Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Müstekbir

Müstekbir; büyüklenen, kibirlenen, kendini üstün gören demektir. Kavram olarak müstekbir; Allah’a karşı kendini yeterli görerek isyan eden, Allah’ın hâkimiyetini reddeden, insanlara karşı kibirlenip büyüklük taslayarak onlar üzerinde zorla egemenlik kurmaya çalışan demektir.

"Müstekbir, kalbindeki hastalığın (2/Bakara, 10) gözüne de yansıdığı (2/Bakara, 18) kimsedir. O yüzden gözleri sirk aynaları gibi çarpık gösterir. Küçüğü büyük, büyüğü küçük gösteren çukur ve tümsek aynalar gibidir bakışları. Cüce oldukları halde kendilerini yüce görmeleri, başkalarına da sömürülecek zavallı diye bakmaları bundandır. Hakkı bâtıl ve bâtılı da hak görmeleri de aynı hastalığın belirtisidir.

Türkçe'ye Yunanca'dan giren "manyak" kelimesi, müstekbir kelimesinin Türkçe tam karşılığıdır. Bu, müstekbir için zorlama bir abartı ifadesi değil; gerçek bir tanımdır. Şöyle ki, "megalo", büyük demektir; psikolojik bir hasta/ruh hastası olan "megaloman": Megalomani'ye, yani büyüklük kuruntusuna tutulmuş kimse anlamına gelir. "Megalomani" kendini büyük görme hastalığı, büyüklük kuruntusu mânâsınadır. "Mani" ve "manya" saplantı, iptilâ, tutku, düşkünlük şeklinde ortaya çıkan delilik haline verilen addır. "Manyak" da, Manya'ya (delilik gibi bu psikolojik hastalığa) uğramış ruh hastası demektir. Dolayısıyla "manyak" kelimesinin Türkçe’deki tüm olumsuz anlamları, istikbâr/kendini aşırı beğenme hastalığının bir göstergesi ve sonucudur. Yani tüm müstekbirler manyaktırlar. Bunun için olsa gerektir; tımarhanedeki delilerin çoğu, kendilerini meşhur büyüklerden, müstekbirlerden biri gibi görür ve gösterir. Deli bile, kendini akıllı gösteren meşhur delilerle/müstekbirlerle kendisi arasındaki yakın bağı görebilmektedir.

Kur’an kavramlarıyla söylersek, tüm müstekbirler; aşağılık birer kâfir, azgın birer tâğuttur; zâlim, fâsık ve fâcirdir. Toprakları, havayı ve suyu bile kirleten, fesâdını tüm çevresine yansıtan insanlık düşmanı asalaklardır. Müslüman, ne müstekbir olabilir ne de müstaz’af; ne ezen, ne de ezilen. Ama ille de müstekbir veya müstaz’af olmaktan biri konusunda tercih yapmak zorunda kalırsa, müstaz’aflığın daha ehven olduğunu bilir.

Gerçek anlamda büyümektir; kendimizi Allah için âciz/küçük görmek. Kendimizi büyük görmek de, gerçek anlamda küçüklük. Ulu önderimiz Peygamberimiz öyle buyurur çünkü: "Kim Allah için tevâzu gösterirse Allah onu yükseltir. Kim de kibirlenip büyüklük taslarsa Allah onu alçaltır. Kim Allah'ı çok zikreder/anarsa, Allah onu sever." (İbn Mâce, Zühd 16). Seni küçük görenlere, müstekbirlere karşı görevin: Onun terazisinde de ağır gelmek için uğraşman; ama bunu kendi hastalığın olarak değil, onu hastalıktan kurtarmak için yapmandır. Seni büyük görenlere, müstaz'af mü'minlere karşı görevin: Muhâtabın kendisini çok küçük görmesine engel olarak kendine zarar vermesinin önüne geçmek, aynı zamanda seni büyüklenip böbürlenmeye götürerek sana zarar vermesine de mâni olmaktır. Meşhur Nebevî tavsiyeyi bilirsiniz: "Mazlum kardeşinize de zâlime de yardımcı olunuz." “Zâlime nasıl yardımcı olabiliriz?” "Zulmüne engel olarak!" Müstekbir için de aynı yardım sözkonusu.

