Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


KARA LEKE



O iki kara leke düşmeseydi gözlerimize, şimdi ne böyle suçlu hissedecektik kendimizi ne de bu yazıya konu olan o utanç verici körlük, o dayanılmaz karanlık apaçık görünür edecekti kendini. Objektifin ardındaki film bandına değmeseydi o iki kara leke, hiç olmamış gibi, hiç görülmemiş gibi geçiverecekti gözlerimiz olayın üzerinden. Uğramayacaktı bile oraya. Uğrayamayacaktı.
Bir şeyin �görülmediğini� söyleyebilmek için o şeyin görülmeye aday olması gerek. Azıcık da olsa ışık vurması gerek üzerine. Gözlerin dikkatini çekecek kadar lekelemesi gerek varlık sayfasını. Yokun yokluğunu göremez gözlerimiz. Var olmayana kaymaz gönlümüz. Bir şeyin �unutuldu� diye anılması için hatıra düşebilir bir varlık kırıntısı sunması gerek bize. Bir şeyin acınabilir olması için kum tanesi kadar da olsa bir hacmi olmalı. Hiç olmayanın hatırını sayamaz akıl. Hiç olmamışa acıyamaz kalbimiz. Yok olanın yokta kalışına ağlayan bir insan oldu mu hiç?

Görme eylemimiz hedefsiz gerçekleşmez. �Neyi gördün?� �Hiiiç!� mi? �Kör� derler adama. Deli bile derler. Hele bir demeye gör: �Hiçbir şeye acıyorum ben!� Acımak fiili nesne arar kendine. Ucundan görünmüyorsa bir şey, tamamına dair merakımız uyanmaz. Bir kenarından gözümüze ilişmiyorsa bir şey, gerisini görmeye gerek kalmaz. Alameti yoksa bir şeyin, görünürde değilse, sorumlu değiliz ondan. Hatırası olsun yoksa, bir defalığına bile olmuş değilse, gelip geçmiş değilse, gölgesi olsun değmemişse aklımızın ucuna, ona dair bir kaygı üretemeyiz. Yok olanın yokluğundan hayıflanmasını bilmez insan.
Ancak var olan kıymık olup batar kalbimize. Görünür olunca kıyısından, belki canımızı yakabilir. Acıtır belki! Acındırır! Ama belki! Bir gerçeğin aniden çıkıveren ucu, bir varlığın gözümüze sarkan kenarı, fazlasını görmeyi borç yazar gözlerimize. Misal; bir dilenci kapımıza gelinceye kadar yok sayarız fukaralığı. Birisi araba camımızı tıklatınca ancak, görmek zorunda kalırız sokak çocuklarını. �Nereden çıktın ki sen!� dercesine, gözümüzden olmasa da, gönlümüzden kovmaya yelteniriz ipuçlarını. Yaramaz çocuklara yaptığımız gibi sesini kestiririz. Halının altına süpürürüz. İnkâr ederiz. Yokmuş gibi davranırız. Sileriz. Hiç olmamış sayarız. Daha büyük bir bütünü, hiç inkâr edilemez gerçekliği hatırlattığı için suçlu sayarız onu. Münasabetsiz biliriz.
O iki kara lekeyi gözümüze fotoğrafçı Kevin Carter soktu: Somali�de Birleşmiş Milletler�in yardım kampının birkaç kilometre ötesinde, açlıktan toprağa yığılmak üzere bir çocuk ve arkasında onun ölümünü bekleyen bir akbaba. O iki kara leke, hepimizi, her zaman vicdan borçlusu kılacak acı gerçeği batırdı kalbimize. Suçlu o iki kara leke! Çünkü, bizi suçlu kıldılar. Oyunbozanlık ettiler. Olmasaydılar eğer, sayesinde Pulitzer ödülü aldığı bu fotoğraf çektikten sonra niye ardına bakmadan çekip gittiğini sorgulamayacaktı Kevin Carter. Olmasaydılar eğer, o görüntünün en çok da kendi vurdumduymazlığını ve vicdansızlığını görüntülediğini acıyla anlamasına mahal olmayacaktı Kevin Carter�in. Olmasaydılar eğer, çocuğu oradan alıp kendini akbabanın önüne bırakırcasına aylar sonra intihar etmeye kalkmayacaktı Kevin Carter (Demek fotoğraf makinesinin namlusu da sahibine çevrilebiliyor ve öldürüyor!)

