Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Allâhü Teâlâ’ya en sevimli olan ameller, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




20 Ocak Pazartesi • Hicrî: 8 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 07 Kânûn-ı Sânî 1429



KULAK ÇINLAMASI


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Birinizin kulağı çınladığında beni ansın ve bana salavât getirsin ve 'zekerallâhü men zekeranî bi-hayrin' desin”

Resûlullâh, “Muhammedün Resûlullâh sallalâhü aleyhi ve sellem” ve bunun benzeri salavat-ı şerife okumak ile zikredilir, anılır.

Mü'minin kulağı çınladığı esnada Resûlullah (s.a.v.) onu Cenâb-ı Hak katında anmış, ona duâ etmiştir. Mü’minin ruhu bunu duyduğu zaman kulağı çınlar. Bunun için salavât-ı şerîfe okuması tavsiye buyurulmuştur.

Nitekim ayak uyuşup karıncalandığında da salavât getirmek tavsiye edilmiştir.



MÜSLÜMANLAR MUHASARA ALTINDA

Muhammed Mustafa'ya (s.a.v.) peygamberlik verildiğinin yedinci senesinde, Mekke-i Mükerreme'deki müşrikler, müslümanların günden güne artıp kuvvet bulduklarını görünce onlara eziyetlerini bir kat daha artırmışlardı.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mensup olduğu Benî Hâşim'in ihtiyaç içinde yaşamaları için kendileriyle her türlü alışverişi ve münâsebeti kesmişler hattâ bu hususta bir ahitname de yazıp Kâbe-i Muazzama'nın duvarına asmışlardı. Artık Peygamberimizin kabilesi Benî Hâşim'den olanlar, -gerek müslüman olsunlar ve gerek olmasınlar- Ebû Talib’in mahallesinde mahsûr (çevreleri kuşatılmış) bir vaziyette kalmış, son derece sıkıntıya uğramışlardı. Diğer müslümanlar da gelip bu mahallede toplanmışlardı.

Bu muhasara üç yıl devam etmiş nihayet bu ahitnamenin evvelindeki Bismik'allâhümme (isminle ya Allah) ibaresinden başka bütün yazılarını güvelerin yemiş olduğunu Peygamber Efendimiz bir mucize olarak haber verdi. Gidip baktılar, bu hakîkati anlayınca müşrikler biraz utandılar, Hâşimîler aleyhindeki ittifakları bozdular, Benî Hâşim de kurtulup biraz nefes aldı.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Ben Abdulmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed'im. Muhakkak Allâhü Teâlâ bütün mahlûkâtı yarattı ve beni onların en hayırlıları içerisinde kıldı. Sonra onları iki fırkaya ayırdı ve beni en hayırlı fırkada kıldı. Sonra onları kabîlelere ayırdı ve beni en hayırlı kabîlede kıldı. Sonra onları evlere ayırdı ve beni en hayırlı evde kıldı...”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



21 Ocak Pazartesi • Hicrî: 9 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 08 Kânûn-ı Sânî 1429




RIZKI VEREN ALLÂH’DIR


Allâhü Teâlâ, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Görünürde rızık verenler Allâh’ın verdiği rızkı ulaştıran vâsıtalardır. Rızkı Allâh’dan istemelidir. O nasîb etmeyince kazanç yollarının hiçbirisinin faydası olmaz. Allâh’ın öyle rızık kapıları vardır ki onlar kapanınca bütün ticaretler de kapanır. Onun için ticaret sevdasıyla her şeyi unutmayıp hemen Allâh’ın zikrine dönmelidir.


PEYGAMBERİMİZ’İN MÜBÂREK NESEPLERİ


Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselam Efendimiz Arabistan'da Mekke-i Mükerrem’e şehrinde Rebîülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi, milâdın 571'inci yılının Nisan ayının yirminci gecesi, dünyâyı teşrif buyurmuştur.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Kureyş kabilesinden ve Hâşim ailesinden zuhur etmiştir. Muhterem pederinin adı Abdullah, dedesinin adı Abdülmuttalib, validesinin adı da Âmine'dir.

Fahr-i Âlem Efendimiz’in baba cihetinden mübarek nesepleri:

Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem Abdullah, Abdulmuttalib, Hâşim, Abdimenaf, Kusayy, Kilâb, Mürre, Kâ'b, Lüey, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nazr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizar, Meâd ve Adnan. Adnan, İsmail aleyhisselâmın oğlu Kayzar'ın neslindendir.

Adlarını yazdığımız bu zatlardan her birinin evlâdı birçok kabîlelere ayrılmış, Mâlik'in oğlu Fihr'in evladından da Kureyş kabîlesi teşekkül etmiştir.

