Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Tasavvuf İlminin Doğuşu ve Gelişimi

Tasavvuf İlminin Doğuşu ve Gelişimi



Tasavvufun amelî-hâlî ve temel esasları itibariyle, vahyin gelişiyle birlikte, bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından hayata geçirildiği, önceki bölümde belirtilmişti. Özellikle Mekke devri, daha çok dini-ahlakî prensiplerin yer aldığı bir rûhî olgunluk kazanma dönemi olmuş ve sahabe-i kiram; bu usûl üzere, bütün ümmetin mürşid-i kamili, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından yetiştirilmiştir.
Tasavvufun müstakil bir ilim olmaya başlaması ise diğer temel İslâmî ilimler olan; Fıkıh, Tefsir, Akaid ve Hadiste olduğu gibi asr-ı saadetten iki-üç asır sonradır. Aynı şekilde, bu ilimler de esasları itibariyle, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında mevcut olmakla beraber, henüz ihtiyaç hissedilmediğinden tedvîn edilmemiş, düzenli birer ilim dalı olarak ortaya konulmamıştır.
Tasavvuf ve diğer İslâmi ilimlerin bir ihtiyaç haline gelmesi, sahabe-i kiram ve tabiînden sonraki dönemlerde, dinin aslından uzaklaşılması sebebiyledir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in tebliğ ettiği hakikî din nuru gizlenip, itikatta sapıklıklar, fikirler arasında ihtilaf vaki olmaya başladı. Cehalet insanlara galebe çalınca; eski adet, gelenek ve görenekleri ibadetlerle karışır, bazen de onların yerini alır hale geldi.
İnsanlar kendi hak bildiği yolda gitmeye ve dünyaya çokça meyletmeye başladı. Dini hükümler ve kurallar, esasları yönünden ikinci plana itilerek, ayetler ve hadisler siyasi veya şahsî amaçlarla indî yorumlara tabî tutulmaya başlandı. Yalnız bir topluluk, salih ameller işlemek, ıssız yerlerde uzlete çekilerek zikir ve ibadetle uğraşmak yolunu seçti.
Sonraları zaviyeler, tekkeler ve hânkahlar inşa edilince; arı-duru kulluk mücadelelerini daha sistemli bir şekilde sürdürmeye koyuldular. Salih amellere devam ve tashih-i itikad sonucunda; güzel haller meydana gelmeye, saf zihinler ve cilalı gönüller, marifet-i ilahiyi almaya, yudum yudum tatmaya başladı. Böylece taklidî imandan, tahkiki imana geçtiler.
İmam Kuşeyrî kuddise sırruh’un "Risale"si gibi tarihî kaynaklara göre, ilk tekke Suriye'nin Remle şehrinde bulunan Ebû Hâşim Tekkesidir. İlk defa Sûfî ismini alan da bu zattır. (ö. 150/767)
Ardından Sufiyye mesleğine ilk hareket veren şahıs; Süfyân-ı Sevrî kuddise sırruh hazretleridir. Râbiatü'l-Adeviyye, Şeybetü'r-Râî o devrin feyiz pınarlarındandır. Sonraki asırda, tasavvufun yayılmasına en çok hizmetleri geçen zatlardan ikisi; Zinnun-i Mısrî (ö. 245/859) ve Bayezid-i Bestâmî'dir.
İşte tasavvuf ilmi böyle bir ortamda, önceleri Evliyaullah'ın sözleri ve hallerinin anlatımından ibaretken; sonraları Cüneyd-i Bağdadî kuddise sırruh (ö. 279/908) gibi zatlarında eser vermesiyle düzenli bir ilim haline gelmeye başladı. Aslında, zahir ilimlerde eser verilmesi bir ilmin olgunluğuna delil olabilmekteyse de, tasavvuf ilmi gibi manevi bir sahada asıl delil, yine tasavvuf üstadlarının kendi hal ve idraklarıdır, kavrayışlarıdır.
Yani, nasıl fıkıh sahasında; Kur'an-ı Kerim ve hadisten sonra fâkih alimlerin ilmî mülahaza ve görüşleri, bizim için amel yapılabilecek sağlam bir görüş oluşturuyor ve onların bu zahîrî içtihadlarına tabi oluyorsak; aynı şekilde manevî-ruhî hayatımızda da esası Kur'an ve Sünnet'le sabit olan, zikir, fikir, nefis tezkiye ve muhasebesi, râbıta, hatme (zikir meclisi) gibi batınî mesele-lerde de manevî görüş ve içtihad sahibi olan tasavvuf büyüklerine, mürşid-i kamillere tabi olmalı, onları taklit etmeliyiz.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, dört büyük halife olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali radıyallahu anhüm'e ayrı ayrı zikirler telkin etmiş, ancak bunlardan ikisi yaygınlık kazanmıştır.
Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh Efendimizden neşet eden tarik, Sıddıkiyye ismi ve "hafî" (gizli) zikri ile vasıflanırken; Hz. Ali radıyallahu anh Efendimizden de "cehri" (açıktan) zikir ile vasıflanan tarikatlar ortaya çıkmıştır.
Bu iki ana koldan ayrılan tarikatlar ise yukarıda izah ettiğimiz sebeplerden dolayı, farklı tatbik şekilleri kazanmıştır. Bazı mürşid-i kamiller, yeni bir usul vaz etmeyip kendilerinden önceki üstadının mesleğini devam ettirmişlerdir.

