Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Herkes Sapık ve Mezhepsiz !!!

Kardeşler günlerdir bu forumda tartıştığımız meselenin bir hülasasıdır bu yazı. Dikkatle okumanızı rica ediyorum. Bir anlamda benim serüvenimi de anlatır aslında. Hani bazı kardeşler "samimiyetinden şüpheliyiz" diyorlar ya, inanın öyle değil. Şimdi birilerine malzeme olacak ama olsun : )) biz gerçeği ortaya koyalım birilerinin ne düşündüğü önemli değil.

Biz gökten zembille inmedik, öyle birilerinin iddia ettiği gibi malum mihraklar(!) aklımızı çelmiş de değil. Elhamdulillah sindire sindire mesafe aldık. Tarikatlara (kadiri) da girdik, Nur cemaatinin içerisinde de yıllardır bulunduk, bir ara selefiliğe merak saldık, hariciliği de iyi biliriz.

Uzayda değiliz, dünyada yaşıyor ve insanlarla birlikte bizzat hayatın içindeyiz. Bütün bu saydığım cemaatlerde bir takım olumsuz şeylere şahit olduk ve üzüldük. Bize sorgulamanın, sormanın zinhar "yassah hemşerim" olduğunu söylediler hep. Hele bir de en ufak bir muhalefet ediverdin mi seyreyle kimmiş kafir, sapık, fasık; kimmiş münkir, kimmiş müşrik. SubhanAllah!
İşte bu forumda da bu tiplerin uzantılarını hepimiz müşahede ediyoruz.

Neyse, ben burada size hayatımı anlatacak değilim. Lafı fazla uzatmadan sizi yazıyla baş başa bırakayım inş.


Düşünelim ve Tartışalım Elbette Hem de Hiç Korkmadan


Yıllar evvelsi bir tarikat halifesinin misafiri oldular yani bile isteye tanış olmak için kendileri gittiler… O günlerde arkadaş ilişkileri bağlamında öylesi bir merak sarmıştı çünkü… Onun karşısında saygı gereği dizler üstünde oturup her ne söylediyse kulak kesildiler. İçlerinden birinin dizleri uyuşmuş olmalı ki şöyle bir rahat oturmaya kalkıştı. Kolay değil, kim bilir kaç dakika kalındı öyle. Tabii kaçar mı hiç, nesep itibariyle abisi hemen kaş göz işaretine koyuldu, öyle saygısızca oturulmaz diye. Dinlemedi haliyle arkadaş, ayağı uyuşmuştu bir kere!

Üstelik bir de soru sorup konuşmaya ve tartışma açmaya kalkışmaz mı, hepten gerdi ortamı…

Sonrasında ne mi oldu? Dönüş yolunda kavga tabii ki! “Sen nasıl öyle oturursun, sen nasıl soru sorar ve eleştirirsin? Senin kapasiten ne, sen ondan iyi mi bileceksin? Onun kadar kitap okudun mu? Kur’an, tefsir, hadis nevinden ne biliyorsun da ukalalık taslıyorsun? O Allah ehli, çile çekmiş, bedel ödemiş ilim ve keramet sahibi bir zat, etrafında binlerce insan var onu dinleyen: Sen kim oluyorsun ki hata, açık aramaya çalışıyorsun böyle birisinde? Bu davranışlarını değiştirmediğin müddetçe de yalnız kalmaya mahkumsun…İlaahir..” şeklinde abiden kardeşe bir dolu fırça!


Kardeş hiç aşağı kalır mı? “Ne yani insan değil miyim ben, dizlerim uyuştu abicim, elbette ki rahatlamak için çaba göstereceğim. O halimle nasıl saygı bekler ve onu dinlememi istersin? Hem hiç dikkat etmedin mi dediklerine? Bizden istediği düşünme melekemizi kullanmamamız, sadece ona tabi olmamız, her dediğinde hikmet aramamız vs. Her şeyden de haberleri var mübareklerin, sanki yanılmaz gibiler! Kendisinden başkası ilim sahibi değil sanki ve bir o var dünyada, tabii ki cemaatindekiler! Herkes basiretsiz, herkes sapık ve mezhepsiz; herkesin ne ilahiyattan ne siyasetten ne de dünyadan haberi var. Herkes tembel, herkes evinde rahat, herkes paylaşmaz, zahmet çekmez ama maşallah kendisi ilim sahibi, çalışkan, paylaşımcı, zahmet ve bedele talip!

