Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Rabbimizi Tanıyalım / Burhan Bozgeyik

Rabbimizi hakkıyla tanısak, bize yeter!*

Kur'an-ı Azimüşşan biz Müslümanlara, *"Hasbunallah ve ni'me'l vekîl" (Allah
bize yeter; O ne güzel vekildir.)*
dememizi emretmektedir. Âl-i İmran
Sûresi'nin 173. âyetinde meâlen şöyle buyrulmaktadır:

*"Onlar ki, (bir kısım) insanlar kendilerine: 'Şüphesiz insanlar
(düşmanlarınız), gerçekten size karşı toplandılar; işte onlardan korkun!'
dediler de (bu) onların imanını artırdı ve: 'Allah bize yeter! Ve (O) ne
güzel Vekildir!'
dediler." *

Sahâbe-i kiram, kendilerine, "Müşrikler şu kadar büyük orduyla üzerlerinize
geliyor, onlardan çekinin, savaşmayın, yurdunuza dönün!" denilince, işte
böyle demiş ve daha büyük şevkle, azimle kâfirlerin üzerlerine yürümüşlerdi.


Kur'an her âyetiyle, her hükmüyle de mu'cizedir ve günümüze de bakmaktadır.
Günümüzde de "kâfirlerin askeri şu kadar, silahları bu kadar, onlarla nasıl
savaşacaksınız, teslim olun!" diye propaganda yapanlar yok mu? Cenab-ı Hakkı
hakkıyla bilen, tanıyan bir Mü'min ise yeryüzündeki bütün kâfirlerin ve
onların elindeki bütün silahların Allahu Azimüşşan'ın gücü ve kudreti
yanında bir sinek kanadı kadar değerinin olmadığını bilir.

Günümüz Müslümanı Yaratanını, Rabbini hakkıyla tanımıyor. Yaratılış gayesini
bütünüyle unutmuş gözüküyor. Geliniz bizler gözümüzü bu "Hasbunallah ve
ni'me'l vekîl" âyetine çevirelim ve dersimizi ondan alalım. İnsan olarak
yaratılış gayemizin ne olduğunu, Rabbimizi nasıl tanımamız gerektiğini
öğrenmeye çalışalım:

Bu âyet-i kerime (Âl-i İmran/173) diyor ki, "Allah sana kâfidir" bu ne
demek?

Kendi vücudumuza bakalım. Vücudumuz, 1001 ism-i İlâhinin tecelliyatının
merkezidir. Kalb, tecelligâh-ı Rabbânî'dir. Allahu Teâla, göz, kulak denilen
âzâları, duyguları, tecelliyât-ı Rabbaniyeyi anlamamız için vermiş.

İnsan vücudu, âdeta küçücük bir âlem gibidir. Âlemde ne varsa küçük bir
mikyasta insanda bulunmaktadır. Nur-u Muhammedî itibariyle kâinatın hülasası
olmuştur. Şu sır Ehlullahta inkişaf ettiği zaman, birden bire bütün âlemi
âyine-i ruhunda seyreder.

İnsan, zahiren küçük görünürken âdeta bütün âlem ona hizmet ettiği için
Arş-ı Rahman olmuştur. Kâinatın yaratıcısı olan Allahu Azimüşşan, Arş-ı
Rububiyeti olan kalb üzerine tecelli eder, bütün âlemi orada hizmetçi eder.
Cennet, melek, mevcudat, güneş hep hizmetkârdır. İnsan açılsa âlem olur.
Âlem küçülmüş maddeten insan olmuş. Maddeten böyle olduğu gibi, vücub âlemi
itibariyle de âlemde ne kadar tecelliyat varsa, insanda nümunesi vardır.
Meselâ; âlemde levh-i mahfuz var, bunun nümunesi olarak insanda hâfıza var.
Âlemde orman var, insanda kıllar var. Âlemde dağlar var, insanda eğri büğrü
hudutlar var.

İnsan bu şekilde âlemin hülasası olduğu gibi, aynı zamanda bir "mektup"tur.
Bu mektub-u İlâhiyi Cenab-ı Hak yazmış." Namaz vasıtasıyla günde beş defa
hazırlanacaksın, resm-i geçitle huzurumdan geçireceksin!" diye emretmiş.
Tıpkı diğer mevcudat gibi. Bütün mevcudat bahar mevsiminde resm-i geçit
yapmaktadır. Allah bizzat mahlukatını seyretmek ister.
Allah, insana akıl ve şuur vermiş. Kâinattaki bu resm-i geçidi insan da
seyretmektedir. Kâinattaki tesbihatı hem kendisinde hem âlemde anlaması için
insanı yaratmıştır. İnsan, kulağına kulak verecek olsa, *"Ya
Semi'!"*
dediğini , midesine kulak verecek olsa,
*"Ya Rahman! Ya Rezzak!" *dediğini, hastalıklara kulak verecek olsa, *"Ya
Şâfi!"* dediğini, ayrıca yerin, göğün, bütün âlemin Allah'ı zikrettiğini
işitecektir. İşte Allah bu zikri duymamız için bizi yaratmış.



