Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları

26
Haziran Salı 2012

Hicrî: 6 Şaban 1433 - Rûmî: 13 Haziran 1428

Verem Aşısının Bulunması (1924) • Türkiye'nin Birleşmiş Milletler'e katılışı (1945)

Ebedî Mucize: Kur’ân-ı Kerîm

Kur’ân-ı Kerîm kıyâmete kadar devam eden bir mucizedir. Gerek lafzı, gerek manası itibarıyla benzerini getirmek beşer kudretinden hariçtir. O ne nesirdir ne de şiirdir. İnsan kelâmının üstünde ilâhî bir üslûbu vardır.
Dirayet ve belâgatiyle kavmi içinde mümtâz bir mevkide bulunan Hz. Ömer, en asabî ve gazablı ânında onun bir sahifesini okuyunca irâdesi elinden gitmiş ve hemen kelime-i şehâdet getirerek hidâyete ermiştir.

İşte bu hususiyettendir ki, müşrikler halkı Kur’ân dinlemekten men ediyorlardı. Çünkü onu işitenler, ruhlar üzerinde yaptığı tesir ile hemen Müslüman oluyorlardı. Bu husus müşrikler için büyük bir derd olmuştu. Bu şâir sözüdür, kâhin sözüdür diye halkı kandırmağa çalışıyorlar, fakat bir türlü muvaffak olamıyorlardı. Hatta Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) Mekke’de kalabilmesi için alenen Kur’ân okumamak şartını ileri sürmüşlerdi.

Hadise şöyle olmuştu:
Müşriklerin zulmünden bıkıp usanmış olan Hz. Ebû Bekir (r.a.) Cenâb-ı Peygamberden izin alarak Habeşistan’a hicrete karar vermiş] ve yola çıkmıştı.[/b Kabile reislerinden İbn-i Dağine’ye rast gelmiş, o da nereye gittiğini sormuş, Hz. Ebû Bekir “Kureyşliler, doğup büyüdüğüm şehri bana haram etti. Serbest ibadet edeceğim bir yere gideceğim”, demişti. İbn-i Dağine Mekke’nin Ebû Bekir (r.a.) gibi büyük bir adamdan mahrum olmamasını arzu ederek geri çevirmiş ve Kureyşlilere Ebû Bekir’in faziletlerini anlatmış, onlar da, alenen namaz kılmamak ve sesli Kur’ân okumamak şartıyla kalabileceğini söylemişlerdi. Fakat Hz. Ebû Bekir, evinin önüne bir mescid yaptı. Burada namaz kılmaya, Kur’ân okumaya başladı. Müşrik kadın ve çocukları onu seyretmek için birbirlerini itiyor ve onun üzerine düşüyorlardı. Bu hal müşrikleri korkuttu ve İbn-i Dağine de “Artık seni himaye edemem” dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), “Allah beni himâye eder.”deyip ibadet etmeğe ve Kur’ân okumağa devam etmiştir.

O tarihten bu tarihe kadar bin dört yüz küsur sene geçtiği ve ilmin her sahasında hayli terakkiler olduğu halde o celîl kitâb, mucize vasfını muhafaza etmektedir ve ilelebed edecektir.

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim çarşıya girdiği zaman ‘Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü velehü’l-hamdü, yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemût, biyedihilhayr, ve hüve alâ külli şey'in kadîr’ derse Allâhü Teâlâ onun için milyon sevâb yazar, ondan milyon günahı siler ve onun derecesini milyon yükseltir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



27
Haziran Çaşamba 2012

Hicrî: 7 Şaban 1433 - Rûmî: 14 Haziran 1428

İzmit'in Kurtuluşu (1922)

Zikrin Fazileti

Zikir, tesbîh ve duâ belâların çevrilmesinde sadaka kadar tesirlidir. Zira Resûlullâh Efendimizden husûsî zikir ve duâlar naklolunmuştur ki onları okuyanın belâlardan, şeytandan, zarardan, zehirden, akrep sokması gibi husûslardan kurtuluşa vesîle olduğu açıkca beyân olunmuştur. Sahîh bir rivâyette şöyle buyuruldu ki: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” zikri en aşağısı fakirlik olmak üzere yetmiş çeşit şerri defeder.”

Resûlullâh’a “Hangi kul derece olarak Allâh katında daha üstündür?” diye soruldu, “Allâh’ı çok zikredenlerdir.” buyurdular. Ben (Ebû Saîd el-Hudrî) “Yâ Resûlallâh! Allâh yolundaki gâziden de mi?” dedim, “O gâzi, kafirlere ve müşriklere kılıcı ile kırılıncaya kadar vursa, kanlara boyansa elbette Allâh'ı zikreden ondan derece olarak üstün olur.” buyurdular.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdular:
- “Duâ, inmiş ve inecek olan(belay)a fayda verir. Muhakkak belâ iner de duâ onu karşılar ve kıyâmete kadar ona mani olur.”
- “Muhakkak sabah namazından güneş doğuncaya değin Allâh’ı zikreden bir topluluk ile oturmak bana İsmâil (a.s.) evlâdından dört köle azat etmekten daha sevimlidir. İkindi namazından güneş batıncaya değin Allâh’ı zikredenlerle oturmak İsmâil (a.s.) evlâdından dört köle âzâd etmekten daha sevimlidir.”
- “Bir araya toplanıp Allâh’ı zikreden her topluluğa muhakkak semâdan seslenilir de ‘Mağfiret olunduğunuz halde kalkınız, muhakkak günahlarınız hasenâta tebdîl edildi, çevirildi’ denilir.”
- “Muhakkak Allâh’ı zikreden her bir topluluğu melekler sarar; rahmet onları kuşatır, üzerlerine sekînet iner, Allâh onları katındakilere anar.”
- “Muhakkak Allâh’ın dolaşan melekleri vardır ki zikir halkalarını ararlar. Onlardan birine geldiklerinde onları kuşatırlar. Allâh onlara, ‘Onları rahmetim ile sarın, onlarla oturanlar aslâ şakî; (bedbaht) olmazlar.’ buyurur."

