Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


SÜNNET NE DEĞİLDİR.

"Sünnet", sakal–bıyık, elbise–sarık, kılık–kıyâfet midir?

ALLAH Rasûlü’nün sünneti ne olabilir acaba?

ALLAH sünneti, “sünnetullah” nedir?

Anlayışı kıtların "sünnet"ten anlayışı, erkek çocuklara yapılan bir operasyondan ibarettir!

Anlayışı sınırlıların "sünnet"i ise biraz daha ileri uzanır... Sakal–bıyık ile elbise–sarık olur onlar için de sünnet!... ALLAH Rasûlü`ne uymak demek, 1400 küsur yıl önceki kıyafete bürünüp, o devrin örf âdetlerine uymak demektir onlar için!..

Kendilerinin Müslüman olduklarını, kısa kol gömlek giyenlerin ise kâfir olduklarını söyleyen Müslümanlardır bunlar!

Şâh-ı velâyet, “İlmin Kapısı” Hazreti Âli’yi şehîd edenler kadar Müslümandırlar bunlar!... Anlayışları, O yüce Zâtı Din dışı gören anlayıştır bunlarınki!.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın Hazreti Âli için söylediklerini bir inceleyin... O’nu, Rasûlullah yolunda bulmadıkları için şehîd eden Müslümanların hâlini ve anlayış kapasitelerini iyi değerlendirin!..

Sünnet`e, Din’e hizmet adı altında Din`i "saltanat"a dönüştürüp bugünlere kadar insanlara hükmetmek için DİN’i kullananları iyi fark edin!.

Özel olarak bu konuda anlattıklarım bir vesile bir internet haber sitesinde kısmen nakledilince biraz daha konuya açıklık getireyim istedim bizzat!

LÜTFEN BU ANLATACAKLARIMI İYİ DÜŞÜNÜN!..

Henüz 20 yaşındayken, yani bundan 40 yıl önce Hazreti Rasûlullah aleyhisselâm’ı rüyamda görmüştüm ve bana Hazreti Ebû Bekr’e gitmemi söylemişti...

Gerisi önemli değil... Ben de bundan sonra Hazret’i Ebu Bekr’in hayatını yazmıştım o sene... Daha sonra da Hazreti Rasûlullah’ın yaşamının Mekke devrine ait kesitlerini hadislerle yazmıştım “Muhammed Mustafa” aleyhisselâm adı altında.

Bunu şu sebepten yazıyorum... O devrin yaşantısını hayli iyi araştırmıştım... Yaklaşık 60 bin civarında hadis okumuştum sahih kaynaklardan...

Şimdi olayı iyi düşünelim...

ALLAH Rasûlü Muhammed Mustafa aleyhisselâm, bilindiği üzere putperest Kureyş Kabilesi içinde dünyaya gelmişti... Dedesi, amcaları, akrabaları, kabilenin inancı üzere yaşıyorlardı...

O yüce Zât da onların arasında doğup, büyüdü... Onlar gibi GİYİNDİ, onlar gibi SAKAL BIRAKTI, onlar gibi SARIK SARDI!. Onlar gibi oturup kalkıp, yedi içti...

Böylece 39 yaşına ulaşıp ALLAH RASÛLÜ oldu!... ALLAH Rasûlü olarak gerçekleri bu yaşta fark edip, üç sene sonra Nübüvveti tahakkuk edince de, insanlara neler yapmalarını anlatmaya başladı vahyolduğu üzere; ebedi hayatlarını kazanmaları için.

İşte ne bu süreç içinde ne de sonrasında, NE SAKALINI DEĞİŞTİRDİ, NE DE KIYAFETİNİ!

Gene kabilesindekiler gibi sarık sardı, gene onlar gibi giyindi, gene onlar gibi sakallı dolaştı!. Çok renkli çubuklu elbisesini bile giymeye devam etti!..

ALLAH Rasûlü’nün sünneti, Rasûlü olduğu "ismi ALLAH olanın sünneti”dir; “SÜNNETULLAH”tır!.

Biz de “SÜNNETULLAH”ı anlayıp ona uyduğumuz zaman “sünnet-i Rasûlullah” ve “sünnetullah" üzere oluruz! Sakal–bıyık, elbise–sarık ile değil!.

Ayrıca burada EN ÖNEMLİ FARK EDİLESİ HUSUS ŞUDUR:

Rasûlullah, o putperest Ebu Cehil, Ebu Leheb ve onların takipçisi, Rasûlullah torunu katili Yezid gibilerin kıyâfet örflerine karışmadığı gibi, onlara böyle bir öneri dahi götürmeyip, onlar gibi giyinip yaşamaya devam etmiştir yaşam biçiminde.