Peygamber Efendimiz’in dedesi ve zamanında Kureyş kabilesinin reisi bulunan Abdülmuttalib'in on üç oğlu var idi. Bunlardan en ziyâde Abdullah'ı severdi. Çünkü, onda başka bir güzellik, başka bir nûrâniyet vardı. Abdülmuttalib, bu sevgili oğluna Kureyş kızları içinde her cihetten seçkini Benî Zühre reisi Vehb'in kızı Hz. Âmine'yi nikahla aldı. İşte bu iki kudsî fıtratın evlenmesinden de Peygamber-i Zî-şân Efendimiz dünyâyı teşrif buyurdu.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“De ki: Ey insanlar, Haberiniz olsun! Ben size, sizin hepinize Allâh’ın resûlüyüm. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü onun. Ondan başka ilah yok. Hem diriltir, hem öldürür. Onun için gelin Allâh’a ve resûlüne iman edin...”
(A’râf Sûresi, âyet 158)



22 Ocak Salı • Hicrî: 10 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 09 Kânûn-ı Sânî 1429




ALLAH İÇİN KARDEŞLİK YAPANLARIN DERECESİ

Ebû İdris el-Havelanî, Muaz b. Cebel’e (r.a.):

“Seni Allah için seviyorum.” dediğinde, Muaz:

“Sana müjdeler olsun, ben Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

“Arş-ı A’zam’ın etrafında nurdan kürsüler vardır. Bu kürsülere öyle kimseler oturacak ki, elbiseleri ve yüzleri nur gibi parlayacaktır. Bunlar, Peygamber değil, şehidler de değildir, fakat Peygamber ve şehidler onlara gıpta edecektir.” Bunlar kimlerdir? diye sorulunca, Resûl-i Ekrem (s.a.v.):

“Onlar, Allah için birbirini sevenler, Allah için buluşup oturanlar ve Allah için birbirini ziyaret edenlerdir.” buyurdu.



VELÂDET (MEVLİD) KANDİLİ


Yarın akşam, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) âlemleri şereflendirdiği Velâdet Kandili’dir.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Rebîulevvel ayının 12’nci Pazartesi gecesinde kâinâtı teşrîf etmişlerdir. Bu îtibârla bu ayın 12’nci gecesi hicrî senenin ilk kandilidir. Yarın akşam, Peygamberimiz (s.a.v.)’in dünyâyı teşrîflerinin kamerî 1487, milâdî yılla 1442. yılını idrâk edeceğiz.

Bu ay içerisinde mümkün olduğu kadar salât ü selâm getirmeli; Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye okumaya çalışmalıdır.

Bu gecenin mânevî zenginliğinden istifâde etmek için bir tesbîh namazı kılmalı, bir de Hatm-i Enbiyâ yapmalıdır.

Tesbih namazına şu şekilde niyet edilir:

“Yâ Rabbi, niyet eyledim rızâ-yı şerîfin için tesbîh namazına. Yâ Rabbi, bu gece teşrîfleriyle âlemleri nûra gark ettiğin Habîbin, başımızın tâcı Resûl-i Zîşân Efendimiz’in hürmetine ve bu gecedeki esrârın hürmetine ben âciz kulunu da afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle.” Allâhü Ekber, diyerek namaza başlanır.

(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Zikrin en hayırlısı, gizli olanıdır. Rızkın en hayırlısı, kâfî (miktarda) olandır.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




23 Ocak Çarşamba • Hicrî: 11 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 10 Kânûn-ı Sânî 1429




Resûl-i Ekrem’in Güzel Sûretİ: HİLYE-İ SAÂDET


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bütün yaratılmış olanların en güzeli en yakışıklısı idi. Mübarek vücûdu güçlü kuvvetli idi. Zayıf ve semiz olmayıp orta halde, etleri sıkıca idi. Münevver cildi ipeklerden yumuşaktı. Latif cisminin kokusu fevkalâde güzeldi. Dokunduğu şeylerden günlerce güzel kokular duyulurdu. Nezih cismi beyazdı, nûrânî idi. Bu beyazlık içinde latif bir pembelik parıldardı. Pek sevimli olan mübarek boyu ne kısa, ne de uzun idi. Bununla beraber, yanında bulunanlardan daima uzun görünürdü. Göğsü ve iki mübarek omuzlarının arası geniş idi ve nurlu omuzlarının arasında güvercin yumurtası gibi bir kırmızı ben nişanesi var idi ki bu bir hâtem-i nübüvvet; peygamberlik mührü idi.

O Nebiyy-i Zîşân'ın söz söyledikçe inci dânelerinden daha berrak olan dişlerinin parıltısı görülürdü. Parlak alnı genişti. Hilâl kaşları uzunca idi. Kaşlarının arası açıkça idi. Letafet nişanesi olan kirpikleri uzun ve siyah idi. Saâdetli sakalı sıkça idi, bir tutam boyunca bulunurdu. İrtihâlleri sırasında mübarek başıyla sakalının beyaz saçları henüz yirmi kadar bulunuyordu. Sünbüllerden daha zarif, daha güzel kokulu bulunan başının saçları ne pek kıvırcık, ne de pek düz idi, kulaklarının yumuşaklarını geçmezdi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz'in bütün âzaları pek mükemmeldi. Başkalarının göremeyecekleri, işitemeyecekleri kadar uzak yerlerde bulunan şeyleri görür, sesleri işitirdi. Pek vakarlı olan yürüyüşü, inişten aşağıya doğru akar gider gibi süratlice idi. Kendisini ilk gören bir kimse bir heybet içinde kalırdı, kendisiyle görüşüp konuşmak şerefine nail olan kimse ona karşı derin bir muhabbet duyardı. Onun yüksek evsâfını görüp yâdedenler onun bir mislini ne ondan evvel, ne de ondan sonra görüp bilmediklerini itiraf ederlerdi.