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Allah rızâsı için öğrenilmesi îcâb eden ilmi, sâdece dünyâ için öğrenen kişi, kıyâmet gününde cennetin kokusunu dahi duyamaz.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)



28
Haziran Perşembe 2012

Hicrî: 8 Şaban 1433 - Rûmî: 15 Haziran 1428

Kara Kuvvetleri'nin Kuruluşu (1363) • Sokullu Mehmed Paşa'nın Sadrazam Olması (1565)

Kötü Âlimler

Âlimlerin dünyâya muhabbet ve rağbetleri, onların güzel yüzleri üzerine bir lekedir. Her ne kadar onlardan insanlar için faydalar hâsıl olsa da ilimleri kendi haklarında faydalı olmaz. Onlar vasıtasıyla dîn takviye olsa da buna i'tibar yoktur. Çünkü takviye zaman zaman bazı fâcirlerden ve dîni inançları zayıf, gevşeklerden de hâsıl olur. Peygamberlerin Efendisi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allâhü Teâlâ bu dîni fâcir bir kişi ile de takviye eder.” Onlar fâris taşı gibidir. Demir veya düz bir şey ona bitiştirilse altın olur. Ama o, taş olarak kalır…
... Şüphesiz bu ilim, onlar hakkında zararlıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kıyâmet günü insanların azâbı en şiddetli olanı Allâhü Teâlâ’nın, ilmiyle menfaatlendirmediği âlimdir.” buyurmuşlardır. Çünkü o ilimlerle onların aleyhlerine delil tamamlanmış oldu. Nasıl zararlı olmaz? Onlar Allah katında eşyânın en azîzi ve varlıkların en şereflisi olan ilmi, alçak dünyâ malı, makâmı ve dostları için vesîle yaptılar. Halbuki Allah katında dünyâ alçak, hakir ve mahlûkâtın en çok buğzolunanıdır...
Ders okutmak ve fetvâ vermek, ancak Allâhü Teâlâ’nın rızası için olursa ve makam ve mevki sevgisinden, mal ve mertebe elde etme hırsından uzak olursa fayda verir. Bunlardan uzak olduğunun alâmeti ise dünyâdan yüz çevirmek ve ona rağbet etmemektir.…
Büyüklerden biri şeytanı, insanlara vesvese vermeyi ve onları saptırmayı bırakmış, oturuyor gördü. Ona, böyle rahat oturmasının sırrını sordu. Mel'un şöyle dedi: “Bu zamandaki kötü âlimler bana işimde çok büyük yardım ediyorlar ve (insanları) saptırmayı benim adıma işliyorlar, benim başımı rahatlatıyorlar.”

Hakikat, şu zamanda din işlerinde vâki olan her za'fiyet ve gevşeklik ve dinin yayılmasında ve takviyesinde zuhûr eden her gevşeklik ancak kötü âlimlerin uğursuzluğundan ve niyetlerinin bozuk olmasındandır. Evet, eğer âlimler dünyâdan yüz çevirselerdi, makam ve mevki sevgisinden, mal ve mertebe elde etme hırsından kendilerini kurtarmış olsalardı, onlar âhiret âlimlerinden ve enbiyânın-aleyhimü's-salevâtü ve't-teslîmât- vârislerinden olurlardı. Çünkü onlar mahlûkatın en faziletlisidir.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Bir de küfredenler, îman edenler hakkında dediler ki: Eğer o (Muhammed’in getirip tebliğ ettiği) bir hayır olsa idi ona kavuşmakta bizi geçemezlerdi...”
(Ahkaf Sûresi, âyet 11)



29
Haziran Cuma 2012

Hicrî: 9 Şaban 1433 - Rûmî: 16 Haziran 1428

Silistre Zaferi (1773)

