Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Savulun! Recep İvedik Nesli Geliyor!

Savulun! Recep İvedik Nesli Geliyor!

Bu nesil başka nesil! En çok sevdiği şeyler kahkaha, imaj ve para. Ota-bota gülmek, üzerinde markalarla görünmek ve kısa yoldan köşeyi dönmek!

Aman, hayat nedir, hayatın anlamı nerededir, insanın bu kâinattaki yeri nedir vs. gibi ciddi sorular sormayın onlara. Çünkü, onlar için hayat nihayetinde "koca bir eğlence merkezi!" Hayatın anlamı, "gülmek, eğlenmek ve (güya) mutlu olmak."

Ciddiyet ve düşünme gerektiren şeylerden fersah fersah kaçan bir nesil, Recep İvedik nesli. Emek, gayret, çaba ve alınteri de onların uzağında. En çok sevdikleri şey, cep telefonları, bilgisayarları ve bir de oyunları. Yaşları nedir diye sorarsanız, alt ve üst sınır da alabildiğine geniş. 5-6 Yaşından 40 küsur yaşına kadar uzanabiliyor.

İzlenme rekoru kıran mâlûm filmden kâm alanlara, bu filmi "accaaayip komik" bulanlara, "gülmekten yarıldık!" diyenlere bakın. İşte o zaman, Recep İvedik neslinin üyelerini kolayca tanıyabilirsiniz. En çok büyük şehirlerde yaşarlar, ama küçük şehirlere de yayılma potansiyelleri son derece yüksek.

Bu neslin simgesi ise aslında hayalî Recep İvedik karakteri değil, Acun. Vakt-i zamanında, üniversite gençleri arasında yapılan bir araştırmada, gençlerin örnek aldığı kişiler sorulmuştu da, büyük çoğunluk aynı ismi söylemişti: Acun!

Bir kere, Acun kısa yoldan, bir TV programıyla şöhret olabilmişti. Sonra, iyi para kazanıyordu. Dünyanın dört bir yanını gezebiliyordu. Dahası, en azından o sıralar, işi-gücü plajlarda gezip güzel kızlarla yarenlik etmekti. Ve gençler koro halinde bağırmıştı sanki: "Biz de Acun gibi olmak istiyoruz!"

Anlayacağınız, İvedik nesli de firar etmek istiyor: sorumluluklarından, emekten, kanaatle yaşamaktan, aklından ve hatta kalbinden, hasılı hayatın gerçeklerinden firar etmek istiyor. Acun'un hangi zor şartları yaşadıktan, dişiyle-tırnağıyla çabaladıktan sonra, özendikleri o konuma geldiğini ve sonra firar etmekten vazgeçtiğini görmek istemiyorlar.
Hadi, bir anketi daha zikredelim. Hani bir süre önce üniversite gençliği arasında yapılan bir ankette sormuşlardı: aşk mı, para mı? Ankete katılanların yüzde yüze yakını (% 90'dan fazlası) "Aşk senin olsun, bana para gerek para!" dememiş miydi? O günlerden sonra, kız öğrencilerime hayattaki ideallerini sorduğumda, "Okulumu bitirmek, sonra da zengin bir koca bulup evlenmek!" cevabını alınca şaşırmıyorum.

Bir de, çok daha yeni bir araştırmadan ilginç bilgiler ister misiniz? İstanbul'da yaşayan gençlere sormuşlar: "Hayatta kaybetmekten en çok korktuğunuz şey nedir?" El-cevap: "Cep telefonumu!" (% 90). Hayır, komedi filminden bir sahne değil bu cevap, İvedik neslinin ete-kemiğe bürünmüş, ağlanası halde hayatımızda arz-ı endam etmesi sadece. Kaybetmekten en çok korktukları ikinci şey, bilgisayarları (% 68)! Peki ya sevdikleri, aileleri? Elbette onları da kaybetmekten korkuyorlar, canım! Ama üçüncü sırada (%53). Sosyologların ve sosyal mühendislerin kulağı çınlasın!

Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama sanırım tablo çok iç açıcı değil. Ne hayatın, ne ölümün, ne sonsuz hayatın hesaba katıldığı, ahlâkî endişelerin çok gerilerde kaldığı tuhaf bir gençlik geliyor, ve hatta gelmiş durumda, kısacası. Oysa...