Hâsılı, o bir letafet ve mükemmeliyet hârikası idi. (Sallallâhu aleyhi vesellem)


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Bir kimse insanları hidâyete çağırırsa kendisini takip edenlerin sevapları, onların sevabından hiçbir şey eksilmeden onun defterine yazılır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)




24 Ocak Perşembe • Hicri: 12 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 11 Kânûn-ı Sânî 1429




HAZRET-İ ALİ'DEN (K.V.) HİKMETLER


Amel işlemekten ziyade amelin kabul edilmesi için gayret ediniz. Çünkü takva ile olan amelin sevabı, asla azalmaz.

Herhangi biriniz, işlediği günahından başka bir şeyden korkmasın, Allâh'tan başka bir kimseden bir şey istemesin.

Cahil kişi ilim öğrenmekten, âlim olan bir kimse de bilmediği bir sualle karşılaşınca, “Allah bilir” demekten utanmasın.

Sabrın imandaki mevkii, başın bedendeki rütbesi gibidir.

Tam ve gerçek âlim odur ki, nasihatlerinde halkı, Allâh'ın rahmetinden umutsuzluğa düşürmez. Allâhü Teâlâ’ya karşı isyan etmelerine ruhsat vermez. Onları Allâh'ın azabından emin kılmaz ve Kur'ân'ın hikmetini terk edip başka şeye gönül vermez.

İlimsiz yapılan ibadette, anlaşılmayan ilimde, tefekkürsüz okumakta hayır yoktur.

Bilmediğim bir mesele sorulduğunda, “Allah bilir” demem, ciğerimin hararetini en çok serinleten şeylerdendir.

İnsanlar, kendilerine karşı adaletli bulunulmasını isterlerse, nefisleri için arzuladıkları şeyi başkaları için de istesinler.

Şüphesiz, sıkıntı ve musibetlerin sona ermesinin bir müddeti vardır. Öyle ise akıllı kimse, başına bir belâ gelince müddeti geçinceye kadar sabretmelidir. Çünkü müddeti sona ermeden önce onu kaldırmaya çalışmak, sıkıntının artmasına sebep olur.

Bir kimsenin yaptığı günahın (dünyadaki) cezası ibâdette gevşeklik, maddî sıkıntı, lezzetin bozulmasıdır.

"Lezzetin bozulması nasıl olur?” diye sordular:

â€œİştahı çekip de eline helâl bir şey geçtiğinde karşısına mutlaka zevkini bozacak bir şey çıkar.” buyurdu.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Fitne ve fesad zamanında ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)



25 Ocak Cuma • Hicrî: 13 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 12 Kânûn-ı Sânî 1429




İSLÂMİYET'İ İLK KABUL EDEN ZÂTLAR

Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) kendisine peygamberlik verilince ilk evvel çevresinde bulunan bazı zâtları İslâm dinine davet buyurmuştu. Bu daveti ilk önce Hz. Hatîce validemiz kabul edip İslâmiyet şerefine nail oldu. Sonra Kureyş'in büyüklerinden olan Ebûbekr-i Sıddîk ile Peygamberimizin azatlısı olan Zeyd bin Harise ve Peygamberimiz'in amcası Ebû Talib'in henüz dokuz-on yaşında bulunan oğlu Hz. Ali kabul ettiler. Daha sonra da Hz. Ebûbekir'in daveti ile Osman bin Affan, Abdürrahman bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Zübeyr ibnü'l-Avvâm, Talhatü'bnü Ubeydillah (r.anhüm) hazretleri İslâmiyet'le müşerref oldular.

Nebiyy-i Âlî-şân (s.a.v.) Efendimiz, daha sonra insanları açıkca dine davete başladı. Herkese Allâhü Teâlâ'nın varlığını, birliğini, büyüklüğünü anlatarak ondan başkasına ibadet edilmemesini öğretiyor, hidayete kabiliyetli zatlar Müslümanlığa can atıyor, cehaletten kurtulup saadete eriyordu.

Bir müddet sonra Peygamberimiz'in amcalarından Hz. Hamza İslâmiyet'i kabul etti. Bundan biraz sonra da Ömeru'l-Fâruk müslüman olarak İslâm dininin yayılmasına çalıştı.

Peygamber-i Zîşân Efendimizi görüp müslüman olan zâtlara sahabe, ashâb denir.

Ashâb-ı kirâmın en büyüklerinden olan Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali (r.anhüm) hazretlerine hulefâ-yı râşidîn, denir ki, bunlar, Resûl-i Ekrem’den sonra sırasıyla hilâfet makamında bulunmuş, İslâm dinine pek çok hizmetler etmişlerdir.