Çünkü bu, DİN`in gereğini yaşamada önemi olmayan bir konu idi; ve bunun ebedi hayat gerçeği veya ismi “ALLAH” olanın bilinmesiyle bir ilgisi yoktu!

Bu da demektir ki...

ALLAH bir insana hidayet ederse, o kişi içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetlerine göre giyim kuşamını devam ettirebilir, ama “sünnetullah” gereği konularda onlara uymaz; hidayet üzere olduğu konularda, öğrendiği gerçekleri onlara bildirmeye devam eder!.

Yani, kişinin içinde yaşadığı toplumun örf, âdet, kıyafet gibi hususlardaki anlayışına karşı çıkması değil, tam tersine onlara uyması SÜNNET-İ RASÛL’dür!.

Çünkü DİN, insanlara kılık kıyafet devrimi için gelmemiştir!

Kılık kıyafetle uğraşmak "Din"in işi değildir. İnsanlar toplumsal barışı bozmayacak biçimde inandığı gibi, istediği gibi giyinip, okuma, yaşama, çalışma haklarına sahiptirler sünnete göre!. Her ne kadar bu husus, beyni anlayamayıp bedende kalanlara ters gelse de!..

Kıyafetine bakarak kişinin dini hakkında hüküm vermek, kişinin gelişmemiş, taklitçi bir beyne sahip olduğunun açık ifadesidir.

İsmi “ALLAH” olanın Rasûlü, insanlara içinde yaşadıkları sistem ve düzenin gerçeklerini bildirerek, insanların, o günde “DİN” adı verilmiş olan ALLAH sistem ve düzenine uygun yaşamaları ve kendilerini ebedi hayata hazırlamaları için çaba göstermiştir!.

“DİNDAR” kişi demek, ALLAH sistem ve düzenini araştırıp sorgulayıp, anlayıp, gereğince yaşamayı kabullenmiş kişi demektir!. Dindar kişi bu “OKU”duğu sistem gerçekleri dolayısıyla da “muttaki” yani "kendini koruyan" olur, fark ettiği gelecekteki tehlikelere karşı!.

ALLAH Rasûlü’nün sünnetine tâbi olmak demek, onun anlayışını benimseyip, gösterdiği yolda yürümek ve dediklerini uygulayarak geleceğin güzelliklerine erişmek demektir. Onun bildirdiği özündeki hakikati keşfedip, onun muhteşem sonuçlarını yaşamak demektir!. Taklitle ömür tüketmek değil!.

Rasûlullah’ın sünnetine uymak, kendisine hibe edilen ilmi, insanlarla karşılıksız olarak paylaşmak demektir! İnsanları kılık kıyâfet hikâyeleriyle avutmak değil!.

ALLAH sistem ve düzenini, yani “sünnetullah”ı idrak eden ve gereklerini uygulayan kişi, “sünnet-i Rasûlullah”a da uymuş olan kişidir!.

“Kim kendini hangi kavme benzetirse o kavimdendir” uyarısı, kişinin, “fikir ve inancını” paylaştığı topluluktan olduğuna işaret eder... Kılık kıyafetinin veya saç–sakalının benzemesini değil!.

“Din Adı Altında İnsanlara Hükmetmek” yazısında anlattığım üzere, bir takım insanlar “DİN”in sorgulanmasını, araştırılmasını yasaklamışlar; ve böylece de düşünme yetisi olmayan, ezberci, teyp beyinli insanlar üremesine yol açmışlardır...

Dünya, hikmet yurdudur ve Rasûlullah’ın her açıklaması bir hikmete dayanmaktadır!. Akıllı insan, Rasûlullah’ı daha iyi anlamak için, her beyânını sorgulayıp, araştırıp, bildirilenin hikmetine ermeye çalışır.

“Hikmet müminin yitiğidir” uyarısı buna işaret eder.

Düşünce sisteminde çelişki ya da kopukluk olan kişi “DİN”i anlamamış, içinde yaşadığı sistem ve düzeni, mekânizmayı “OKU”yamamış taklitçidir!.

Oysa, “DİN” taklit kabul etmez!.

Fiîlin taklidi aynı sonucu oluşturur; ama ANLAYIŞIN TAKLİDİ OLMAZ!.

“Fâkih” yani “anlayışlı olmak” ALLAH lûtfudur. Böylece kişi mukallit olmaktan çıkar.

Fıkıh kuralları ezberlemek, “fâkih” olmak demek asla değildir!.

Ezbercilik, teyp icat olalı değerini yitirmiştir!.