Nasıl olur, başkaları adına böylesi bir yargıyı nasıl oluşturur? Milletin yanında kol mu geziyor yirmi dört saat? Veya ona cinler mi haber veriyor?

Öyle ya! Doğrudur, olabilir, şeyhin hakikisi müridinin gece kaç kere sağa sola döndüğünü bilendir derler zaten! Gerçi ben odamda henüz karanfil kokusu filan duymadım ama demek ki layık değiliz! Fesuphanallah, tövbe estağfurullah!


Bu mu yani? Aklımı peynir ekmekle mi yedim, olmadı buraya emanet vermeye mi geldim?

Neyim ben? Akletmez, düşünmez, fıkhetmez, zikretmez vs. birimiyim? Bırakın da biz de aklımızı kullanalım, düşünelim yahu! Elbette bizden daha iyi bilenler var ama bunu ifade etmenin yolu bu muydu, insanları ezerek ve ötekileştirerek mi paylaşılır bilgi?

Ne yapacağız şimdi? Kur’an yani meal yani tefsir yani İslam düşüncesi merkezli kitaplar okumayalım mı? Veya okuyalım da okuduklarımızın her satırında aslında ne kastediliyor diye biteviye onlara mı soralım? Onların kabul ve kanaatleri midir hep önemli olan?

Öyleyse niye okuyayım ki ben, sadece ağzı olup da konuşanları dinleyeyim yeter!

Ayrıca süreci, gündemi, dünyayı, yaşadığımız vasatta neler olup bittiğini kendi çabamız dairesince hiç takip etmeyelim mi? Basmaz mı kafamız yoksa?

Hep onların dediklerine mi kulak verelim? Hep onların Dini, siyasi, sosyal ve dahi ekonomik mülahazalarına mı dikkat kesilelim? Hep onların tavsiye ettiği meal, kitap ve dergileri mi okuyalım? Hem zaten demedi mi “Şu gazeteyi, şu dergiyi takip etmeyin, şunu şunu okumayın, şu düşüncelere, şu fikirlere, şu yazar, şu aydın, şu âlim diye bilinenlere itibar etmeyin” diye?

Sorayım şimdi: Böyle yaparsam ben, ben olur muyum hiç? Yapma Allah aşkına abi! Öldüğümde o mu hesap verecek benim adıma? Yoksa şuna mı inanıyoruz; şeyhler, efendiler, âlimler, akil adamlar, liderler, hikmet sahipleri vb.leri şefaat mi edecekler bizim gibi zavallılara?


Hadi abi hadi, iş bu değil. Çok şükür aklım var ve benim gibi yaratılmışların her dediğine itibar edemem ben; hem de inandığımız kitap yani Kur’an yani İslama ve dahi genel kabule göre ruhban sınıfı olmadığı halde. Bizden fazla bilenlerden faydalanacağız tabii ki ama gerçekten fayda olup olmadığı meselesini hiç kritik etmeyelim mi?

Ne oldu size yahu? Sizden fazla bildiğini varsaydığınız insanlara ağzı açık ayran delisi gibi bakıyor ve davranıyorsunuz! Kişiye, İslam adına sarf edilen emeğe saygı ve sevgi olmalı tabii ki kim itiraz edebilir buna ama burada da bir seviye gerekmiyor mu ve aynı zamanda karşılıklı değil midir o eylemler? Hem aklımı rafa kaldırmamı, düşünmememi, sadece kendisine tabi olmamı isteyen biri bana nasıl saygı ve sevgi gösteriyor olabilir ki? Böylesi bir beklenti beni tüketmek, beni itibarsızlaştırmak, beni cahil yerine koymak, beni kuklalaştırmak, beni robotlaştırmak değildir de nedir?

Hem diyeceksiniz sürü bilmem neyim olmayın, kafanızı çalıştırın hem de bizlere yanınızda sürü kontenjanından iş tutturacaksınız, iyi, oldu!


Sonra da kızıyorsunuz karşı eleştirilerime? Hal böyleyken nasıl tutayım ki dilimi ben?

Şimdi sana saysam Kur’an’dan bir dünya akletmeye, düşünmeye dair ayetler, peygamberimize ait bir dolu hadis, geçmişin düşün adamlarına ait bir dolu güzel söz ne diyeceksin? Ki zaten her birisini çalışmalarda tek tek incelemedik mi günlerce ve beraberce? O ayetler, o hadisler, o güzelim sözler sadece özel yani seçkin şahsiyetlere mi ait, onların birer tapulu malı mı?