İnsana Maddi Servet Değil Manevi Faziletler Şeref Verir

Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yanında Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî, Bilal-i Habeşî (r.anhüm) ve sahabenin fakirlerinden birkaç kişi daha vardı. Üzerlerindeki elbiseler eskimişti. Bu esnada içeriye, kendi kavminin reisi olan ve daha sonra Müslüman olacak olan Uyeyne bin Hısn girdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yanındaki bu fakir ashabı görünce, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e “Bizim bir şerefimiz var. Biz senin yanına geldiğimiz zaman sen bunların hepsini dışarı çıkar... Sen en iyisi bizim için ayrı bir meclis kur.” dedi.
Bu hadise üzerine Allâhü Teâlâ Kehf Sûresinin 28. âyetini indirdi: -meâlen- “Sabah akşam Rablerine duâ eden, cemalini isteyen o kullarla beraber nefsince sabret. Dünya zinetini arzu ederek gözlerini onlardan ayırma. Kalbini zikrimizden gâfil bıraktığımız, keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmak olmuş kişilere de itaat etme.”
Allâhü Teâlâ peygamberine fakirlerle beraber olmasını, onlara yakın bulunmasını emretmiştir. Bu emir, kıyâmet gününe kadar bütün fakir Müslümanlar içindir. Bunun için Müslümanların, fakirleri sevmesi, onlara iyilikte bulunması ve yardım ellerini uzatmaları gerekir. Zira onlar kıyamet günü Allâhü Teâlâ’nın en önde bulunduracağı kullarıdır ve onların şefaatleri umulur.
O ashâbı hakir gören bunlar gibilerin bu gururlu hallerine iltifat edilmemelidir. Zira insanlık şerefinin öyle maddî bir servetle değil manevî faziletler ile ayakta durduğu bilinmelidir ve Müslümanlar arasında aslî bir denklik bulunduğu takdir edilmelidir.

Sultan Abdülmecid Han’ın Cevabı

Rusya fevkalâde sefiri meşhur Prens Mençikof, merhum Sultan Abdülmecid Han’ın huzurunda, yol ve köprü inşâsından Osmanlı Devletini alıkoymak maksadıyla, yol ve köprülerin çoğalması halinde düşman saldırısının kolaylaştırılmış olacağı yolunda sözler söyleyince, zeki Sultan şöyle söylemiş:
“Sizin sözünüze göre her devlet için en doğru hareket, Çin devleti gibi memleketin etrafına sur çekmektir."

ya bunlari ayri ayri yapsaniz her gune bi tane

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Ve sizden hayra dâvet eder, iyiliği emreder, kötülüğü nehyeder bir cemaat (topluluk) bulunsun...”
(Âl-i İmrân Sûresi, âyet 104)



30
Haziran Cumartesi 2012

Hicrî: 10 Şaban 1433 - Rûmî: 17 Haziran 1428

Sultan İkinci Mahmud Han'ın Vefatı (1839) • Çocuk Esirgeme Kurumu'nun Kuruluşu (1921)

Din, İlmihalden Öğrenilir

Yeterli din tahsiline sahip olmayan kimselerin, Kur’ân-ı Kerîm meâlinden, tefsirden veya hadîs-i şerîflerden din öğrenmesi mümkün değildir. Müslümanları, İslâmiyeti öğrenmek için Kur’ân-ı Kerîm meallerine ve tefsirlerine yönlendirmek doğru değildir. İşin başı Kur’ân tercümesi edinmek, okumak değildir. Çünkü, Kur’ân tefsiri bilmek müslümana farz-ı ayın değildir. Bu iş âlimlerin sahasına girer.
Din âlimi olmayan Müslümana ilk önce lazım olan şey, ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı akaid, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okuyarak ilmihalini öğrenmektir.

İlmihal öğrenmek her müslümana farzdır. Meselâ, abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır, zekâtı kim verir vs. gibi.

İslâm âlimleri yıllarca çalışarak, Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir Müslüman, hangi mezhepte ise (Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli), mezhebine âit kitapları (fıkıh kitapları veya ilmihali) okur, dinini öğrenir. Zaten her Müslümanın, bir ilmihâl kitabı okuyarak dinine âit lüzûmlu bütün bilgileri öğrenmesi mümkündür.

Hangisi Daha Mükemmel!

Kanuni Sultan Süleyman merhum, şehzadeleri için gâyet mutantan (tantanalı) bir sünnet düğünü yaptırmıştı. Ondan evvel vezir Makbul İbrahim Paşa da evliliği münasebetiyle büyük bir düğün yapmış, Sultanı da davet etmişti.
Sultan Süleyman, sünnet düğünü sırasında İbrahim Paşa’ya:

“Paşa! Senin düğününle benim düğünümü nasıl buluyorsun, hangisi daha mükemmel?” diye sordu. İbrahim Paşa, “Benim düğünüm, Sultanım.” dedi.
Padişah bu sözden biraz gücenmiş olarak, “Neden?” dedi.
Paşa dedi ki:
“Efendim, benim düğünüme zamanın sultanı teşrif etti. Sizin düğününüze o rütbede bir zat geldi mi?”



