Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Çocuk ve oyun

Sadece çocuklar için hazırlanmış oyun bahçeleri ve parklar... Görünürde her şey ne kadar güzel! Atlayan, zıplayan, itişip-kakışan, gülüşüp oynaşan çocuklar... Ve çocuklarına “jest” yapmış olmanın mutluluğu yüzlerinden okunan yetişkinler... Dışarıdan bakınca manzara böylesine güzeldir. Ya biraz düşününce?..

Hava güzelse, yakınlarda bir park varsa ve çocuğu parka götürebilecek birisi bulunuyorsa, çok değil, sadece bir-iki saatliğine çocuklar eğlenebileceklerdir. Çocukların o bir-iki saatlik süre içinde adeta yarışırcasına bir maymun çevikliğiyle hoplayıp zıpladığına bakınca, harcamaları gereken ne kadar “bastırılmış” enerjileri olduğunu anlamak hiç zor değildir. Çocuğun eve dönmek istememesini, ağlayıp tepinmesini başka nasıl izah edersiniz?

Çocuk, evinde ne kadar mutlu?

Çocuklar evlerinde oynayamıyorlar mı? Evde mutlu değiller mi acaba? Onlara evde nasıl bir ortam veriyoruz ki sokağa çıktıklarında sanki “zincirden boşanmış” gibi oluyorlar? Ya da şöyle soralım: Ev ortamımızı çocuk gözüyle değerlendirsek, acaba onların yerinde olmak ister miydik?

Çocukluğun ilk bir yılı, belki onların en mutlu yılıdır. O da anne çalışmıyorsa. Çocuk aileye yeni dahil olmuştur, hatta kendisini annesiyle bir bütün olarak hissetmektedir. Ne var ki, etrafıyla iletişim kurmaya başlar başlamaz televizyonun karşısına oturtulur ve önüne bir kaç oyuncak konulur. Artık anne ev işi yapma özgürlüğüne tekrar kavuşmuştur! Ama çocuk için okul çağına kadar sürecek monoton yıllar da başlamıştır.

Bu açıdan bakılınca, köy çocukları belki birçok yönden mağdurdurlar; ancak oyun oynama özgürlüğü açısından şehir çocuklarına oranla çok daha şanslıdırlar.

Oyun, hayalleri yaşamaktır.

Ne kadar farkındayız bilinmez ama oyun çocuk için hayatın özüdür. Oyun, hayatı yaşamaktır. Oyun, işleri, ilişkileri öğrenmek demektir. Oyun, hayalleri, düşleri yaşamaktır. Bir değneye binerek “deh deh” çığlıklarıyla koşan çocuk, gerçekten at üstünde gidiyormuşçasına mutlu değil midir?

Oyun arkadaşla oynanır. Arkadaşı yoksa çocuk hayalî bir arkadaş edinir. Kendi kendine onunla konuşur, iki rolü aynı anda oynar. Evdekiler de çocuk kendi kendine oynuyor zanneder. Bazen çocuklar yetişkinlerin kendisiyle oynamasını ister. Oysa oynaması için ne çok oyuncağı vardır! Hep unuturuz ama oyuncaklardan da bıkılır. Siz her gün aynı yemeği yeseniz bıkmaz mısınız? Eğer çocuğunuzun sizinle oynama isteğini oyuncakları bahane ederek geri çeviriyorsanız, bilmelisiniz ki oyuncaklar onun sizinle iletişimini azaltan nesneler durumuna gelmiştir. Tabii televizyon da aynı şekilde. Çocukların oyuncaklarını kırıp parçalamalarının temelinde bu tür hisler olabileceğini ciddi ciddi düşünmeliyiz.

“Yılanları kestim anne!”

Çalışan bir anne anlatıyor: “Oğlum 3-4 yaşlarına geldiğinde, evde bakıcısıyla sıkılıyordur düşüncesiyle bir kutu pastel boya aldım. ‘Bak sana ne getirdim’ diyerek sevinçle eve girdim. O ise hiç sevinmedi. Sonra mutfağa yemek yapmaya girdim. Bir süre sonra çocuğun odasına giderek ne yaptığına baktım. Yeni boyalarıyla resim yapmaya daldığını zannetmiştim. Ne yaptığını görünce hayretler içinde kaldım: Oğlum, eline geçirdiği eski bir demir pergel ile pastel boyaları kıtır kıtır doğramış, un-ufak yapmıştı. ‘Ne yaptın?’ diye bağırdım. ‘Bak, ben onları sana alabilmek için akşama kadar çalışıp para kazandım!’ Oğlum soğukkanlılıkla ‘yılanları kestim anne’ dedi. Bu söz karşısında irkildim. Çocuğum, benim ona getirdiğim hediyeyi kesilecek yılan olarak algılıyorsa... Başka ne diyebilirim ki?...”

