Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


MÜFSIDI KEBIR COK ÖNEMLI OKUYUNUZ

MÜFSIDI KEBIR

Osmanlı Devleti’ni yıkmak için, önce zayıflatmak gerektiği kanaatına varan İngilizler, padişahın manevî gücü olan halifeliği ondan koparıp tekrar Mısır’a nakletmek için yoğun çalışmalar yürütüyorlardı.

Bu hususta onların yardımcıları da masonlardı.

Mısır’da başlatılan bu çalışmaların başını, mason olan Abduh çekmekteydi.

Abduh da Afgânî de, talebe–hoca olarak her ikisi de masondu.

Belge: (Serge Hutin Les Francs–Maçons, Editions du, Seuil, Paris, sh. 127.)

Abduh’un, yıkıcı faaliyetlerine dair bir belge de Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndedir: (YEE, 39, 424, 128, 137)

Mısır’da neşredilen Mir’at–ı Türkiye Gazetesi sahibi ve başyazarı Mehmed Safâ’nın, Sultan Abdülhamid Han’a gönderdiği ve Abduh hakkında “Müfsid–i Kebir–Büyük Fesatçı” ifadesini kullandığı rapor enteresan.

Mehmet Safâ, bu raporda, Osmanlıyı yıkmak isteyenlerin toplandığı sözde İslam Konferansından bahsediyor:

“Bu İslam konferasından maksat şudur ki, evvelâ eski Mısır Müftüsü müfsid–i kebir Muhammed Abduh’un yaydığı fikre istinaden (dayanarak) 4 mezhebi terk ile yalnız ilk esası olan Kur’an’ı kabul etmek...”

(Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Esas Evrakı, Kısım 39, Karton 128, Zarf 137, Evrak no: 424)

Zamanımızda da, mezhepleri kabul etmeyenlerin ve “Bize sadece Kur’an yeter” diyenlerin bulunduğunu biliyoruz.

23 Ocak Çarşamba günkü Zaman Gazetesi, iki ülkenin iki şehrinde yapılacak iki ayrı toplantının haberini veriyordu.

Birincisi, İtalya’nın Assini Şehri’nde yapılacak “Dünya Barışı İçin Dua Günü.”

İkincisi ise 31 Ocak–4 Şubat tarihleri arasında Amerika’nın New York şehrinde yapılacak olan “Dünya Ekonomik Formu” haberi.

Gazete, bu toplantılarla ilgili şu bilgiyi veriyordu:

“... Farklı ülkelerden din adamlarının davet edildiği sempozyumlara, Türkiye’den hiçbir ilâhiyatçının çağrılmaması dikkat çekiyor. Uzmanlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uluslararası arenaya hazırlıklı olmadığı görüşünde birleşiyor.”

İlâhiyatçı çağrılmamış değil, çağrılmış ama sadece Diyânet İşleri Başkanı...

Zaman’ın uzmanları demek ki Diyânet İ. Başkanı’nı ilâhiyatçı saymıyorlar.

Aynı uzmanlar, Diyânet namına konuşmaktan da geri kalmıyorlar:

“Diyanet, uluslararası arenaya hazırlıklı değil.”

Tercümesi şu: Onlar hazır değil; biz hazırız, bizi çağırsanıza...

***

Diyanet ikinci toplantıya değil ama birinci toplantıya davet edilmiş.

Sevgili Zamancılar bunu bile içlerine sindiremediklerinden midir nedir, Diyanet’in ikinci toplantıya davet edilmediğini yazıyorlar da, birincisine davet edildiğini yazmıyorlar.

Bir gün sonraki Zaman’sa, haberi düzeltiyor:

“İstanbul Patriği Bartholomeos ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz da davetliler arasında yer alıyor.”

Hele şükür...

Bir gün önce, “Hiç bir ilahiyatçı çağrılmadı” derken, ikinci gün iki ismi birden veriverdi.

İyi ki Bartholomeos varmış da, yanında Diyanet İ. Başkanı’nın ismi de geçti...

* * *

Zaman, uzman diye haberde iki isim veriyor:

Marmara İlahiyat’tan Prof. Bekir Karlığa ve Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Mehmet Aydın.

İkisi hakkında birer cümlelik bilgi vereyim.

Geçen sene The Marmara Oteli’nde yaptığı bir konuşmanın arkasından, Bekir Karlığa’ya Hıristiyanlar hakkında şunu sormuştum:

–Peygamberimiz’e inanmayan bir kimse, Cennet’e girebilir mi?