“Din” bize “OKU”nası olarak bildirilmiştir ki, içinde yaşadığın sistem ve düzeni fark edesin; daha önemlisi “KENDİNİ TANI”yasın! Hakikatindeki hazineyi keşfedesin; ve sonunda ismi “ALLAH” olanı holografik gerçeklik esasına göre tanıyıp, evrendeki yerini bilesin...

Bunu anlamamış olanlar, hayatlarında bir kere bile “İHLÂS” okumamışlardır; yüz bin kere çekseler dahi!..

“Çok namaz kılan vardır yanına yorgunluktan başka şey kalmaz; çok oruç tutan vardır açlıktan başka kârı olmaz” şeklindeki Rasûlullah uyarısını iyi düşünelim.

ALLAH Rasûlü, Kurân’ı anlayalım ve üzerinde tefekkür edelim diye bize bildirmiştir. Ta ki, yaşamımızda attığımız adımları “sünnetullah”a uygun atalım! Saç–sakal–kılık–kıyafet dedikodusuyla, gıybetiyle vakit geçirip, insan yargılamalarıyla ömür harcayalım diye Rasûl gelmemiştir!.

İsmi “ALLAH” olan yanı sıra tanrı ve tanrılık kavramı yoktur (La İLAHE İlla ALLAH); diye giriş yapılan “DİN” anlayışı nedir?..

Bunu sorgulayıp anlamaya çalışmayanlar ve ömrünü taklitle tüketenler, hazineyi okuyamamanın sonuçlarını büyük hüsran ve sükûtu hayalle ödeyeceklerdir!...

Ne çare ki sistemde geçmişi TELÂFİ kavramı da yoktur!.

Not: Kişisel değerlendirmemdir, kimseyi bağlamaz! Dileyen paylaşır dileyen paylaşmaz. Kimileri de çıkarlarına uymadığı için kafa karıştırdığımızı ileri sürerek, “düşündürüyorsun yasaklanmalısın” deyip okunmamızı yasaklar.

19 Mayıs 2005

Allah(c.c)razı olsun çok güzel ifade etmişsiniz islamiyet şekilcilik dini değildir

Oysa, “DİN” taklit kabul etmez!.


cümlesi biraz ters düşmüş,

zira biz elhamdülillah müslüman olarak doğduk,

ve dinimizi ilk önce taklit ile öğrendik,ve ecdad uzun devirler bu şekilde dini öğrendi ve öğretti,

ve sonra tahkike geçtik ,

Günümüzde taklidi iman kafi midir?

Taklidî îmanın eskiden yeterli olduğu halde, günümüzde yetersiz kalmaktadır

"İnsanlar her devirde din ve mâneviyat kuvvetine muhtaç olmuşlardır. Fakat bu ihtiyaç, zamanımızda bir zaruret hâlini almıştır.

Eskiden atalarımız gayet basit bir din bilgisi ve görenek hâlinde "taklidî" bir îman ile rahatça yaşıyorlardı.

Çünkü onlara bütün içtimaî muhît (çevre) mâneviyat telkin ediyordu.

Bugün durum tamamıyle değişmiştir. Din duygusu zayıflamış, eski dinî hürmet terbiyesi yerini, küstahca bir saygısızlık almıştır.

Bugün aile daralmış ve bağları gevşemiştir. Aile yükü sırf karı-kocanın omuzlarına çökmüş, ana-babalar iktisadî ihtiyaçlar karşısında çocuklarının dinî terbiyesine yetişemez olmuşlardır.

Öbür taraftan okul ve üniversiteler âdeta din aleyhtarı propaganda ocakları hâlini almıştır.

İnatçı münkirlerin tezyif ve temerrüdleriyle bir kat daha bulanıklaşan böyle bir hava içinde, bugün artık basit bir din bilgisi kâfi gelmez olmuştur.

Din nedir? İlim ile münasebeti nedir? İlim karşısında bugün din ne yapmalı ve nasıl bir vaziyet almalıdır? gibi sorular, şimdi her zamandan çok zihinleri tırmalamaktadır.

Hususiyle aydın gençlerin bu soruların cevaplarını bilmeye ihtiyaçları vardır." (Din ve Lâiklik) Gerçekten de, bugün verilecek bir din bilgisinin ve îman dersinin ilimle îmanı mezceden, akıl ve mantığa îmanî mes'eleleri kabûl ettiren tahkikî bir muhtevâda olması şarttır. Yoksa, basit bir din dersi, görenek hâlindeki taklidî bir îman bilgisi, günümüz insanlarını - özellikle de gençlerini - tatmîn etmekten çok uzak kalacaktır.

lütfen yazının kime ait olduğunu belirtiniz...