--------------------------------------------------------------------------------

Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur.
--------------------------------------------------------------------------------

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Ümmetimin (müctehidlerinin ahkamda) ihtilâfı rahmettir.”
(Hadîs-i Şerîf, Feyzü’l-Kadîr)



01
Temmuz Pazar 2012

Hicrî: 11 Şaban 1433 - Rûmî: 18 Haziran 1428

Sultan Üçüncü Ahmed Han'ın Vefatı (1736) • Sultan Abdülmecid'in Cülûsu (1839)

Mezheblerin Tarihçesi

Resûlullah'a (s.a.v.) vahiy gelirdi. Ashâb-ı Kirâm bizzat Resûlullah’tan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler dinleyip ilim öğrenirlerdi. Dâimâ Resûlullah’ın (s.a.v.) mübârek meclis ve huzurunda ilim nuru ile nurlanır, kalbleri saf, itikadları doğru, amelleri hâlis ve şüpheleri çözülmüş olurdu. Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından sonra Ashâb-ı Kirâm (aleyhimürrıdvân) İslâmiyet’in yayılması işini mühim görüp ona çalıştılar. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadîs-i şerîflerden çıkardıkları bir çok hükümleri kitablara yazmağa elleri değmedi. Zîrâ onların çoğu müctehid olduklarından ihtiyaç olduğunda kendi içtihâdı ile amel ederlerdi. Resûlullâh'ın (s.a.v.) mübârek meclisinde az bir zaman kalan bir Müslüman köylü bile hikmetli şeyler söylemeye başlardı.

Ashâb-ı Kirâm’dan sonra, tâbiîn ve onlardan sonrakiler zamanında Müslümanlar ve hâdiseler çoğaldı, câhillik yayıldı. Nice bid’at ve dalâletler türedi. Bunun için o zamanın âlimlerinin çalışıp ictihâd etmeleri, halka fetvâ vermeleri, Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadîs-i şerîflerden hükümler ve mezheb çıkarıp yazmaları ve insanlara öğretmeleri lâzım ve vâcib oldu. O büyük alimler de her mes’eleyi deliliyle, her suâli cevabı ve her müşkili fetvâsı ile bildirdiler. Böylece mezhebler meydana geldi.

Her birine bir topluluk uydu. Kimi İmâm Ebû Hanîfe’ye, kimi İmâm Şâfiî’ye, kimi İmâm Mâlik’e, kimi İmâm Ahmed’e, kimi Süfyân-ı Sevrî’ye, kimi Dâvûd-ı Zâhirî’ye ve diğerlerine uydular (rahimehumullah). Fakat zamanımızda ehl-i sünnetin dört mezhebi (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî) vardır. Diğerlerine uyan kalmamıştır.

Bütün bu müctehidler, amelî bazı meselelerde ayrı iseler de, itikadda birdirler; hepsi ehl-i sünnet ve cemâattir. Müctehidlerin ihtilafları Allâhü Teâlâ’nın izni ile olmuştur. Bu imamların hepsi hidâyet üzeredir. Bir kişi amelini, alışverişini, nikâhını ve diğer işlerini bu imamlardan birine uyarak yaparsa doğrudur. Kıyâmette sevâba kavuşup Cennet’e girer.
--------------------------------------------------------------------------------

Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur.

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedâvî ediniz, belâları da duâ ile karşılayınız.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü’l-Îmân)



02
Temmuz Pazartesi 2012

Hicrî: 12 Şaban 1433 - Rûmî: 19 Haziran 1428

Kuba Mescidinin İnşası (622) • Haccda Tünel Faciası (1426 ölü) (1990)

Fıkıh - Öşür

Öşür arâzisinden çıkan mahsûlün zekâtına, -onda bir (1/10) demek olan- öşür denilmiştir. Öşür; âyet, hadîs ve icmâ ile sâbit olup farzdır. Âyet-i kerîmenin meâli: “Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın temiz (helâl)lerinden infâk edin (zekât ve öşür verin). Gözünüzü yummadan (sıkılmadan) alıcısı olmadığınız şeylerin fenâsını vermeye yeltenmeyin. Ve bilin ki Allah Ganî ve Hamîd’dir.” (Bakara Sûresi, âyet 267)

Hadîs-i şerîfte “Yağmurların, nehir ve çeşme (gibi akarsu)ların, tarla (içindeki) kaynağın suladığı (arâziden çıkan) şeylerde öşür (1/10: onda bir), (dolaba koşulan) hayvanlar ile (yani: parayla) sulanan (yerden elde edilen) şeylerde ise yarım öşür (1/20: yirmide bir) vardır.” buyurulmuştur.
Öşürde, arâzî sâhibinin akıllı, bâliğ (ergen), zengin olması şart değildir. Öşürde itibâr, arâzî sâhibine değil, arâziyedir. Yânî, mal sâhibi; çocuk, deli veya fakir de olsa öşür ile mükelleftir.
Altın, gümüş, para ve ticâret mallarından, yılda bir defa zekât vermek lâzımken; arâzide yılda kaç mahsûl elde edilirse, hepsinden ayrı ayrı öşür vermek lâzımdır.

Diğer malların zekâtında, malın-paranın üzerinden bir yıl geçmesi şart olduğu hâlde, mahsûllerde bir yıl geçmesi îcap etmez.
Bal, ceviz, susam, fındık, fıstık, çam fıstığı, payam (badem), zeytin ve benzeri yağlı maddeler ile pamuk, palamut, pelit, keten tohumu, şeker kamışı, şeker pancarı, çay yaprağı ve benzeri mahsullerden öşür verilir.
Çayır otu, dut yaprağı, fesleğen yaprağı, buğday, mısır, pirinç, nohut, mercimek, bakla, fasulye, soğan, sarımsak, kavun, karpuz, salatalık, üzüm, incir, elma, armut, şeftali, erik gibi her türlü meyvelerden; yulaf, fiğ, burçak gibi her türlü hayvan gıdâsından öşür verilir.
Öşrü verilen üzüm bağının içinde meyve ağaçları olsa veya bağ arasında soğan, sarımsak ekilse, (o ağaçların meyvelerinden, soğan ve sarımsaktan) da öşür vermek lâzımdır.