İslâm zâlimlere en küçük meyli, onlara seyirci kalmayı bile haram sayar. Zâlim müstekbirler olsa gerek İncil’e “bir yüzünüze tokat vurana diğer yüzünüzü çevirin” diye cümleler yerleştiren. Misyonerler tarafından zulme rızâ yaygınlaşsın istiyor müstekbirler. Bu tür cümleleri müstaz’aflar okusun da kendilerinin zulümlerine ses çıkarmasın istiyor müstekbir Batı dünyası. Kibirli, bizim sâyemizde (bizim ona bu fırsatı vererek, ona karşı küçüklüğü, köleliği kabullenmemizden dolayı) büyüklenmemeli; büyüklük taslayanlara hadlerini bildirebilmeli ve acziyetlerini gösterebilmeliyiz. Ölçü belli: "Kâfirlere karşı şiddetli/çetin; kendi aramızda merhametli olmak" (48/Fetih, 29); "Mü'minlere karşı alçak gönüllü/şefkatli; kâfirlere karşı onurlu ve zorlu olmak" (5/Mâide, 54).

Yeryüzünde zulme sebep olan, arzı ifsâd eden ve zayıfları ezen kimseler müstekbirdir ve istikbarları yüzünden taşkınlık yapmaktadırlar (28/Kasas, 39). Onlar, kendilerini güçlü ve üstün gördükleri için İlâhî yasaları tanımazlar ve akıllarına estiği gibi hareket ederler. İnsanlara kötülük yapmak için başvurulan çeşitli hile ve kurnazlıkların arkasında istikbâr vardır (bkz. 35/Fâtır, 43; 31/Lokman, 7; 63/Münâfıkun, 5). Yeryüzünü zulüm ve kahırla dolduran ve kitleleri ezen ordular da istikbâr ordularıdır (bkz. 28/Kasas, 39; 25/Furkan, 21).

Müstekbirlik, inkârcıların, kâfirlerin özelliğidir (7/A’raf, 36, 75-76; 28/Kasas, 76-77). Allah’a ve O’nun âyetlerine karşı müstekbirlik yapanlar için dünyada alçaltıcı bir azap vardır (46/Ahkaf, 20; 40/Mü'min, 60). Allah’ın âyetlerine karşı müstekbirlik yapanlara göğün kapıları açılmayacak, onlar deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar Cennet’e giremeyecektir. Onlar için Cehennem’de ateşten yataklar hazırlanmıştır (7/A’râf, 40-41). Allah’a karşı ibâdet etmeye müstekbirlik yüzünden yanaşmayanların sonları da cehennem olacaktır (40/Mü'min, 60). Müstekbirler büyük bir haksızlık içerisindedirler. Bu nedenle Allah, müstekbirleri kesinlikle sevmez (16/Nahl, 23). Müstekbirler, Allah’ın âyetlerine karşı kibirlenirler ve onları yalanlarlar (7/A’râf, 36). İçlerinde sakladıkları büyüklenme hastalığı yüzünden Allah’a kulluktan, O’na itaat etmekten yüz çevirirler.

Müstekbirlerin Duayenleri: Kur’an’da, özellikle şeytan (2/Bakara, 34, 7/A’râf, 11; 38/Sâd, 71-75), Firavun ve yardımcıları Karun, Hâman (23/Mü’minun, 45-48; 7/A’râf, 132-133; 10/Yûnus, 75-93; 28/Kasas, 39-42, 78-84; 29/Ankebût, 39), mele’ (ileri gelenler/etkili ve yetkili çevreler) (37/Saffat, 35-36; 7/A’râf, 74-79, 88-93), İsrâiloğulları (2/Bakara, 87-88), kâfirler, müşrikler (40/Mü’min, 56; 41/Fussılet, 38; 74/Müddessir, 11-26) ve münâfıklar (63/Münâfikun, 5-6) istikbârın sembol tipleri, müstekbirlerin duayenleri olarak öne çıkarılır.

