Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Gerçekten ‘senin’ mi?

Kürtaj tartışmaları çerçevesinde insanların ‘ben’likleri yine öne çıkmış görünüyor. Kürtajı hak olarak gören bazı feministler, ‘Beden benim, karar da benim’ şeklinde kulağa doğru gibi gelen sloganlar atıyorlar.

Acaba gerçekten insan kendine malik mi? İnsanın bir sahibi yok mu? Vücudumuz ‘biz’im mi? Onun üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilir miyiz?

Oysa insanın kendine malikiyeti ‘solda sıfır’ mesabesindedir, etkisizdir ve tesirsizdir. Milyonlarca defa büyütülerek görülebilen ‘mikrop’lara mağlup olan insan, nasıl olur da Firavun gibi “Ben kendime malikim, vücut da benim, karar da benim” diyebilir? Derse haklı olur mu? Vücud bizim, ama emaneten... Bu vücudun üzerinde istediğimiz gibi tasarruf edemeyiz. Aksi halde emanete hiyanet cezası çekme ihtimali var.

Ama insan ‘zalim ve cahil’ olduğu için, gerçekleri görmek istemez. Mikroplara mağlup olduğu halde “En büyük benim” der. Elbette aklı(mız) başı(mız)na gelir, ama o zaman da ekseriyetle geç kalınmış olur. Aynı şekilde hürriyeti de insanlar yanlış anlıyor ve anlatıyor. “Ben hürüm, her istediğimi yaparım” anlayışını, “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar, Allah’ın kuludurlar” anlayışıyla değiştirmedikçe rahat edemeyeceğiz.

Bediüzzaman Hazretleri, sahipliği yanlış yorumlayanlara şöyle cevap vermiş: “Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, [lehulmulkü / mülk umumen Onundur] şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.” (Mektubat, Yirminci Mektup, Dördüncü Kelime, s. 219)

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de kürtaj tartışmalarıyla ilgili olarak şöyle demiş: “Ne annesinin ne de babasının [anne karnındaki cenin] onun üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur. Bu yüzden gebe olan anne; ‘beden benim değil mi, ben onu istediğim gibi kullanırım, bebek de yaparım, istersem onu da atarım’ deme hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü karnındaki bebeğin gerçek anlamda sahibi maliki değildir. Keyfi olarak terk edemez, öldüremez. Ona bakmak, korumak ve yaşatmakla görevli bir emanetçidir.”

Mimsiz medeniyetin insanlara yanlış öğrettiği bir konu da, kürtajın hak olduğu yönündeki bilgidir. Tıbbî ve fıkhî ölçüler ve zaruretler dışında bir ‘insan’ın hayatına son verme hakkı hiç kimseye verilmemiştir. Bununla birlikte bu felâketin önüne geçmek için kanunen yasak koymaktan daha öncelikli ve önemli meseleler vardır. Sadece yasakla bu meseleyi halletmeye çalışmak, ‘Trafik kazası yapmak yasaktır’ anlamına gelir. Ön tedbirler alınmadan sadece kanunla bu felâketten kurtulamayız.

Daha da önemlisi, kürtaja yol açan sebepleri teşvik edip de sonra dönüp bu neticeden, kürtaj sayısının artışından şikâyete hakkımız olmaz. ‘Keyfî kürtaj’ın ilk ve en önemli sebebi müstehcenliğin teşviki değil mi? Bir bütün olarak müstehcenliği teşvik et, yetmedi alkollü içkilerin reklamlarını yap, sonra da bu ‘sebep’lerden yola çıkıp gayr-i meşru yollara düşenlerin ‘kürtaj’a sarılmasından yana şikâyetçi ol!

Bir gün daha vakit geçirmeden müstehcenliğin her türlüsüyle ciddî bir mücadele başlatılmalıdır. Bir insan “Allah’ın kulu” olduğunu bilir ve ‘kendi vücudu’nun dahi bir emanet olduğunu bilirse, yanlış yollara düşme ihtimali azalmaz mı? Hepimiz, alevler içinde yanan ‘iman’larımızı kurtarma gayretine düşmeli ve Allah’a kul olduğumuzu idrak etmeliyiz. Yoksa, Firavun gibi ‘ben, ben, ben’ diyerek sahil-i selâmete çıkamayız. Bu arada duanın tesirini de unutmayalım: Allah’ın bizi, ailemizi ve bütün insanları cezbedici ahirzaman fitnelerinden muhafaza eyle. Amin.

Faruk ÇAKIR


Bir gün daha vakit geçirmeden müstehcenliğin her türlüsüyle ciddî bir mücadele başlatılmalıdır. Bir insan “Allah’ın kulu” olduğunu bilir ve ‘kendi vücudu’nun dahi bir emanet olduğunu bilirse, yanlış yollara düşme ihtimali azalmaz mı? Hepimiz, alevler içinde yanan ‘iman’larımızı kurtarma gayretine düşmeli ve Allah’a kul olduğumuzu idrak etmeliyiz. Yoksa, Firavun gibi ‘ben, ben, ben’ diyerek sahil-i selâmete çıkamayız. Bu arada duanın tesirini de unutmayalım: Allah’ın bizi, ailemizi ve bütün insanları cezbedici ahirzaman fitnelerinden muhafaza eyle. Amin.


amin .

''Bediüzzaman Hazretleri, sahipliği yanlış yorumlayanlara şöyle cevap vermiş: “Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, [lehulmulkü / mülk umumen Onundur] şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.” (Mektubat, Yirminci Mektup, Dördüncü Kelime, s. 219)''
NE GÜZEL ANLATMIŞ ÜSTAT
ALLAH RAZI OLSUN


Yazarlardan

MollaCami.Com