Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Iskât-ı salât

Iskât-ı salât ve devirin hükmü nedir?

Iskât, üzerindeki borcu düşünmek demektir. Iskât-ı salât ise, ölmüş bir insanın üzerinden, kazâya kalmış farz namazlarıyla vitir namazları borçlarını düşürmek ve afvettirmek ümidiyle yapılan bir tasadduk muamelesidir. Iskât-ı savm da, ölünün üzerindeki oruç borçlarını düşürmek mânasınadır.

Iskâtın Hükmü Nedir? Ölünün üzerinden, sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının düşürülmesi için fidye verilmesi hususu, hem âyet, hem de hadîs ile sâbittir. Resûlüllah Efendimiz: "Bir kimse üzerinde bir aylık Ramazan orucu borcu varken ölürse, onun her günü için bir yoksul doyurulsun" buyurmuştur. Burada oruç için her bir güne karşılık bir yoksul doyurmak suretiyle fidye verileceği açıklanmaktadır. Halbuki namaz için fidyeden, ne âyet ve ne de hadîslerde bahis yoktur. Bu bakımdan namaz için nassa dayalı bir ıskât söz konusu değildir. O halde nerden çıkmıştır ıskât-ı salât?.. Iskât-ı salâtı, yani, ölünün namaz borçlarını düşürmek için fidye vermeyi, Hanefî müctehidleri bir ihtiyat eseri olarak müstahsen görmüşler, güzel bir muamele olarak kabûl etmişlerdir. Aslında namaz için verilen fidyeler, kazaya kalmış namazın yerine geçmez. (Halbuki oruçta verilen fidye, tutulamayan orucun yerine geçer, onu borç olmaktan düşürür). Ancak şu kadar var ki, ölmeden evvel yapılan böyle bir fidye vasiyeti; bir nedâmet ve pişmanlık eseridir. Ve mağfiret ve bağışlanma talebinin nişânesidir. Bunun, ölen kimsenin vasiyeti olmadan, varisler tarafından teberrû yoluyla yapılması da bir şefkat ve ölünün hayrını isteme alâmetidir. Ayrıca fidye yoluyla fakirler de sevindirilmekte, bu vesile ile onların bâzı zarurî ihtiyaçları te'min edilmiş olmaktadır. Bütün bu cihetler itibariyle, ıskât-ı salâtın kabûlü, yani, ölünün kazâya kalmış namaz borçlarının afvedilmesi, Allah'ın rahmet ve inâyetinden ümid edilmektedir. Bâzıları bu usûlü, ilk defa İmam Birgivî merhumun ortaya attığını söylerlerse de doğru değildir. Belki en eski Hanefî kitablarında da ıskât-ı salâtın bahsi vardır. Özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Fidye ile oruç borcunun sâkıt olacağı hakkında kesin nass vardır. Namaz da ibâdet olarak oruç gibi, hattâ oruçtan mühim bir ibâdettir. Çünkü kulun âhirette ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Namaz ibâdetinde eksikliği olanların hesabının çok çetin geçeceği rivâyetlerde gelmiştir. Bu bakımdan ölünün, kazâ etme imkânı kalmamış namazları için fidye verilerek, onun hakkında İlâhî afvın tecellisi için niyazda bulunmak, ihtiyat icabıdır. Umulur ki fidyelerin sevindirdiği fakirlerin sürûru ve duası hürmetine, Allah o borçlu kulunun borçlarını afveder de rahmetine dahil eder.



» Iskatla İlgili Mes'eleler:

* Iskât-ı salât ve savm yapılabilmesi için her şeyden önce, ölen kimsenin bu hususu vasiyet etmesi gerekir. Ölen adam vasiyet etmemiş ise, velisi ve varisleri tarafından da ıskâtın yapılması câizdir ve makbûldür.

* Ölünün ıskât-ı salât ve ıskât-ı savm için yaptığı vasiyet, geride bıraktığı malının üçte birinden karşılanır. Malın diğer üçte ikisi mirasçılarındır.

* Bir günün gece ve gündüzünde vitir de dahil olmak üzere 6 vakit namaz vardır. Ölünün arkasında bıraktığı malının üçte birinden, bu 6 namazdan herbiri için bir fidye verilir. Bir fidye, bir fakirin bir gün doyurulmasıdır. Sabahlı - akşamlı olmak üzere iki öğün üzerinden hesaplanır.

* Verilecek fidyelerin hepsi tek fakire verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de verilebilir. Fidyeler, fakiri doyurmak suretiyle yerine getirilebileceği gibi, yiyecek karşılığı para olarak da verilebilir. Fakirin ihtiyaçları çeşitli olduğundan para olarak verilmesi daha iyidir.