Öşür arâzisi içinde, ekilmediği hâlde kendiliğinden çıkan mahsûlden de öşür verilir.

Hülâsa İmâm-ı A’zam buyuruyor ki:
Yerden, araziden elde edilen mahsûlün azında da çoğunda da öşür farz

--------------------------------------------------------------------------------

Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur.
--------------------------------------------------------------------------------

03
Temmuz Salı 2012

Hicrî: 13 Şaban 1433 - Rûmî: 20 Haziran 1428

Sultan Reşad Han'ın Vefatı (1918) • Fatih Sultan Mehmed Köprüsü Açıldı (1988)

Berâat Gecesi'nde İbâdet

Yarın akşam Şa’bân-ı şerîfin 15’inci gecesi yâni Berât Gecesi’dir. Bu gecede hiç olmazsa bir Tesbîh Namazı kılınır. Berât gecesinde kılınması tavsiye edilen “Hayır namazı” vardır. 100 rek’atlik bu namazı kılan kimse o sene ölürse, şehitlik mertebesine nâil olur.
Namaza şöyle niyet edilir:
“Yâ Rabbi, niyet ettim senin rızâ-yı şerîfin için namaza. Beni afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle. Kasvet-i kalbden, dünyâ ve âhiret sıkıntılarından halâs eyleyip, süedâ defterine kaydeyle.”

Her rek’atte Fâtiha’dan sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur. İki rek’atte bir selâm verilerek 100 rek’ate tamamlanır.
Namazdan sonra; Allâhü Teâlâ’nın “Hû” ism-i şerîfinin ebced hesabına göre değeri 11’dir. Resûlullah Efendimiz’in isimlerinden “Tâhâ”nın ebced hesâbıyla değeri de 14 olduğu için,

Aşağıdaki 11 şey 14 adet okunur. Bunlar;
1. İstiğfâr: 14 kere,
2. Salevât-ı şerîfe: 14 kere,
3. Fâtiha-i şerîfe (Besmeleyle): 14 kere,
4. Âyetü’l-Kürsî (Besmeleyle): 14 kere,
5. Tevbe Sûresi’nin son 2 âyeti olan “Lekad câeküm...” (Besmeleyle): 14 kere,
6. 14 kere “Yâsin, Yâsin...” dedikten sonra 1 Yâsîn-i şerîf. (Yâsîn-i Şerîfte 7 zâhirî, 7 bâtınî “mübîn” vardır, böylece o da 14 olur.)
7. İhlâs-ı şerîf (Besmeleyle): 14 kere,
8. Felak Sûresi (Besmeleyle): 14 kere,
9. Nâs Sûresi (Besmeleyle): 14 kere,
10. “Sübhânellâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm”: 14 kere,
11. Salevât-ı şerîfe (Salât-ı Münciye okumak daha fazîletlidir): 14 kere okunur ve duâ edilir.

(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

--------------------------------------------------------------------------------

Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur.

Muhakkak Allâhü Teâlâ Şa’bân ayının onbeşinci gecesinde dünya semâsına rahmetiyle tecellî eder ve Benî Kelb kabîlesinin koyunlarının tüylerinden daha çok günâhı bağışlar.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)

04
Temmuz Çarşamba 2012
Hicrî: 14 Şaban 1433 • Rûmî: 21 Haziran ..Barbaros Hayreddin Paşa'nın Vefatı (1546) • ABD'nin Kuruluşu (1776) • Sultan Vahdeddin Han'ın Tahta Çıkışı (1918)
Bu gece Berâet Kandili. Kandiliniz mübarek olsun.
BERÂET GECESİNİN FAZİLETLERİ

Berâet gecesinin husûsiyetlerinden bazıları:
• Hikmetli her iş -kulların rızıkları, ecelleri ve sair işeri- bu gecede ayırt edilir, yazılır.
• Bu gecede ibadet etmek çok faziletlidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Her kim bu gece yüz rek’at namaz kılarsa, Allâhü Teâlâ ona yüz melek gönderir. Bunlardan otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu cehennem azâbından emniyette olduğunu söyler, otuzu da dünyâ âfetlerini ondan geri çevirir. On melek de o kimseyi şeytanın tuzaklarından muhâfaza eder.”
Diğer bir hadîs-i şerîfte:
“Kim şu beş geceyi ihya ederse o kimseye cennet vacib olur: (Arefeden önceki) Terviye gecesi, arefe gecesi, Kurban Bayramı gecesi, Ramazan Bayramı gecesi, Şaban’ın on beşinci gecesi.”
• Bu gecede rahmet iner. Hadîs-i şerîfte “Şa’bân ayının yarısının olduğu gece Allâhü Teâlâ (nın rahmeti) dünya semasına iner…” buyuruldu.
• Mü’minler mağfiret olunur, günahları bağışlanır.
Resulullah Efendimize (s.a.v.) tam şefâat salâhiyeti verilmiştir.
Peygamber Efendimiz Şa’bân’ın on üçüncü gecesinde Allâhü Teâlâ’dan ümmeti için şefâat istedi. Allâhü Teâlâ ümmetinin üçte biri için şefâat izni verdi.
On dördüncü gecesi kalan ümmeti için şefaat istedi. Allâhü Teâlâ ümmetinin üçte ikisine şefaat .izni verdi.
On beşinci gecesi kalan ümmeti için şefaat izni istedi. Allâhü Teâlâ -devenin sahibinden kaçtığı gibi Allâhü Teâlâ’dan kaçanlar hariç- ümmetinin tamamına şefâat etme izni verdi.
• Bu gecede zemzem suyunun açık bir şekilde artması .Allâhü Teâlâ'nın bir sünneti, âdet-i ilâhidir. Burada ilâhî ilimlerin, hakîkat ehlinin kalbinde artacağına işaret vardır.