Ne dese beğenirsiniz:

–Kimin Cennet’e gireceğini ben bilemem.

İlahiyat profesörü, Peygamberimiz’e inanmayanın Cennet’e girmesinin mümkün olmadığını bilemiyormuş!!!

Mehmet Aydın’a gelince.

Yine aynı toplantıda, Hıristiyanlık hakkında öyle ifadeler kullandı ki, inanarak dinleyenin nerdeyse Hıristiyan olacağı gelir.

Bu düşünceyi sadece ben taşımıyormuşum ki, İzmir İlahiyat’tan genç bir arkadaş, (galiba doçentti; ismi bendedir) dayanamadı ve kürsüye gelerek şunu sormak ihtiyacını hissetti:

–Peki, bu durumda çocuklarımız Hıristiyanlığa özenir de Hıristiyan olmak isterlerse ne olacak?

Selçuk İlahiyat Dekanı Mehmet Aydın ne cevap verdi biliyor musunuz?

–Burada konumuz o değil...

Zaman Gazetesi’nin uzman dedikleri işte bunlar...

***

Papa 2. Jean Paul’ün girişimiyle düzenlenen “Dünya Barışı İçin Dua Günü”ne, Diyanet İşleri Başkanı çağırıldığı halde, bu uzmanlar çağırılmazlarsa elbette canları sıkılır...

Sıkılmış da. Nasıl sıkılmasın ki?!

Bir ilâhiyatçı düşünün ki,

Hıristiyanlar ’ı –bir değil– üç kabul ettikleri halde, o, Hıristiyanlığı da İslam gibi, tek ilah kabul eden bir dinmiş gibi anlatıyor.

Tevrat ve İncil’ler orijinalliğini kaybettiği halde, hâlâ o bozuk kitaplara inananları hak yoldalarmış gibi gösteriyor.

Bozulmamış olsalar bile, Kur’an gelmekle İncil ve Tevrat’ın hükmü geçtiği halde, hâlâ hükümleri duruyormuş gibi gösteriyor.

İslâm’ın yanında, ona kardeş başka hak dinler varmış gibi konuşuyor ve “ dinlerin çeşitli olmasından rahatsız olmaz” diyor.... vs.. vs...

Buna rağmen, İtalya’da yapılan bir dua gününe D.İ.B. çağırılıyor da o çağrılmıyor ve Papa cenaplarıyla beraber olamıyor...

E canım, şimdi nasıl zorlarına gitmesin?! D.İ. Başkanı’nı nasıl kıskanmasın?!

“Başkanlık bu işe hazır değil! Biz hazırız!”da mı demesin?!

Elbette diyecektir. Hakkıdır da...

NOT: BAZI ARKADASLARIMIZ KAYNAK SORUYOR KAYNAK YAZININ ICINDE VAR ZAN EDERSEM:

Diyanet’ten katolik ve masonik tefsir



M. Emin Koç yeni mesaj

Diyanet İşleri Başkanlığı, Hicaz bölgesini Osmanlı’dan kopartmak üzere İngilizler tarafından kafalanmış ve görevlendirilmiş Cemalettin Efgani, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza “masonik troyka”sının “Menar tefsiri”nin adeta özetlenmiş haline II. Vatikan Konsli’nin 1965’te karar altına aldığı “dinlerarası diyalog” elbisesi giydirilmiş tarzını, AB sürecinin “çağdaş tefsir”i olarak piyasaya sürdü.

Dilerseniz önce bu “troyka”yı tanıyalım.

İskoçların bile reddettiği

mason Efgani

İran Esedâbâd doğumlu Cemaleddin Efganî, İngiliz belgelerine göre “tanrıya inanma” şartı koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan “tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da “tanrı tanımazlık”ın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur (Bkz. Alaaddin Yalçınkaya, Cemaleddin Efgani, İstanbul 1991, Osmanlı Yayınları, s. 131–132; Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1416/1996, s. 21, dipnot: 36). Efgani, aynı zamanda Kahire Mason locasını kurdu ve oranın reisi oldu. Öğrencisi Abduh ile birlikte Paris’ta “el–Urvetü’l–Vüskâ” adlı bir gazete çıkardı

II. Abdulhamid: Efgani İngiliz maskarası

II.Abdulhamid Han’ın, Efgani’yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak Efgani’nin nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır: “...Hilafet’in elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin Efgani adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti... Cemaleddin–i Efgani’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti; buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizler’in adamı ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer Blund’la işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım... Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim” (Bkz. Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay., s. 73)

Ezher’e masonluğu

sokan Abduh

Efgani’nin talebesi olan Muhammed Abduh ise Mısır doğumlu. Abduh gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanında İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz İslâmî reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaadediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine lâyıktırlar” (M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi, (Trc. S. Özel), İstanbul 1986, İnsan Yayınları, s. 91–92 (Cromer’in 1905 yıllığının 7. maddesinden naklen).