* Bir ölünün, geride bıraktığı malı hakkında bir vasiyeti bulunmadığı takdirde, varisleri ıskat yapıp fidye vermeye mecbur değillerdir. Hele varisler fakir olurlarsa, bunları, âdet telâkkisiyle fidye vermeye zorlamak uygun düşmez. Hususan varisler arasında çocuklar ve yetimler varsa, bunların hisselerinden fidye verilmesi hiç câiz olmaz.

* Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, varisler tarafından teberrû yoluyla yapılmasından hayırlıdır. Fidyeler ölü defnedilmeden verilmelidir. Uygun olan budur. Bununla beraber definden sonra verilmesi de câizdir.

* Ölünün ömrü miktarınca ıskat yapılmak istenirse, ömür müddeti şemsî seneye göre hesaplanır. Erkekte bunun 12 yılı, kadında ise 9 yılı çocukluk müddeti olarak çıkarılarak, geriye kalan müddet için ıskat yapılır. Para kâfi gelmezse devre başvurulur.

» Devir Nedir?


Ölünün ıskât için vasiyet ettiği mal, veya geride bıraktığı malın üçte biri; üzerinde olan namaz veya oruç borçlarını ödemeye kâfi gelmiyorsa bu takdirde devir usûlüne başvurulur. Devrin yapılışı şöyledir: Önce, ıskat için ayrılan paranın ölünün ne miktar borçlarına kâfi geldiği tesbit edilir. Ölünün bütün borçlarının ıskâtı için daha kaç tane o miktarda para fidye olarak verilmesi gerektiği hesaplanır. Bundan sonra, ıskât için ayrılan para bir fakire tasadduk edilir. Parayı alan fakir de gönül rızasıyla, ıskatı yapan şahsa hibe ederek geri verir. Hibe yoluyla alınan para, tekrar o şahsa veya bir başka şahsa tasadduk edilir. Parayı alan şahıs, yine parayı hibe yoluyla geri verir. Bu işlem, tasadduk adedi ölünün borçlarının tamamını ıskât edecek miktara ulaşıncaya kadar devam eder. İşte bu tasadduk ve hibe işleminden her birine, bir devir tabir edilir. Devir sayısı, ıskât için tahsis edilen paranın miktarına göre değişir. Devrin nasıl yapıldığını çok basit bir misalle açıklayalım: Bir şahıs, üzerinde 2 aylık, yani, 60 günlük namaz borcu olduğu halde vefat ettiğini kabûl edelim. Bu şahıs için verilmesi gereken fidye miktarı, bir gün vitirle beraber 6 vakit üzerinden hesap edildiği için 60 x 6 = 360 fidyedir. Bir fidyenin ise, faraza 100 liradan verildiğini kabûl etsek, bu durumda vefat eden şahsın borçlarının ıskâtı için 360 x 100 = 36.000 liranın tasadduk edilmesi gerekmektedir. Kabûl edelim ki ölünün ıskâtı için geride bıraktığı parası 6 bin lira olsun. Görüldüğü gibi, ıskât için ayrılan para bütün borçları karşılamaya yetmemektedir. Bu durumda devire başvurulur. 6 bin liranın 36 bin lirayı karşılar duruma gelmesi için ise, 36.000 : 6.000 = 6 devire ihtiyaç vardır. Fidyelerin devri hususunda acele edilmemeli, bu işlemin şer'î usûlüne uygun olarak yapılmasına çalışılmalıdır. Yani, fidye fakire:

"Filân oğlu filânın namaz keffareti olmak üzere bu parayı al" denilerek gerçekten eline teslim edilmelidir. Parayı alan fakir de:

"Bunu kabûl ettim" diyerek aldıktan sonra, aynı parayı gönül rızasıyla:

"Ben bu parayı sana hibe ettim" diyerek geri vermelidir. Fidyeyi veren şahıs, bu hibeyi kabûl ettiğini belirterek almalıdır. Devir ve teslim işlemi, bu şekilde ölünün borçları bitinceye kadar devam etmelidir.

* Devir, tek fakirle yapılabileceği gibi, birden fazla fakirle de yapılabilir. Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de âlicenaplık göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi; artık borçlarını kazâya imkânı kalmamış bir Müslümanın uhrevî mes'uliyetini azaltmak gibi pek hayırlı bir maksada müteveccih olduğu açıktır. Bu sebeble bu işlem, gerçekten gönülden koparak yapılırsa, büyük bir şefkat alâmeti ve din kardeşliği duygusunun parlak bir nişânıdır.

Müteallim Hoca...

Nîmet-i İslâm'ın Osmanlıca metninden ilgili bölümün latin harflerine çevrilmiş halini aktarıyorum. Hata etme ihtimalimize karşın, elinde Osmanlıca metni bulunanlar kontrol edebilirler. Sayfa 731-736 arası ve ilgili dipnotlar...

