Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Sünen-i Nebeviyye / Sünnet'in Önemi

Sünen-i Nebeviyye / Sünnet'in Önemi

Sünnetlerin mahiyeti ve ehemmiyeti:

Lugatta âdet, tarikat mânâsına gelen sünnet, ıstılahta: «Resulü Ekrem s.a.v. Efendimiz’in bütün mübarek sözleri ile bir kısım fiilleri ve bazı hâdiselere karşı sükût buyurmuş olmalarıdır» ki bunlar, ümmet hakkında birer delildir, birer dinî hüccettir.
Bu cihetle sünnetler, sünen-i kavliyye, sünen-i fiiliyye, sünen-i takririyye olarak üç kısma ayrılmıştır. Kavlî sünnetlere «hadis-i şerif» de denilir.

Resulü Ekrem Hazretleri’nin bütün mübarek sözleri, fiilleri ümmet için en güzel bir imtisal numunesidir.
Nebiyy-i Zîşan'ın s.a.v. dinî hükümlere ait olan bütün sözleri, birer vahy-i ilâhî neticesidir. Çünkü Kuran-ı kerim'de: “Resulullah havadar (boş konuşmaz, aklından) söylemez, onun sözü ancak kendisine tebliğ olunan bir vahy-i ilâhîdir.” buyrulmuştur.

Binaenaleyh Kuran-ı Mübîn, Cibril-i Emîn vasıtası ile tilâvet ve tebliğ edilmiş bir vahy-i ilâhî’den ibaret olduğu gibi hadisler de Peygamberimiz'in mübarek kalbine lâyih olan birer vahy-i ilâhî'nin, birer İlham-ı Rabbani’nin eseridir. Onun içindir ki, hadislere de «vahy-i gayr-i metluv» adı verilir, bunlar da vahyin «zahir» kısmından sayılır. Hazret-i Peygamber’in, bizzat içtihat ve teemmül neticesi olarak beyan buyurduğu herhangi bir hüküm de «vahy-i gayr-i metlûv»'vun «bâtın» kısmın teşkil eder.

Resulullah’ın mübarek sözleri birer sünnet olduğu gibi zat-i nebevilerine mahsus, hasais-i nebeviye’den mâdut olmayan ve kasd ve ihtiyara müstenid bulunan fiilleri de birer sünnettir. Dinen memnu olmadığı evvelce malûm bulunmayıp ümmetten sâdır olan herhangi bir harekete karşı sükût buyurmaları da o şeyin cevazına işaret olacağından o da bir sünnettir. Fakat küfür ve isyan gibi memnu’iyeti (yasaklığı) dinen malûm olan bir fiile karşı sükût buyurmaları, onu tecvize asla delâlet etmez.

Nebiyy-i Âlişan'dan kasten sâdır ve teheccüd namazı gibi kendi hasais-i seniyye’lerinden gayr-i madud olan bir fiil, Resulü Ekrem hakkında farz veya vacip ise ümmeti hakkında da farzdır, vacibdir, Hazret-i Peygamber hakkında müstehab veya mübah ise ümmeti hakkında da müstehabdır veya mübahdır. Böyle sıfatlan malûm olan fiiilerin hükümleri, Resulü Ekrem ile ümmeti arasında müşterek bulunmuş olur. Böyle bir fiilin sıfatı bilinmezse ibahaya hami olunur (mübah olur), bize de ittibaı caiz olur (mübahlığına hükmolunur, uyulması sebesttir). Çünkü bu hâlde müteyakkan (en doğru) olan budur.

Resulü Ekrem’in sünnetleri, pek mühimdir, dinî esasların pek mukaddesidir; bunlara ittiba etmek (uymak), ümmet için bir vecibedir. Ancak Nebiyy-i Zîşan Hazretleri’ne isnat ve izafe edilen her sünnetin, hakikaten bir sünnet-i nebeviyye olup olmadığını tedkik icap eder. Bu hususta büyük, muhterem muhaddislerin, İslâm âlimlerinin meşhur olan çalışmaları, ilim tarihinde nâziri (eşi) görülmemiş bir hâlde ve her türlü tasavvurların fevkinde bulunmuştur.

Her nakledilen sünnetin râvîleri, muhbirleri nazara alınmış, bunların ne derecede itimada lâyık olup olmadıkları tespit edilmiş, bu hususta bir isnad ve an'ane usulü vücude gelmiştir.

Meselâ: Sahihi Buharî'de yazılı olduğu üzere: «Ebu Na'im, Abdullah ibni Dinar'dan, o da İbni Ömer radiyallâhü anhüma’dan şöyle rivayet etmiştir: İbni Ömer, demiştir ki: Nebiyy-i Ekrem s.a.v. altundan bir hatem (bir yüzük) ittihaz etmişti (edinmişti), nâs da altundan hatemler (yüzükler) edindiler. Nebiyy-i Ekrem s.a.v.: «Ben altundan bir hatem edinmiştim» deyip onu terk ettiler ve «Ben onu ebediyyen takınmayacağım» diye buyurdular, nâs da hâtemlerini terk ediverdiler.
İşte bu, bir senet ile, bir an'ane ile ve ahad tariki ile rivayet edilmiş bir sünnettir. Hem de sünnet-i fiiliye ile sünnet-i kavliye’yi camidir. Nâsin (insanların) hâtemlerini parmaklarından çıkarıp terk edivermelerine karşı Resulü Ekrem'in sükût buyurmaları da bir sünnet-i takririyye kabilinden sayılabilir. Bu sünnet-i nebeviyye, Resulü Ekrem'in efaline (fiillerine) iktida ve ittiba’ın lüzumunu da göstermektedir.