Merhum Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Abduh’la ilgili şunları söylemiştir: “...Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e idhâl(sokan) eden odur” (Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu’l–Akl ve’l–İlm ve’l–Alem, Beyrut 1314 (3.Baskı), c. I, s. 133; Terc: İbrahim Sabri Efendi (Yazma), c. I, s. 111’den naklen Muhammed Reşad, s. 28).

Masonik troyka İngilizlerle

işbirliği halinde

Abduh, Osmanlı’ya karşı Urabi veya A’rabi Paşa isyanında elebaşı ve fetvacıbaşı rolü de üstlenerek Mısır’ın İngiliz birlikleri tarafından 1300/1882 yılında işgal edilmesine ciddi katkılar sağladı. Efganî’nin reisliğini yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği hâlinde faâliyette bulunuyordu. Abduh’a üç yıllık sürgün cezası verildi (Bkz. M. Zeki İşcan, M. Abduh’un Dini ve Siyasi Görüşleri, AÜSBE, gayr–ı matbu doktora tezi, Erzurum, 1997).

Büyük mason Efgani’nin küçük mason talebesi Abduh’un çömezi olan Reşit Rıza ise aslen Bağdatlıdır. O da mason üstadları gibi mucizeleri inkar etmiş, hadislerle ve icmâ ile hükmü kesinleşmiş pek çok meseleyi reddetmiştir (Bkz. Hasib es–Samarrai, Dinî Modernizmin Üç Şövalyesi, Ezher Ünv. Doktora tezi, İstanbul 1419/1998, Bedir Yayınları, s. 149–264)

Said–i Nursi akıl almış

İlginçtir; bugün “Vatikan’ın dinlerarası diyaloguna en uygun kaynak ve zemin” (Bkz., Yeni Asya, 16 Ekim 2004, sayı 12407) olarak kullanılan risalelerin müellifi Said–i Nursi, Mardin’de Cemaleddin Efgani’nin “siyasette muktesit meslek”i ondan öğrendim (Beyanat ve Tenvirler, s. 105) dediği talebesiyle görüşüp fikirleri hakkında bilgi sahibi olmuş, İttihad–ı İslam’da seleflerini sayarken, Efgani’nin ismini de zikretmiştir (Tarihçe–i Hayat, s. 39, 59) (Bkz: www.yeniasya.org.tr/index.asp? Section=Enstitu& SubSection=EnstituSayfasi&Date=28.07.2000)

20. asrın İngilizlerinin kurtlar masasındaki Osmanlı’yı tahayyül edin; Hicaz bölgesinde Vehhabiliğin kurucusu Muhammed Abdülvehhap, Mısır–Suriye’de masonik troyka Efgani, Abduh ve Reşit Rıza, Anadolu’da ise “Hristiyan şehit” (Bkz. S. Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 79) kavramını türeten ve “misyonerler ve Hristiyan ruhanileriyle ittifakı öneren” (Bkz. Emirdağ Lahikası, Emirdağ Lahikası, s. 139; Lemalar, 20. Lema, 1. n, 2. s.) diyalogcu Said–i Nursi... Fikirleri ve akaidleri birbirlerine oldukça yakın. Sizce de ilginç bir tesadüf değil mi?

“Hicaz, Suriye ve Mısır işi” bitirildi; sıra Anadolu’da mı acaba, diye düşünmek gerekmez mi? AB ve “dinlerarası diyalog” sürecinde olan bitenleri şöyle bir düşünün bakalım...