Biz de “SÜNNETULLAH”ı anlayıp ona uyduğumuz zaman “sünnet-i Rasûlullah” ve “sünnetullah" üzere oluruz! Sakal–bıyık, elbise–sarık ile değil!.

ALLAH bir insana hidayet ederse, o kişi içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetlerine göre giyim kuşamını devam ettirebilir, ama “sünnetullah” gereği konularda onlara uymaz; hidayet üzere olduğu konularda, öğrendiği gerçekleri onlara bildirmeye devam eder!.

Yani, kişinin içinde yaşadığı toplumun örf, âdet, kıyafet gibi hususlardaki anlayışına karşı çıkması değil, tam tersine onlara uyması SÜNNET-İ RASÛL’dür!.

Çünkü DİN, insanlara kılık kıyafet devrimi için gelmemiştir!

Kılık kıyafetle uğraşmak "Din"in işi değildir. İnsanlar toplumsal barışı bozmayacak biçimde inandığı gibi, istediği gibi giyinip, okuma, yaşama, çalışma haklarına sahiptirler sünnete göre!. Her ne kadar bu husus, beyni anlayamayıp bedende kalanlara ters gelse de!..

Kıyafetine bakarak kişinin dini hakkında hüküm vermek, kişinin gelişmemiş, taklitçi bir beyne sahip olduğunun açık ifadesidir.


“Kim kendini hangi kavme benzetirse o kavimdendir” uyarısı, kişinin, “fikir ve inancını” paylaştığı topluluktan olduğuna işaret eder... Kılık kıyafetinin veya saç–sakalının benzemesini değil!.



Rasul-i Ekrem(asm),süregelen toplumun bazı adetlerini devam ettirmiş olabilir.İşte o devam olunan adet de Sünnetine dahildir.Devam olunan adetlere uyulursa ne ala;muhalefet niyeti olmamak şartıyla uyulmazsada büyük bir sevabtan mahrum kalınır.
Sünnetin dereceleri vardır. Bir kısmı farz ve vacibdir, terkedilmez ve herkesin uyması şarttır.. O kısım, Şeriat kitaplarında ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.Onlar muhkemattır, hiçbir cihette değişiklik kabul etmez. Bir kısmı da, nafileler türündendir. Nafileler kısmı da, iki kısımdır. Bir kısım, ibadete yönelik Sünnetlerdir.Onlar dahi şeriat kitablarında açıklanmıştır.
Diğer kısmı, "adab" tabir ediliyor ki, Siyer kitablarında zikredilmiş. Onlara uymamakla, bid'a ile hareket edilmiş olunmaz. Fakat Peygamberin adabına bir nevi karşı gelmektir ve onların nurundan ve o hakiki edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve adetler), fıtrı hal ve hareketlerde Rasul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın tevatürle malum olan hareketlerine uymaktır. Örneğin: Söylemek adabını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hallerin adabının kurallarını açıklayan ve muaşerete bakan çok Sünnetler var. Bu nevi sünnetlere "adab" tabîr edilir. Fakat o adaba uyan,adetlerini ibadete çevirir, o adabdan mühim bir feyz alır. En küçük bir adaba uymakla, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ı hatırlanır ve kalbe bir nur gelir.O adabla bir iş yapanın o işi;ibadet olur.Yoksa;o ibadetten ve sevabından mahrum kalır.
Adaba yönelik de olsa, Sünnetin aksine hareket edilse bile;muhalefet niyetiyle yapılmaması şarttır.
Örneğin;Rasul-i Ekrem(asm) sağa dönüp uyurdu,ben ise tam aksine sola dönerek uyurum demek insanı helakete götürebilir.
Hassas olduğunuz nokta;Sünnetin,farz,vacib ve nafilelerin ibadete yönelik olan kısımlarının fiilen yaşanmasıdır.Buna kesinlikle katılıyorum...Asl olan budur...
Ancak;adaba yönelik kısmınında hakkını vermek lazımdır.Adab kısmı da sünnete dahildir.En küçük adabı dahi;çok önemlidir ve hayat tarzı olan dinin kapsamına dahildir.

Saygılarımla

Oysa, “DİN” taklit kabul etmez!.


cümlesi biraz ters düşmüş,

zira biz elhamdülillah müslüman olarak doğduk,

ve dinimizi ilk önce taklit ile öğrendik,ve ecdad uzun devirler bu şekilde dini öğrendi ve öğretti,

ve sonra tahkike geçtik ,


mutlaka taklitle başlar ama tahkike geçmiyorsa..........bu uyarı ve anlatım burayı vurguluyor.
yazı kimin..........a.baki


Alternatif Bakışlar

MollaCami.Com