_________________________________________________

-ISKÂT-I SALÂTA DÂİR-

Iskât ki, sâkıt kılmak demektir. Farz ve vâcib olarak zimmet-i meyyitte kalan namazlara taalluk eder ki, ferîza-i leyl ve nehârdan her vakit namazı ve bir de salât-ı vitr için olur. Yevmî altı namazdır.

Mükellef bunları imâ ile olsun edâya kâdir iken edâ etmediği gibi kazâ dahi etmeyerek ömrü incâma ererse, ona bunların ıskâtını vasiyet etmek lazım gelir.

İbâdet-i bedeniye-i mahzâ, niyâbeti kabul etmez olduğunda sevâb-ı salâtını biri hay ve meyyitten diğerine, bağışlayabilir ise de kimsenin namazını kimse kılamaz. Hadis-i şerifte: Bir kimsenin orucunu başka bir kimse tutamaz. Ve namazını kılamaz. Velâkin tarafından tasadduk eder buyrulmuştur.

Metrûkât-ı meyyitin sülüsü kendinin taksîrini tedâriki medâr olmak üzere, kendisine âit olduğundan ondan ıskât-ı salâtı vasiyet ederse, verilecek fidye yüzünden husûle gelecek tayyib-i kulûb u fukarâ sebebiyle bifazlillâhi teâla onun affı umulur. Meyyit vasiyet etmemiş olduğu halde veli yahut bir ecnebî onun tarafından ıskât-ı teberrû ederse inşâallahü teâlâ câiz olur.

Gerçi salât için fidye i’tâsı mensûs değildir. Ve mensûs olan fidye-i savme onu kıyas etmek dahi hükm ü makîsun aleyh mâkul olmadığı için sahîh değildir. (1) Velâkin bâb-ı ibâdâtta bu bir ihtiyâttır.(2) Fidye-i salât, indillah salâta kâfi ise febihâ ve illâ meyyit için sevâb-ı sadaka hâsıl olur.

Meyyitin velisi yani verâset veya vesâyete mebnî malının kendinden sonra mutasarrıfı onun vasiyeti üzerine (3) metrûkâtının sülüsünden(4) her günlük altı namazdan her biri için bir fakirin akşamlı sabahlı yiyeceğini ihrâc eder. Yani ona birer sadakat-i fıtr miktarı şey i’tâ eyler. Sadaka-i fıtr kitâbüs’s-savmde mübeyyendir. Onu ya aynen veya kıymeten verir. Hâcât-ı fakîrin tenevvuuna mebnî(5) kıymet i’tâsı efdaldir.

Bunda adet mensûs olmadığı için onları müteddit fakirlere vermek câiz olduğu gibi, hepsini bir fakire dahi vermek câizdir.(6)

Meyyitin vasiyet ettiği mal üzerinde olan hakkullâha vefâ etmediği yahut onun sülüs ü malı iskâtına kâfî olmadığı veyahut kendisi vasiyet etmemiş olmakla, bir kimse onun tarafından mâl-ı kalîl ile teberrû etmek istesin, mal yetişmediği takdirde meyyitin zimmetini üzerinde olan hakkulâhın hepsinden ibrâr için çare; düver-i usûlîdir ki, meyyitin orucundan ve namazından vesâir hakkullâhından malı mevcûdun tekâbül edeceği miktar takdir olunduktan sonra, o mal o miktarın meyyitten iskâtı kastıyla fakire verilir.(7) Fakir onu ahz ve tekabülden sonra mûtî kim ise ona hibe eder. Mevhûbün leh dahi hibe tamam olup, temellük hâsıl olmak için onu ba’de’l-kabz teberruan(8.) bervech-i iskâtı fakire i’tâ eder. Fakir onu ahz ve tekabbülden sonra mûtîye hibe edip, mûtî o hibeyi kabz ile temellük ettik de yine teberruan iskât vecihle fakire i’tâ eyler ki, o mal meyyitin üzerinde oruçtan ve namazdan vesâir hukûk u vâcibden zan ve tahmin olunan miktara tekâbül edinceye kadar arada deverân eder.(9) Ve her devirde mâl-ı miktârı, hak iskât edilmiş olur.(10)

__________


İmâ ile(11) dahi edâ-i salâttan âciz olan hasta onları kazâ edecek müddet-i eyyâm-ı sıhhate ermeden vefât ederse, salât-ı fâitesi bir gün ver bir gecelikten az dahi olsa(12) onları vasiyet etmek kendisine lazım olmaz. Çünkü lüzûm u vasiyet, lüzûmu kazânın fer’i olup, meselemizde ise o hasta onu kazâ edecek zaman sıhhate ermemiştir.