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Cuma günü ve Cuma gecesi bana salevat okumayı çoğaltınız. Kim böyle yaparsa ben kıyâmet gününde ona şâhit veya şefâatçi olurum.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü'l-Îmân)



05
Temmuz Perşembe 2012

Hicrî: 15 Şaban 1433 - Rûmî: 22 Haziran 1428

Büyük İstanbul Yangını (1756) • Fransa'nın Cezayir'i İşgali (1830) • İskenderun'un Kurtuluşu (1938) • Cezayir'in İstiklâli (1962)

Resûlullâh’a Salevât Getirmek

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)’e salevât okumaktan maksad, Allâh’ın emrine uymak ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in üzerimizdeki hakkını ödemektir.

Salevât: Allâh’dan rahmet, meleklerden istiğfâr ve mü’minlerden duâ demektir. Onun en kısa olanı “Allâhümme salli alâ Muhammed ve alâ âl-i Muhammed” demektir ki: “Ey Allâh’ım, Muhammed aleyhisselâmı dünyâda şerefli, namını yüce ve meşhûr, güzel dînini devamlı kıl, âhirette sevablarını sonsuz, kendisini her tâifeye şefaatçi, cennette yüksek ve nurlu vesîle makamına kavuşturmakla pek çok tazim eyle” demektir.

Hadîs-i Şerîfte şöyle buyuruldu:

• “Kıyâmet gününde üç sınıf kimse, gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı arşın altında bulunurlar. Onlar ümmetimi sıkıntıdan kurtaran, sünnetlerimi ihyâ eden ve bana çok salevât getirendir.”

• "Kim bana Cuma günü ve Cuma gecesi yüz defa salevât getirirse Allâh onun yüz ihtiyacını giderir. Onların yetmişi âhirete otuzu da dünyaya aittir. Sonra Allâhü Teâlâ bir melek vazifelendirir de size hediyelerin arz olunduğu gibi o salavatı bana arz eder. Muhakkak ben (salevat okuyanları) hayatımda bildiğim gibi vefâtımdan sonra da bilirim."

Hz. Ebûbekr (r.a.) buyurdu: "Resûlullâh’a salevât okumak, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları mahveder. Resûlullâh’a selâm, köle azad etmekten efdaldir. Resûlullâh’ı sevmek, Allâh yolunda cihad etmekten üstündür."

İbn-i Abdüsselâm dedi ki “Resûlullâh’a salevat okumanız, Allâh katında asla onun için şefaat istemek değildir. Allâh bize iyilik edene hayırlısı ile karşılık vermemizi ve karşılıktan âciz olduğumuza da hayır dua etmemizi emretti. Halbuki üzerimizde hesapsız hakkı olan habîbine başka bir şeyle karşılık vermekten aciz olduğumuzu bildiğinden salevat ile karşılık vermemizi emretti.”




Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Ve Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler ve lâkin siz onların hayatını hissetmezsiniz.”
(Bakara Sûresi, âyet 154)



06
Temmuz Cuma 2012

Hicrî: 16 Şaban 1433 - Rûmî: 23 Haziran 1428

Hicaz'ın Osmanlı Topraklarına Katılması ve Mukaddes Emanetlerin Yavuz Sultan Selim Han'a Teslimi (1517)

Mukaddes Emanetlere Hürmet

Yavuz Sultan Selim, Mısır’ın alınmasından sonra Mekke Emiri Şerîf Muhammed Ebu'l-Berekât’tan İmamü’l-müslimin ünvanı ile Haremi Şerif’in anahtarını almış ve Abbasî Halifesi Mütevekkil’i İstanbul’a getirerek Ayasofya Camiinde yapılan merasim ile İslâm hilâfetini üstüne almıştır.
Halife Mütevekkil padişahın hilâfet makamına lâyık olduklarını tasdik ederek sırtındaki kaftanını çıkarıp kendi eliyle Sultan Selim’e giydirmiştir.
İstanbul’a getirilen Mukaddes emanetler, başta Ashab-ı Kiram’dan Kâ'b b. Züheyr’e yazdığı kaside için Peygamber Efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i Saadet olmak üzere ilk önce Harem-i Hümayun dairesine konulmuş daha sonra ise Yavuz Sultan Selim’in inşa ettirdiği Hırka-i Saadet odasına yerleştirilmiştir.
Yavuz Sultan Selim Han, mukaddes emanetlerin ve Hırka-i Saadet dairesinin muhafazası, bakımı ve temizliği üzerinde titizlikle duruyordu.
Nitekim, perde ve sair örtülerinin hazırlanması için yeni bir terzihane kurdurdu. Dairenin halısının altına döşenecek hasırın, hasırcı ocağına kabul olunan salih kimselerce, abdestli olarak dokunmasını emir ve tenbih etti. Hatta vakit buldukça, bizzat kendisi Hırka-i Saadet dairesinin temizliği hizmetini büyük bir edep ve tazimle yapardı.