Kalabalıklarda kakara-kikiri yaşayıp kuytu yalnızlıklarda ağlayan, ölüm gerçeğini yakınında hissedip sevdiklerinin ölümüyle parça parça eksilen, keyif ve zevk peşinde koşarken hayatın görünüşte tatlı ama aslında acı yüzünü yalayıp ağzı yanan ve üstelik doyamayan yine aynı: İvedik neslinin üyeleri....

Gençlik kesinlikle elde durmayan, gelip gidecek birşey. Yaşlılık ve ölüm de bizim için. Hayat olanca hoyratlığıyla meydan okuyor, ölüm bütün sertliğiyle bir duvar gibi toslamamızı bekliyor. Mezar ağzını açmış bize bakıyor...

Eğer meşru sınırlar içinde kalmazsak, hayatı ciddiye almazsak gençliğimizi kaybettiğimiz gibi, o gençlik hem dünyada, hem mezarda, hem de öteki dünyada elemler ve sıkıntı kaynağı olmaya aday bizim için.

Nimet şükür istiyor. Gençlik nimetinin şükrü de, onu, artık çoktan unutturulan iffet ve namus ölçüleriyle yaşayabilmek ve sonsuz gençliğe vesile eyleyebilmek. Yaratılmışlığımızı, Yaratıcımızı, sonsuz hayatı unutarak sırf zahirî heveslerle yaşamaya çalışmak nafile bir çaba. Zira, hiçbir şey düşünmeden ân'ı yaşayabilmek sadece hayvanlara özgü.

Biz insanız! Ân'ımızı hem geçmişimizle hem de geleceğimizle birlikte yaşıyoruz. Bizi insan kılan akıl ve fikrimiz bizi geçmiş ve gelecekle bağlıyor. Geçmişin lezzetleri yokluklarıyla bugünümüze elemler taşıyor; geleceğe ilişkin korkularımız ve endişelerimiz şu ân'ımızın keyfini paramparça edebiliyor. Hiç düşünmeden yaşamayı ne kadar istersek isteyelim; böyle bir şey mümkün değil!

Başka hiçbir şeyi "kafaya takmadan" sadece bugünü yaşama iddiası, dışı tatlı içi acı mı acı bir aldatmaca. Zehirli bir bal. Dildeki lezzeti arttırmak için o baldan yenen her kaşık, nasıl karın ağrılarıyla kıvrandırıyorsa; kendimizi hazır ân'da, bugünde saklamaya çalıştıkça, geçmişin hüzünleri, elimizden kayıp giden sevdiklerimiz, geleceğin kaygıları ruhumuzu kat kat büyük acılarla kıvrandırıyor. Elimizde ne zevk, ne keyif ne de kahkahalar kalıyor.

Hayattan firar edemiyoruz, ölümden kaçamıyoruz, kendimizden ve temel acılarımızdan saklanamıyoruz. Hayvan gibi de yaşayamıyoruz.

İvedikler, bir serçe kuşu kadar bile lezzet alamaz hayattan. Çünkü, inanmadığı ya da inancını hayatına yansıtmamaya inat ettiği için bütün geçmiş zamanlar, gözünde ölmüş, yok olmuş haldedir. Aklı geçmişten ve gelecekten zifiri karanlıklar taşıyabilir dünyasına ancak. Yokluk düşüncesi sonsuz ayrılıkları haber verir. Sonsuz ayrılıklar sonsuzca daha bu dünyadayken yakar kavurur gönülleri ve ruhları.

Hayatı hayatlandırabilmek; geçmişi, geleceği ve bugünü aydınlatabilmek ancak Yaratıcı'yla bağ kurabilmekle mümkün. Gerçek zevk de bu bağ sayesinde; mutluluklar da, kavuşmalar da.

Hayatın lezzetini ve zevkini isteyenlerin önünde, hayatını ve gençliğini (yeniden) inanarak hayatlandırmaktan ve aydınlatmaktan başka yol yoktur.

Çünkü, hayat böyledir!