tşkkrlr... :)

Cenab-ı Hak’kın sevgili kulları kimlerdir,bunu da bil;Başta tasavvuf ilmi gelir,bu ilmi bilmeyen aşık olmaz,Allah Azze Celle’nin sevgisini kazanamaz.Ehlüllah demek tasavvuf ehli demektir.Hak ehli,yani ehl-i Hak demektir.Bir kimse tasavvuf ehli olursa Allah Teala ile oturmuş gibidir.Nitekim”Men erade en yeclise fel yeclis meallah”Bir kimse Allah ile oturmayı murad ederse,tasavvuf ehli ile otursun.demişlerdir.Bundan anlaşılıyor ki,ehlüllah tasavvuf ehli imiş.Tasavvuf neye derler onu bil;ta ki,dalâletten kurtulasın.Tasavvuf;zahir ve batın evliyaullah’ın edebi ile edeblenmektir.Öyle olunca Müslüman ehlüllah’ın zahir ve batın edebi ile edeblenmelidir.Zatın edeb;abdest,namaz,oruç Allah-u Teala’nın emrini tutarak nehyinden kaçmak,helali helal,haramı haram bilmektir.Batın edeb ise:kötü huylardan ve hayvani sıfatlardan kurtularak güzel huylarla bezenerek elinden dilinden kimseye rencide etmeyip herkesi rahatlatmaktır.Gönlünü kötü vesveselerden temizleyip daima cemal-i baride mustağrak olmaktır.Bunu da anladıktan sonra şeriat edebi ve zahir ve batın edebi ile edeblenmiyenler,daima gaflette olup hased,kibir,kin gibi fasid düşüncelerden kurtulamayanlar hakiki Müslüman olamaz,derviş değildir belki cümle Enbiya ve Evliya’nın düşmanlarıdır.Zira “Erenlere taş atan bizden değildir”demişler.Böyle olunca Müslümanların zahir ve batın edebi ile edeblenmesi lazımdır.Eğer batını mamur edip zahiri berbat olursa bir kanatlı kuşa uçmaz.Vücud ise iki şeyden meydana gelmiştir.Biri ten diğeri ise candır.Ten zahir menzelesindedir,can ise batın menzelesindedir.Eğer şeriatı yerine getirirse tenin şükrünü eda etmiş olur.Ve eğer batınını mamur ederse canın şükrünü eda etmiş olur.Tensiz can olmadığı gibi zahirsiz batın da olmaz.Kimseyi rencide etmiyesin,halkla güzel gayet edebli olasın ve Allah-u Teala’ya ihlasla ibadet edesin.İbadetinde herhengi bir garaz olmasın ve makamlar içinde olmasın.Kendini hor,hakir ve zelil göresin.Daima acz ve niyazda olasın.Gururdan ve davadan emin olmayasın.Müslümanlara bilgiçlik taslayıp keramet satmayasın.Zira tarikata girmekten maksat nefsin hilelerinden kurtulmaktır.Zira nefsin bir çok hileleri vardır.Eğer sen keramet ve büyüklük taslarsan sen de hiç Müslümanlık eseri bulunmamış demektir.Sen daha henüz nefsini Müslüman edememişsen,nasıl evliya olabilirsin?Yani Hak’kın rızasını istemek,Hak’kın her yüzünü hak bilerek herkesin gönlünü alıp herkesten meded istemektir.Hak aşığı olup gerçek Hak’kı seversen kimseyi rencide etmeyip herkesi seversin ve herkese Hak nazarı ile bakıp herkesin hakkını yerine getiresin.Taklid ve tahkik bunda belli olur.

-Ayet:Ey iman edenler!Sabır ve namaz/dua ile (Allah'dan)yardım isteyin.Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.BAKARA SÜRE;153

Tasavvuf nedir?Tasavvuf islami ilimlerin en şereflisidir.Bir ilmin şerefi,muhtevasının ve konusunun şerefiyle mütenasiptir.Madem ki,tasavvufun hedefi konusu marifetullahtır,Allah'ı bilmektir,o halde tasavvuf eşref-i ulüm-i islamiyedir,en şerefli ilimdir.Tasavvuf nefsi ve iradeyi terbiye etmektir,güzel ahlaka sahip olmaktır,ameli salihayı usulünce zahiri ve batını şartlarına uygun eda etmektir.Tasavvuf islam'ın özüdür,imanın icabıdır,sonucudur,tezahürüdür.İslam'ın görünen halidir.Tasavvuf tam kur'an ehli olmaktır;sünneti seniyyeye tam uyan müslüman olmaktır,eksiksiz müslüman olmaktır.Tabii eksiksiz olması bahis konusu olunca tam müslüman olmak,Kur'an-ı Kerim'e tam uymak,Resulüllah'a tam uymak bahis konusu olunca mutlaka ve mutlaka,şeksiz şüphesiz Kur'an-ı Kerim'e ve sünneti seniyye bilgisi ile iç içe olmak gerekir.
Ayet:Kim de cimrilik eder,kendisini(yeterli görüp Allah'a)muhtaç görmez ve o en güzeli(Kelime-i tevhidi)yalanlarsa,biz de onu,en güç olana hazırlar sevkederiz. Leyl süre;8-9-10


Tasavvûf

MollaCami.Com