*Allahu Teâlâ insanı üç şekilde âyine yapmış?*

İnsanı kâinatın bir hülasası olarak, üzerinde 1001 esmasının okunabileceği
bir mektup suretinde yaratmış olan Allahu Azimüşşan, bu şekilde yarattığı
insanı 3 şekilde kendine âyine yapmıştır. Bu üç şekil âyineye bakıldığında
Rabbimizi daha rahat tanıyabiliriz. Şimdi bu üç âyineye bakalım:

1. İnsan *ZIDDİYET* itibariyle âyinedir. Bunu anlamamız için 6 Sıfat-ı
Selbiyeye bakmamız lazımdır:

1.İnsan mümkinü'l vücut'tur. Allah Vacibü'l Vücud'tur.

2. İnsan kadîm değildir. Allah Kadîm'dir.

3.İnsan bâki değildir. Allah Baki'dir.

4.İnsan hâdistir. Allah Muhalefetü'n lilhavadistir.

5.İnsan Allah ile kâimdir. Allah kimse ile kâim değildir.

6.İnsan bir değil, muhtelif maddelerden mürekkeptir. Allah maddeden
mücerreddir, bir tanedir.

İşte insan bu şekilde zıddiyet itibariyle Rabbine âyinedarlık yapmaktadır.
Yani; Mümkinü'l Vücud olmasıyla, Vacibü'l Vücud'a, kadîm olmamasıyla,
Allah'ın Kıdem'ine,

Ölümüyle Allah'ın Bekâ'sına, hâdis olmasıyla Allah'ın hâdis olmamasına...
Ayakta kendisi durmaması itibariyle mürekkeptir. Vücudundaki maddeler yan
yana gelmiş, öyle ayakta durmuştur. Allah ise bizatihi kâimdir. İnsan çok
maddeden mürekkeptir. Allah maddeden mücerreddir, bir'dir, şeriki yoktur.
İşte bu şekilde Cenab-ı Hakkı takdis ederiz.

Zıddiyet itibariyle âyinedarlık ne demek biraz daha açalım:

Biz hastayız, Allah Şâfi'dir...

Biz zaifiz, Allah Kavi'dir.

Biz muhtacız, fakiriz, Allah Ğani'dir.

Biz köleyiz, Allah u Teâlâ seyyidimizdir.

Biz âciziz, Allah Kadir'dir.

Biz Ölüyüz, Allah Hayy u Bâkî'dir.

2. *NÜMUNE *itibariyle âyinedarız. Allahu Teâlâ'nın 7 Sıfat-ı Sübutiyesi
var. Bu 7 sıfatın cüz'i bir numunesi de insanda var. Allahu Teâlâ kendisini
tanımamız için bu sıfatları (Görmek, işitmek, konuşmak, ilim, hayat, irade,
kudret) bize vermiştir.

Görmek: Allah Basîr'dir. İnsan da görür. Şayet Rabbimiz bize görmeyi
vermeseydi, Yaratanımızın "görücü" olduğunu nasıl anlayabilirdik, nasıl
anlatabilirdik?
Göze bak, Basîr'i düşün! Kulağa bak, Semi'i düşün! Aklına bak, Alîm'i düşün!
Kalbine bak, bizim hayatımız varsa, Allahu Teâlâ'nın da hayatı var. Eline
bak, kudret ve irademiz varsa, Allah'ın da kuvvet ve iradesi var. İşte bu
şekilde 7 sıfatın nümunesi insanda vardır. Bunlar Allah'ı tanımanın ana
temelidir. Bir kimse, "Rabbini bana târif et?" dese, işte bu 7 sıfatla târif
ederiz: "Rabbim görür, işitir, konuşur, bilir, hayat sahibidir, kudret
sahibidir, irade sahibidir" deriz. Allah kendini târif ettirmek için bu yedi
sıfatı bize vermiştir. "Allah görür. " Peki görmek nedir? "Allah işitir"
Peki işitmek nedir? Bu duygular bizde olmasaydı nasıl bilecektik? Bu yedi
sıfat, insana mesuliyeti yükseten nesnelerdir. Cenab-ı Hakkın binbir isminin
ana merkezidir.



*İnsan, Cenab-ı Hakkı tanıtan mükemmel bir nakıştır*

İnsan görmek, işitmek, tatmak, ilim sahibi olmak gibi duygularına bakıp
bunların nereden gelip bize yapıştığını düşünmelidir. İnsan bir damla meni
halinden çocuk halinde dünyaya geldikten sonra yavaş yavaş tekâmül eder.
Düşüncesi gelir, ilmi gelir, kuvveti gelir, iradesi gelir. 15 yaşına
gelince, "Bunlar benimdir!" der. İnsan bu duyguları hangi dükkandan, nereden
getirdiğini sormaz, birden zapteder ve zalim olup çıkar. "Ben görüyorum! Ben
işitiyorum! Ben biliyorum! Ben konuşuyorum! Ben irademle yapıyorum! Ben
kuvvetimle yapıyorum!" der. Tam bir Firavun olur.

