Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "






Hicri : 25 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 4 şubat 1427
Miladi : 17 Şubat 2012 Cuma




Bir ârâbî gelip “Yâ Resûlallâh! İnsanların en hayırlısı kimdir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ömrü uzun ve ameli güzel olandır.” buyurdular. .

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî





“ONLARLA OTURANLAR BEDBAHT OLMAZLAR”


Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki:
“Allâhü Teâlâ'nın yollarda dolaşıp, zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allâhü Teâlâ'yı zikreden bir topluluk bulduklarında 'Aradığınıza gelin.' diye birbirlerini çağırırlar. Onları kanatlarıyla kuşatarak dünyâ semâsına kadar doldururlar. Allâhü Teâlâ onları -daha iyi bildiği halde- meleklere sorar:
'Kullarım ne diyorlar?' Onlar,
'Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmîd okuyorlar, sana ta'zim (temcîd) ediyorlar.' der. Allâhü Teâlâ,
‘Onlar beni gördüler mi?’
‘Hayır, yâ Rabbi.’
‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’
‘Eğer seni görselerdi, daha çok ibâdet ederler, daha çok ta'zim ve tesbihde bulunurlardı.’ derler. Allâhü Teâlâ buyurur:
‘Onlar ne istiyorlar?’ Melekler,
‘Senden cenneti istiyorlar?’
‘Cenneti gördüler mi?’
‘Hayır, Yâ Rabbi!’
‘Yâ görselerdi ne yaparlardı?’
‘Eğer görselerdi, cennete karşı daha çok hırslı olurlar, ona daha çok rağbet ederler, onu daha çok isterlerdi’ derler. Allâhü Teâlâ buyurur:
‘Neden sığınıyorlar?’
‘Cehennemden sığınıyorlar.’ derler.
‘Onu gördüler mi?’ ‘
Hayır, Yâ Rabbi!’
‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’
‘Eğer görselerdi, ondan daha çok kaçarlar, daha çok korkarlardı.’ derler. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ:
‘Sizi şâhit kılıyorum, onları affettim.’ buyurur.
“Onlardan bir melek der ki: Onların arasında, onlardan olmayan günahkâr falan kul da var. O başka bir ihtiyâcı için uğramıştı, (aralarına) oturuverdi.”
Allâhü Teâlâ, ‘Onu da affettim. Onlar öyle bir cemâattir ki, onlarla oturanlar, bedbaht olmazlar.’ buyurdu.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "






Hicri : 26 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 5 şubat 1427
Miladi : 18 Şubat 2012 Cumartesi




Allah (c.c.), bu ümmete her yüz senenin başında onlar için dinlerini yenileyecek birini gönderir.”

(Hadîs-i Şerif—Ebû Davûd)





NE DEDİLER, NE YAPTILAR


Şakîk bin İbrâhîm (rh.) dedi ki:

İnsanlar dört şeyde dediklerinin aksini yaptılar:

1- ‘Biz Allâh’ın kullarıyız.’ dediler fakat hürler gibi hareket ettiler, emrine uymadılar.

2- ‘Allâhü Teâlâ bizim rızkımıza kefildir.’ dediler fakat kalbleri ancak dünya ile tatmin oldu.

3- ‘Âhiret dünyadan hayırlıdır.’ dediler fakat dünya için mal toplamakla meşgul oldular, âhiret için amel hazırlamadılar.

4- ‘Biz elbette öleceğiz.’ dediler fakat hiç ölmeyeceğini zanneden kimseler gibi amel ettiler, dünya için çalıştılar.




ÜLKEYİ İLİM MAMUR EDER


Fatih Sultan Mehmed, Edirne'ye giderken, yolculuk esnasında, Molla Kırımî'ye: “Molla! Kırım vilayeti mamur bir yermiş, Orada pek çok âlim ve kâmil kimseler yetişirmiş. Hatta, bu gün bile altıyüz âlim varmış ki, hep kitap telifi ile uğraşırlarmış, gerçek midir?” demiş.

Molla: “Evet efendimiz, öyleymiş. Bendeniz sonlarına yetiştim. Lakin şimdi ne o mamuriyetten eser, ne o âlimlerden haber var! Kimse kalmadı.” demiş.

Padişah sebebini sorunca Molla Kırımî: “Efendim, bir hain vezir çıkıp alimlere buğz ve düşmanlık etti. Aralarına nifak düşürdü. Gitgide ayrılığa düştüler ve sonunda âlim kalmadı. Bu yüzden memleket de harabeye yüz tuttu. Malum-ı devletinizdir ki, memleketin mamûr olması ilim ve marifet iledir.” demiş.

Padişah Sadrazam Mahmud Paşa'yı huzuruna davet edip Molla'nın söylediklerini anlatarak:

“İşte Kırım gibi koca bir memleketin harabına bir vezirin kötü idaresi sebeb olmuş.” diye Mahmud Paşa'yı îkâz etmek isteyince Paşa demiş ki: “Efendimiz, suç vezirin değil, Kırım Hanı'nındır.