Sünnetlerin başlıca aksâmı (kısımları) ve ahkâmı (hükümleri):

Sünnetler, râvîlerin adetleri, kuvvetleri itibari ile mütevatır, meşhur, ahad kısımlarına ayrılmıştır. Bu kısımların kuvvetleri, hükümleri de bizzarure başka başka bulunmuştur.

Mütevatir sünnetler, yalan üzerine ittifakları âdeta nazaran aklın caiz görmediği bir cemaatin Resulü Ekrem'den rivayet ettikleri sünnetlerdir.
Meselâ: “Bana yalan yere bir şeyi isnad eden, ateşten oturacağı yere hazırlansın.” Hadis-i şerifi mütevatırdır. Bunu Nebiyy-i Zîşan'dan büyük bir cemaat işitmiş ve bu, her asırda binlerce zevat arasında rivayet edile gelmiştir. Binaenaleyh bunun bir hadis-i nebevi olduğunda şüphe edilemez.
Mütevatır olan bir sünnet, bir hadis-i nebevi, hüküm itibarı ile katiyyet ifade eder, itikad hususunda da, ibadât ve muamelât hususlarında da bir hüccet bulunur (delil, hüccettir).

Tevatürde muhbirlerin, râvîlerin muayyen adetleri yoktur. Bu aded ve hâdiselere göre değişir. Elverir ki, insana yakın ifade etsin, insanda kat'î surette bir vicdanî kanaat husule getirsin. Hattâ bu muhbirlerin arasında çocukların, gayri müslimlerin bulunması da bunu kabule bir mâni teşkil etmez.

Tevatür, bir haberdir. Bir haberden zarurî bir ilim hâsıl oldu mu, artık o kuvvetli bir delildir. Ancak bir iki kişinin haberi hiçbir vakit bir haberi mütevatır olamaz.
Namaz rekâtlarının adetlerine, nakitler hakkındaki zekâtın kırkta bir olduğuna dair olan haberler, bütün tevatür yoluyla bize vâsıl olmuştur.

Velhâsıl: böyle bir tevatür neticesinde rivayet edilen haberin veya mahsûs bir hâdisenin vukuu hakkında bizzarure yakinî bir ilim husule gelmiş olur.

Meşhur sünnetler, bidayeten (başlangıçta) Resulü Ekrem Efendimiz’den bir iki zat rivayet etmiş olduğu hâlde bilâhare ümmeti merhume arasında şöhret bulup ikinci ve üçüncü asırlarda tevatür derecesini bulmuş olan sünnetlerdir. Mestlerin üzerine meshin cevazı hakkındaki hadis-i şerif, bu kabildendir. “Amellerin hükümleri niyetlere göredir.” Hadis-i şerifi de bu cümledendir.
Bu gibi meşhur haberler, zan mertebesinde bulunur. Fakat ümmet-i merhume arasında böyle kabul edilerek şöhret bulmuş olduğu cihetle ifade ettikleri zan, kalbi tatmin edecek bir kuvveti haiz bulunur. Artık bunu inkâr eden, yâni: bunun bir sünnet-i nebeviyye olduğuna kail bulunmayan kimse, ümmet-i merhume hakkında itimatsızlık göstermiş, onları tasfiye eylemiş olacağı cihetle fâsik = sapık sayılır.

Haber-i ahad ile sabit sünnetler, bir zatın diğer bir zattan veya bir zatın bir cemaatten veya bir cemaatin bir râvîden rivayet etmiş olduğu sünnetlerdir. Tevatür derecesinde olmayan râvîlerin, meselâ: iki üç zatın rivayet ettikleri bir sünnet de haber-i ahad kabilindendir.

Böyle bir sünnetin râvîlerinde bazı şartlar aranır, râvîler, bu şartları hâiz olunca rivayet ettikleri şey, galebe-i zannı icap eder, yalnız ibadât ve muamelât hususlarında muteber olur, kendisi ile amel edilir. Bunu inkâr eden, tekfir, tadlil edilmez. Fakat ehliyeti haiz olan râvîleri tasfiye ettiği için bid'at ehlinden sayılır.
Bazı kimselere göre haber-i vahid, ilim ifade etmediği cihetle ameli de icap etmez. Çünkü amel için ilim lâzımdır. Lâzımın intifası, melzumun da intifasını iktiza eder. (Zandan başkasına tâbi olmazlar) nazm-ı şerifi de zannî şeylere ittibaı’n müstahsen olmadığını gösterir.
Maamafih bu zanna ittibanın müstahsen olmaması, en ziyade itikadî ve cezaî şeylere nazaran olsa gerektir.

HUKUKU İSLAMİYE VE ISTILAHATI FIKHIYYE KAMUSU, 1.cild, 2.bölüm, Sünnet-i Nebevviyye
Ömer Nasuhi Bilmen


Hadis ve Sünnet

MollaCami.Com