Abduh ve Reşit Rıza, Muhammed Abdulvehhab’a Vehhabiliği kurduran İngilizlerden aldıkları akıl ve ilhamla “Menar tefsiri”ni kaleme almışlar (Bkz. M. Abduh–R. Rıza, el–Menar, Dar’ul Fikr, 2. baskı)

Temel dayanak “masonik troyka”nın Menar’ı

Diyanet’in, dört akademisyene hazırlattığı ve AB sürecinde kendisiyle İslam’ın güncellenmesi nümayişleri yaptığı “çağdaş meal ve tefsir”in en temel kaynağı işte bu Abduh ve Rıza’nın ortak çalışması olan “Menar tefsiri”dir. Diyanet’in yaptırdığı çalışmada en çok başvurulan, en güçlü kaynak ve referans olarak gösterilen, kendisine dayanılarak 15 asırdan beri hiçbir İslam aliminin zikretmediği yeni yeni hükümler ihdas edilen “ana tefsir” işte bu Menar’dır. Diyanet’in çağdaş tefsiri, bir bakıma Menar’ın özetlenmiş ve Müslüman Türk milletinin nabzına göre şerbetlenmiş halidir.

Özellikle Hz. Muhammed’e iman etmenin cennetlik olmak için şart olup olmadığı, Ehl–i Kitab’ın Hz. Muhammed’i kabul ve ikrar etmeden cennete girip giremeyeceği, Kur’an–ı Kerim’in Ehl–i Kitab’ın küfürde olduğuna dair hükümlerinin yumuşatılması, İslam’dan dönenlere (mürted) ilişkin “ilahi müeyyide”lerin hafifletilmesi gibi konularda Katoliklerin 1965’teki II. Vatikan Konsili’nde karar altına aldıkları “dinlerarası diyalog misyonu”na uygun hükümler ihdas etmede Abduh–Rıza’nın Menar’ı kaynak ve dayanak olarak kullanılmıştır (Bkz. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Heyet, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları, Ankara, c. 1, s. 68, 69, 197, 199, 233).

Matta, Morkas, Luka, Yuhanna gibi papazların İncillerinden bölümlerin ve Talmud’un da “Kur’an–ı Kerim’in tefsiri için referans ve kaynak” olarak kullanıldığı Diyanet’in “çağdaş tefsir”indeki “AB sürecine uydurulmuş teviller”e ve “birbirini yalanlayan çelişkili sayfalar”a önümüzdeki günlerde teferruatıyla dikkat çekeceğiz. Hükümet ve Diyanet, milli ve dini bütünlüğümüz bakımından bu çalışmayı piyasadan toplatmalıdır.

Siz siz olun; AB sürecindeki politik, dinsel, kültürel ve özellikle “akaidimizi ilgilendiren” oyunlara gelmeyin... Dost hatırlatması bu.

"Reformcular Cemaleddin Afganî'yi de büyük bir İslam önderi ve rehberi olarak gösterirler ve Ehl-i Tevhid'in kurtuluş ve selametini bu zatın eteğine yapışmakta görürler. Kimdir bu Afganî? Bir kere Afgan değildir, İran'ın Ese-dâbad şehrine mensuptur. Bu zat Sünnî de değildir, Şiîdir. İki konuda, tagiyye yaparak Müslümanları aldatmıştır. İranlı olduğu halde kendisini Afganlı göstermiş, Şiî olduğu halde Sünnî postuna bürünmüştür. Resûlullah efendimiz SallAllahu Aleyhi Wesellem "Bizi aldatan bizden değildir" buyuruyor. Bu zatın bir başka özelliği de, Farmason oluşudur. İstanbul'da yayınlanan "Mimar Sinan" adlı Mason dergisinde Afganî hakkında uzun bir övgü makalesi yayınlanmış bulunuyor. (Mimar Sinan dergisi, sayı: 127, Mart 2003)



Afganî bir din âlimi, bir rehber, bir mürşid değil aktivist bir İslamcıdır. Yalancı, karışık, bulaşık bir kişidir. Bir ara, Blunt adlı bir İngiliz ajanı ile birlikte Halife Sultan Abdülhamid'i tahtından indirmeye teşebbüs etmiştir. Bugün İslam aleminde görülen, Kitabullah'ın ve Resûlullah SallAllahu Aleyhi Vesellem Sünnetinin ruhuna muhalif nice olumsuz iş ve davranışta Afganî'nin tuzu biberi vardır. Afganî'ci reformcular, onun talebesi ve halefi Muhammed Abduh'u da göklere çıkarttılar. Abduh da mason ve reformcudur. Onun talebesi Menarcı Reşid Rıza da bozuk fikirli ve yanlış görüşlü bir kimsedir. Afganî, Abduh ve Reşid Rıza üç bacaklı bir şer sacayağıdır. Bin dört yüz yıl boyunca İslam dünyasından nice Ehl-i Sünnet müctehidleri, büyük fakihler, velîler, kâmil mürşidler, âmil ve râsih âlimler, imamlar, rehberler çıkmıştır. Müslümanların bu nurlu kafileyi bırakıp da Afganî ve tilmizleri gibi birkaç sarıklı masonun peşine düşmesini isteyenlerde akıl mı yoktur, yoksa hüsnüniyet mi?"