Öyle doğru yoldan ayrılmış birini vezir yapmış ve idareyi onun ellerine teslim etmiştir.”
Padişah, Mahmud Paşa'ya hak vermiştir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "






Hicri : 27 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 6 şubat 1427
Miladi : 19 Şubat 2012 Pazar



Rabbin bal arısına da şöyle vahyetti: Dağlardan ve ağaçlardan ve çardaklardan göz göz evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin müyesser kıldığı yollara gir. İçlerinden renkleri muhtelif bir içecek peydâ olur ki onda insanlara bir şifa vardır. Şüphesiz ki bunda tefekkür edecek bir kavim için elbet bir ibret var.”

(Nahl Sûresi, ayet 68-69






BİR TAS BALDAN ÇIKAN HİKMETLER


Bir gün Hz. Ali hasta oldu. Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.anhüm) Hz. Ali'yi ziyarete geldi. Hz. Ali'nin evinde bir tas bal bulundu. Hz. Ali balı onlara ikrâm etti. Tas ak idi. İçinde kızıl bal ve balın içinde bir kara kıl vardı.


Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, her birimiz üçer temsil bulmayınca bu balı yemeyiz, dedi. Ebû Bekr-i Sıddîk:
“İslâm dini bu tastan nurludur, iman baldan tatlıdır, dinin hükmü kıldan incedir.” dedi. Ondan sonra Hz. Ömer:
“Cennet bu tastan nurludur, Cennetin nimeti baldan tatlıdır, sırat köprüsü kıldan incedir.” dedi.

Ondan sonra Hz. Osman:
“Kur’ân’ın nuru tastan nurludur, Kur’ân okumak baldan tatlıdır, Kur’ân’ı tefsir etmek kıldan incedir.” dedi. En sonra da Hz. Ali:
“Konuğun nuru tastan nurludur, konuğun sözü baldan tatlıdır, konuğun gönlü kıldan incedir.” dedi.
Böylece her biri haline göre, münâsip söz söylediler.





BEL SAĞLIĞINIZ İÇİN DİKKAT EDİNİZ!


1- Ağır bir yükü kaldırmayın, çekerek veya iterek tek başınıza götürmeyin.

2- Hafif olsa da yerdeki bir cismi çömelerek alın, belden eğilerek bir şey almayın. Yükün ağırlığını belinize değil, bacaklarınıza verin.

3- Bir ağırlık taşırken gövdenize yakın tutun, belinizi dik tutun, bükmeyin.

4- Bir eşyayı iki kişi taşıyorsanız, birbirinize haber vermeksizin bırakmayın.

5- Ağır bir yükü belinizden daha yükseğe kaldırmayın.

6- Yük taşırken belinizle değil, vücudunuzun tamamı ile dönün.

7- Sandalye veya koltukta otururken eğilerek yerden bir şey almayın.

8- Boyunuzdan yüksek yerlerden bir şey alacağınız zaman önce ayağınızın altına bir şey koyup hizasına geldikten sonra eşyayı alın.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "






Hicri : 28 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 7 şubat 1427
Miladi : 20 Şubat 2012 PazarTesi





Ne zaman veya nerede olursan ol Allâh’a karşı gelmekten sakın.”

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)





ÎTİKÂDDA VE AMELDE MEZHEB


Mezheb, ictihâd ehliyetine sâhip âlimin edille-i şer'iyye (kitap, sünnet, icmâ ve kıyas)dan çıkardığı mesele ve hükümlerdir.
Erkek ve kadın her müslümanın îtikatta ve amelde mezhebini öğrenip bilmesi vâciptir.
“İtikatta mezhebin hangisidir?” denirse, “Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebidir.” demelidir. Ehl-i sünnet ve cemâat demek, Resûlullâh’ın (s.a.v.) ashâbı ve cemâati (radıyallâhü anhüm) demektir. Onların her biri İslâm dininin nûrudur. Onların itikâdı nasıl ise ben de o îtikad üzereyim, demelidir.
Ehl-i sünnetin itikatta imâmı ikidir. Birisi İmâm Ebû Mansûr-i Mâtürîdî, diğeri İmâm Ebü'l-Hasen Eş'arî'dir.
Hanefî âlimleri îtikatta İmâm Ebû Mansûr Mâturîdî’yi, Şâfiî âlimleri ise İmâm Ebü'l-Hasen Eş'arî'yi imâm edinmişlerdir. Bu iki imâm arasında birkaç îtikat meselesinde fark vardır. Bu iki imâm, ehl-i hidâyet ve ehl-i sünnettir.
Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebi haktır, doğrudur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırkadan başkası cehennemliktir.” buyurdular. “O hangi fırkadır?” diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” buyurmuştur.
İtikâdı, Ashâb-ı Kirâm'ın itikâdına uygun olan müslümanlara Ehl-i Sünnet, Fırka-i Nâciye, Ehl-i Hak denir. Buna uymayanlara Ehl-i Bid'at, Fırak-ı Dâlle denir.
“Amelde mezhebin hangisidir?” denirse, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe mezhebindekiler “Hanefî mezhebi” demelidir. Şafiî, Hanbelî ve Malikî mezhebindekiler de mensûbu bulundukları mezhebi söylerler.
Kur’ân-ı Kerîm'de ve Hadîs-i Şerîflerde farz, haram, helâl gibi hükümlerin bazısı açıktır, herkes anlar. Bazısı gizlidir, onları ancak müctehid olan âlimler anlar. Allâhü Teâlâ ictihâda ehil olan âlimlere çalışıp hükümler çıkarmalarını, Kur’ân-ı Kerîm ve Resûlullâh'ın sözü ve fiilleri ile ve Ashâb-ı Kirâm'ın icmâ'ı ile gizli olanları delillerle ve kıyâs ile meydâna çıkarıp anlatmalarını, bunlarla amel etmelerini ve müctehid olmayanlara öğretmelerini emretmiştir. Müctehid olmayanlar bu müctehidlerden birine uymak ve onları taklîd etmek ile emrolunmuşlardır.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "






