bir defa bana gelirdi. Bu sene iki defa geldi. Öyle zannediyorum ki ecelim yakındır. Ehl-i beytim içinde de bana ilk önce sen kavuşacaksın ve ben sana güzel selef olacağım” buyurdular. Ben de ağladım. İkinci defasında;

“Ey Fâtıma! Sen bütün âlemlerin kadınlarının efendisi olmaya razı değil misin?” buyurunca mesrur olup güldüm.

Hz. Fâtıma, Resûlullâh'ın (s.a.v.) âhirete irtihalinden 6 ay sonra, hicretin on birinci senesi, Ramazan ayının 3. günü; salı gecesi vefat ettiler. (Radıyallahu anhâ)



KIBLENİN TESBİTİ VE KIBLE SAATİ

Takvimizde “Yatsı vakti”nin yanında “Kıble S.” başlığı altındaki sütun kıble saatidir. Kıble saati güneşe bakılarak kıblenin tesbit edilebildiği saattir.

Kıble tespiti ve kıble saati hakkında daha fazla bilgi için 27 Mayıs - 15 Temmuz arkasındaki “Dünya kıble günü” yazılarına ve takvimimizin sonundaki yazılara bakılabilir.



İSİMLERİMİZ: Erkek: Hilmi, Kız: Hafîze

Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"



“Dikkat ediniz. Vücudda bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün cesed iyi olur, o bozuk olursa bütün cesed bozuk olur: Dikkat ediniz, o kalbdir.”
(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)




5 Ocak Cumartesi • Hicrî: 23 Safer 1434 • Rûmî: 23 Kânûn-ı Evvel 1429



İSLÂM'IN BEŞ ESÂSI

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

“İslâm dîni beş temel üzerine kurulmuştur:

• Allâh'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed Mustafâ'nın (s.a.v.) Allâh'ın kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet etmek,

• Namaz kılmak,

• Zekât vermek,

• Hacca gitmek ve

• Ramazan orucunu tutmak.”

Bu esâslardan herhangi birini inkâr eden bir şahıs Müslümanlık şerefinden mahrum olur, dinden çıkar.

Bir kimsenin müslüman olabilmesi için, evvelâ Allâhü Teâlâ'nın varlığına ve Hz. Muhammed Mustafâ'nın (s.a.v.) Allâh'ın kulu ve peygamberi olduğuna kalbi ile îmân etmesi ve -müslüman olduğuna hükmedilmesi için- imânını dili ile ikrâr etmesi, söylemesi lâzımdır. Bu şehâdet İslâmiyet'in ilk ve en büyük şartıdır.

Îmân, kalbe âit bir hâl olduğundan, dil ile şehâdet ederek ikrarda bulunmayanın dünyâda müslümanlığına hükmedilmez.

Namaz, zekât, hac, oruç da İslâmiyet'in birer şartıdır. Bunların farz olduğuna kalb ile îmân etmek ve şartları bulundukça yerine getirmek lâzımdır.

Bunların farz olduğunu inkâr eden bir şahıs, müslüman değildir.

Bunları tasdîk etmekle berâber îfâ etmeyen, yapmayan bir şahıs da, kâmil bir müslüman sayılamaz. Son nefeste îmânını zâyi etmesinden, kaybetmesinden korkulur, azâba müstehak olur.

Bunların farz olduğuna kalb ile îmân ederek yerine getiren bir zât ise, kâmil bir müslümandır.

Bunları dil ile kabul ve itiraf ettiği hâlde, kalb ile inkâr eden bir şahıs ise, zâhirde Müslüman görülürse de hakikatte münâfıktır, en feci bir küfür ve dalâlet içindedir.



Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş


kıssadan hisse

MollaCami.Com