Kur’ân-ı Kerim’de istikbarın tipik örneği Firavun’dur. O kendini büyük, güçlü ve yıkılmaz saltanat sahibi görerek ilâhlığa kalkıştı, Hz. Mûsâ’nın dâvetinden yüz çevirdi. Peygamberî çağrıya uyarak Allah’ın önünde secde etmeyi gururuna yediremedi. Allah’ın hükmüne uymaya tenezzül etmedi. Günümüzde Firavun’un izinden giden makam sahipleri, Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen zâlim yöneticiler, İslâm düşmanı düzenler, uluslararası emperyalist kuruluşlar başta olmak üzere, egemen küfür güçlerinin temel vasfı müstekbirliktir. Yine, Bel’am ve Sâmirî’nin, Nemrud ve Ebû Cehil’in ve her devirde ve her mekânda bunların izinden giden tiplerin ortak özelliği müstekbirliktir.

Özellikle Firavun’un çevresindeki etkili ve yetkili kişiler olan Hâman ve Karun örnekliğinde açık bir şekilde görüldüğü gibi, müstekbirler iki grupta değerlendirilebilir. Biri, ileri gelenler anlamında olan “mele”; diğeri refah ve servet sahibi “mütref” zümreler. Müstekbir prototiplerden Hâman, mele’ sınıfını; Karun da mütref sınıfını temsil eder. Bu anlamda ilki siyasî, dinî ve idarî kategoriyi; ikincisi de ekonomik güçleri ifade eder. Mele’; önde gelenler, askerî, bürokratik ve politik çevrelerdir. Bir ülkenin yöneticileri ve yönetimde etkili olan askerî ve sivil çevreler, medyayı, köşe başlarını tutmuş zümreler mele’ kategorisine girer.

Müstekbirler, kendilerinde bir üstünlük olmadığı halde büyüklük duygusuna kapılıp doğru yoldan çıkan kimselerdir. Zayıf karakterli oldukları için, aşağılık duygusuyla acziyetlerini insanlara karşı böbürlenerek gidermeye, gizlemeye çalışırlar.

Esasen Allah ‘ekber/en büyük’ olduğu için büyüklük hakkı da O’nundur (45/Câsiye, 37). Ancak, Allah’a hakkıyla inanmayan kimseler bu gerçeği görmek istemezler. Sahip oldukları dünya malı, güç veya iktidar gibi kendilerine sınav olarak emanet edilen şeylere aldanarak kendilerini Allah’tan ve O’nun emirlerinden müstağnî sayarak müstekbirleşirler. Müstekbirler, zayıf bırakılmış, ezilmiş kimseleri yani müstaz’afları sömürürler. Onların boyun eğmişlikleri üzerinde iktidarlarını sürdürürler. Müstekbir, mazlumların kanıyla beslenen vampirdir. Komünizm, sosyalizm, kapitalizm ve diğer izmler de müstekbirdir. En büyük müstekbirler Siyonistler ve onların hizmetinde olan ABD ve AB ülkeleridir. Bilinçli-bilinçsiz onlara abdlik/kulluk yapanlar sâyesinde bu sömürüyü yürüttükleri için bu işbirlikçi ve yardımcılar da suç ortaklarıdır. Bu zulümlere seyirci kalanlar ise dünyada zilletten, âhirette azaptan kolaylıkla kurtulamazlar.

Ve... Büyüklük taslamanın sonu ile ilgili 2 uzak tarihten, 2 de yakın tarihten ibret:

Şeytan: İstikbâr etti/kibirlenip büyüklük tasladı; herkesin hakaretle/lânetle andığı aşağılık mahlûk oldu. İlk müstekbir, yani ilk büyüklük taslayan İblis’tir. O, Allah’ın secde emri karşısında kibirlendi, müstekbir oldu ve secde etmekten yüz çevirdi (2/Bakara, 34).

Firavun: Müstekbirleşti ve "ben sizin en yüce rabbinizim" diyecek cür'et gösterdi (79/Nâziât, 24); Herkese secdede ve küçülmüş vaziyette teşhir edildi (bk. 10/Yunus, 92; Londra British Museum’da sergilenen ceset).

Superman (süpermen) filmlerinin insan üstü güçleri olan süpermeni/sahte ilâhı (bu filmin kahramanı) Cristopher Rewee, attan düştü, tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu. Bırakın havalarda uçmayı, yerde yürüyemeyecek zavallı halde yaşamaya mecbur kaldı.