Anne-baba ile iletişimin yetersiz olduğu durumda çocuk, sevgi-ilgi eksikliği hisseder. Doyurucu iletişim ortamından mahrum çocukların, hayatlarının ileriki dönemlerinde diğer insanların görüş ve değerlendirmelerine aşırı önem veren, kendini onlara göre ayarlayan, çevresinde “sevgi arayan çocuk” karakterine bürüneceği öngörülür. Tüm ilişkileri sevgi aramaya, içindeki sevgi eksikliğini doyurmaya yönelik olacaktır. Sevgiye doymamış bir çocuk, ileride ana-baba olduğunda kendi çocuklarına da aşırı bağlanarak onlardan sevgi umacaktır.

Bazı oyuncaklar da kendi kendine oynar. Çocuk onlarla oynayamaz, sadece çalıştırır ve onu izler. Oyuncağı istediği gibi kullanamaz. Çocuk elektronik, pahalı bir oyuncağa “sahip”tir ancak onunla oynamak çok zevk verici değil, aksine kaygı vericidir. Ya bozulursa? Sonuçta azarlanmak da var...

Çocuk odası mı hücre mi?

Hayatın ikinci ve üçüncü yılı tuvalet eğitiminin sıkıntısı ile geçer. Sonra evin en küçük odası çocuk odası olarak ayrılır. Çoğunlukla bu odaya iki katlı bir ranza konulur. Ranzadan düşüp yaralanan çocukları duymuşsunuzdur. Diğer tarafta ders çalışmaları için bir kitaplık ve ortada bir seccade sığacak kadar boşluk... Sanki sahip olmamız gereken çocuk sayısı da bize empoze edilmiş oluyor: İkiden fazla asla!..

Şehirlerde milyonlarca ev, aile bu durumda. Yaşlılarımız, “zamane” çocuklarını gördüklerinde, “bizim çocuklarımız böyle değildi” diyorlar. Bir odada 5-6 çocuk büyütmekten söz ediyorlar. Evet, onların çocukları bizimkiler gibi değildi. Dünün çocukları her iklimde; sıcakta-alazda, karda-boranda dışarıda idiler. Belki yokluk gördüler, çalıştırıldılar ama bir iletişim-paylaşım ortamında idiler. Akşam olup eve girdiklerinde, oyun veya çalışma sebebiyle de olsa enerjileri tükenmiş oluyordu herhalde.

Cıss!... Ona dokunma!

Ve biz anneler: Evimizde çocuklarımızdan korumamız gereken o kadar çok eşyamız var ki. Bilirim, o eşyaların günlük bakımı çocuk bakımından daha zordur. Sanki biz o eşyaları kullanmak için edinmemişiz de, o eşyalar bizi kullanıyor...

Haksız da sayılmayız yani!.. O güzelim dantel örtüleri aylarca-yıllarca, gece-gündüz, çocuklar kirletsin diye mi ördük? Hele bir dokunsunlar bakalım! Her gün yer silmekten belimiz ağrıyor. Cam silmekten kollarımız dökülüyor. Çocuklar ne hakla alınlarını cama dayayıp dışarıyı seyretsin! Camdaki buğuya kirli parmaklarıyla nasıl resim çizerler?!. Bir çocuk okuldan geldiğinde, dalgınlıkla ayakkabılarıyla içeri dalıverirse, tokadı hak etmez mi?! Hatta aynı şeyi kocamız da yapıverirse, azarladık diye şikayete hakkı var mı?!. Evi bir gün de o temizlesin bakalım nasıl oluyor? Bazı çocuklar da çok aşırı gidiyor canım!.. Oynamaya diye çıkıp, toza-çamura belenip geliyor...

Şaka bir yana, yazık ki çoğu hanımlar böyle söylemeseler de bu şekilde düşünüyorlar. Hatta bu tip manzaralar, titizliğiyle övünen bir annenin sinir krizlerine tutulması için yeter de artar bile.

