Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Edep ve terbiye

Edep ve Terbiye
Her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muâmelede bulunmak, sünnet üzere yâni Peygamber efendimizin buyurduğu ve dav­randığı gibi hareket etmek, hatâya düşmekten sakınılacak şey, terbiye, güzel ahlâka da edeb denir.(E. Ans. c.1, s. 34)
Abdullah bin Mübârek âlimler, edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34)

Ebü´l-Berekât Emevî Hakkârî; "Edep, kulun, Allahü teâlâya karşı va­zîfelerini, vakitlerini nasıl değerlendireceğini, kendini O´ndan uzaklaştıran şeylerden nasıl korunacağını bilmesidir." demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34)

İmâm-ı Rabbânî ise; "Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allah´a kavu­şamaz, yâni velî olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Na­mazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzîhî bir mekrûhtan sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür." buyurmuştur. (E. Ans. c.1, s. 34)

Şems-i Tebrîzî ise; "Âdemoğlunun edebden nasîbi yok ise, insan de­ğildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark budur. Gözünü aç ve bütün Allahü teâlânın kelâmının mânâsı, âyet âyet edepten ibaret olduğunu gör." demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34)

Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Azîz Mahmûd Hüdâyî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında, Sultan Ahmed Han, bir gün hazretlerine bir hediye göndermiş, o da bunu kabûl etmeyerek iâde et- mişti. Pâdişâh bu sefer aynı hediyeyi Şeyh Abdülmecîd Sivâsî´ye gön­derdi. Onun kabûl etmesi üzerine bir gün pâdişâh kendisine; "Bu hedi­yeyi Hüdâyî´ye gönderdiğim halde kabûl buyurmadılar." dedi. Abdülme- cîd Sivâsî de; "Pâdişâhım, Hüdâyî bir ankâdır ki, lâşeye tenez­zül etmez." cevâbını verdi.

Pâdişâh birkaç gün sonra Hüdâyî hazretlerinin sohbetine gidince; "Geri gönderdiğiniz hediyeyi Abdülmecîd Efendi kabûl etti." dedi. Bu söz üzerine Hüdâyî hazretleri de; "Sultanım! Şeyh Abdülmecîd bir deryâdır. Ona bir katre necâset düşmekle pislenmiş olmaz." diyerek zârifâne bir cevap verdi.

Mâverâünnehir böldesinde yetişen velîlerin büyüklerinden Aziz Ne- sefî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Ey oğul! Bir mecliste bulunduğun zaman kendini beğenerek en başa, yukarıya oturma. Edebe çok riâyet eyle. Edepsizlik her zaman ve her yerde yasak ve sevimsizdir. Her yerin kendine mahsus bir edebi vardır. Arkadaşlarına cömertlik et ve iyi muâmelede bulun.

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: "Bir gece karanlığında odamda otururken ayaklarımı uzatmıştım. Hemen bir ses duydum. Sultanla oturan edebini gözetmelidir diyordu. Hemen toparlandım."

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri anlatır: "Haz­ret-i Hâce´nin sohbeti ile şereflendiğimde, talebelerinin büyüklerinden olan Şeyh Şâdî, bana çok nasîhat etti ve edebden bahsetti. Bana emret­tiklerinden biri; hazret-i Hâce´nin bulunduğu yere doğru hiçbirimiz ayağı­mızı uzatmayız nasîhati idi. Bir gün hava çok sıcaktı. Gazyût´tan Kasr-ı Ârifân´a Hâce hazretlerini ziyârete geliyordum. Bir ağacın gölgesinde din- lenmek için yattım. Bir hayvan gelip, ayağımı iki kere kuvvetlice tek­mele- di. Fırladım kalktım. Ayağım çok fazla ağrıyordu. Tekrar yattım. Yine o hayvan gelip beni tekmeledi. Kalkıp oturdum ve sebebini düşün­meğe başladım. Nihâyet Şeyh Şâdî´nin nasîhatını hatırladım ve ayakla­rımı, ho- camızın o anda bulunduğu Kasr-ı Ârifân´a doğru uzatarak yattı­ğımı anla- dım."