Bu dört zât ile Abdürrahman bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Zübeyr bin Avvâm, Talhatü'bnü Ubeydillah, Sa'dübnü Zeyd ve Ebû Ubeydetübnü Cerrah (r.anhüm) hazretlerine de aşere-i mübeşşere denir.

Peygamberimiz (s.a.v.) bu on zâtın cennete gireceklerini müjdelemişlerdir.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Muhakkak ki önünüzde öyle sarp ve aşılması zor bir yokuş vardır ki, günahla yüklü olanlar o yokuşu (kolay kolay) geçemezler.” (Hadîs-i Şerîf, Hâkim, el-Müstedrek)



26 Ocak Cumartesi • Hicrî: 14 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 13 Kânûn-ı Sânî 1429





“DÖNÜŞ ANCAK ONADIR”


Mülk sûresinin 15. ve 23. âyetlerini Elmalılı Hamdi merhum şöyle tefsir etmiştir:

Her nerede olursanız olun, herhangi bir noktada, bir devlet ve cemiyette bulunursanız bulununuz, nihayet onun; Allâh’ın huzuruna toplanacaksınız. Böyle olmayan hiçbir ferd, hiçbir cemiyet yoktur.

O halde niçin sizi başkası yaratmış, başkası büyütmüş, sonra da ölmeyecek, bulunduğunuz dünyada kalacak yahut başkasına gidecekmiş gibi davranıyor, başkalarına kulluk ediyor, başkalarından korkuyor, nankörlük ederek bu süfliyyette kalmak istiyorsunuz da ona gideceğinize iman ederek her hareketinizde onun rızasını gözetip şükrederek ona gitmek istemiyorsunuz?

Eğer siz her nerede olursanız olunuz, ondan kulağınıza, gözlerinize, gönüllerinize eriştirilen haberleri güzelce, samîmiyyetle dinler ve onlara hıyanet etmeden hareket edecek olursanız hiçbir yerde ölümden kurtulamayacağınızı ve her nerede bulunursanız Rabb’imizin inayetiyle yaşadığınızı ve âkıbet ona gideceğinizi bilir anlarsınız. Ve bu anlayışla bütün yüzünüzü ona, onun kıblesine çevirerek ancak Allâh’tan korkarak ve ona şükrederek hareket edecek olsanız “Her nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir.” âyetinde bildirildiği üzere hepiniz onun huzuruna ak yüzle girmiş ve başka korkulardan kurtulmuş bulunursunuz.

O sizi her şeyden kurtarır ve murada erdirir. Ondan başka saydıklarınız ve korktuklarınız ise, onun elinden kurtaramaz. Olsa olsa birkaç günlük geçici bir zevk veya eleme sebebiyet verebilir, o da onun izin ve iradesi olursa yapabilir. Nihayet hepiniz ferd ferd veya cemiyet cemiyet veya bütün arz ve sema ile birlikte ona sevk olunur, onun huzurunda yeni bir hayat, ebedî ceza ve mükâfat için toplanırsınız.

O halde daima onun huzuruna varıp hesab vereceğinizi düşünerek onun nizam ve ahkâmından çıkmaksızın, küfür, zulüm, isyan ve şeytan yollarına sapmaksızın, nimetlerinin kadrini bilip azabından korunarak ve nimetlerine şükrederek onun nezdinde va’dedilen en yüksek hayata ermek için yürüyün.



Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“İdârecilerin en şerlisi, idâresinde bulunanlara zulmeden, merhameti az olan kimsedir. Sen sakın onlardan olma.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)



27 Ocak Pazar • Hicrî: 15 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 14 Kânûn-ı Sânî 1429




OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞUNDA ÂLİMLER


Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gâzi çocukluğundan itibaren büyük âlimlerin sohbetlerinde ve meclislerinde bulunur ve onların sağlam fikirleri ile hareket eylerdi. Asrın mümtâz âlim ve fakîhlerinden olan Edebâlî Hazretleri’ne damad oldu. 680/1281 senesinde pederinin irtihâlinde amcaları ve büyük biraderleri mevcûd olduğu hâlde istidâd ve ehliyetiyle bey oldu.

Osman Gazi, Selçuklu devletinin bir daha kuvvetini kazanamayacak derecede zayıf kaldığını görmüş, Moğolların İslâm memleketlerini yağmalamasına pek müteessir olmuştu. Bir taraftan yanına sığınan Müslümanları iskâna çalışıyor, bir tarafdan da Bizans Devletine âit memleketlere doğru gazalar yapıyordu. Kayınpederi Mevlânâ Edebâlî de âdil ve ilmiyle amel eden âlimler yetiştirmeye çalışıyordu.

699/1299 senesinde Selçuklu sultânı Alâeddîn’in esîr edilmesi üzerine Osman Gâzî istiklâlini ilan etmiş ve kayınpederi Edebâlî’yi de müftü tayin etmişti. Osman Gâzî dînî meselelerde olduğu gibi, devlet ve idâre işlerini de ona danışırdı. Edebâlî Hazretlerinin talebesi ve dâmâdı olup sultan adına ilk hutbeyi okuyan Tursun Fakîh de kâdı tayîn olundu.