Köşe yazarı Emin Koç ise şunları yazmış:

İskoçların bile reddettiği mason Efgani

İran Esedâbâd doğumlu Cemaleddin Efganî, İngiliz belgelerine göre “tanrıya inanma” şartı koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan “tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da “tanrı tanımazlık”ın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur (Bkz. Alaaddin Yalçınkaya, Cemaleddin Efgani, İstanbul 1991, Osmanlı Yayınları, s. 131–132; Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1416/1996, s. 21, dipnot: 36). Efgani, aynı zamanda Kahire Mason locasını kurdu ve oranın reisi oldu. Öğrencisi Abduh ile birlikte Paris’ta “el–Urvetü’l–Vüskâ” adlı bir gazete çıkardı



II. Abdulhamid: Efgani İngiliz maskarası


II.Abdulhamid Han’ın, Efgani’yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak Efgani’nin nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır: “...Hilafet’in elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin Efgani adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti... Cemaleddin–i Efgani’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti; buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizler’in adamı ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer Blund’la işbirliği yaptı...” (Bkz. Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay., s. 73)



Ezher’e masonluğu sokan Abduh


Efgani’nin talebesi olan Muhammed Abduh ise Mısır doğumlu. Abduh gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanında İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz İslâmî reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaadediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine lâyıktırlar” (M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi, (Trc. S. Özel), İstanbul 1986, İnsan Yayınları, s. 91–92 (Cromer’in 1905 yıllığının 7. maddesinden naklen).

Merhum Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Abduh’la ilgili şunları

söylemiştir: “...Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e idhâl(sokan) eden odur” (Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu’l–Akl ve’l–İlm ve’l–Alem, Beyrut 1314 (3.Baskı), c. I, s. 133; Terc: İbrahim Sabri Efendi (Yazma), c. I, s. 111’den naklen Muhammed Reşad, s. 28 ).


Mehmet Şevket Eygi

DiNDE REFORMCULAR
Gerek Hamidullah gerek Mevdûdî, gerekse son zamanlarda Mısır’da boy gösteren ve islâm âlimi
geçinen bazı muharrirler ekseriyetle seyh Muhammed Abduh ve Cemâleddin Efgânî mektebine baglı,
pazarlıkçı, derinligine idrak ve irfandan mahrum kimselerdir. Bunların eserleri ya hiç ele alınmaz, yahut
tam bir seriat ilmîne mâlik ve islâmî tenkid ölçüsüne sahip bir insan tarafından okunup hakikat
anlasılabilir. Yoksa bu eserlerden feyiz ummak, viraj dönmeyi bilmeyen bir soförün arabasına
binmekten farksızdır.
Artık bütün incelikleri anlamak ve kahramanlarımızı bu gözle seçmek devri gelmitir. (Büyük
Dogu’dan)
Necip Fazıl Kısakürek
Di0N TAHRiPÇiLERi

Günümüzde islâmiyet’in en büyük belâsı, onu dısından ve cepheden helâk etmeye yeltenenler
degil. içinden ve özünden harap etmeye davrananlardır ve bu davranısları ve bir nevi onarma
düzeltme ve yenileme sayanlar...
“Reformcular” ismi altında topladıgımız, 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasipsiz akıl borazanına
(ibni Teymiye’ye) mizaçları dayalı bir grup, birkaç asır sonra vehhâbilik’ten dolasarak, nihâyet
Cemaleddin Efgani, Mısırlı seyh Abduh ve pesindekilerden bir bölük halinde öyle bir anlayıs veya
anlayıssızlık bataklıgına usramıstır ki, islâmı, çökmek üzere olan bir binaya yapıldıgı gibi, dısından
payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmis, böylece Rûhlarındaki gizli süpheyi ve islâma
güvensizlik duygusunu açıga vurmustur.
(Dinî tamir dâvasında Din Tahripçileri’nden)
Necip Fazıl Kısakürek

iBN-i TEYMiYYE
Sekizinci Hicri Asrın kuru kafası, kendisinden bir kaç asır ilerideki vehhâbilige, ondan bir asır
sonrada Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemâleddin’e uzaktan ve yakından ana zemini kurmu
ve islâmı yıkılmak üzere bir bina farzedip onu dısından payandalamak isteyen daha sonraki
REFORMCU’lara dogrudan dogruya veya dolayısıyle dayanak olmustur.
“- ibn-i Teymiyye, dinî içinden zedeleyen kâfir...”