Hicri : 29 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 8 şubat 1427
Miladi : 21 Şubat 2012 Salı




Her kim işlediği bir ameli (kendisini medhetmeleri için) insanlara duyurursa, Allâhü Teâlâ da kıyâmet günü onun bu yaptığını mahlûkatına duyurur da onu tahkîr eder ve küçük düşürür. ”

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)





RİYAKÂRLIĞIN ACI SONU


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
Kıyamet günü bir kısım insanlara cennete girmeleri emrolunur. Onlar da cennete yaklaşırlar, kokusunu duyarlar, oradaki sarayları ve Allâhü Teâlâ’nın cennetliklere hazırladığı şeyleri seyrederler. O sırada “Onları cennetten uzaklaştırın. Onların cennette hiç nasibi yoktur.” diye nida olunur.
Onlar da, daha önce hiç kimsenin duymadığı bir pişmanlık ve üzüntü içinde geri dönerler ve “Ey Rabbimiz! Sen keşke bizi, bu sevabı ve veli kullarına hazırladığın bu nimetleri göstermeden önce doğrudan cehennemine atsaydın bizim için daha kolay olurdu.” derler.
Allâhü Teâlâ da şöyle buyurur: “Bu, benim sizin hakkınızda istediğim şeydir. Zira siz, insanlardan uzak kaldığınız zaman büyüklük ve azamette benimle yarıştınız. İnsanlarla karşılaştığınız zaman ise onlara karşı mütevazı oldunuz, -kalplerinizdekine aykırı olarak-riyakârlık yaptınız. İnsanlardan korkup çekindiniz, ama benden korkmadınız. İnsanlara hürmette bulundunuz, ama bana hürmette bulunmadınız. İnsanlar için terk ettiniz ama benim için terk etmediniz.
İşte bu gün ben sizi o sevab ve mükâfatlardan mahrum bıraktığım gibi size pek şiddetli azabı tattıracağım.”





KİTAPLARI EZBERLEYEN ÂLİM: MOLLA EFDALZÂDE


Sultan ikinci Mehmet devri müderrislerinden Molla Efdalzâde önce Bursa'daki Murâdiye Medresesi'nde, sonra İstanbul'da Sahn Medreseleri'nde vazife yaptı. Daha sonra Sultan İkinci Mehmed kendisini İstanbul kadısı yaptı. İkinci Bâyezit devrinde şehrin müftüsü oldu ve bu vazifede iken vefat etti. (M. 1502)


Onun talebelerinden Molla Muhyiddin Fenârî, uzun müddet ondan ilim aldığını, şer'î veya aklî olsun, hafızasında bulunmadık hiçbir mesele görmediğini söylemiş ve: “İlim kitaplarının tamamı kaybolsa bile onları hafızasından yazdırabilirdi.” demiştir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "





Hicri : 30 Rebîü'l-Evvel 1433
Rumi : 9 şubat 1427
Miladi : 22 Şubat 2012 çarşamba




“Mü’minler, alçak gönüllü ve yumuşak huyludurlar.”

(Hadîs-i Şerîf, Kuzâî, Şihâbü'l-ahbâr







ALLÂHÜ TEÂLA’NIN EN SEVDİĞİ DUÂ

Duâ ettiğiniz vakit, doğudan batıya bütün Ümmet-i Muhammed'e birden duâ ediniz. Yalnız kendinize duâ etmeyiniz. Bir beldeye yağmur yağdığında, o beldede olan bütün bağlar, bahçeler, tarlalar sulandığı gibi Allâh katında makbûl olan bir duâ sebebiyle Cenâb-ı Hak bütün halkı ilâhî ihsânına mazhar eyler.
Allâh’ın en sevdiği duâ: “Allahümmağfir li-ümmeti Muhammedin rahmeten âmmeten.” (Allâh’ım, rahmetinle bütün Ümmet-i Muhammed'i bağışla)
Bu sebepten umûma, bütün Müslümanlara duâ eyle ki belki senin duân Allâh katında makbûl olur da bütün halkın ihyâsına, faydalanmasına sebep olmuş olursun. Bundan büyük nimet mi olur?
Cenâb-ı Hakk cümlemizi duâsı makbûl ve râzı olduğu kullarından eyleye. Âmin.





REBÎULÂHİR AYI


Yarın idrâk edeceğimiz Rebîulâhir ayı, kamerî ayların dördüncüsüdür.
Hayırlı ömür, düşmana galebe ve kötü ölümden muhâfaza için, bu ay müddetince sabah-akşam üçer kere şu duâ okunmalıdır:
“Sübhânallâhi mil’el-mîzân ve müntehe’l-ilmi ve mebleğa’r-rizâ ve zinete’l-arş.” (Duâ ve İbâdetler, Fazîlet Neşriyat)





REBÎULÂHİR AYI İCTİM‘I, RU’YET VE BAŞLANGICI


Hicrî Kameri 1433 yılı Rebîulâhir ayı ictima’ı (22 Şubat Çarşamba) Türkiye saati ile 00.35’de.
Ru’yet, ise yine bugün 22 Şubat Çarşamba günü Türkiye saati ile: 13.22’de.