Ama oldular bir kere.. Oldular ve göründüler. Ve hep görünecekler. Sadece fotoğrafçıyı değil, hepimizi rahatsız edecekler. Orada vicdan azabının ezip öldürdüğü o fotoğrafçı kadar bile var olmadığımızı görüntülüyor çünkü o fotoğraf. Bizi gammazlıyor. İçimizde merhameti en çok hak edeni, bir çocuğu, bir akbabaya sıradan bir yem edebilecek küresel adaletsizliğin, kitlesel merhametsizliğin başucuna koyuyor her birimizi. Tek tek koyuyor. Tam da olay mahallinde görünmeyişimiz nedeniyle, fail-i mâlûmu sayıldığımız bir cinayete ortak ediyor bizi.. Birer birer ortak ediyor. Dahası da var: fotoğrafta annesi ya da babası görünmüyor aç (bırakılmış) çocuğun. Annesi babası da öldürülmüş belki. Yahut uzaklarda tutuluyor. Onların çocuğun yanıbaşında görünmeyişleri de bir dehşet görüntüsü! Anne şefkatinin azıcık kırıntısınca orada olsaydık, hepten eriyip gözyaşı olmaz mıydık o çocuğun başında? Baba sıcağının bir tutamlık alevince varsaydık oraya, yanıp kül olmaz mıydık evladımızın yanıbaşında?

Erimiyoruz. Yanmıyoruz işte! Yokuz orada. Yokluğumuzu o iki kara leke sayesinde görebiliyoruz. Olmasaydı o iki kara leke, oradaki yokluğumuzu da görünür kılamayacaktık kendimize. Orada olamadığımıza yanamayacaktık bile. Merhametsizliğimizle yüzleşemeyecektik. Ama oldular bir kere.. Ve sobelediler bizi birden. Açıkta yakaladılar kalplerimizi..

İçinde görünmediğimizi göremediğimiz, görünmediğimiz için de yanmadığımız ne kadar çok kara leke fotoğrafı olacaktı ama fotoğrafçılar yetişemedi. Hiç görünür olmadığı için hiç olmadığını sandığımız nice kara lekeler var yeryüzünde. Olsa bile, hep öyle oluyor diye, her gün tekrarlanıyor diye bıkkınlıkla yok saydığımız, alışkanlığımızın yüzsüzlüğüne sardığımız daha nice taze kara lekeler düşeyazıyor yerin yüzüne. Yokuz oralarda, yokluğumuzu görecek gözden yoksunuz. Yokluğumuzu görsek de yokluğumuza yanacak gönülün yoksuluyuz.
Ne kadar körüz! Ne kadar sağırız! Ne kadar merhametsiziz! Ne kadar acımasızız. Ne kadar vurdumduymazız.
Olmayan bizlerin en acınacak haline, yok oluşuna acıyıp da bizi var kılan ey Rahman; en çok yanımızda olunması gereken zamanda, anılmaya değer olmadığımız unutuş karanlığında bizi şefkatiyle seçip yakınlığına çağıran Rahîm; olamadığımız yerlere değdir dualarımızı. Gözlerimize verdiğin o iki kara lekeyi, iki gözbebeğimizi merhamet(l)e aç! Görür kıl bizi kara lekeleri. Görünür kıl bizi kara lekeli fotoğraflar içinde... Geç kalmadan.

PAYLAŞIM İÇİN TŞK....

:-X


PAYLAŞIM İÇİN TŞK....


PAYLAŞIM İÇİN TŞK....


:'(

güzel bir paylaşım arkadaşım...teşekkürler :-[


güzel bir paylaşım arkadaşım...teşekkürler :-[


amin diyelim..


Makale Köşemiz

MollaCami.Com