Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Bir Peygamber Aşığı: Yaman Dede ve Na'ti

Dahilek Ya Resulallah
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Resulallah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Resulallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Resulallah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Yanar kalbe devâsın sen bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar visâl ağlar ezel mesrûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Erir canlar o gülbûy-ı revanbahşın hevâsından
Güneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım Haremgâhında cân vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Boyun büktüm perîşânım bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu aşkından döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîri
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah


İki cihân güneşi Hz. Muhammed (s.a.s.) için Türk edebiyatında sayısız na’t yazılmıştır. Bu na’tlerin içinde dikkat çekenlerden biri de Yaman Dede’nin şiiridir. Dahîlek Yâ Resulullah, “Sana Sığındım Ey Allah’ın Resûlü!” demektir.

Gönüller sultânı Mevlâna’nın meşhur çağrısının yankı bulduğu bir gönül eri Yaman Dede… Gayrimüslim bir aileden doğmasına rağmen, Müslümanca bir hayat süren ve Müslümanca ölen bir dede… İçinde bulunduğu durumdan dolayı Müslümanlığını 55 yıl gizlemek mecburiyetinde kalmış.

Hukuk Fakültesini bitirip 20 sene avukatlığın ardından öğretmenlik yapan bu yürekli insan, Galata Mevlevihânesinde kendisini yetiştirir. Doğduğunda Diyamendi adı verilen Yaman Dede İslâm’la müşerref olduktan sonra adını da “Mehmed Abdülkadir Keçecioğlu” şeklinde değiştirir.

Yukarıya aldığımız na’tin ilk mısraında şair, soyut bir kavram olan gönlüne, somut bir şekil vermiştir: “Gönül, hûn oldu.” Gönlün kan olması şiddetli ızdırapların, çekilen acıların beyanı için söylenmiş bir sözdür. Hz. Muhammed’i özlemekten, yahut hiç olmazsa Ona olan sevgisini yıllarca dışa vuramamaktan kaynaklanan bir rûh hâlini dile getiriyor bu mısra. Peygamberine olan hasret ateşi, içinde o denli birikmiştir ki bu ateşi bir yanardağın sıkışan lavlarını püskürtmesi şeklinde dışa vuruyor. Şair hasret yangınını cehennem ateşi ile aynı şiddette görüyor. Zaten ruhlar âleminde bile kendisini sadece bir “feryat”tan ibaret gören şair O’na kavuşup güzelliğini görmek suretiyle rahata erebileceğini anlatıyor. Çünkü O, yanan kalbi serinletir; dert çeken yüreklere bir şifâdır. Maddî ve mânevî anlamda muhtaç olanlara cömertçe davranır. Çünkü O, Habîb-i kibriyâdır. O, Muhammed Mustafa’dır.

Üçüncü kıt’ada şair, Hz. Muhammed’in dünyanın yaratılışına sebep olma özelliğini dile getiriyor: “Ey Muhammed (s.a.s.) senin ilâhî nûrun dünyaya ışık salmasa gül açmaz, sular akmaz; bakışlarını bu dünyadan çevirecek olsan dünya yok olur; hayat diye bir şey olmazdı. Eğer sen olmasaydın bu dünya olmazdı. Ezel ve ebed olmazdı. Ayrılık veya kavuşma diye bir şey olmazdı.” şeklindeki ifadelerle “Levlâke levlâk lemmâ halaktü’l-eflâk” kutsî hadîsine telmihte bulunuyor.

Dördüncü kıt’ada Peygamberimizin mübârek vücudu ile terlerinin gül koktuğunu hatırlatan şair, duyabilene, hayat bahşeden o gül kokusunu alan bir insanın duygusuz kalamayacağını ifade ediyor. Bu kıt’ada, sıcak bir havada Güneşe bakıldığı zaman onun titrermiş gibi görülmesini şair, farklı bir şekilde yorumlamak suretiyle hüsn-i ta’lîl sanatı yapıyor. Şair, Güneşin bu titrer gibi görünüşünü ve yakıcılığını Peygamber Efendimizin yüzünü görme hasret ve şevkine bağlayarak, son nefesinde bile O’na olan hasretini dile getireceğini anlatmak istiyor.

Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Peygambere olan sevgi yoğunluğu daha doğrusu aşk, şairde öyle bir hâl almıştır ki dış dünyada olup bitenler onu zerrece etkilemez. Ne soğuk üşütür ne sıcak yakar. Yanan çöllerde susuz kalsa, bu çöllerde can verecek olsa bile elem duymayacağını söyleyen Yaman Dede, bağrında yanan ateşin dış âlemdeki ateşten daha şiddetli olduğunu söylüyor. Öyle ki içindeki ateş bir yanardağ misalidir. Yanardağdan fışkıran lavların yanında, çöl sıcağının hükmü olamaz. Bu yangınla birlikte hasretin ifadesi olan ağlayış ve gözyaşları da ummanlardan daha çoktur. Ummanlar onun gözyaşları yanında ancak bir “nem” mesâbesindedir.