Hilâl’in görüldüğü yerler: Çin, Hindistan’ın orta ve kuzey kesimi ile Asya kıtasının orta ve batı kesimi ile Avrupa kıtasının tamamı ile Afrika kıtasının orta ve kuzey kesimi.

Hilâl; Türkiye, Almanya, Avusturya, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından da görülebilecektir.
Hilâl’in görüldüğü günü takip eden 23 Şubat Perşembe de Rebîulâhir ayının 1’i olmaktadır.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş



" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "





Hicri : 1 RebÎulâhir 1433
Rumi : 10 şubat 1427
Miladi : 23 Şubat 2012 Perşembe




Yaptığın kötülüğün arkasından, onu yok edecek bir iyilik yap.”

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)





RESÛLULLÂH’IN İRTİHALİNDEN BEŞ GÜN ÖNCEKİ HUTBESİ

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ecelinin yakın olduğunu bilince Hz. Bilâl'e emir buyurdu, halkı dâvet etti. Her taraftan Ashâb-ı kirâm mescide geldiler. Hz. Rasûlullah kalktı, minbere çıktı. Allâh’a hamd ve sena etti. Kendinden bahsetti. Ondan sonra bir hutbe okudu. Dinleyenler, gözlerinden yaş yerine kan akıttılar. Cennet nimetlerini müjdeledi, cehennemden korkuttu, cihâd için Ashâbını teşvik etti. Orada bulunanların hepsi çok ağlaştılar ve:
"Ey Allâh’ın Rasûlü! Bu ne hutbesidir? Kalplerimizi yaktı" dediler. Rasûlullah (a.s.) şöyle buyurdu:
"Bu hutbe veda edenin hutbesidir;
Biliniz ki benim aranızdan ayrılmam yakındır. Şüphesiz Allâhü Teâlâ ölümü her mahlûka hükmetti. Ne Allâh’a yakın melek, ne de Nebiyy-i mürsel kalır. Ancak Bâkî olan Allâhü Teâlâ’dır.
Benden sonra Peygamber gelmez. Peygamberlerin sonuncusu ve Rasûllerin efendisi benim. Siz bütün ümmetlerin hayırlısısınız. Allâh’tan korkup ibâdetle meşgul olunuz. Kendisinden korkan kimseye Hak Teâlâ, beklemediği yerden rızık verir. Şehâdet kelimesini dâima getiriniz, tekrar ediniz. Namazı kılınız, zekâtı veriniz, gücünüz yeterse hacca gidiniz, Ramazan ayında oruç tutunuz, Allâh'ın helâl ettiği şeyleri helâl, haram ettiğini de haram kabul ediniz.
Kardeşlerimi görürseniz onlara selâmımı söyleyiniz.
Selmân-ı Fârisî:
"Ey Allâh'ın Rasûlü! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?" dedi.
Hz. Rasûlullah (s.a.v.): “Siz benim Ashabım ve yardımcılarımsınız. Kardeşlerim, benden sonra gelen ve beni görmedikleri halde bana iman edenlerdir.” buyurdu ve şu âyet-i kerîmeyi okudu -meâlen-:
"Her halde Resûlullah’ın yanında seslerini kısanlar, onlar, o kimselerdir ki Allah kalblerini takvâ için imtihân etmiştir, onlara hem bir mağfiret hem de büyük bir ecir vardır.” (Hucurât Sûresi, ayet: 3)
Resûlullah (s.a.v.) bu hutbeyi, vefatından beş gün evvel okudular. Aleyhissalatü vesselam.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "



Hicri : 2 RebÎulâhir 1433
Rumi : 11 şubat 1427
Miladi : 24 Şubat 2012 cuma




" Bir mü’minin, din kardeşine üzüntü verecek şekilde sert bakması helâl olmaz.”

(Hadîs-i Şerîf, İbn-i Mübârek, ez-Zühdü ve'r-Rekâik)





ÖFKE ŞEYTANDANDIR


Kötü bir ahlâk olan öfke, külün altındaki köz gibi kalbde saklı olan bir ateştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmetine bu kötü ahlâktan sakınmalarını emredip buyurdular:


• “Öfkelenmekten sakının. Zira öfke, âdemoğlunun kalbinde ateş yakar. Öfkelenen birini görmez misiniz; gözleri nasıl kızarır, şah damarları nasıl şişer? Biriniz öfkeleneceğini hissettiği zaman ya uzansın veya vücudunu yere değdirsin.”


• “Sizden bazıları çabuk öfkelenir ve çabuk sakinleşir. Yani biri diğeriyle denk olur.
Bazıları da geç öfkelenir ve geç sakinleşir. Yine biri diğeriyle denk olur.
Fakat sizin en hayırlınız geç öfkelenen ve çabuk sakinleşendir.
En şerliniz de çabuk öfkelenen ve geç sakinleşendir.”


• “Kim istediği takdirde (gücü yettiği hâlde) gerçekleştirebileceği bir öfkesini yenerse, Allah kıyâmet gününde onun kalbini rızâsı ile doldurur.”