Ha, şu yalnızlık meselesine gelince: Kardeşim sen demiyor musun Allah var problem yok diye? Allah demiyor mu kendisinin bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu? Hangi yalnızlıktan bahsediyorsun sen? Hem sen benim abim, ben de senin kardeşin değil miydim? Şu az buçuk düşünce farklılığımız mı yollarımızı ayıracak seninle? Hem sadece seninle, sizinle olunca mı sosyalleşmiş bir varlık oluyorum ben? Sadece sizin cemaate özgü hayır işlerinde bulunduğum zaman mı hayır işlemiş oluyorum? Sadece sizin eylemlerinize katılınca mı mücahit, dava adamı, çile çeken, elini taşın altına sokan, falan filan olacağım ben? Hani ümmetten bahsediyordunuz, hani dostluk ve kardeşliğin bekasından dem vuruyordunuz? Yahu kardeşim, uzaklardaki zulüm gören kardeşleriniz için haklı olarak kafa patlatıyorsunuz, eylemde bulunuyorsunuz da bulunduğunuz bölgedeki komşularınızı, hısım ve akrabalarınızı mı ihmal mi edeceksiniz?


Ne diyordum? Düşünceden ve eleştiriden korkma sayın abim, o aklın ve sonrasında dilin yani bedenin bir eylemidir. Akıl eylemeyince, dil de beden de eyleyemez. Tartışmaktan da korkmayın, malum, bulanmayınca durulmaz derler. Sağlıklı teati ortamlarında, hakem de Kur’an oldukça doğru ve haklı düşünce her zaman kendi mevzisini alacaktır. Kur’an okumayı, peygamber hayatını öğrenmeyi tavsiye ediyorsunuz, olması gereken de bu; ama bırakın da insanlar, onlardan kendi çabalarının karşılığını alsınlar. Asıl insanı insan yapan da budur, ayrıca insana özgüven kazandırandır, aynı zamanda hesap karşısında sorumluluğunu hatırlatandır. Size, bize göre yanlış tespit, yanlış çıkarımlarda mı bulunuluyor, hikmetle, en iyi söz ve en iyi hal ile tavsiyeleşelim beyler. Bizden istenen de bu değil midir? Sakın ola ki birbirimize karşı büyüklenmeyelim, sakın ola ki birbirimiz üzerinde tahakküm kurmaya çalışmayalım; canım kazanımlar, canım eylemler boşa çıkar çünkü.”


Diye söylene söylene yolun sonuna geldiler haliyle…

Abi, kardeştiler sonuçta... Birlikte aynı adrese yani aynı eve yani İslam kardeşliği istikametine doğru yollandılar. Onlara yakışan da buydu. Anlaşmalıydılar, dostluk ve kardeşlik hukuku bunu gerektiriyordu çünkü. Tali olan meselelerde ihtilaf zaten yersizdi; ama asli olanlar konusunda da tartışmanın hakkını vermek zorundaydılar. Yanlışı doğru, doğruyu yanlış addetmek de; bu hal üzre Müslüman olduğumuzu sanmak da vardı işin içinde ve Kur’an bu anlamda insanlara yol gösteren kitaplarıydı ve okunmalıydı ve gereği yapılmalıydı her daim.

İnandıkları Rabb’leri de onlardan bunu istiyordu, Rıza-i Bari az şey miydi?

Mustafa Atav

Herkesin bir hikayesi var..

Karunun da harunun da, belamında, yakubun da, yusufunda firavununda hikayeleri var.. yaratılmışların en melunu şeytanında, ademin de bir hikayesi var..

Ebu cehle sorsak yazacağı kütüphaneler dolusu cümleleri var..

En azından adamlar açık sözlü içi başka dışı başka değil.. sen düşünme ben düşünürüm diyor :)

Bir başkası da sen düşünüyormuş gibi yap ben arka çıkarım diyor :)

İslam'ı kendi beyninin algıladığından ve anladığından ibaret sanıp 3 yaldızlı cümle kurarak herşeyi çözdüm sanıyorsan zaten sapığın en önde gidenisin.

;)

heyecan yapmayalım lütfen, diyafram egzersizi yapalım iyi gelir. Derin nefes al...tut...3'e kadar say... veee bırak. İşte böyle

Bu tür kaçış cümlelerinin alt metni: verecek cevabım yok. o yüzden lafı dolandırarak işin içinden sıyrılayım.