Sâlifü’z-zikr (onun özrünü kabûle Cenâb-ı Hak ehaktır) hadisini özür ü sukûtun makbûliyetiyle tefsir edenlere göre mana zâhir olduğu gibi özrü tehirin makbûliyetiyle tefsir edenlere göre dahi, zâhirdir ki, o hasta namazını kazâ etmeye zamanını idrak sûretiyle kâdir olamamıştır.

__________


DİPNOTLAR
(1) Hatta hâl-i marazda salâtı için fidye vermek olmaz. Savmı için olur. Bunu Muhaşşî faslın sonunda söylemiştir.
(2) Bunun içindir ki, fidye-i salâtın meyyite kifâyeti (inşâallâhü teâlâ) denilerek meşiyyete talîk olunmuştur. Mesâil-i kıyâsîye meşiyyete talîk olumaz. Muhaşşî der ki; salât savmdan daha mühim olduğu için bu istihsanda meşâyıh-ı fukahânın kelamları müttefik olup, aralarındaki ihtilaf ancak bir günün namazı daha bir günün orucu gibi? Veyahut her namaz bir oruç gibi? Iskât olunmasındadır. Mu’temed olan ikincidir. Iskât-ı salâtın aslı yoktur diyenler cehâlet etmektedirler. E H. Bi ihtisârin.
(3) Vasiyeti olmaz ise vârise ihrâc etmek (yani icrâ-i ihrâc eylemek) lazım olmaz. Onlar ol bâbda müteberrâ olabilirler. Kemâ merra. Sadakat-i fıtr ve nafaka-i vâcibe ve keffârât ve vasiye bilhacci ve sadaka-i menzûra ve savmü farz ve vâicb misli sâir hukûk u vâcibe için dahi iskat yapılır. Kemâ fî S.
(4) Çünkü onun hakkı marazı mevtinde ancak sülüsü mâlındadır. Sülüsâna hakk-ı vâris taalluk etmiştir. Sülüs vefâ etmediğine göre, ziyâdesi icâzet-i vârise tevakkuf eder. Vârisin icâzeti olmadıkça hakkına tecâvüz olunmz.
(5) Çünkü fakir sadaka-i fıtrın taalluk ettiği şeylerin ayınlarından bazen müstağnî olup, paraya muhtaç bulunur ki, onu havâicine sarf eder. T.
(6) Fideyede ibâha kâfî olur mu? İki kavlin meşhûru, olur. T.
(7) Meselâ namaz borcu çok ve buğday az olsa bir günün altı namazına bedel bir fakire üç sa’ buğday verilir ki, her namaz için nısf-ı sa’ olan beşer yüz yirmişer direhemden, üç bin yüz yirmi dirhem, direhm-i bağdâdîdir. Yahut ınun bedeli bulunan meselâ ikişer kuruştan on iki kuruştur. Fakir onu ahz ve kabz ettikten sonra i’tâ edene hibe etmek ve hibe olunan zât ki, evvelde mûtî ve şimdi mevhûbün lehtir. Onu ba’de’l-kabz yine o fakire vermek ilah sûretiyle namazlar ödeninceye kadar bu vecihle devir olunur. Kemâ fi’l-Halebî.
(8.) Devir olunan mal, mûsî bih dahi olsa def’a-i ûlâdan sonra mûtî müteberri’dir. T.
(9) Kabız ve def’in tekrâtı labüddür. Fakirin biri onu ahzettikten sonra hibe olarak def eylese ona ale’z-zâhir nâil olmuş olur. T.
(10) Dürr-ü …. Mezkurdur ki, meyyitin ömrü miktarınca ıskat yapmak isterlerse, müddet-i ömrünü hesap edip erkekte onun on iki senesi ve kadında dokuz senesi çocukluk müddeti olmak üzere bi’t-tenzîl bâkîsi için ıskât olunur. Parası vefâ ederse febihâ, etmezse devir yapılır. T.
(11) Malum olmuştur ki, imâ baş ile olur. Kaş ile imâya itibar yoktur. Onunla kâdir addolunmaz. Ve vasiyet lazım olmaz. Kavl-i Züfer’in kıyâsında kaş ile ilah imâya kâdir iken namazı terk ederse vasiyet eder. Kemâ fî T.
(12) Müellifin bunu zikretmesi şunun içindir ki, kensisinde güçlük olmayan kalîl o halde sâkıt olunca kendisince güçlük olan kesîrin sâkıt olacağı evleviyettedir. T.

gültanem kardeşim nekadar faydalı bir soru sormuşsunuz...
sevgili tuna kardeşim...inanın bu konuları hiç bilmiyordum..sonuna kadar okudum...ikinizde takdirliksiniz...
Allah razı olsun...


Dini Sorular ve Cevaplar

MollaCami.Com