701/1301 senesinde sancaklar teşkîl olunduğu sırada her tarafa müftî ve kâdîlar ta’yîn olunmuş ve Edebâlî Hazretlerinin önceki gayreti sayesinde muktedir ve âdil memûrlar ta’yîn edilmiştir. 726/1326 senesinde Edebâlî Hazretleri’nin vefatı üzerine Tursun Fakîh kayınpederinin yerine fetva makamına geçti.

Bütün Osmanlı hanedanı İslâmın hükümlerine uyarak dîn ve hukûk işlerine ait husûsları bu ilimlere vâkıf olan âlimlere havale etmişler, idare makamlarının en yükseği olan vezirleri dahi ilmiye sınıfından tayîne dikkat etmişlerdi.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Dua ile sema arası perdelenmiştir. Muhammed’e (s.a.v.) ve onun âline salevat okununca o perde kaldırılır.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabu'l-îmân)



28 Ocak Pazartesi • Hicrî: 16 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 15 Kânûn-ı Sânî 1429




MÜ’MİN KORKU İLE ÜMİT ARASINDADIR


Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.) buyurdular:

‘Cennete ancak bir kişi girecek’ diye gökten nida edilse, o bir kişinin ben olduğumu ümid ederim.

Yine ‘cehenneme ancak bir kişi girecek’ diye gökten nida olunsa o bir kişinin ben olduğumu düşünerek korkarım.’

İşte, en büyük korku ve en büyük ümid budur.




SEYYAH-I ÂLEMDEN MISIR’IN FETİH MÜJDESİ



Sultan Selim Han Şam kalesinde âlimlerle sohbet esnasında Şeyh Nâsır-ı Tarsûsî hazretlerine:

“Efendi, biz Mısır fatihi olabilir miyiz” dediler. Hz. Şeyh Nasır: “Müjde sana sultanım, Resûlullah’ın (s.a.v.) manevî huzurunda Hz. Ali (k.v.);

“Sultan Selim önce Rum ve Acem'e malik olur sonra Cezîretü'l-Arab'a malik olur.” buyurdular. Cezîretü'l-Arab Mısır'dır. İnşallah sultanım Mısır fetholunur ve hâdimü'l-Haremeyn olursunuz.” buyurdular.

Bir âlim de, “Sultanım, Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Azîm’de senin Mısır fatihi olacağını açıklamıştır. Hz. Ali bunu Hz. Hüseyin'e ondan Zeynelâbidîn Hazretlerine ve ondan Seriy-i Sakatî ve ondan da Hz. Cüneyd-i Bağdâdî'ye tebliğ eylediler ki Enbiyâ Sûresinin 105. (Ve lekad ketebnâ…) âyetinde (Velekad) lafzının ebcedi 140'tır (Vav; 6, lam; 30, kaf;100, dal;4: 140). Selim lafzı da 140 olup Selim olduğuna işarettir (sin; 60, lam; 30, yâ;10, mîm; 40: 140). Zikir lafzı 920'dir (Zel; 700, kâf; 20, rı; 200: 920). “Min ba'di'z-Zikri 920'den sonra feth olur, demektir. “İnnel arda yerisuhâ” daki el-arz lafzı Mısır’a işaret eder. İbâdiyessâlihûn'dan murad sizsiniz, Mısır'a vâris oluyorsunuz, demektir.” dedi. Sultan,

“Saltanat müddetimiz ne ola?” dediğinde

"Cidden gayrı bilmem” der ve başka bilmiyorum demiş görülür. Meğer (cidden) lafzının ebced değeri, 8 olup saltanatları sekiz yıl olmuştur.


(Evliya Çelebi, Seyahatname)


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Bir ara ben uyurken (rüyamda) bana bir bardak süt getirildi. Onu içtim, öyle ki tırnaklarıma kadar kandım. Artanı da Ömerübnü’l-Hattâba verdim. Onu nasıl tevil buyurdunuz yâ Rasûlüllâh, dediler. O ilimdir, buyurdular.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




29 Ocak Salı • Hicrî: 17 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 16 Kânûn-ı Sânî 1429




HZ. ÖMER (R.A.) VE NİL



Nil nehri taşarak faydalı olur ve belli zamanlarda taşardı. Hz. Ömer’in (radıyallâhu anh) halifeliği devrinde Hicretin 21. senesinde Hz. Amrübnü'l-Âs’ın Mısır’ı fethettiği sene Nil nehri âdeti üzere taşmadı. Mısır halkı,

“Yâ Amr eskiden beri âdetimiz odur ki, Nil taşmadan bir gün evvel her sene bir kızı yakût ve cevherlerle süsleyip, kilolarca şeker, zahîre ve binlerce ekmek ve peksimet ile birlikte Nil’e bırakırız. Ertesi gün veya o gün Nil taşmağa başlar”, dediler. Hz. Amrübnü'l-Âs:

“Hâşâ, Nil'in taşması için kız atmak ve Allâh’ın bu kadar nimetlerini isrâf etmek dînimizde yoktur.” diye cevap verdi.

