Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


OKUMA AŞKI

OKUMA AŞKI
Kırlangıç Dağı’nın eteklerinde kurulmuş şirin mi şirin bir Orta Anadolu köyünde; diğer günlerden farkı olmayan bir günü haber veriyor fecir vakti…Hayrın ve bereketin işareti ezan sesi karşı dağlara çarpıp dönüyor,sadalar yataklarından ayrılan ak yüzlü, aydınlık gönüllü köylülerin yüzlerine temas ediyordu Sonra da aslına dönüş gayretiyle dağa yöneliyordu.Bu hadise ezan bitinceye kadar mütemadiyen tekrarlanıyordu.. Dualar ve göğe müteveccih nurani yüzler…
Tek minareli köy camiinin taşlı yollarını arşınlayan dingin bedenler, bastonuna dayanarak sabah yoklamasına yetişmeye gayret eden ak sakallı dedeler,babalarının elinden tutmuş minikler… Herkes ve her şey uyanmış güneşin doğmasından çok önce.İmamın davudi sesi yankılanıyor duvarlarda.Yuvalarından kalkan kuşlar, yeni gelen güne merhaba demek için birbirleriyle yarış halinde;çok sesli bir koro iş başında.
İbrahim Hoca ilmiyle maruf ve meşhur olmuş bir .Evladını en güzel şekilde terbiye gayretinde.Yaptığı her şeyde terbiye baş sırada geliyor.Dirayetli, değerlerine bağlı ;fakat muasır olmadan bir şey olmayacağının da farkında.Semavi bütün dinlerin işaret ettiği faziletleri, kültürel bir miras olarak aktarmak isteyen şuurlu bir alim, milletini düşünen bir vatanperver, çocuklarına karşı müşfik bir baba…
Dört erkek ,üç kız çocuğu vardı.Kızlarının hepsini baş göz etmişti.Onların yuvalarında me’sud bir şekilde yaşaması İbrahim Hoca’yı çok mutlu ediyordu.Erkeklerin en büyüğü toplumun selametiyle vazifeli bir polis memuru idi.Diğer oğulları da mekteplerini bitirmek üzereydi.Yarım asırdır üzerine dayandığı rahleyle baş başa kaldığında derin tefekkür faslı başlar,düşüncesi onu bir menzilden alır başka bir menzile götürürdü.Kim bilir birkaç yıl sonra küçük Ahmet’i ve otuz yıllık göz aydınlığı eşi ile birlikte baş başa yalnız yaşamaya mecbur kalacaktı.Hayatının semeresi , Ahmet’inin firakına nasıl dayanacak, nasıl tahammül edecekti bilinmez.Hz.Yakup’un ,Yusuf sevgisinin mahiyeti ne ise Ahmet’i ile alakası da öyleydi.Seher vakitlerinde elleri semaya doğru yönelmiş Rabbine iltica ediyor ve münacatı semanın ta ötelerine doğru yükseliyordu.
”Nasıl sabrederim Ahmet’imden ayrılmaya?”cümlesini dilinden düşürmüyordu.Ahmet ne zaman :
”Canım babam,ne olursun benim de okumama izin ver.Köyde kalmak istemiyorum .Okumak istiyorum.Ağabeylerimi okuttun ama beni okutmak istemiyorsun.Bu bana haksızlık değil mi? Allah aşkına izin verin bana; ilçeye gidip okula yazılayım.İlkokulu bitireli üç yıl oldu.”diye konuşmaya başlasa ,gözleri doluyor,ayrılığın hüznü bütün varlığını kaplıyor,özlem burnunun direğini sızlatıyordu.Tabiiki kendisi de oğlunun cahil kalmasından yana değildi ;fakat daha önce okula giden öğrencilerin yaşadıkları olumsuz tecrübelerin de büyük tesiri vardı Ahmet’i okula göndermek istememesinde.Bütün bunları mülahaza edince elini kaldırır ve tok bir sesle :
”Hayır dedim oğul,hayır!”der kestirip atardı.Sanki bu mevzu hiç açılmasın der gibi.
Ahmet ,okuma arzusunun yakıp bitirdiği yüreğini saran ürpertiyi bastırmak için derin bir nefes alır, başını öne eğerdi her konuşmanın sonunda.En son tartışmalarında da böyle oldu. Ancak bu sefer annesi kapıdan çıkarken kolundan tuttu Ahmet’i…Bir an göz göze geldiler:
“-Üzülme oğulcuğum.Ben senin okuman için ne lazımsa yapacağım.Metin ol.Üzülme artık,ağlama ne olur…”
Ahmet hıçkırarak annesine sarıldı.Gözyaşları yere ulaşıp sel olmak için birbiriyle yarışıyordu.Annesi ,eliyle Ahmet’in kafasını okşuyor, teselli etmek için bağrına sarıyordu yavrusunu,küçük Ahmet’ini…