Ömer bin Abdülaziz (rh.) bir gün bir sarhoş gördü. Adamı yakalayıp cezalandırmak isteyince sarhoş kendisine sövdü. Ömer bin Abdülaziz bırakıp geri döndü. Yanındakiler “Ey mü’minlerin emiri! Adam size sövünce siz onu bırakıp döndünüz.” dediler. “Bıraktım, çünkü o, bana sövmekle beni öfkelendirdi. Şayet ben onu cezalandırmış olsa idim, nefsimin öfkesinden dolayı onu cezalandırmış olurdum. Bir Müslümanı nefsim için cezalandırmak istemedim.” dedi.





İNSANLIK NASIL OLUR


Fudayl bin Iyaz rahimehullah buyurdular ki:
Şunları yapan kimse insanlığa nail olur:

Ana babasına iyilik yapan, akrabalarını ziyaret edip gözeten, kardeşlerine ikramda bulunan, ailesine, çocukları ve hizmetçilerine karşı ahlâkı güzel olan, dinini yaşayıp muhafaza eden, malını haramdan koruyan ve malının zekâtını veren, dilini kötü sözlerden koruyan, evini ihmal etmeyen, mâlâyânî (boş işler) ile uğraşanlarla oturup kalkmayan.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "




Hicri : 3 RebÎulâhir 1433
Rumi : 12 şubat 1427
Miladi : 25 Şubat 2012 cumartesi.




" Tevâzûun başı, iyilik ve takvâ ile anılmayı çirkin görmen(hoşlanmaman)dir.”

(Hadîs-i Şerîf, İthâfü's-Sâde





MEDİH VE ZEM KARŞISINDA İNSANLAR


Medih ve zem; (övme ve yerme) karşısında insanlar dört kısımdır.

Birinci kısım: Medih sebebiyle memnûn olur ve medhedene (övene) teşekkür eder. Zem karşısında da öfkelenir ve zemmedene (kötüleyene) karşı kin besler. Ona aynı şekilde mukâbele eder veyâ aynı şekilde mukâbele etmek ister. Bu kısım, insanların çoğunun içinde olduğu durumdur.
İkinci kısım: Zemmeden kimseye içinden kızar, fakat ona karşı aynı şekilde mukâbele etmekten elini ve dilini tutar. Medhedene karşı içinde bir sevgi olur, memnûniyet duyar. Fakat sevincini ve memnûniyetini belli etmez. Bu da bir noksanlıktır, fakat birinciye göre iyi bir haldir.
Üçüncü kısım: Bu, kemâl derecesinin başıdır. Medhedilmek ile zemmedilmek onun için farksızdır. Zemmolunmak onu üzmez, medholunmak da onu sevindirmez.
Bu kısmın alâmetleri: Medheden kimsenin ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği arzu ve gayreti, zemmeden için de göstermek, medhedenin ölümüne üzüldüğü kadar zemmedeninkine de üzülmek, bir musîbete uğradıkları zaman ikisine de aynı derecede üzülmek, bir kusur işledikleri zaman zemmedenin kusurunu medhedeninkinden daha büyük görmemektir. Medheden yanında uzun müddet kaldığı zaman, bundan bir rahatsızlık duymadığı gibi zemmedenin kalmasından da rahatsızlık duymamaktır.
Dördüncü kısım: Medhi çirkin görür ve medhedenden hoşlanmaz. Çünkü onun kendisi aleyhinde bir fitne olduğunu ve kendisine zarar vereceğini bilir. Kendini zemmedeni de sever. Çünkü o kendine ayıplarını bildirip, doğruyu gösterir.
İmâm-ı Gazâlî Hazretleri der ki: Bizim gibilerin en son ulaşabileceği ikinci kısımdır. Yâni medhe sevindiğini ve zemme üzüldüğünü gizlemek, sözü ve hareketleri ile dışarıya bildirmemeğe çalışmaktır. Fakat alâmetlerine baktığımız zaman bu kısımda olamadığımızı fark ederiz. Çünkü biz, ihtiyaçlarını görmekte, ikrâmda bulunmakta medhedeni zemmeden üzerine tercih ederiz.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "




Hicri : 4 RebÎulâhir 1433
Rumi : 13 şubat 1427
Miladi : 26 Şubat 2012 pazar.



“ Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ayakkabı giymekte, saçını sakalını taramakta, abdest almakta, (hâsılı) bütün hususlarda sağdan başlamaktan hoşlanırdı.”

(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî.






HELÂ ÂDÂBI


İslâm Dîni temizliğe çok kıymet vermiştir. Vücûdumuza bir pislik bulaşırsa onu yıkamadan namaz sahîh olmaz. İnsanlar kabirlerinde en önce temizlikten sorulurlar. Temizlik namazın yarısıdır. Binâenaleyh küçük veya büyük abdestten sonra bunların çıkmış olduğu yerleri tamamen temizlemek gerekir ki, buna “istincâ” denir. Bu temizleme su ile yapılır.

İstincâ'da temizliğe fazla dikkat edip idrar ve benzeri pislik eseri bırakmamağa “istinkâ” denir. İstincâ'dan sonra ayağa kalkmadan temiz bir bez veya benzeri ile ve sol el ile kurulanmalı; temizlik için kullanılan suyun kalıntılarını gidermeğe çalışmalıdır.