Kırk gün geçti Nil taşmadı. Mısır içinde insanların arasında dedikodu oldu. Bazıları da erzakları sakladı, Mısır’da kıtlığa sebep oldu. Mısır’da halk perişan olmuş ve nice kimseler hicret edip gitmişlerdi.

Amr hazretleri Hazret-i Ömer’e Mısırlıların yaptıklarını tafsîlatıyla yazıp gönderdi. Hazret-i Ömer Amrübnü’l-Âs'a, “Nil’e kız atma batıl âdetini kaldırman iyi oldu” diye cevap yazdı. Ayrıca Nil’e atması için bir mektup gönderdi:

“Besmele’den sonra: Ey Nil, eğer kendi kuvvet ve kudretinle akıyorsan sana ihtiyacımız yoktur. Allâh’ın emri ve kudreti ile akıyorsan yükselerek ak.”

Mektubun sonunda da Nuh aleyhisselamın gemiye binerken Müslümanlara okumalarını emrettiği “Bismillâhi mecrâha ve mürsâha inne Rabbî le-Gafûru’n-Rahîm.” (Hûd, 41.) âyet-i kerimesini yazıp gönderdi.

Hz. Amr, Hz. Ömer'in mektubunu aldı, okudu ve Mısır ileri gelenleri ile gidip Nil’e Hz. Ömer'in selâmını söyleyip mektubu Nil’e bıraktı. Altmış günden beri taşmayan Nil Allah’ın izni ve besmelenin bereketiyle taşıp cümle Mısır ahâlîsi sevindiler.

Allâh’a hamd olsun ki o zamandan beri Nil hep akmaktadır. (Evliya Çelebi, Seyehatname)


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: Kulum farzlarla benim azâbımdan kurtulur. Nafilelerle de kulum bana yaklaşır.”
(Hadîs-i Şerîf, İhyâu Ulûmiddîn)


30 Ocak Çarşamba • Hicrî: 18 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 17 Kânûn-ı Sânî 1429




HZ. İDRİS ALEYHİSSELÂM


Hz. İdris aleyhisselâm, büyük bir peygamberdir. Hz. Şit'ten sonra peygamberliğe nail olmuştur. Birçok ilim ve hikmetler ile göklerin sırlarını bilirdi.

İlk yazı yazan ve ilk elbise diken Hazret-i İdris aleyhisselamdır. Yeryüzünde üç yüz altmış sene yaşadı. Nihayet, Hak Teâlâ tarafından yüksek bir makama kaldırılmıştır.



KAZA NAMAZI ve NAFİLE NAMAZLAR

Kaza namazı kılmak, nafile namaz kılmaktan evlâ ve daha mühimdir. Fakat farz namazların sünnetleri -müekked olsun olmasın- bundan müstesnadır.

Bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi doğru değildir.

Hatta kuşluk ve tesbih namazları gibi, haklarında hadîs-i şerîf bulunan nafile namazlar da böyledir.

Çünkü bu sünnetler, farz namazları ikmâl eder; tamamlar. Bunların telafisi mümkün değildir. Kaza namazlarının ise, muayyen vakitleri olmadığı için telafileri mümkündür.

Bununla beraber namazları kazaya bırakmak günahtır. Bu günahdan mümkün mertebe kurtulmak için sünnetleri feda etmek uygun olmaz.

Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadette bulunarak ilâhî affa ilticâ etmesi icabederken, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şefâatine vesile olacak sünnetleri, nafileleri nasıl terk edebilir.

Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını, kendilerini tamamlayan sünnetlerden ayırmak iki kat kusur olmaz mı? Buna aykırı olan bazı nakiller muteber değildir, müftâbih olan fetvaya aykırıdır.

Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya müsait vakit bulamadıklarını iddia edenler, insaflı sayılmazlar. Beyhude yere en kıymetli zamanlarını zayi eden insanlar, böyle bir iddiaya ne yüzle cüret edebilirler? (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali)


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“Yâ Rasûlallah! En faziletli amel hangisidir, diye soruldu. ‘Allah azze ve celleyi bilmek.’ buyurdular. Hangi ilmi murad buyurdunuz, diye soruldu. ‘Allah sübhânehûyu bilmeyi’ buyurdular. Biz amelden soruyoruz, siz ilimden cevap buyurdunuz, dediler. ‘Allâh’ı bilerek yapılan az amel menfaat verir, Allâh’ı bilmeden yapılan çok amel fayda vermez.’ buyurdular.”

(Hadîs-i Şerîf, İhyau Ulûmiddîn)



31 Ocak perşembe • Hicri:19 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 18 Kânûn-ı Sânî 1429




“ALLÂH’IM FAYDA VERMEYEN İLİMDEN SANA SIĞINIRIM”


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

• “Her kim ilmi öğrenir ve öğretirse, işte bu kimse göklerin melekûtünde azîm (büyük, ulu zât) olarak çağırılır.”