Yavuz Sultan Selim Han, Hırka-i Saadet dairesinin temizliği ve sair hizmetleri için hususi olarak kırk adet Hasodalı’yı vazifelendirmiş, bu nöbetçilerin gece gündüz Hırka-i Saadet’te bulunarak devamlı Kur’ân-ı Kerîm okumalarını, içeriyi daima mumlarla aydınlatmalarını ve dairenin yirmi iki günde bir sultanın vekili ve tülbent ağası riyasetinde gülsuyuyla ıslatılmış bezler ve süngerler ile temizlenmesini kanun haline getirmişti.

İSİMLERİMİZ: Erkek: Sinan, Kız: Sevde




Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur. Beğen

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Veonlar ki Rablerine secdeler, kıyamlar ederek gecelerler.”
(Furkan Sûresi, âyet 64)



07
Temmuz Cumartesi 2012

Hicrî: 17 Şaban 1433 - Rûmî: 24 Haziran 1428

Yeşilköy'de İlk Havacılık Okulu Açıldı (1912)

Bir Âlim: Molla Alaeddin Ali

Molla Alaeddin Ali, Sultan İkinci Mehmet ve Sultan İkinci Bâyezid devri âlimlerindendir. Küçük yaşta Herat, Semerkand ve Buhara’ya giderek büyük âlimlerden ilim aldı. Memleketi Bursa'ya döndüğünde önce medreselerde müderrislik sonra Bursa kadılığı daha sonra da Anadolu ve Rumeli kazaskerliği vazifelerinde bulundu. Molla Ali, Kazaskerlik vazifesinden ayrılınca Bursa şehrine yerleşti. Yılın üç mevsimini Uludağ'da, dördüncü mevsimi şehirde geçirirdi. Bu üç mevsim sırasında sık sık kar yağıyor, ama bu onun orada kalmasına engel olmuyordu. Zira orada tam bir huzur içinde ilimle meşgul oluyordu.

Molla Alaeddin Ali yatakta uyumazdı. Uykusu bastırdığında bile elindeki kitabı bırakmaz, oturduğu yerde duvara yaslanır ve biraz uyuklardı. İlimle bu kadar meşgul olmasına, onca tahkik ve tetkikte bulunmasına ve Matematik ilimlerinin tamamında, Kelam, Usul, Fıkıh ve Belagat ilimlerinde söz sahibi olmasına rağmen Nahiv’e dair Şerhu'l-Kâfiye ve Hesap ilmine dair yazdığı bir eserden başka herhangi bir kitap yazmamış, kitap telif etmekten çok talebe okutmayı tercih etmiştir.

Ömrünün sonlarına doğru şöyle dedi: “Cenâb-ı Hak'tan üç murâdım kaldı; Biri: Ailemden benden önce kimse vefât etmeye. İkinci isteğim: Ölüm sebebim uzun ve şiddetli olmayıp, Cenâb-ı Hak sekerât-ı mevtimi kolay eyleye. Üçüncü isteğim de: Hüsn-i hâtime (son nefeste imanla gitmek) müyesser eyleye…”

İki merâmının yerine geldiği görüldü, üçüncü isteği inşAllah olmuştur. Merhum H. 903-M.1498 yılında vefat etti.

Molla Alaeddin Ali ile alakalı latifelerden biri şöyledir: “Sultan İkinci Bâyezid Ramazan ayının sıcak yaz gününe rastladığı bir günde İstanbul mesirelerinden birine çıkmıştı. İkindi namazı kılındıktan sonra iftar vaktini beklemek üzere Sultanın huzuruna oturuldu. Akşamı da kıldıktan sonra Sultanla birlikte iftar yemeği yenilecekti. Güneş batmaya doğru yaklaşıyordu. Gerçekten uzun ve sıcak bir gündü. Molla Ali Çelebi, güneşin hareketinin yavaşlığını kinaye ederek “Sıcağın şiddetinden güneş bile hareket edemiyor.” dedi.




Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur. Beğen

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Peygamberin vazifesi ancak tebliğ etmekten ibarettir...”
(Mâide Sûresi, âyet 99)



08
Temmuz Pazar 2012

Hicrî: 18 Şaban 1433 - Rûmî: 25 Haziran 1428

Kırklareli'nin Bulgar İşgalinden Kurtuluşu (1913)

Peygamberimizin İslam Dinini Tebliği

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Allah ile kullar arasındaki vazifesini noksansız ifâ ederek dünyadan ayrılmıştır. Onun peygamberliği yalnız bir kavme değil, bütün insanlara ve cinlere şâmil idi. Hayatında İslâmiyet henüz bütün insanlara tebliğ edilemediği için bu vazifenin devamı Müslümanlara kalmıştı.