Sapıklığını kabul etmiş durumdasın.

hmmm anladım, yani sen şimdi benim kaçış cümlelerimin alt metnini tefsiri babında demek istiyon ki;

"konu kişinin bilgi seviyesini aşınca işi laf kalabalığına getirmeye başlar"

;)

Senin bilgin seviyen olmuş veya olmamış bir önemi yok. Sen kafatasının içindeki etbeyninin algıladığı kadarını bilebilirsin.
Kuran Allah kelamıdır. Rasulullah'ın ve sahabenin hayatı ve görüşleri onun tefsiridir. Gerisi ise sapıklıktır.

hmm.... hayret bak bunu da anladım iyi mi, yani sen şimdi demek istiyorsun ki;

benim algılamam kafatasımın içinde bulunan etbeynimin algılayacağı kapasite kadardır.

Pekala sahabelerin kafataslarının içinde farklı bir şey mi vardı ? ya da aman Allah'ım yoksa onların kafataslarında beyin değil de çip mi vardı?

:O_O:

ha bu arada imzanız yakışmış

Gayet güzel. Yavaş yavaş gerçek kişiliğini ortaya koyuyorsun.
Esas yapmak istediğin ama dilini vardıramadığın şeyi kendin itiraf ettin.

Sahabeyi sorgulamak.
Sahabenin naklettiği İslam'ı sorgulamak ve etbeyninin içindekine dini indirgemek.

İslam demek, sahabe demektir.
Bugün İslam adına yüzyıllardır ne nakledildiyse hepsinin kaynağı sahabedir.
Bunu pekala biliyorsun.
Onlara dil uzatmadıkça bozuk fikirlerini yayamayacağınıda biliyorsun.
Çünkü onlar sapıkların önünde kocaman sapasağlam bir duvar.

Sen o kokuşmuş etbeyninle Sahabe'nin aklını ilmini yaşayışını kıyaslayacak kadar sapıksın.
Sen onların Peygamberlerden sonra en üstün insanlar olduğunu elbette biliyorsun.
Ama bunu söylemek ve kabul etmek işine gelmez.
ONLARIN SENDEN BENDEN ÜSTÜNLÜKLERİNİN SEBEBİ:


PEYGAMBERİMİZ S.A.V. ESHÂB-I KİRÂM’I YILDIZLARA BENZETTİ. YILDIZA UYAN, YOLU BULUR. EHL-İ BEYT’İ DE, GEMİYE BENZETTİ. ÇÜNKÜ GEMİDE OLANIN, YILDIZA GÖRE YOL ALMASI LÂZIMDIR. YILDIZLARA GÖRE YÜRÜMEZSE, GEMİ SAHİLE KAVUŞAMAZ.

Görülüyor ki, boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lâzım olduğu gibi, Eshâb-ı kirâm’ın hepsini ve Ehl-i beyt’in hepsini sevmek, saymak lazımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur.

Çünkü insanların en iyisinin s.a.v. sohbeti ile şereflenmek fazileti, hepsinde vardır. Sohbetin (dünya gözüyle görüp işitmenin) fazileti ise, bütün faziletlerin üstündedir.

“Sohbet”, bir kere de olsa, beraber bulunmak demektir.

İşte bunun için, Tâbi’în’in en üstünü olan Veysel Karâni, Eshâb-ı kirâm’ın en aşağısının derecesine yetişememiştir.

Peygamberimiz s.a.v.’i imanı var iken görenlere ESHÂB denir. O’nu göremeyen, fakat Eshâb’tan birini görenlere TÂBİ’ÎN denir.

Hiçbir üstünlük, sohbetin üstünlüğü kadar olamaz. Çünkü sohbete kavuşanların (yani Eshâb-ı kirâm’ın) imanları, sohbetin bereketi ve vahyin bereketi sayesinde, görmüş gibi kuvvetli iman olur. Sonra gelenlerden hiçbir kimsenin imanı, bu kadar yüksek olmamıştır. Ameller, ibadetler, imana bağlıdır ve yükseklikleri, imanın yüksekliği gibi olur.

59. MEKTUP, MEKTUBAT-I İMAM-I RABBANİ


Bakalım etbeynin bunu nasıl algılayacak? Göreceğiz.


Sen onların Peygamberlerden sonra en üstün insanlar olduğunu elbette biliyorsun.
Ama bunu söylemek ve kabul etmek işine gelmez.


neden işime gelmesin canım, elbette biliyor ve kabul ediyorum. Kimse burada sahabeye dil uzatmadı ki, ne diye hemen heyecan yapıyorsun sakin ol bakim. Allah'ın Rasulü dahi kendisini aşırı övülmesini şiddetle eleştirmişken size ne oluyor da aşırıya gidiyorsunuz?