• “Bilmeyene yazıklar olsun, bilip de amel etmeyene üç defa yazıklar olsun.”

• “İnsanlara hayrı emredip kendisini unutan âlimin misâli insanları aydınlatırken kendisini yakan mum gibidir.”

• “Kıyâmet günü azâbı en şiddetli olan, Allâhü Teâlâ’nın ilmiyle menfaatlendirmediği âlimdir.”

• “Kıyâmet günü âlim misin, câhil misin? diye suâl olunduğunda hâlin nice olur yâ Uveymir? Eğer âlimim desen ilminle ne amel işledin? denir. Eğer câhilim desen mâzeretin neydi de ilim talebinden geri kaldın, denir.”


İmâm-ı A’zam hazretlerine “Bu ilmi nasıl elde ettiniz?” diye soruldu. Şöyle buyurdular: “İnsanlara anlatmakta cimrilik etmedim. Başkalarından istifâdeden de bir an geri durmadım. Bir meseleyi anladığım vakit “Elhamdülillâh” dedim. Böylelikle ilmim artmış oldu.”

İlim takvâya ve Allâh korkusuna vesîle olduğu için şereflidir. Kimin ilmi Allâh korkusu ve takvâ meyvası vermiyorsa bu ilim vebâldir ve dalâlete sebeptir. Nitekim Resûlullâh (s.a.v.) şöyle duâ ederlerdi:

“Allâh’ım, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.”


KIT’A:


Mansıbda bir olsa dahi ger âlim ü câhil,
Zâhirde müsâviyse hakîkatte bir olmaz.

Altun ile farzâ ki berâber çekile seng,
Vezn içre bir olmak ile kıymette bir olmaz.

(İbn-i Kemâl Paşa)

Yani: Âlim ile cahil rütbede bir olsada hakîkatte denk olmaz.
Altın ile taşın ağırlıkları aynı olsada kıymetleri bir olmadığı gibi.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“İlim, islâmın hayâtı ve imanın direğidir. Kim ilim öğretirse Allâhü Teâlâ onun mükafatını tam verir. Kim öğrenir ve amel ederse Allâhü Teâlâ ona bilmediklerini öğretir.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr)




1 Şubat Cuma • Hicrî: 20 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 19 Kânûn-ı Sânî 1429



FAYDALI İLİM

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Kıyâmet gününde en ağır azabı görecek olan, Allâhü Teâlâ'nın ilminden kendisini faydalandırmadığı âlimlerdir.”

Yine Peygamber Efendimiz buyurdular:

“Kul, bildiği ile amel etmedikçe âlim olamaz.”

“İlim ikidir. Biri dilde olandır ki bu, Allâhü Teâlâ'nın kulları aleyhine bir delildir; diğeri, kalbde olan ilimdir. İşte faydası olan ilim de budur.”

“Ahir zamanda ibâdet edenler cahil ve âlimler fâsık olur.”

“Âdi kimselerle mücadele, alimlere karşı üstünlük taslamak ve bu suretle yalnız insanların iltifatına mazhar olmak için okumayın! Zira bu gaye için okuyanlar Cehennemdedir.”

“Bilgisini gizleyene Allâhü Teâlâ ateşten gem vurur.”

“İlmi çoğaldığı halde ahlâkı düzelmeyen, Allâh'a uzaklıktan başka bir şey elde edemez.”

Nahv âlimi Halil bin Ahmed şöyle der: “İnsanlar dört kısımdır.

1- Anlar ve anladığını bilir (yani bildiği ile amel eder); bu âlimdir, buna uyun.

2- Anlar fakat anladığını bilmez. Bu gâfildir, bunu ikaz edin.

3- Bilmez fakat bilmediğini bilir (Buna cehl-i basit derler); bu yol arıyor, buna doğru yolu gösterin.

4- Anlamaz, fakat anlamadığını bilmez (Bilirim zanneder, buna cehl-i mürekkeb derler, tedavi kabul etmediği için); onu terk edin.”


Süfyan-ı Sevri (r.a.): “İlim, ameli da'vet eder; eğer amel geldiyse ne güzel, gelmezse ilim de göç eder.” buyurmuştur.



ATALAR SÖZÜ:


• Geriden görene güreş kolay gelir.

• Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"


“(Hakîkî) zenginlik, mal çokluğundan değildir. (Hakîkî) zenginlik ancak nefis zenginliği (kanâat etmek)dir.”
(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)



02 Şubat Cumartesi • Hicrî: 21 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 20 Kânûn-ı Sânî 1429




HİÇBİR MÜSLÜMANI HAKİR GÖRME


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir'e (r.a) şöyle buyurdular:

“Yâ Ebâ Bekir! İnsanların dünyaya koştuğunu gördüğün zaman sen âhiret için çalış.

Her zaman ve her yerde Allâhü Teâlâ’yı zikret.

Sen Allâhü Teâlâ’yı zikredersen o da seni zikreder (rahmet ve mağfiretiyle muâmele eder).