Erkekler idrar yaptıktan sonra, idrar sızıntısının kesilmesini beklemeleri gerekir ki, buna “istibrâ” denir. İstibrâ her insanın bünyesine göre değişebilir. Bekleyerek, biraz yürüyerek, ayakları hareket ettirerek veya öksürerek yapılır. İdrarın kesildiğine kâni olunca, istincâ yapılır, su ile yıkanır.
Bir hadîs-i şerîfte “İdrar (sıçramasın)dan çok korununuz; çünkü kabir azabının çoğu ondandır.” buyuruldu. Bunun için idrardan son derece sakınmalı ve temizliğe dikkat etmelidir.

Kadınlarda istibrâ yoktur.

Helâya girmenin bazı âdâbı vardır:
Helâya sol ayakla girmek ve girmeden evvel “Allâhümme innî eûzü bike mine'l-hubusi ve'l-habâis” duâsını okumak, sağ ayakla çıkmak ve çıkınca “Elhamdülillâhillezî ezhebe anne'l-ezâ ve âfânî min zâlike” duâsını okumak âdabdandır.

Helâda kıbleye karşı veyâhut kıbleye arka vererek bulunmak ve dışarıda ise rüzgâra karşı, oturulacak yerlere, yol üzerine, mescit civarına, mezarlığa, durgun ve akar sulara, ırmak kenarlarına abdest bozmak da mekruhtur.
Bir özür olmadıkça idrarı ayakta yapmak da mekruhtur.
Helâda iken konuşmamalı, din veya dünyâ işleri düşünmemeli, avret yerine ve pisliklere bakmamalı, helâya tükürmemelidir.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "




Hicri : 5 RebÎulâhir 1433
Rumi : 14 şubat 1427
Miladi : 27 Şubat 2012 pazartesi.


" Sabır ve duâ, mü’minin ne güzel silahıdır.”

(Hadîs-i Şerîf, Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs..





MÜHİM İŞLERDE DUÂ

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)’e uyarak her mühim işte kalb huzuru ile kabûlüne inanarak ve son derece tevazu içinde yalvararak duâ etmek gerekir. Zira mümin, samimi duâsı ile yardıma, hayır ve berekete nâil olur. Birçok belâyı kaldırır, düşmanların şerrini defeder. Bu husûsda pek çok hadîs-i şerîfler vardır. Her hayırlı işte dua ve yalvarma ile emrolunmuşuzdur.


Nitekim Allâhü Teâlâ “Ve şayed kullarım sana benden sual ettilerse muhakkak ki ben çok yakınımdır, bana dua edince duâcının duâsına icabet ederim. O halde onlar da benim da'vetime koşsunlar ve bana hakkı ile îmân etsinler ki rüşd ile gidebilsinler.” (Bakara sûresi âyet 186) buyurdu. Yine “Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin.” (A'râf sûresi, âyet 55) buyurmuştur. Mühim işlerde duâ etmek Peygamberlerin aleyhimüsselâm ve ümmetlerinin en müttakîlerinin (Allah korkusu en fazla olanların) sünnetleridir.


Allâhü Teâlâ’ya duâ etmeden; din ve dünya husûsunda ondan yardım istemeden önce duânın kabûlü için evvela İslâm akâidini, inancını tam öğrenmek ve gıdası helâl ve elbisesi temiz olmak, farz amelleri yerine getirerek dînin rükünlarını tamamlamak şarttır. Bu hususları elde etmek için de Allâhü Teâlâ’ya ilticâ etmelidir.





BİR MESELE

Gülmenin üç şekli vardır:
Yüzde gülmenin alâmeti olup ağızdan aslâ ses çıkmaz; buna tebessüm; ‘Gülümseme’ denilir.
Eğer ses olup yalnız kendi işitirse ‘Gülme’ denir.
Eğer başkasının işiteceği derece olursa ‘Kahkaha’ denilir.
Bir kimsenin namaz içinde tebessümü abdest ve namazdan hiç birini bozmaz.
Namaz içinde gülme ancak namazı bozar.
Namaz içinde kahkaha hem abdesti, hem de namazı bozar.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "





Hicri : 6 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 15 Şubat 1427
Miladi : 28 Şubat 2012 Salı



“İnsanlardan korkusu, kişiyi hak bildiği şeyi yapmaktan alıkoymasın.”

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)