Ateş ve su birbirine zıttır. Şair her ikisinin de kendisinde bulunduğunu söylüyor. Bu iki kavram birbirlerine karşı etki etmeyecek derecede kuvvetlidir. Yani hem ateş hem de su bir arada ve ikisi de varlığını muhafaza edebiliyor. Gökten alevler yağsa ve o alevleri emse bile hissetmeyecek derecede bir yangın içine düşmüştür. Şiddetli sevginin sonu cünun (delilik) hâlidir. Bu kıt’ada “Mecnun” mazmunu vardır. Mecnun da Leylâ’nın aşkından dolayı insanlardan uzaklaşıp, kendisini vahşi bir çölün ortasına bırakıyor. Dışarıdaki çöl sıcağı Mecnun’u hiç etkilemiyor; vahşi hayat da… Zira içinde bulunduğu ruh hâli onun dış dünyadan kopmasına sebep olmuştur. Yani dış âlemdeki olup bitenler onu ilgilendirmeyecek durumdadır. Yalnız, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda, Mecnun:

Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni

diyerek sevgisinin çoğalması, daha doğrusu derdinin artması için dua eder. Çünkü âşık o hâl ile vardır. Yoksa adı sanı silinecektir. Sevgiliden gelen belâ ise âşığa minnettir. Derdin çoğalması âşıklığın pâyesini artırır. Yaman Dede ise bütün sıkıntıları, ateşleri, çölleri, yangınları hiçe saymasına rağmen yine de yandığını ve artık ferahnâk olmak istediğini söylüyor. Bunun için Hz. Muhammed’den imdat diliyor, ona sığınıyor.

Âşık, bir pervâne misâli alevde yok olmayı arzular. Bu, sevginin en şiddetli noktasıdır. Kendini sevdiği varlıkta yok etmek… Bunun tasavvuftaki ifadesi “fenâfillah” (Allah’ta yok olmak)tır.

Altıncı kıt’ada şair, Hz. Muhammed’in yolunda can vermenin büyük bir mutluluk olacağını ifade ediyor. Peygamberimizin kabri başında ölümü diliyor. Ve yine son nefeste Allah ve Resûlünün adıyla yani “Kelime-i Şahâdet” getirerek can vermenin kolay ve güzel olacağını söylüyor.

Son kıt’ada şair niyazda bulunuyor. Derdin dermanı Hz. Muhammed’dir. O’na olan susuzluktan dudakları yanmış, kavrulmuştur. O’nun ayağının ucunda zikredip, dolanıp durmaktadır. Kendisini sahibine yaranmak için ayak ucunda türlü hareketler yapan bir köpeğe benzeten şair, ondan bir işaret bekler. Bir iltifat görse hemen yanına koşacaktır.

Yaman Dede’nin şiirine bir de şekil açısından bakalım:
Yanar kalbe devâsın sen / bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen / dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen / Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah

Görüldüğü gibi bu şiir, aruzun 4 mefâîlün kalıbıyla yazılmış bir musammattır. Bu kalıpta yazılan bir şiir, rastgele bir okunuşta bile âhengi sezilebilen bir yapıya sahiptir. Şair zaman zaman iç kafiyeler de kullanmak suretiyle âhengi artırmasını bilmiştir. Sözgelişi 2. kıt’ada, mısralar ortadan bölünebilir bir özellik arz ediyor

Yazımızı şairin aynı güzellikteki diğer bir natıyla bitirelim:

Ey Tanrımızın ma’kes-i envârı Muhammed
Allahımızın vâkıf-ı esrârı Muhammed

Mürsellerinin kâfile-sâlârı Muhammed
Her iki cihânın ulu serdârı Muhammed

Sen aşk-ı Hudâ hüsn-i Hudâ lutf-ı Hudâ’sın
Hallâk-i cemâlin gül-i gülzârı Muhammed

“Levlâk” ile taltîf olunan Şâh-ı Rüsûlsün
Biz ümmetinin yâr-i halâskârı Muhammed

Rahmeyledi âlemlere gönderdi seni Hak
Nûr etti nigâhın gazab-ı nârı Muhammed

Ümmî iken ümmetleri hayretlere saldın
İlmin ebedî kutb-ı şeref-bârı Muhammed

Sen havf u recânın ne büyük rehberi oldun
Kalbin en ulu vâkıf-ı huşyârı Muhammed

Âşıkların âh eyleyerek sîne döğerler
Hûn oldu güneş gördü de ruhsârı Muhammed

Gül yüzlü güneş gözlü Muhammed, meh-i tâbân
Çâk oldu görüp pertev-i dîdâr-ı Muhammed

Derdinle senin hamd ü senâ der de bu gönlüm
Aşkın ile yak sen dil-i bîmârı Muhammed

Aşkınla yanan âteş-i nîrân ile yanmaz
Dûzah çekemez âşık-ı ser-şârı Muhammed

Ümmetleri hüsrân ü mezellette bırakma
En sonra da bu Kâdir-i nâ-çârı Muhammed


Vedat Ali TOK

emeğine sağlık teşekkürler...

ben tşk ederim ilginize...

Ellerinize sağlık kardeşim, Allah razı olsun.Rabbimiz cümle ümmeti Muhammedle birlikte bizi de cehennemden azad edip O eşsiz sultanın aşkıyla yaksın kül etsin. :'(

okuyan gözlerinize sağlık teşekkür ederim..


Makale Köşemiz

MollaCami.Com