İvediklerin zannettiği gibi değil

Murat Çiftkaya

Benimde en çok şikayetçi olduğum bir konuyu paylaşmışın güzel kardeşim.benden sana bir itibar.
Saçma sapan bir film baştan sona argo kelimelerle dolu fragmanlarından anladığım kadarıyla.izleyenler vakitlerini ne için harcadıklarının boşa geçen her anımızın hesabını nasıl vereceğimizi düşünmüyorlar.o filmi izleyipte prim yapmasını sağlayanlarıda kınıyorum.

Acun ılıcalı şimdide hiç bir emek harcanmadan şans oyunuyla parogram yapıyor.
emek harcamadan para kazandırılmaya teşfik ediliyor insanlar.izlemiyorum programı,boşa harcıycak zamanım yok benim.Alın teriyle kazanılan para kadar insana lezzet veren bir duyguyu tatmak herkese nasip olmaz malum.
akşam gözüme çarpan amiral battı diye yine bir saçma sapan bir program gördüm.ne yapıyorlar bunlar diye baktığımda yine boşa harcanan zamandan laubalilikten başka bir şey göremedim ve tabiki kanlı kapatmam farz oldu.

Arkadaşlar protestomuzu onları izlemiyerek gösterelim ve prim yapmalarına izin vermeyelim.

izlemedim izlmeyi düşünmüyorum da fragmanından anladığım kadarıyla iğrenç ötesi bir filmm....

Ahlak elimizden kademe kademe alındı. Haya, iffet, ar, namus tabu oldu me"deni" gözlerde. Osmanlıyı savaşla yenemezsiniz, onları islamlarını ellerinden alarak yenebilir, yok edebilirsiniz diye kurulan planlar seneler öncesinde kaldı. şimdi yemişini topluyor bu vatandaşlar harika (!) tuzaklarının.Evvela içi boş müslümanlar türetilip; ilimle, araştırmakla araları açıldı.
Sorgulamayan, sadece kabul eden nesiller sadece özentiyi öğrendiler. Alime, veliye değil artiste, şarkıcıya en kötüsü hayvanlara özendiler. İçlerinden iyileri çıkmadı mı? Tabii çıktı. Onlara da öylesine siperler aldılar ki sanırsınız karşılarında koca ordu var.
İşte küfür hep korktu garip olmasına rağmen islamdan. Korkacakta hem öyle korkacak ki küfrünü katmerlemek için, kendini cehennemin dibine göndermek için elinden geleni ardına koymamacasına.Evet kardeşler bunda bize düşen vazife ne? Öğrenmek, yaşamak, yaşatmak. Küfrün bataklığından bir adam çıkarabilmek için uykulardan uyanmak. İlahi mabede bir tuğla olabilmek için çalışmak. Bu günün işini yarına bırakmamak. Gelin bu gün başlayalım. Şimdi, hemen.

çok güzel bi paylaşımdı.tşkkrlr....

bu konuda çok müzdaribim.frağmanlarıdan bile bu milleti bozmak için elinden geleni bırakmayan.iç ve dış düşmanlarımız.adınada kutsal recep ayımızın ismini koyarak,gerçekte o mübarek ayı da alaya alan bir yaklaşım bence....bu yahudi dönmelerinin yaptıkları filimleri son nefese kadar protesto ediyorum....onların hain planları olsada rabbimiz onlara fırsat vermeyecektir.öyle inanıyorum.

hani kimsenin ne kadar inandığı, düşünceleri beni alakadar etmez ama en azından düşüncelere, inançlara, hiç olmazsa insanlığa biraz saygı gösterilmesi gerekmezmi.?Anlıyorum kendin hayvan olmak istemişsin ama bunu niye kendine saklamıyorsun? gerizekalı boş insanlar ya.
çok boş, çok saçma, çok gereksiz zararlı bi film. hani bütün değerleri bir yana bırakıp filmi izlediğimiz zamanda gerçekten komik bir yanı bile yok. ortada tamamen parazit hayat yaşayan insan kılığından çıkmış biri var.millet neresini begeniyor anlamış değilim. ???