O gün bu hadiseyi yaşayan herkesin içinde bir ukde kalmıştı.Sanki mecburen yaşanan bir hadiseden geriye kalan ve hatırlaması acı verici ,bir o kadar da masum bir tartışma imiş gibi…
İbrahim Hoca istemez mi oğlunun okumasını?Lakin …
Sabah nasıl oldu kimse bilmez. Ama herkes için zor geçtiği kesindi. Güneşin cılız ışıkları dünyaya göz kırparken küçük adımlar dağa doğru yöneldi. Kırlangıç Dağı’nın kekik kokusunu ciğerlerine çeke çeke dağın sırtından aşıp diğer tarafa geçti.Aşağıya doğru keklik gibi sekerek inmeye başladı.Okuma aşkının yaktığı yüreği ,bir saatlik yolu yarım saate düşürmekte zorluk çekmedi.
İlçenin sınırlarına girmesi , ortaokula ulaşması..Hepsi çok kısa bir zamanda oldu. İçeri girdi.Kapıda duran nöbetçi öğrenciye meramını anlattı.Nöbetçinin gösterdiği odaya girdi.Heyecandan neredeyse kalbi duracaktı.Kahverengi ,uzunca bir masanın arkasında oturan kır saçlı adam gözlüğünün üstünden baktı.Misafiri şöyle tepeden tırnağa inceledi.Sesi gayet sert ve saldırgandı.
Ahmet, o kadar kararlı olmasa belki de odaya girmeye cesaret edemezdi.Müdür muavini Ahmet’e dönerek sordu:
“-Bir arzun mu var delikanlı?”
Ahmet ,yutkunmakta zorluk çekti.Elleri titriyor,avuç içleri terliyor,yüzü kızarıyordu.
Cesaretini toplayarak ürkek bir sesle cevap verdi:
“-Evet efendim.Okula yazılmak istiyorum da…”
İşte nice zamandır hayal ettiği kayıt olma işinin başında idi.Allah, onun dualarını kabul etmiş,ona merhamet göstermiş ve yardımını ondan esirgememişti.Ahmet de tefekkür ettiği atiye ulaşmak için ısrarlı olmalı, bütün gayretini sarfetmeli ve maharetini göstermeliydi.
“-Kaç yaşındasın oğlum?”
“-On dört yaşındayım…İlkokulu bitireli üç yıl oldu.Babam okutmayacaktı beni.Ben de ondan habersiz kaçıp geldim.Söyleyin yazılacak mıyım?”
Gözleri ,yaşlı muavinde sabitlenmişti. Menfi bir cevap alma ihtimali bütün zihnini meşgul ediyordu.Bir kaç dakikalık sessizliğin ardından Ahmet’i hayal kırıklığına uğratan kelimeler adamın ağzından dökülmeye başladı:
“-Evladım, sen eğitim-öğretim çağının dışına çıkmışsın.Artık kayıt olman mümkün değil!..”Bu cevap aldı götürdü Ahmet’i maziye .Okula yazıldığı ilk günlere ...Fiş cümlesini kaybettiği için kulağını çeken posbıyık Rıfkı Hoca’ yı, ayağı kırıldığı zaman kucağında sağlık ocağına kadar götüren İsmet Hoca’yı,babacan Hüseyin Hoca’yı…Hatıraları birbiri ardına sıralanıyordu.Derken okuma-yazmaya talim çalışmaları.Temrinler ,seyahatlar, okuma müsabakasında birinci gelmesi, okul birincisi olması..Sekinet mi indi semadan,okuma aşkı mı müessir oldu,belki de annesinin duasındaki metanet kapladı mevcudiyetini ,bilinmez.Ne olduysa oldu.Ok gibi fırladı çıktı kapıdan .Hükümet konağına giden yolu yıldırım gibi geçti.Kapıya bile vurmadı içeri girmek için...Zembereğinden boşanmış saat misali bir bir anlattı yaşadıklarını.Müdür bey bir şey demedi.Sadece yerinden doğruldu.Ahmet’in kafasını okşayarak:
”-Aferin oğlum,aferin.”dedi.”Keşke bütün öğrenciler senin gibi olsa.Okuma aşkıyla yazılsa okula.” Sonra omzundan tuttu Ahmet’i .
”Şimdi doğruca ortaokula git.Müdür muavininin yanına otur.O ,seni kaydedecek.Velin de ben olacağım.Bundan sonra her şey sana bağlı.Göreyim seni.”
İbrahim Hoca’nın biricik mahdumu Ahmet, kaderiyle hayatının kesiştiği bu kavşağı iyi yakalamış ve muradına ermişti. Okulun bahçesinden çıkarken içi kıpır kıpırdı. Okulun ihata duvarları boyunca sokağa bakınırken ,nimeti verene şükür sözcükleri döküldü ağzından…
Kırlangıç Dağı’nın ardında ,eski rahlenin üstüne yaslanmış İbrahim Hoca ,o sırada yaşanan hadiseleri düşünüyor ve gözleri uzaklara dalıp gidiyordu...


Deneme Yazılarınız

MollaCami.Com