Muhammed Ali Clay: Müslüman olduğu ve en büyük olanın kim olduğunu bildiği halde, "en büyük benim" demenin cezası olarak alzheimer hastalığına tutuldu, dili zor konuşur, eli ve ayağı zor hareket eder hale geldi.

Günümüzün müstekbir karakterli kişi ve grupları yakından tanımak için Kur’an’a bakmak yeterlidir. Yine bu zâlimlerin müstaz’af haline getirdikleri zayıfları Kur’an’dan tanıyoruz. Yapılacak iş, müstaz’aflara destek olmak, onları savunmak; her türlü meşrû aracı kullanarak müstekbirlerin baskı ve zulümlerini önlemeye çalışmak, kendimiz eğer müstaz’af isek bundan da âcilen kurtulmaya gayret etmektir. Unutmamak gerekir ki, geniş kitleleri istikbâr ile sömüren zâlim azınlık, müstaz’afların kurtuluşunu sağlayacak tevhîdî çözümlere asla yanaşmayacaktır. Yine unutulmaması gerekir ki zâlimlere az da olsa meyil, ateşin dokunmasına sebeptir. “Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez.” (11/Hûd, 113) “İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyen/böbürlenmeyen ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir.” (28/Kasas, 83)

Bizi, müslümanlığımızdan dolayı küçük göreni, "hayvandan daha aşağı" (7/A'râf, 179), "yaratıkların en şerlisi" (8/Enfâl, 55), bir "pislik" (9/Tevbe, 28) "sağır, dilsiz, kör ve akılsız" (2/Bakara, 171; 8/Enfâl, 22) görmek zorundayız.

Ezilen, zulme uğrayan kitlelere, zulme uğradıklarını hatırlatmak, onları mustaz’af olduklarının bilincine vardırmak, vahyî sorumluluğumuzun gereğidir. Toplumda soyundan, renginden, maddî imkânsızlığından dolayı ezilmiş, itilmiş kakılmışları sahiplenmek ve onları horlayıp ezenlere karşı tavır almak mecbûriyetindeyiz. Müslüman, Allah’ın sevmediği insanlara en küçük muhabbet besleyemez. “Şüphesiz Allah müstekbirleri sevmez.” (16/Nahl, 23). Müstekbirlerin istikbâr ellerini kesmek müslümanın temel görevlerinden biridir. Amerika ve onun arkasında onu yöneten, yüce zannedilen cüceyi sömürge devleti gibi kendi çıkarları için kullanan İsrail, en büyük müstekbir güçlerdir. Yeni dünya düzeni demek “müstekbirlerin zulmüne ses çıkarmayan düzen” demektir. Afrika ve Asya’da yaşayan insanları, o ülkelerde yönetime getirdikleri veya seçtirdikleri kuklaları sâyesinde fakirleştiren, kendisine köle haline getiren bu vampir müstekbirlere karşı tüm gücümüzle cihad etmek zorundayız. Amerikanlaştırılmış din, “lâ”sı olmayan, demokrat ve mevcut yapıyı koruyan muhâfazakâr anlayışlardır. Bu anlayışı sadece Amerika değil; Avrupa Birliği adlı müstekbir topluluğu da tek din anlayışı olarak kabul etmektedir. Müslüman, lâ/hayır diyerek müstekbirlere tavır almak mecbûriyetindedir. Onun için, bırakın ezilip sömürülmeye, yani müstaz’aflığa rızâ göstermeyi, tüm dünya garibanlarını, ezilmişleri de bu vampirlerin elinden kurtarmaya çalışır muvahhid müslüman.