iBN-i TEMiYYE
Dogan Çilingir-(ilâhiyatçı)

Hatip, vâiz ve ilmî çok bir fakîh idi. Çok kitap yazdı. siî’leri ve Yunan feylesofları reddetti. Ehl-i
sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. Allâme ibn-i Hacerî Mekkî hazretleri,
buna “ü teâlânın, ilmîni sapıtmasına sebep ettigi kimsedir.” buyurdu.
Sıfat-ı ilâhiyye hakkında sorulan suale verdigi cevap Ehl-i Sünnet âlimlerini gücendirmitir.
ü teâlâyı insan suret ve siretinde kabul ettigi için Kahire kalesinin kuyusuna hapsedildi.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyüklügünü anlıyamamıs ,tasavvufu inkar etmis ve dogru yoldan
ayrılmıstı. Nitekim Zehebî de aynı yola sapmıstı.
Ehl-i Sünnet âlimlerinden ayrıldı, islâm âlemine fitne ve fesat atesi saldı.
imâm-ı Suyûti, Kamu’ul Mu’ârid kitabında buyuruyor ki, “ibn-i Teymiyye kibirli idi, kendinî
begenir, herkesten üstün görünmek, karsısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek
âdeti idi.”
Mason Abduh’un yetitirmelerinden Camiülezher’in eski rektörü Mustafa Abdurrazik Pasa diyor ki:
“bn-i Teymiyye fetva verirken, mezhebe uymaz, buldugu delil ile hareket ederdi. Tasavvuf
büyüklerinin kefini inkâr ederdi.”
Yine Abdurrazik Pasa diyor ki, “Vehhâbilik, bir bakımdan ibn-i Teymiyye’ye baglı oldugu gibi,
son asrın müceddidi bildiimiz M. Abduh’daki dinde reform fikirleri de bir bakımdan ibn-i
Teymiyye’ye baglıdır.”
ibn-i Teymiyye evliyanın büyüklerinden Sadreddinî Konevî hazretleri için diyor ki: “Muhyiddin-i
Arabi’nin arkadaı olan Sadreddin, Aklîyyat ile kelâm ilimlerinde üstadından daha ileride
olmakla beraber, ondan daha kâfir, daha az bilgili, daha az imanlıdır. Bunların mezhebi kâfirlik
olduu için daha hünerli olanları,daha çok kâfir oluyorlar.”
bn-i Teymiyye müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olacaını bilmedii düünülemez. Fakat
eriatı kendi sapık görüüne uydurmaya kalktıı ve aklı ermedii hakikatleri inkar ettii için dalâletten
dalâlete sürüklenmitir.
Kur’ân-ı kerîmi ve Hadîs-i erîfleri Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanlı anladıklarını iddia edecek kadar
ileri gitmi ve Ashâb-ı kirâmın bile çok yerde yanıldıklarını söylemitir. ’ın dinîni kendisinin
düzelttiini, Kur’ân-ı Kerîmin mânasını sadece kendisinin anlamı olduunu söylerdi.
Müebbihe denilen bid’at fırkası gibi konuur, ü teâlâya madde ve cisim derdi. Yaratanı insan
eklinde sanıyordu. Bu bozuk inancına o kadar saplanmıtı ki am Camiînin minberinde “Cenâb-ı
Hak, gökten yere benim imdi indiim gibi iner.” diyerek minberden aaı indiini bn-i Battuta
haber veriyor.
Tatarhaniye fetva kitabında, Milel ve Nihal kitabında ve bütün Ehl-i Sünnet kitaplarında
mücesseme ve müebbihe fırkaları gibi düünen ve konuanların kâfir olduu bildirilmitir. bn-i
Teymiyye gibi ü teâlâ ar üzerinde oturur, iner, yürür gibi sözlerde bulunmak küfürdür.
Cehennem azabının kafirlere de sonsuz olmayacaını söylerdi. Dört mezhebin sözbirlii ile
bildiklerine uymayan sözlerin küfür olacaını kabul etmezdi.
El-Cebel camiînde Hazret-i Ömer RadıyAllahü anh’ın çok hata yaptıını söylemitir. Hazret-i Ali
RadıyAllahü anh’ın ise üçyüz defa yanıldıını söylemitir. Hadîs-i erîfte ise “ü teâlâ, doru
sözü Ömer’in dili üzerine koymutur ve Ömer hiç yanılmaz.” buyurulmutur. bn-i Teymiyye ise
Hazret-i Ömer radıyAllahü anh’ın yanıldıını söylemekle Hadîs-i erîflere karı gelmektedir. Halbuki
böyle Hadîs-i erîfleri bilmeyecek kadar cahil deildi, fakat bilgisinin çokluu nisbetinde çok yanıldı.
mâm-ı Gazalî’nin kitablarında mevzu hadîslerin çok olduunu iddia ederdi. bn-i Hacer-i Mekkî
hazretleri, El-a’lâm bi kavatı il slâm kitabında bni Sübkî gibi âlimlerin kitaplarından alarak buyuruyor ki
“mâm-ı Gazalî’nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır.” Zevacir S.37
bni Battuta, bni Hacer-i Mekkî, bni Sübkî ve Ebû Hayyan Zahirî Endülûsî gibi sözleri senet olan
derin âlimler, bn-i Teymiyeyi Rafîzi saymılardır. Hiç bir Ehl-i Sünnet âlimi bn_i Teymiyye’yi
övmemitir. Talebeleri Zehebî ve bnülkayyim gibi aynı yolun yolcuları onu göklere yükseltmitir.
Peygamber aleyhisselâmın anne ve babasına saldıran Aliyyül Kari ile Kur’ân-ı Kerîme mahluk diyen
mason Abduh gibi kimseler bn-i Teymiye’yi mâm bilmiler, Ehl-i Sünnetten ayrılarak dalâlete
dümülerdir.