Daha önce verdim bir daha vereyim, bakın bu bir hadis ona göre;

Enes b. Malik (ra)’in rivayet ettiği bir hadise göre bir adam Peygamberimize “ya seyyid / ey efendim, efendimin oğlu! Ey bizim en hayırlımız, en hayırlımızın oğlu! Diye seslenmişti. Buna cevaben Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Allah’a karşı olan sorumluluğunuzun bilincinde olun ki şeytan sizi aldatmasın. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve resulüyüm. Allah’a yemin ederim ki beni, Allah’ın bana verdiği makamın üstüne çıkarmanızı sevmiyorum.”
(Ebu Davud, Ahmed B.Hanbel)

“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir ku*lum. Onun için bana (sadece) Allah’ın kulu ve resûlü deyiniz.”(Buhari)

“Muhammed, sadece bir resûldür / elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir.” (Âl-i İmrân, 3/144)

“De ki: «Fesubhânallâh! Ben beşer peygamberden başka bir şey miyim?» (İsrâ, 17/93)

“De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uymaktayım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.» (Ahkâf, 46/9)

“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En’âm, 6/50)

anlamanız için bunlar yeter mi? Yetmez değil mi, sizi de anlıyorum : )) Mezhepte taassup ve meşrepte cehalet, acilen izale edilmesi gereken bir hastalık olduğu halde, bu yolun zorlu olması sizin gibileri kolaya talip olmaya itiyor.

hmm.... hayret bak bunu da anladım iyi mi, yani sen şimdi demek istiyorsun ki;

benim algılamam kafatasımın içinde bulunan etbeynimin algılayacağı kapasite kadardır.

Pekala sahabelerin kafataslarının içinde farklı bir şey mi vardı ? ya da aman Allah'ım yoksa onların kafataslarında beyin değil de çip mi vardı?

:O_O:

ha bu arada imzanız yakışmış


Buradaki cümlende apaçık onları küçümsediğini görüyoruz.
Yine kafatasının içindeki noksan aklınca delil zannedip ortaya koyduğun hadislerle senin Sahabe'yi küçümsemen ve onların aktardığı dini kabul etmeyip etbeyninin algıladığı dini ve sapık fikirleri yutturmaya çalışmanla hiçbir alakası yok.
Bunu da gayet iyi biliyorsun. Burada İslam'dan bahsediyoruz. Aktarılan ilimden bahsediyoruz. Sen yine lafı dolandırmakla meşgulsun.
Bunu bile anlamaktan aciz biri nasıl Kuran'ı anlayacak?

Sahabeyi küçümsemezsen yol alamazsın. Tek derdin bu.

Buradaki cümlende apaçık onları küçümsediğini görüyoruz.
Yine kafatasının içindeki noksan aklınca delil zannedip ortaya koyduğun hadislerle senin Sahabe'yi küçümsemen ve onların aktardığı dini kabul etmeyip etbeyninin algıladığı dini ve sapık fikirleri yutturmaya çalışmanla hiçbir alakası yok.
Bunu da gayet iyi biliyorsun. Burada İslam'dan bahsediyoruz. Aktarılan ilimden bahsediyoruz. Sen yine lafı dolandırmakla meşgulsun.
Bunu bile anlamaktan aciz biri nasıl Kuran'ı anlayacak?

Sahabeyi küçümsemezsen yol alamazsın. Tek derdin bu.


ya hani şikayet ettiğin ilmi cevaplar :;-D:

ya biz kimseyi küçümsemiyoruz, diyoruz ki (bakalım anlayabilecek misin); Her biri birer insan olan sahabeler, dinleme, zabt ve hıfz, anlama, kavrama ve muhakeme güçleri bakımından aynı seviyede olmadıkları gibi, yetişme tarzı, mizaç, zevk, kabiliyet vb. yönlerden de birbirlerinden farklı karakterlere sahip idiler. Mesela Hz Ayşe ile Ebu Hureyre arasında "kadın-eşek" hadisinde olduğu gibi. Ebu Hureyre hadisi yanlış anlamış ve aktarmış ama Hz Ayşe'de doğrusunu söylemişti. Yani onlar da hata yapabiliyorlardı. Hatadan masum yani ismet sıfatına haiz sadece Peygamberimizdir. O da vahyin kontrolünde olduğu için hataları düzeltiliyordu.