Müslümanlardan hiç kimseyi hakir görme. Zira Müslümanların küçükleri Allâhü Teâlâ nezdinde daha büyüktür.”





“KANÂAT BİTMEZ TÜKENMEZ HAZİNEDİR.”


Allâhü Teâlâ -meâlen-: “Dünyâ hayâtındaki maîşetleri biz taksîm ettik.” (Zuhruf, 32) buyurdu.

Hadîs-i şerîfde: “Allâh’ın sana takdîr buyurduğuna râzı olursan insanların en zengini olursun.” buyuruldu. Muhakkak Allâh’ın taksîm buyurduğuna râzı olanın kalbi zengin olur, başkasının elindekine bakmaz. Kanâat bitmez tükenmez hazinedir.

Kanaatle zenginlik ve servete nail olunur. Kanâat eden fakir ise de zengin olur. Kim kanâat etmezse zengin ise de fakîrdir.


Yetecek kadara kanaat etmek iffete götürür.


Kim kadere razı olursa az bir şeye kanaat eder.


Dünyada insanın başına gelen şeyler zayıflığından değildir, kurtulduğu şerlerden de kendi kuvvetiyle kurtulmuş değildir. Kaçırdığını zannettiği dünya fırsatlarından ümîdini kesen huzurlu olur. Rahatın tamamı Allâh’ın taksîmine rızâ göstermekte ve sadece vaktin icabına göre hareket etmektedir. Hüznün tamamı, geçmiş işlere eseflenmek ve dünyanın gelecek işlerinin kaygısını çekmektedir.

Hasılı, saâdetin tamamı ve her türlü nâiliyyet Allâh’ın kazâsına rızâ ve taksîm ettiğine kanâattedir. Kul, efendisinin verdiğine razı olmalı gelecekte nereden nasıl ve ne geleceğinin kaygısını çekmemelidir. Zira bu ona ait bir iş değildir.


Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Cennet kadınlarının en faziletlisi Hz. Hadîce, Hz. Fâtıma, -Firavn’ın hanımı- Hz. Âsiye, Hz. Meryem’dir.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




03 Şubat Pazartesi • Hicrî: 22 Rebîulevvel 1434 • Rûmî: 21 Kânûn-ı Sânî 1429



DÜNYA KADINLARININ EFENDİLERİNDEN HZ. ÂSİYE


Hz. Âsiye, Hz. Mûsâ aleyhisselâm’ın hayatta kalmasına vesile olmuş, ona en büyük hizmetlerde bulunmuş ve nihayet ona iman etmiş yüksek iradeli bir kadındır.

Hz. Mûsâ doğduğu sırada Allâhü Teâlâ annesine “Çocuğunu endişesiz emzir, şâyet çocuğun hakkında bir fenalık hissedersen onu bir sandık içinde Nil nehrine bırak, hiç üzülme, çocuğun sana tekrar iade edilecektir. Büyüdüğünde de ona peygamberlik vazifesi verilecektir.” diye ilham etti.

Hz. Mûsâ’nın annesi, çocuğuna bir zarar geleceğinden korktuğu vakit, bir sandık içinde Nil nehrine bırakmış, Firavn'ın sarayının yanından akıp giderken görülerek saraya alınmıştı.

Firavn bir rüya görmüştü. Rüyası, İsrailoğullarından bir erkek çocuğu senin mülkünü ve saltanatını elinden alıp dinini değiştirecektir, diye tabir olununca Firavn, doğacak olan erkek çocukların öldürülmesini emretmişti. (Bu cümle peygamberler tarihinden) Hz. Âsiye Firavn’a “Bu yavrucak bana ve sana bir göz aydınlığı olur, bunun hayatına kıymayınız. Belki bize bir faydası dokunur yahut evlat ediniriz.” demişti.

Bu suretle Hz. Mûsâ’nın hayatını kurtarılmasına vesîle olan Hz. Âsiye ileride Hz. Mûsâ’ya iman edip onu tasdik etmekle, Hz. Mûsâ gibi o da Firavn ile karşı karşıya gelmişti. Hz. Mûsâ’nın hayatı ve onun dini uğrunda kendi hayatını feda etmiş, Firavn’ın çok acı işkenceleri ile şehit olmuştur.

Hz. Âsiye “Rabb’im! Benim için yanında, cennetinde bir ev yap da beni Firavn’dan ve onun kötülüklerinden kurtar!” duâsını bu işkencelere maruz kaldığı sırada yapmış ve derhal duası kabul olunup cennetteki makamı kendisine gösterilip güle güle dünyadan ayrılmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm’de Tahrîm sûresinin on birinci âyetinde, Hz. Âsiye mü’minlere bir fazilet örneği olarak zikredilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “(Geçmiş ümmetlerde) Erkeklerden kemâle eren çok oldu. Hâlbuki kadınlardan yalnız Firavn’ın kadını Âsiye ile İmrân’ın kızı (Hz. İsa’nın annesi) Meryem’den başka hiç biri kemale erişemedi…” buyurarak onun faziletine işaret etmiştir.



Copyright © 2013 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş


kıssadan hisse

MollaCami.Com