İLMİHAL:......................MÜKELLEFLERİN FİİLLERİ


Farz ve vâcib ikisi de Cenâb-ı Hak tarafından işlenmesi emrolunan ameldir. Kat'iyyen, yani şüphe götürmez ve te'vîl kabul etmez şekilde emrolunmuş ise farz denir. Eğer öyle kat'î olmayıp da başka mânâya hamlolunabilecek (gelecek) şekilde emrolunmuş ise vâcib denir.
Meselâ beş vakit namaz kılmak farzdır. Kur'ân-ı Kerîm'de beş vakit namazı kılınız diye açıkça emrolunmuştur. Ama Kurban Bayramında kurbân kesmek vâciptir. Kevser Sûresi'nde “...Namaz kıl ve kurban kes” diye mutlak olarak emrolunmuştur. Bayram namazı kıl ve kurban kes diye açıkça bildirilmediğinden vâcib olur da farz olmaz.
Farzı terk eden Cehennem azâbına lâyık ve inkâr eden kâfir olur. Vâcibi terk eden de Cehennem azâbına müstehak olur. Ama inanmayan kâfir olmaz.
Sünnet, Resûlullah (s.a.v.) Hazretlerinin çoğu zaman işlemiş olduğu şeydir. Terk eden azâba lâyık olmaz, lâkin itâba (azarlamaya) müstehak olur. Ezân okumak, kâmet getirmek ve namazı cemâatle kılmak gibi.
Müstehab, Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) ömründe bir veya iki kere işlediği yâhud işlenmesinde sevâb olduğunu beyân etmiş olduklarıdır. İşlemeyene azâb ve itâb (azarlama) yoktur, lâkin işleyene sevap vardır. Nâfile namaz kılmak, nâfile oruç tutmak ve nâfile sadaka vermek gibi.
Mübâh, gerek işlenmesinde, gerek işlenmemesinde sevâb ve günâh yoktur. Oturmak, kalkmak, yürümek gibi.
Haram, Allâhü Teâlâ'nın katiyyen yasakladığı şeydir ki farzın mukâbilidir. Onu işleyen Cehennem azâbına müstehak ve helâl sayan kâfir olur. Zinâ, gıybet, yalan, iftirâ ve insan öldürmek gibi.
Mekruh, iki kısımdır: Biri tahrîmen mekruhtur ki vâcibe mukâbil olur ve onu işleyen Cehennem'e lâyık olur, lâkin inanmayan kâfir olmaz. Eşek eti yemek ve yatsı namazını gece yarısından sonra kılmak gibi.
İkincisi tenzîhen mekruhtur ki işleyen azâba lâyık olmaz, lâkin ahirette azarlanmaya lâyık olur.


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "




Hicri : 7 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 16 Şubat 1427
Miladi : 29 Şubat 2012 Çarşamba




"Ramazan ayı, o öyle bir aydır ki, o ayda insanlara doğru yolu gösteren ve açık âyetleri ihtivâ eden, hak ile bâtılın arasını ayıran Kurân-ı Kerîm nâzil olmuştur. Onun için sizden Ramazan ayında hazır bulunan, o ayın orucunu tutsun..."

(Bakara Sûresi, âyet 185)






ALLAH KATINDA FAZİLETLİ OLMANIN YOLU

“Bişr-i Hâfî (k.s.) anlatıyor: “Bir gece rüyamda Rasûlüllah Efendimiz'i (s.a.v.) gördüm.
Bana: 'Ey Bişr! Allahü Teâlâ'nın seni hangi sebeple akrânından üstün kıldığını biliyor musun?' dedi.
'Bilmiyorum, yâ Rasûlallah.' dedim.
‘Sünnetime tâbî olman, sâlihlere hizmet etmen, din kardeşlerine nasihat etmen, Ashabıma ve ehl-i beytime mahabbetinin fazla olması sebebiyle.' buyurdu.”
HENDEK MUHAREBESİ
Selmân-ı Fârisî Hazretlerinin delâleti ile şehrin etrafına hendek kazılmış ve müdafaaya hazırlanılmıştı.
Hendek Muharebesi'nde Mekke müşrikleri Ebu Süfyan'ın kumandasında 4 bin kişilik mücehhez bir ordu ile Medine-i Münevvere’yi kuşattılar ve şehri bir ay müddetle gayet sıkı bir muhasara altında tuttular.
Medine-i Münevvere’de kıtlık hüküm sürüyor, Müslümanlar yiyecek bulamıyorlardı. Ashâb-ı kiramdan bazılarının üç gün bir şey yemedikleri olurdu. Karınlarına taş bağlarlardı.
Muhasara gün geçtikçe şiddetleniyor, düşman, Müslümanların üzerine taş ve ok yağdırıyordu. Müşriklerin Ebu Süfyan, Hâlid bin Velîd ve Amr bin Âs gibi büyük reisleri orduya birer gün kumanda ediyor; şehre hücum için hazırlanıyorlardı. Fakat hendeği geçemediler.
Nihayet Allah tarafından şiddetli bir fırtına çıkarak kâfirlerin yiyecek depolarını yerinden söküp attı; karargâhlarını alt-üst etti. Bunun üzerine düşmanlar harp meydanını terk ettiler. Müslümanlar da geniş bir nefes aldılar.
Kur'ân-ı Kerîm bu vak'adan şu âyet-i kerîme ile bahseder:
“Ey îman edenler! Allâh’ın ni'metini hatırlayın. Hani size ordular gelmiş de biz onların üzerine rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.” (Ahzâb Sûresi, âyet 9)

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "





Hicri : 8 Rebiü'l-Ahir 1433
Rûmî: 17 Şubat 1428
Rumi : 17 Şubat 1427
Miladi : 1 Mart 2012 Perşembe





" Bu (kıyâmet) gün(ü o kâfirlerin) ağızlarını mühürleriz de bize neler yaptıklarını elleri söyler ve ayakları şehâdet eder.”