Çocukların ev içi hayatındaki sınırlama ve engellemeler yetmezmiş gibi, bir de alt kattakilerin, üsttekilerin rahatsız olması meselesi var ki, Allah korusun zaman zaman kan davasına dönüşebiliyor. Bu durumda, çocuklar başkalarını çileden çıkarmamak için okuldan gelir gelmez yemeğini yemeli, ödevlerini yaptıktan sonra sessizce televizyonlarını izlemeli, sonra da hücrelerine (pardon, yani odalarına) çekilmelidirler. Ortalıkta dolanmaları onların hayrına değildir. Yorgun babalar da gazetelerini rahat okuyabilmeli, televizyon haberlerine bir de çocuk sesleri karışmamalıdır.

Bazı okuyucularımız bu ifadeleri abartılı bulabilir. Hiç de böyle davranmadığımızı düşünerek, kendimizi eleştirmekten kaçabiliriz. Veya yaptıklarımızı savunacak gerekçeler de üretebiliriz. Oysa bütün bunlar sonucu değiştirmez. Psikolojide çok genel bir kural vardır: Engellenme, saldırganlığa neden olur.

Kısıtlamalar saldırganlaştırır.

Çocuklarımızı ev içinde lüzumlu-lüzumsuz bir sürü kurallarla sınırlarsak, onları sürekli engellersek, saldırgan, dur-durak tanımaz hale gelmelerine neden oluruz. Çocuğa bir yığın oyuncak alıp odasına kapatmak, onun hayallerini ve bizimle iletişim kurmasını engellemek anlamına da gelir. Hiç çamurla oynayan çocukları izlediniz mi? Kendileri birşeyler üretiyorlar, oyuncaklar yapıyorlar ve ne kadar da mutlular değil mi? Öyleler, çünkü özgürler.

Çocuklarımızı engelleyip engellemediğimiz konusunda bir kanaate varamadıysak, onların saldırgan olup olmadıklarına bakabiliriz. Saldırganlık sadece fiziki olarak düşünülmemelidir. Sık sık okulda, sokakta dövüşmeleri açık bir saldırganlıktır. Ana-babalarını dövebilecek güçte değiller ya! Olsa olsa kardeşlerini veya arkadaşlarını dövebilirler. Psikologlar içe dönük ve dışa dönük olmak üzere iki tür saldırganlıktan söz ediyorlar. Çocuğun içe, yani kendine yönelik saldırganlığı yemek yememe, başını yere vurma veya kendini acıtma şeklinde olabilir. Yemek yememe, hastalık gibi başka sebepler yoksa aynı zamanda anneyi de cezalandırmaktır. Kurallara uymama, kendisinden beklenilenleri savsaklayarak-nazlanarak yapma, anne-babayı merak ettirme, kaygılandırma, ders çalışmama, aşırı hırslı olup başkalarının başarılarını kıskanma gibi davranışlar da, sözel olmayan dışa dönük saldırganlık örnekleridir.

Küçük çocukların kasıtlı olarak oyuncaklarını kırması veya bebek, hayvan şeklindeki oyuncaklarını hırpalaması, saldırganlığın yön değiştirmesidir. Aynı zamanda onlara nasıl davranıldığının da bize bir yansımasıdır. En önemlisi de bir ev gezmesine gidildiğinde, ya da eve misafir geldiğinde çocukların hiç umulmayacak söz ve davranışlarda bulunması, anne-babalarını mahcup edip çileden çıkarması, misafir yanında şımarmaları en çok kullandıkları gizli bir saldırganlık türüdür. Sonucu dayak olsa bile...

Şunu asla aklımızdan çıkarmayalım: Çocuklarımızda hoşumuza gitmeyen, şikayetçi olduğumuz davranışların sebebi, çoğunlukla bizim yanlışlarımızdır.

Dr. Ayşe İzci "

çocuklairla oyun oynamak sünnettir artık önemni siz düşünün arkadaşlar

Şunu asla aklımızdan çıkarmayalım: Çocuklarımızda hoşumuza gitmeyen, şikayetçi olduğumuz davranışların sebebi, çoğunlukla bizim yanlışlarımızdır.

Çok doğru bir tesbit, değil mi?

Paylaşım için teşekkürler kardeşim...

ne kadar doğru tespitler ...

emeğine sağlık letaif...


Aile ve Çocuk

MollaCami.Com