HAMiDULLAH-BAiDULLAH
Dalalet kumkuması
1- Her seyden evvel eserine “slâm Peygamberi” adını koymakla bütün zaman ve mekânın ve
topyekün kainatın efendisine, tek Peygamberine âdeta mahdut bir saha, muayyen bir daire çizen, onu
birdenbire göze çarpmayacak ekilde dar bir tefrik ve tahsis çemberi içine alan ve böylece en azılı
slâm dümanlarından Hollandalı müsterik Doktor (Duzi) azıyla konuan...
2- slâmın o da hatır için, orta seviyeyi hedef tutturucu bir din olduunu kaydeden ve dolayısıyle
yüksek seviyeye mahsus olmadıı hissini sinsice veren (s. 14)…
3- ç ve dı bütün ilimlerin sahibine, Suriye Hıristiyanlarından din bilgisi almı olmayı yakıtıran (s.
21)…
4- Nebilii, nebiliin meydana geliini basit dünya sâiklerine ve toprak üstü sebeplere balıyan (s.
25-29)…
5- Çölde sütkardei küçük kızın omuzunu, hayat boyu iz kalacak ekilde ısırdıını yazan (s. 40)…
6- Rahip Bahîra Vak’asında “istihfaf mevzuu 9 yaında bir çocuun simasında” nebilik alameti
bulunamayacaını ve buna inanmanın “safdillik” olacaını öne süren (s. 46)…
7- “Çocukluunda puta bir esmer koyun hediye ettiine” ait bir rivâyeti kaydedebilen (s. 47)…
8- ’ın sevgilisi ve insanolunun en güzelini düztaban diye vasfeden (s. 55)…
9- Vahy ânındaki esrarlı tecellileri “onların ifadesine göre” kaydiyle kendi kanaatinden uzakta tutan
ve bu uslûpla üpheli gösteren (s. 66)…
10- Bir tecellinin eytani mi melekî mi olduunu tahkik mevzuunda “melekse çekilir gider,
eytansa kalır seyreder” gibilerden ilk zevceleri mübarek Hazret-i Hatice ile aralarında edep dıı
sahneler îma etmeye kadar varan (s. 69)…
11- Buda’yı Peygamber sayan (s. 69)…
12- lk müslümanları ahsî yakınlık ve menfaat sebebiyle imana gelmi farzeden (s. 72)…
13- akk-ül Kamer vesilesiyle mucizeyi bıyık altından alaya alan ve kendisini dıarıda bırakıcı
ekilde nakillere balıyan (s. 82)…
14- Bazı müminlere mucizelerinden ziyade menfaat teminiyle tesir ettii gibi bir hükmü dile
getirebilen(s. 83)…
15- Miraç mu’cizesini sadece rûhi bir hal sayan ve rûhânî-cismânî, rûh ve madde bu miracı kabul
etmeyen(s. 92)…
16- Dünyamız küre eklinde olduuna ve bir tarafında baa isabet eden gök, mukabil tarafında
aynı adamın ayaı istikametine dütüüne göre Ar’ı tepede aramanın imkânsız olduunu söyleyecek
kadar ebleh ve iptidai bir mantık kullanan ve büyük münhanilerle büyük müstevilerin iç içe olduuna ve
birletiine dair yeni fizikten ve (Ayntan) dan bile haberi bulunmıyan ve slâm da ’a mekân
tahsisi olmadıını bilmemezlikten gelip Mirac’ı ’a mekân tayin etmi olmak gibi gösteren (s. 92)…
17- slâm’dan önce Kudüs’te mescid bulunmadıını iddia edecek kadar cehâlete düen, hattâ
Kur’ân-ı bile yalanlamaya kadar giden (s. 93)…
18- “Tedavi için sadece tükürüü vardı...” lâfını edebilen (s.106)…
19- Eserini batan baa kuru aklın en âdîsi ve bizzat akılla iflas ettirilmii üzerine bina eden ve
onun önsözünde Fransızlardan gördüü misafirperverlie muKâbele için yazdıını, yani kiliseyi
memnun edebilmek çabasında bulunduunu itiraf eden…
Evet bütün bunları eyliyen, dinden imandan, aklın iç yüzünden, felsefeden, Dou ve Batı
Muhasebesinden ve her idrak fakültesinden yoksun bir bedbahtın slâm ,âlim ve mütefekkiri diye
piyasaya sürülmesinden ve bugünedek bir fikir ve itikat jandarması marifetiyle durdurulmu
olmasından büyük felaket düünülemez.
Ayrıca bu adamın bir zamanlar 6000 lira aylıkla Sıddık Sami Onar nam kii tarafından Üniversite
(konferansiye) tayin edilmi, yani (Makaryos) dan beter bir kii marifetiyle slâm hakikatlerini
göstermeye memur kılınmı olması, islâmiyeti göstermek deil, gömmekten baka bir ey olmayan
gayeyi açıkça belirtir.
Din simsarları bunları basa dursun...
N.F. Kısakürek
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)