(Yâsîn Sûresi, âyet 65)





KIYÂMET ÖYLE BİR GÜNDÜR Kİ…

Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerinde kıyâmet günü şöyle anlatılmıştır:
Bütün insanlar kabirlerinden uyanıp Allâhü Teâlâ'nın huzurunda kıyam edecek ve onun huzurunda muhâkemeye durup haklı haksızdan hakkını alacaktır. (Mutaffifîn Sûresi, âyet 6)
O gün, hak ile bâtılın ayırt edileceği gündür. (Mürselât Sûresi, âyet 38)
İnsanın kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacağı bir gündür. (Abese Sû. 34, 36)
O gün ki ne mal fayda verir ve ne de oğullar. Ancak Allâh’a selim bir kalb ile varan başka. (Şuara Sû. 88, 89)
Alım satımın ve dostluğun olmadığı bir gündür. (Bakara Sûresi, âyet 254)
Kâfirler, azabtan kurtulmak için yeryüzündeki şeyleri bir misliyle beraber fidye (olarak) verseler, kabul olunmayacaktır. (Mâide Sûresi, âyet 36)
O gün zalimlere hiçbir mazeretleri fayda vermeyecek ve onlar Hakk'ın rahmetinden kovulacaklardır. (Mü'min, 52)
Sadıklara doğruluklarının mükâfâtının verileceği bir gündür. O gün Allah onlardan râzıdır, onlar da Allâh'tan râzı olacaklar. (Mâide Sûresi, âyet 119)
Herkes hayır veya kötülükten ne yapmış ise o gün önüne konulacaktır. (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 30)
Birtakım yüzler pırıldar, güler ve sevinir. Birtakım yüzler vardır ki üzerlerini toz toprak sarar ve karanlık kaplar. İşte bunlar kâfirlerdir. (Abese Sûresi, âyet 38, 42)
Birtakım yüzlerin ağaracağı, birtakım yüzlerin de kararacağı bir gündür. Yüzleri kara çıkanlar, îmândan sonra küfretmelerinin, nankörlük etmelerinin cezâsı olarak azabı tadacaklardır. (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 106)
Allâhü Teâlâ, peygamberini ve onunla beraber îmân edenleri utandırmayacak, nurları önlerinde ve sağlarında koşacaktır. (Tahrim Sûresi, âyet 8)
Müşrikler yüzleri üzerine o ateş içinde sürüklenecekler ve cehenneme atılacaklardır. (Kamer Sûresi, âyet 48)
Namuslu kadınlara iftirâ edenlerin aleyhlerine dilleri, elleri ve ayakları neler yaptıklarına dâir şâhitlik edecektir. (Nur Sûresi, âyet 24)


Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş

" Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym "





Hicri : 9 Rebiü'l-Ahir 1433
Rumi : 18 Şubat 1427
Miladi : 2 Mart 2012 cuma





“Her insan çok hatâ eder. Hatâ işleyenlerin en hayırlıları çok tevbe edenlerdir.”

(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)







ŞÂH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİ


Muhammed Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri, “Silsile-i Sâdât'ın on beşinci halkasıdır. Silsilenin on dördüncü halkası olan Seyyid Emir Kilâl Hazretleri'nin halîfesi, silsilenin on altıncı halkası olan Alâuddin Attar (k.s.) Hazretleri'nin üstazıdır. Künyesi, Muhammed Bahâüddin Şâh-ı Nakşibend el-Üveysî el-Buhârî'dir (Kaddesallâhu sirrahu'l-azîz). 718 (m.1318) senesinde dünyâya geldi ve 791 (m.1389) senesinde Rebîu'l-evvel ayının üçünde, pazartesi günü vefât etti.
Hazret-i Hace'nin dosdoğru halleri, Resûlullah Efendimiz’in sünnetine göre amelleri Buhara'da yayıldı. Âlimlerin çoğu Hazret-i Hace'nin sohbetine meylettiler; kendisinin sevenleri oldular. O vakitte âlimlerin önde geleni Buhara'da Mevlâna Hüsameddin Asilî ve Mevlâna Hamideddin Şaşî idi. Bilhassa, Mevlâna Hüsameddin, Hace'nin doğru hallerini, güzel işlerini olduğu gibi gördüğünden, medreseyi ve dersi bıraktı. Onun sohbetine devam etmeye başladı. Onu tanıyanlar ileri geri bazı sözler söylediler.
Mevlâna Hamideddin, Hazret-i Hâce'nin hakkı batıldan ayırma hususunda ciddiyetini bildiği için bir meclis kurdu. Şâh-ı Nakşıbend hazretleri onların da hazır bulundukları mecliste “Biz, Hak talibiyiz. Gayemiz odur ki, bizim girdiğimiz yol, Resûlullâh Efendimiz Mustafa'nın yolu ola ve sünnete tabi olmak, hakkı batıldan ayırmak üzere ola. Sizler ise bu zamanın ardınca gidilen kimselerisiniz. Kur'ân’ın emri, Resûlullah Efendimiz’in hadîs-i şerîfleri, Ashâbın halleri sizden öğrenilir. Bizim yolumuz kitab ve sünnete arz olunsun; eğer uygunsa onunla amel edilsin; uygun değilse ondan dönülsün” buyurdular.
Mevlâna Hamideddin de, onların yanında: “Sizin yolunuz gayet iyidir; Resûlullâh'ın sünneti yoludur. Bütün Müslümanlara bu yola girmek düşer.” dedi. İtiraz edenler, diyecek hiç bir şey bulamadılar; inkârları ikrâra, soğuklukları muhabbete döndü.



Copyright © 2012 Fazilet Neşriyat Tic. ve A.Ş


kıssadan hisse

MollaCami.Com