Şu hadis buna açıkça işaret etmektedir: "Benim sözlerimi işitip ezberleyerek anladıktan sonra başkalarına aynen aktaranın Allah yüzünü güldürsün. Alim olmayan nice bilgi taşıyıcısı vardır. Nice bilgi taşıyıcısı, bunu kendinden daha bilgin olan kimselere aktarır."

Anladın mı?

Bugün tarikat maskesi altında bir çok SAPKIN'lar yok değil. Evet var. Adam pofur pofur sigara içiyor sonra ben şeyhim diyor. Sigara her halukarda HARAM ama adam alasını içiyor. Hatta mübah oldugunu iddia edenler bile var..


Bazı yerlerde şeyhimiz bizim yerimizede namaz kılıyor deyip hiç namaz kılmayan oluşumlar bile var. Bunların adı da tarikat.

Ve tamamen ilimsiz bir zaat ne dedi ise herşey doğrudur deyip sadece onun eserini okuyup başka hiç birşeye bakmayan, bakılmasınada yasaklayan yerler de var. Ne ilmihal bilgisi ne kıraat bilgisi hiç birşeyi olmadan böyle bir yaşantısı olanlar da var.

Tarikatız cemaatiz dediler diye de sapkınlık içinde olanlarını da sahiplenecek değiliz ama değil mi?

Diğer taraftan rasul-nebi kelimelerini harmanlayıp içinden birşey yakalayıp ben rasülüm ben peygamberim diyen ve üstüne üstük tasavvufcu kesinen hainler de var..

Her iyi olan güzel olan dejenere edilmeye kullanılmaya ve şeytanın oyuncağı haline getirilmeye çalışıldığı bir gerçek..

Biz bunları asla inkar edecek değiliz.

Doğru bir yaraya parmak basmış durumdasınız. Bunlar acı bir gerçekler.

Şunu unutmamak lazım ki, bugün hiç bir islami eğitim almadan sadece bir kaç kitap okuyup internet üzerinden mealler karıştırıp mevcut arama motorlarından arayarak kurandan hükümler çıkartan ve kendi menfaatlerine göre KURANI KERİMİ saptırmaya çalışan insanlar nasıl tonlarla dolu ise.. Hiç bir gramatik bilgiye sahip olmadan kuran tefsirine soyunan tonlarca insan varsa.. ve tıp fakultesi okurken kuran mucizeleri diye kendi kafasından zırvalar yazıp tvlerde program sunacak düzeye gelebiliyorlarsa.. aynı şekilde hadis tahrifcileri, mezhep tahrifcileri, tarikat tahrifciler, tasavvuf bozguncuları da elbet olacaktır.

Olmaktalar da...

Öyle bir insan düşünün ki, arabasını ballandıra ballandıra anlatıyor. şöförlüğü ile övüne övüne bir hal oluyor... kendisinin nasıl kullandıgını vs herkese anlatıyor ama o bahsettiği arabanın anahtarı yok.. O anahtarı sahip olabilmek için hiç bir mücadele içinde de olmamış.. Hiç bir zaman da sahip olamamış. Üstüne üstük daha kötü ise ehliyeti bile yok.. Üstüne üstük yaşı da tutmuyorsa..

Böyle bir adam ben şeyhim dese, şeyhliği mi olur? ancak yapabileceği şey kendisine soru sorulmasının kapılarını kapamak olur..

Böyle bir adam ben mehdiyim dese, kendisini bile kurtaramamış dünyayı mı kurtaracak..

Böyle bir adam ben peygamberim dese, cehli her yerinden akıyor inanın dese şaşmam..

Böyle bir adam ben neye ihtiyacım varsa madeninden fabrikasından çıkartırım, kurana ve sünnete bakar alimlerle çelişse bile düşüncelerim söke söke alırım..

der mi der..

Kendi küçüklüğümüzü görmez, başkalarını küçültmekle zaman harcar..

Ya haddinden fazla yüceltir ilahlaştırır, ya da öyle bir küçültür ki...

Neyse..

ya Aciz kardeş Allah razı olsun istediğimiz ve özlediğimiz bir yaklaşımdı. Yahu doğru veya yanlış herkes bildiğini ortaya koysun bilen kardeşler de doğrusunu söylesin edep ve saygı çerçevesinde bir arada meseleleri konuşalım.