Bu böyle devam eder. Bir de bakar ki ihtiyar olmuş. Göz görmemeye, kulak
işitmemeye, dil ve hafıza bozulmaya, eli titremeye başlar. Kalpte arıza
başlar, ameliyat olur. Derken birden vefat eder. Ondan sonra ne göz görür,
ne kulak işitir. Öyleyse fanidir. Demek başkasının malıdır. Allah bu 7
sıfatı bize kendisini tanıttırmak için vermiştir. Onun için haddimizi bilip,
NÜMUNE itibariyle Rabbimize âyinedarlık edip, bu 7 sıfatı, Rabbimizin emri
istikametinde kullanmamız lazımdır.

Şimdi 3. Âyinedarlığa bakalım. İnsan *NAKIŞ* itibariyle Rabbine âyinedarlık
eder, Rabbini tanıttırır.

İnsan acaip bir nakıştır. Cenab-ı Hak insanı mükemmel şekilde
süslendirmiştir. İnsan san'at itibariyle dünyanın en güzel bir sanatıdır.
Allahu Azimüşşan insanı en mükemmel surette yaratmıştır. Meselâ dile bak!
Su, hava, toprak, güneş unsurları yan yana gelmiş bir et parçası olmuş. Bu
bir parça et nasıl konuşur? Beyindeki düşüncelerin hepsine nasıl tercüman
olur? Haydi bunu izah et bakalım?.. Dünyada ne kadar nimetler varsa hepsinin
ufak ufak tadları içinde vardır. Bütün İlâhî nimetleri ölçecek, ona göre de
değer verecek. Bütün dünya san'atkarları toplansa, yan yana gelse, bu dilin
benzerini yapmaları mümkün müdür? Hem konuşma kabiliyeti var, hem tat alma
kabiliyeti. Nakşa bak!...

Göze bak! Bir anda yıldızları seyreder. Kulağa bak! İki kulaktır, bir sesi
duyar. İki göz binleri görür.

Başın üstündeki saç bir süstür. Peki dilin üstünde, avucun içinde olsa süs
olur mu? Kadının saçı yüzünde yoktur. Erkeğin yüzünde sakal vardır. Allah
kadınla erkeği bir yaratmamış, farklı farklı yaratmıştır. Bütün dünyanın
aklı bir olsa, anne sütü gibi, yenilen çeşitli gıdayı o şekilde süt haline
getirebilir mi?

Allah'ı tanımak istiyor musun? O halde kendine bak, bin bir ism-i İlâhinin
nakşını kendinde gör.

İşte insan bu şekilde Allahu Teâlânın üç çeşit âyinesidir: Zıddiyet
itibariyle, Sıfat-ı selbiyeye âyinedir. Nümune itibariyle Sıfat-ı Sübutiyeye
âyinedir. Nakış itibariyle bin bir ism-i İlâhinin âyinesidir.

İnsan, binbir esmâ-i İlâhiyenin nakşıdır, tecelliyatın merkezidir. Bütün
kâinatın hülasasıdır. İnsan zîşuur olarak kâinattaki bütün ibadet ve
tesbihatları görmek için bu dünyaya gelmiştir. Allahu Azimüşşan da bu
mektubu yazmıştır. En başta kendisi okumak istiyor. İnsan da günde beş
vakit, bütün mevcudatla beraber, Allahu Teâlanın huzurunda duracak, bütün
âzâları ve duygularıyla resm-i geçitte bulunacaktır.
Bu duygulara, bu inanca sahip olan insan, kendisini ve mevcudatı yaratan
Rabbü'l âlemine şükreder, münacatta bulunur: *"Ben mahlukum, Sen Halık'sın.
Ben merzuk'um, Sen Rezzak'sın"* der ve kulluğunu ilan eder. İşte hayatın en
büyük lezzeti budur. Bazı sahabeler bu sırrı kavradığı için bazan sabaha
kadar secdede kalırlardı. Ârif-i Billah, aczde, münacaatta lezzet bulur.
Havf ve reca dengesini muhafaza eder. Ya Rabbinin azabından korkar, lezzet
alır, ya birdenbire kalbi coşar zikirle lezzet alır.

Burhan Bozgeyik / Millî Gazete

tarihinide belirtseydiniz daha hoş olurdu...

peki belirtelim
13.02.2008 - 14.02.2008 - 15.02.2008

TEŞEKKÜR EDERİM

gafletten kurtulabilsek


Makale Köşemiz

MollaCami.Com