Recep İvedik, son yıllarımızın bir komedi filmi. (!) Böyle bir filmin varlığından, önce bazı magazin yazarlarımızın makalelerini okuyarak haberdar oldum. Sonra bazı haberler ve reklâmlar dikkatimi çekti. Yazılanlara göre, Recep İvedik, son yılların en çok seyirci çeken komedi filmlerinin başında bulunuyormuş. Yüz binlerce değil, milyonlarca kişi, bu filmi görmeye koşuyormuş.
Geçen hafta, canımın çok sıkıldığı bir günde, eşim Caddebostan Kültür Merkezine telefon açıp benim için bir yer ayırtmış. İster istemez, ben de o filme gitmek mecburiyetinde kaldım. Bir halk günü olmasına, yani bilet ücretlerinin, diğer günlere nazaran daha ucuz tutulmasına rağmen, gördüm ki, salonun sadece sondan üç sırası dışında bütün koltukları boştur. Doğrusu, önce çok şaşırdım. Yapılan propagandaların tesirinde kaldığım için salonun dolacağını sanıyordum. Recep İvedik‘i gördükten sonra nasıl bir oyunla aldatıldığımızı anladım. Çünkü Recep İvedik, baştan sona, bir basitlik, bir kabalık, bir bayağılık örneği olarak karşımızdaydı. Senaryo çok kötüydü. Türkçe çok kötüydü. Çekimler çok kötüydü. Tip olarak Recep İvedik gerçek anlamda iğrençti. Her komedi filminde mübalağa -abartma- belirli ölçüler içinde elbette vardır ama Recep İvedik‘te abartı ve ahmaklık üzerimize bir tsunami dalgası gibi geliyordu.
Recep İvedik filmi, bizim millet olarak içinde bulunduğumuz durumu göstermesi bakımından ibret verici bir belge. İnanıyorum ki ilimde, sanatta, fikirde, siyasette, ahlakta, estetikte belirli bir seviyeye ulaşmış hiçbir ülkede hem böyle pespaye bir film çekilmez, çekilse bile, kimse böyle filmlere ilgi göstermez. Peki Türkiye’de durum neden farklı? Çünkü: Resmî rakamlara göre, Türkiye, dünyada en az okuyan ülkelerin başında bulunuyor. Bizim altımızda Orta Doğu ülkeleri, onların altında da Afrika toplulukları var. Evlerimizin % 95’i kitapsız ve kütüphanesizdir. Kitap, Batı dünyasında, bir kişinin ihtiyaç listesinin 18. sırasında yer alıyor, Türkiye’de ise kitap 122. sıraya kaymış durumda. Batı dünyasında bir yılda basılanlarla bin kişiye 2.700 kitap düşüyor. Türkiye’de, bin kişiye düşen kitap sayısı sadece yedidir. Böyle bir ülkede, yani okumayan, yani estetik duygular bakımından gelişmeyen bir ülkede, Recep İvedik bayağılığında filmlerin çekilmesi ve gösterilmesi daha uzun yıllar çilelerimizin başında yer alacaktır. Çok yazık. Çok yazık.

Yavuz Bülent BÂKİLER

Bu yazıyı okumuştum yayınlandığında ama neden yorum yapmamışım anlamadım ???
Neyse...
Gok Sultan kardeşim mühim bir meseleyi paylaşmışsınız.İnsanın içini acıtan acı sahnelerden biri de bu olsa gerek 'İvedik manyaklığı!'
Amerikaya ,batıya özenmeler,onların esiri olmalar,küçük düşürülmeler zaten büyük bir iç acısıyken bir de bu filmin çılgınları..Gereksiz boş verilen zamana yazık.Zaten tarihimizde doğru düzgün ders alınabilecek filmler varmı ki_? Sayılı filmler.
Artık milletimiz öyle hale gelmişki herşeyi boşveriyor,Türklüğünü unutmuş,Osmanlı'yı unutmuş,dilini,dinini asıl vazifesini unutmuş.Tarihini bile unutmakta!O yüzden bu filmin bu kadar beğenilmesine şaşırmamak lazım esasen zaten milletimiz kendisinden geçmiş!
Türkiye’de, bin kişiye düşen kitap sayısı sadece yedidir.

Bu çok ülpertti beni!En öenmli ilimlerin bulucuları bile Türkler iken ...
Yazacak çok şey var da ne diyelim Allah ıslah etsin..


Makale Köşemiz

MollaCami.Com