Müslümanlar Müslüman olmayanlara İslâm dinini tebliğ ederler. Neticede Müslümanlığı kabul ederlerse dinde kardeş olurlar. Etmezlerse kendileri bilirler. Zorla Müslüman yapmak yoktur, işte “Dinde zorlama yoktur…” meâlindeki (Bakara Sûresi, 256.) âyet-i kerîmesi de bu hakikati bildirir.

Müslümanlıkta cihad etmek, İslâmiyet’i düşmanlarına karşı müdafaa ve fitnelerin ortaya çıkmasına meydan vermemek, İslâmiyet’in yüceliğini cihana ulaştırmak ve düşmanların hücumundan İslâm ülkelerini korumak içindir. Yoksa başka milletleri zorla İslâmiyet'i kabul etmeye sevk için değildir.

Müslümanlıkta zorlama bulunmadığı içindir ki, Müslümanlara mağlûp olan milletler, yine kendi dinlerini muhafaza edegelmişlerdir. Hiç biri zorla İslâmiyet’e sokulmamış, hiçbirinin vicdan hürriyetine aslâ müdahale edilmemiştir.

Peygamberlerin sözlerinden, ilâhî kitaplarda yazılanlardan dolayı ve Cenâb-ı Hakk’ın varlığına bütün kâinatın şahadet edip durmasından ötürü hakikat ortaya çıkmıştır. Her akıllı insan, bunu düşünüp tasdik edebilir. Artık zorlamaya lüzum yoktur. Herkes geleceğini düşünmeli, dinsizlik yüzünden uğrayacağı uhrevî cezayı nazara almalı, zorlamaya hacet kalmaksızın kendi rızasıyla, temiz kanaatiyle İslâm dinini kabul etmelidir. Aksi takdirde âkıbetini kendisi düşünsün.

Bakara Sûresi’nin, 256. Âyet-i kerîmesinde (meâlen) "…Artık her kim Allâhü Teâlâ’ya iman ederse o muhakkak en sağlam bir kulpa yapışmış olur…” buyrulmaktadır. Yani bu halde hakikî bir dine sarılmış, ezelî, ebedî ve bir olan Allâhü Teâlâ’nın ulûhiyetini tasdik ederek kendi geleceğini temin eylemiş, tehlikelerden kendisini kurtarmış olur."




Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur.

Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Muhakkak oruçlu için, iftar anında reddolunmayacak duâ vardır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)



09
Temmuz Pazartesi 2012

Hicrî: 19 Şaban 1433 - Rûmî: 26 Haziran 1428

Emir Timur'un Bağdat'a Girişi (1401) • Rumeli Hisarı'nın İnşa Edilmesi (1452)

Hazreti Âişe Vâlidemiz Anlatıyor

Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemiz şöyle anlattı: “Resûlullâh Efendimiz(s.a.v.), ayakkabılarını tamir ediyor, ben de ip eğiriyordum. Mübârek alnı terliyor, terledikçe terinden nurlar saçılıyordu. Ben hayran şekilde onun yüzüne bakıp kaldım.

Resûlullâh “Neye şaşırdın?” diye sordular.

Ben: “Yâ Resûlallâh! Sana baktığımda alnının terlediğini ve terlerinden nurlar yayıldığını gördüm. Eğer şu beyitin sahibi seni göreydi, vasfettiği kişinin sen olduğunu söylerdi.” dedim.” Hz. Âişe (r.anhâ) şairin “Yüzünün güzelliğine baktığında ziyasının şimşek gibi her tarafı aydınlattığını görürdün” manasındaki beyti okudu. Sonra şöyle anlattı:

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) elindekini bıraktı ve yanıma geldi, iki gözüm arasından öptü. “Ey Âişe! Allâh seni hayırla mükâfâtlandırsın, beni sevindirdiğin gibi seni sevindirsin.” buyurdular.


Nezafet Îmandandır

İnsan, başta kendi sağlığı olmak üzere çevresindekilerin sağlığı için el temizliğine dikkat etmelidir. Zira çevremiz ile en çok elimiz temas eder. Bir kısım hastalıklardan korunmak için, temas ettiğimiz her şeyde bakteri ve mikropların bulunma ihtimaline karşı elleri yıkamak gerekir:

• Yemek hazırlamadan önce ve hazırladıktan sonra,
• Her yemekten önce ve sonra,
• Hasta olan bir kişiyle temas ettikten sonra,
• Çöpe veya çürümüş, bozulmuş yiyeceklere temastan sonra,
• Toplu taşıma araçlarını kullandıktan sonra,
• Başta para olmak üzere, telefon, bilgisayar v.b. gibi ortak kullanılan eşyalara temas ettikten sonra,
• Hayvanlara dokunduktan sonra, heladan çıktıktan sonra,
Mutlaka eller sabunla yıkanmalıdır.




Hakîkatte tek cemâ’at Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'attir; tek hizmet Kur’ân-ı Kerîm Hizmetidir.

Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti ölçüdür. Sistemli bir Kur’ân-ı Kerîm Hizmeti (okuma-okutma, anlama-anlatma) yapmayan/yapamayan topluluklar/cemaatler manevi icazetten mahrumdurlar. Bu husus ehline mâlumdur.


kıssadan hisse

MollaCami.Com