Yani üç kelimenin arasında "sapık" kelimesini eklemenin ve konuyu rayından çıkarmanın ne gereği var?

ya hani şikayet ettiğin ilmi cevaplar :;-D:

ya biz kimseyi küçümsemiyoruz, diyoruz ki (bakalım anlayabilecek misin); Her biri birer insan olan sahabeler, dinleme, zabt ve hıfz, anlama, kavrama ve muhakeme güçleri bakımından aynı seviyede olmadıkları gibi, yetişme tarzı, mizaç, zevk, kabiliyet vb. yönlerden de birbirlerinden farklı karakterlere sahip idiler. Mesela Hz Ayşe ile Ebu Hureyre arasında "kadın-eşek" hadisinde olduğu gibi. Ebu Hureyre hadisi yanlış anlamış ve aktarmış ama Hz Ayşe'de doğrusunu söylemişti. Yani onlar da hata yapabiliyorlardı. Hatadan masum yani ismet sıfatına haiz sadece Peygamberimizdir. O da vahyin kontrolünde olduğu için hataları düzeltiliyordu.

Şu hadis buna açıkça işaret etmektedir: "Benim sözlerimi işitip ezberleyerek anladıktan sonra başkalarına aynen aktaranın Allah yüzünü güldürsün. Alim olmayan nice bilgi taşıyıcısı vardır. Nice bilgi taşıyıcısı, bunu kendinden daha bilgin olan kimselere aktarır."

Anladın mı?



Sen kendinle Sahabe'yı kıyasladığın anda, onları küçümsediğini zaten ispat ve itiraf etmiş durumdasın.
Artık ne desen boş. Senin bu çirkin yüzünü kendi dilinle sana söyletmiş olduk.

Sıra geldi onların ictihad farklılıklarına laf atmaya değil mi? Onların üstünlüğüne laf atınca baktın ki işler sarpa sarıyor, hop geldik görüşlerine ve görüş farklılıklarına dil uzatmaya.
Sahabe peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmakla beraber, hiçbir konuda nefislerine göre karar vermediler. Hepsi de Peygamberimizle yaşadıklarına bakarak karar verdiler. İşte fark burada, tabi beynin algılayabilirse. Onlar Rasulullah'la yaşadılar. Onlar Allah tarafından seçilmiş bir topluluktu. İslam'ı gelecek nesillere aktaracak en özel en üstün insanlar topluluğu.

Sen ben hata yapınca mazur değiliz, çünkü nefsimizle hata yapacağız. Onlar Rasulullah'la yaşadıkları hayata bakıp karar veriyorlardı.
Hata yapanı varsa da nefsine uyarak değil, Rasulullah'la birebir yaşadıklarına dayandırarak çıkarım yaptığı için onların hatası mazurdur. Mazur olduklarını Rasulullah Efendimiz bizzat bildirmişlerdir.


Âlimlerin ihtilafları, farklı ictihadları rahmettir. Hadis-i şerif, Beyheki

"...İlim iki kısımdır: Birincisi yapılacak şeyleri öğrenmektir ki, bunları öğreten ilme “Fıkıh ilmi” denir. İkincisi, itikat edilecek, kalp ile inanılacak şeylerin bilgisidir ki, bunları bildiren ilme “İlm-i Kelâm” denir.
İlm-i Kelâm’da Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin, Kuran-ı Kerim’den ve hadis-i şeriflerden anladığı (elde ettiği) bilgiler vardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlerdir. Bunlara uymayan, Cehenneme girmekten kurtulamaz. Bu büyüklerin bildirdiği itikattan kıl ucu kadar ayrılmanın, büyük tehlike olduğu, Evliyaullah’ın keşfi ve kalplerine gelen ilham ile de anlaşılmaktadır. Yanlışlık ihtimali yoktur.
Ehl-i Sünnet âlimlerine uyanlara, onların yolunda bulunanlara müjdeler olsun. Onlara uymayanlara, yollarından sapanlara, onların bilgilerini beğenmeyenlere ve aralarından ayrılanlara yazıklar olsun! Hem ayrıldılar, hem başkalarını da saptırdılar.

Eshâb-ı kirâm r.a. arasındaki uygunsuzluklar ve muharebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi.
Nefsin arzuları ile ve cehalet ile değildi. İlim ile idi. İctihat ayrılığından idi.
Evet bir kısmı ictihatta hata etmişti. Fakat Allah-ü Teâlâ ictihatta hata edene de, yanılana da, bir sevap vermektedir."