Ne ezen ne ezilen, Hak’ca bir düzen. Ne müstekbir ne müstaz’af, Kur’an’a inanıp teslim olan ve dünyadan zulüm ve fitneyi kaldırmaya çalışan bir insan ve sistem…

Tâğutun en örgütlü biçimi olan İslâm dışı düzenler, tüm kurum ve kuruluşları ile, medya ve kapitalist sermaye kuruluşları gibi tüm işbirlikçileriyle mü’minlere saldırmakta ve onları çeşitli hilelerle güçsüz bırakmak istemektedir. Bugün yeryüzünün birçok yerinde katledilen, savaşacak silâh ve güce sahip olamamış, duâ etmekten, yardımcı istemekten (4/Nisâ, 75) başka çaresi olmayan insanlar, zulme başkaldıramadıklarından (büyük ihtimalle) mâzurdurlar. Ama onların bu imdat seslerini duymazlıktan gelen elinde imkânı olan kimseler zâlimlere tavır almıyor ve yeryüzünden zulmü, fitne ve fesâdı kaldırmaya çalışmıyor, bu uğurda mücâdeleyi göze almıyorsa, bunlar kesinlikle işbirlikçi sayılır ve müstekbirlerin günahına ortak olur. “Size ne oldu da, Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sâhip gönder, bize katından bir yardımcı yolla’ diyen müstaz’af zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphesiz ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.” (4/Nisâ, 75 ve 76) Evet, bu âyetler ışığında düşünelim. Çağın en vahşi müstekbirleri tarafından işgal edilen Irak’lı ve Filistin’li müstaz’af müslümanlar, yarın mahşer günü onlar için rahatını bozmak istemeyen bizlerden dâvâcı olursa, ne diyeceğiz? Dünyanın neresinde olursa olsun müstaz’af mazlumların safında yer almıyor ve onları ezen; mallarını, terlerini, onurlarını, ırzlarını, kanlarını ve canlarını heder eden müstekbirlere karşı, onların anlayacağı dilden “dur!” diyemiyorsak, bunun hesabını nasıl vereceğimizi düşünmek zorundayız.

Müstekbir cânîleri güçlü kılan, zulme rızâ gösteren müstaz’af, fakat zâlim kimselerdir. Müstekbirleri uyarmaktan korkan, zâlimlere itaati fitne ve fesad çıkmasın(!) diye sürdüren, zulümlere baş eğmeyi “sabır” zanneden, görevlerini ve özellikle emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ani’l münkeri terkeden, güçleri varken başkaldırmayan insanlar da zâlimdir. Aslında kendileri de müstaz’af oldukları halde, müstekbirlerle işbirliği yapmaktan çekinmediklerinden dolayı Allah bu gibileri zâlim müstaz’aflar diye nitelemektedir. Bu zâlim müstaz’aflar güç kaynağı gördüğü hangi müstekbir varsa onu ilâh kabul eden kimse durumundadır. Müstekbir de zâten kendini tanrı yerine koymaya kalkan küstah…

Bir insanda kendini yüksek görme ve hırs, söz söylerken soğan gibi kokar. Kavakların dikliğine, boylarının uzunluğuna bakıp onları önemli bir şey sanmayın. Bütün kibirli, meyvesiz ve gölgesiz yaratıkların başları bulutlarda sallanır. Önü bir damla pis su, sonu leş, ortası b.. torbası olan, nasıl büyüklük taslar? Kibirlenip büyüklenenin aldanma dünyasına. ‘Dünya benim!’ diyenin gittik dün yasına.

Müstaz’af halk, müstekbirleri omuzlarında taşıdığı için onlar büyük gözükür; fırlatıp atınca yerde sürünmeğe başlar. Müstekbirler, önlerinde diz çöküldüğü için büyüktür; o halde biz de ayağa kalkalım!
(alıntı)



Tâğutun en örgütlü biçimi olan İslâm dışı düzenler, tüm kurum ve kuruluşları ile, medya ve kapitalist sermaye kuruluşları gibi tüm işbirlikçileriyle mü’minlere saldırmakta ve onları çeşitli hilelerle güçsüz bırakmak istemektedir.



SubhanAllah! bu da büyük bir paradoks değil midir, İslam dışı düzenleri seçimle-oy vererek başa getiren yine sözde Müslümanlar değil mi? Üstelik bunu büyük bir ibadet şuuruyla (Fethullah Gülen) yapmaktadırlar. Kimisi "ehven" adı altında demokrasi/laiklik gibi bir küfür yönetimleri şura adıyla takiyyelendirip İslamileştirip millete sunmakta-yutturmaktadır.

İnsanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirir mi? elbette değiştirmez Ra'd 11

Gerçekten her ikinizede teşekkürler Allah razı olsun


Fıkıh - İlmihal

MollaCami.Com