Tâbiîn tanınmışlarından büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse ziyâfete çağrılır. O da ev sâhibine haber vermeden, yanında misâfir getirirse, bir tokat hak et­miş- tir. Eve geldiğinde, ev sâhibi, şuraya buyurunuz dediği zaman, hayır ben şuraya oturacağım diyen kimse ise, iki tokat hak etmiştir. Yemek yerken de ev sâhibine; "Sen de bizimle berâber yemiyor musun, sen de yese- ne." diyen, üç tokadı hak etmiş olur. Çünkü hepsinde söz ve hare­keti boş ve fuzûlîdir.

İslâm âlimlerinin ve velîlerin büyüklerinden Celâleddîn-i Devânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) konuşma âdâbını şöyle anlatır: Lüzûmsuz ha­reketlerden kaçınmalıdır. Meselâ sakalı ile saçı ile, diğer uzuvları veya elbisesi ile oynamamalıdır. Parmağını burnuna veya ağzına sokmamalı, parmaklarını çıtırdatmamalı, esnememeli, gerinmemeli, tükrüğünü, bal­gamını, sümüğünü de, sesini başkalarının duyacağı şekilde atmamalı ve kıbleye doğru tükürmemeli, sümkürmemelidir. Elini ve yüzünü eteğiyle, elbisenin kol ağzıyla, yeniyle silmemelidir.

Bir meclise gidince, kendinden aşağı olanların veya yüksek olanların yerlerine oturmamalıdır. Ama meclisin büyüğü o ise, istediği yerde otu­rabilir. Anlamadan bu yerlerden birinde oturmuşsa, hâtırına geldiği za­man münâsib yere gitmelidir. Orada boş yer yoksa, hiç sıkıntı ve derd etmeden geri dönmelidir.

İnsanların yanında uyumamalıdır. Sırt üstü hiç yatmamalıdır. Hele uyurken horlayan buna çok dikkat etmelidir. Çünkü bu şekilde yatmak horlamayı arttırır. Eğer bir mecliste, kalabalıkta uyku gelirse, mümkünse kalkıp gitmeli, değilse, bir hikâye, bir düşünce veya bir başka yolla def etmelidir. Oradakiler hep uyuyorsa, ya onlara uyup uyumalı, yâhut kalkıp gitmelidir.

Kısaca, öyle hareket etmelidir ki, kimse ondan nefret etmemeli ve o- na acımamalıdır. Yâni acınacak hâle düşmemelidir. Bu âdetlerden biri o- na ağır gelirse, bunları yapmadığı zaman doğacak zarar ve ayıplama­nın, bunlara katlanmaktan ağır ve çirkin olduğunu aklından çıkarmamalı­dır.

Tanınmış büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün meclisinde bir gencin, bir ihtiyârın üst tarafında otur­duğunu gördü. O gence bir şey söylemeden, hazret-i Ali´nin sabah na­mazına giderken önünde yürümekte olan yahûdî bir ihtiyarı, yaşına hür­meten geçmediğini, bu sebeple namaza geç kalınca, birinci rekatın rü­kûunda Cebrâil aleyhisselâmın Resûlullah´ın sırtına lutf ile dokunup dur­durduğunu ve hazret-i Ali´nin yetiştiğini anlatıp; "Yahûdî ihtiyara hürmet edilince, müslüman ihtiyara daha çok hürmet edilir. Hele ömrünü dîne uymakla geçirmiş ihtiyarlara saygı ve hürmet gösteren gençlerin, Allahü teâlâ katında ne kadar yüksek mertebe kazanacağını düşünmelidir." bu­yurdu. Bu nasîhatı dinleyen genç, mükemmel bir ders alıp, bir daha bü­yüklerin üst tarafına oturmadı.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah-ı Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Edebe riâyet etmeksizin evliyâya hizmet eden kim- se helâk olur. Ondan istifâde edemez."