59. MEKTUP, MEKTUBAT-I İMAM-I RABBANİ



SEVÂDU'L-A'ZAM = SAHABE = EHL-İ SÜNNET

Peygamberimiz, cemaâte, Sevâdu'l-Azam’a tabi olunmasını emretmiştir.
Cemaât; ilk dönemde, sahabîler; sonraki dönemlerde ise sâlih amel sahibi bilginlerdir.

Peygamberimiz s.a.v. bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur:
"Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'Sevâdu'l-A'zam'a (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim." (İbn Mâce. Fiten. 8)

'Sevâdu'l-A'zam', Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir. (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419)

Abdullah b. Mübarek'e "Cemaat kimlerdir?" denilince "Ebû Bekr, Ömer r.a.'dır" diye cevap vermiş, "Onlar öldü", denilince de yine "Falan ve falandır." demiştir. Onlar da öldü, denilince "İşte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaâtidir." der. (Tirmizî, Fiten, 7)


İbn-i Mesud r.a. şöyle der:
"Kim birisine uyacaksa geçenlere (selefe) uysun."


KUR'AN-İ KERİM'DE SAHÂBÎLER HAKKINDA ŞÖYLE BUYURULUR:

"İlk iman eden, en ön safta bulunan Muhacirlerle Ensar ve onlara iyilikle tabi olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah'tan razı oldular. Allah onlar için ebedî kalacakları, altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur." (Tevbe, 100)

Allah'ın sahabeleri övmesi, sonradan gelen ümmetin onlara tabı olmasını, “övülmek için onlara uyun, onlar gibi olun” manasını zımnen ifade eder.

Sahabelerden sonra gelen Tabiîn cemaatinden de iyilikle sahabelere uyanların; Allah-ü Tealâ'nın övgüsüne dahil olduğunu görüyoruz. Peygamberimiz s.a.v. bir hadisinde bunu şöyle açıklar: "Ümmetimin en hayırlı dönemi, benim içinde yaşadığım dönemdir. Sonra da onların peşinden gelenlerin dönemidir." (Buhâri, Fedâilu's-Sahâbe,1)

Sahâbilerin Allah ve Rasûlü tarafından övülmesi, sonrakilerin de onların yoluna iyilikle uymak kaydıyla bu övgüye dahil olması hadis-i şeriflerinde uyulması tavsiye edilen "cemaât"ın, sahâbîler ve tabiin cemaâtı olduğunu gösteriyor.




[COLOR="#800000"]BAKALIM İLK MÜSLÜMANLAR AKILLARINA GÖRE Mİ HAREKET ETMİŞLER YOKSA NAKİLLE Mİ KURAN’DAN HÜKÜM ÇIKARMIŞLAR?

İlk Müslüman âlimleri (selef-i salihin) din öğrenme konusunda kendilerinden öncekilere dayanmış, onlardan faydalanmışlardır.

Yani Tâbiîyn Ashab’a dayanarak ve danışarak, Tebe-a Tabiîyn ise Tâbiîyn’e dayanıp danışarak dini öğrenmişlerdir.

Böylece her devrin âlimleri daha öncekilere başvurup onlardan istifade etmişlerdir.

Asr-ı saadetten bu yana asırlar geçtiği, imanların ateşi söndüğü ve emanetlere riayet edilmediği devrimizde; nefislerine uyan müftüler ve günahkâr kötü âlimlerin sözlerine dayanarak amel etmek câiz değildir.

Bunlar söylediklerini; seleften dindarlığı ve güvenilirliği meşhur olan kişilerin görüşlerine, açıkça veya delâlet yoluyla dayandırmadıkça kendilerine güvenilmez.

Eğer selef alimlerinin sözleri korunup bilgiler onlara dayandırılırsa geçerlidir.

İctihad (ayet ve hadisten hüküm çıkarma) şartlarını kendisinde toplamadığı belli olan kişilerin sözlerine dayandırarak bilgi veriliyorsa, o bilgiye itibar edilmez.

Selefin görüşlerine bağlı olan âlimlerin izah ve görüşlerini; selef âlimlerinin kitap ve sünnetten elde ettikleri sözlere uygun bulursak alırız, değilse asla.

Hz. Ömer r.a.’ın şu sözü işte bu manayı ifade eder:
"Münafık’ın kitapla uğraşması (mücadelesi) bu dini yıkar."

İbn-i Mesud da şöyle der:
"Kim birisine uyacaksa geçenlere (selefe) uysun."

ŞAH VELİYYULLAH DEHLEVİ, IKDU'L-CÎD RİSÂLESİ

[/COLOR]


Alternatif Bakışlar

MollaCami.Com