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle­rine, edebi gözetmekten soruldu. O; "Edebi terk, kovulmayı îcâbettiren bir sebeptir. Huzurda edepsizlik edeni kapıya, kapıda edepsizlik edeni ise hayvanlara bakmak için ahıra koyarlar. Kul, ibâdeti ve tâatıyla Cen- net´e, ibâdet ve tâatteki edebiyle Allahü teâlâya vâsıl olur." buyurdu­lar.

Yine buyurdular ki: "Sükût, Allahü teâlânın huzûrunda olma edeple­rinden bir edeptir. Allahü teâlâ, Kur´ân-ı kerîmde meâlen; "Kur´ân-ı kerîm okunduğu zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki rahmete nâil olasınız, ka­vuşasınız." (A´râf sûresi: 204) buyurmuştur."

Allahü teâlâ, cinlerin, Resûlullah efendimizin huzûrundaki hâlini ha­ber verirken de; meâlen "Cinler hazret-i Peygamberin huzûruna gelince, birbirlerine; "Susun" dediler." (Ahkâf sûresi: 29) buyurmuştur."

"Büyüklerin huzûrundan kovulmayı icâb ettiren şey, edebi terket- mektir."

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Edep, konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız ka- ldığın zaman kalbini korumak, dışarıya çıktığın zaman gözünü koru­mak, yediğin zaman boğazını korumak, uzattığın zaman elini korumak, yürü- düğün zaman ayağını korumak ve bütün işlerinde vaktini korumaktır. Kim âzâlarını korumaz ve vaktini zâyi ederse, onun uzuvları edepsizliğe gi- der. Kim vaktini değerlendirir, sırrını gözetlerse, Allahü teâlâ onun va­kitlerini ve uzuvlarını korur."

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Kul için güzel edepten daha iyi mertebe göremedim. Çünkü ak­lın hayâtı edeptir. İnsan edep ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur."

"Kim nefsini terbiye ederse, herkes ondan terbiye öğrenir. Edep eh­line aykırı hareket eden, yasaklara dalar ve kendisine tâbi olanlar yoldan saparlar."

"Edep iki kısımdır: Bâtının edebi, zâhirin edebi. Bâtının edebi, kalbin temizlenmesi; zâhirin edebi ise uzuvları kötülük yapmaktan ve günahlar-­

dan korumaktır."

Yine buyurdu ki: "Allahü teâlâya karşı edep, O´ndan devamlı korku üzere bulunmak ve O´nu murâkabe üzere olmaktır. Resûlullah´a karşı edeb, sünnet-i seniyyeye yapışmakla; evliyâya karşı edeb, ona hürmet etmek, hizmetlerinde bulunmakla; çoluk-çocuğa karşı edep, onlara güzel ahlâk ile muâmele etmekle; arkadaşlara ve dostlara karşı edep, onlara güler yüzlü olmakla; câhillere karşı edep, onlara duâ ve merhâmet gös­termekle olur."

Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle­rine "Edep nedir?" denilince, buyurdular ki: "Râzı olunan, beğenilen şeyleri yapmandır."

Yıne buyurdular ki: "Edepten mahrum bırakılan bir kimse, bütün ha­yırlardan mahrum bırakılmış olur."
haznevi.net den alınmıştır.

ALLAH celle celaluhu razı olsun
MEVLAM amil olmamızı nasip eylesin ...

Allah razı olsun.

EhLi İrFaN ArAsInDa ArAdIm KıLdIm TaLeB ...
HeR HüNeR MaKbUl İmİş İLLA EDEB İLLA EDEB...

elinize ve emeğinize sağlık sayın khalid gerçekten çok güzel bir paylaşım Allah'a emanet olun.


ALLAH celle celaluhu razı olsun
MEVLAM amil olmamızı nasip eylesin ...


Allah razı olsun.

Allah razı olsun.Edepli olmayı cümlemize nasip etsin


ALLAH celle celaluhu razı olsun
MEVLAM amil olmamızı nasip eylesin ...


Tasavvûf

MollaCami.Com