Mi’RAC VE HAMiDULLAH
Mr.Prof.Hamidullah, A.Ü. islâmî ilimler fakültesinde MiRAC ile ilgili bir seminer veriyor. Seminere
katılanlar arasında Dr. Zeki Çıkman isimli bilgili bir müslüman bulunmaktadır. Dr. Zeki Çıkman, din
gayretinin verdigi cesaretle Mösyö Hamidullah‘a bazı sorular tevcih ediyor. Konusma münazara seklini aliyor
50 dakika süren münazara sonunda, Dr. Zeki Çıkman’ın aklî ve naklî delilleri karsısında
sahitlerin huzurunda Mösyö Hamidullah “Ben böyle düsünüyorum, kanaatim budur. Bu benim sahsi
anlayısımdır.” demek mecburiyetinde kalıyor. Konusmalar teyple tespit edilmis.
Yüksek islâm Enstitüsünün degerli hocalarından Ahmed Davutoglu kitaba takriz yazmıs.
Davudoglu Hoca, takrizinde Prof. Hamidullah’ın paslı silsilenin (din tahripçilerin ) son halkalarından
biri olduu, onun Peygamber aleyhisselâm hakkında yazdıgı kitaplarında Kur’ân-ı kerîmin Cebrâil
aleyhisselâm vasıtasıyle indirildigine dair yani vahy mahsulü olduguna dair bir isaret bulunmadıgını
kaydettikten sonra, talebelik yaptıgı Mısır’da çok reformcu gördügünü, bu bakımdan Mr. Hamidullaha
sasmadıgını, fakat onu bir din yetkilisi gibi kabul ederek Türkiye’de fesat tohumu ekmesine müsâade
edenlere sasıp kaldıını zikretmektedir.
ikinci takrizi yazan eski Erzurum müftüsü Osman Bektas Hoca ise kitabın müellifini takdir ve
tebrik ederek bu kıymetli eseri okuyuculara tavsiyede bulunuyor.
Kitabın önsözünde kati hüccetlere dayanılarak “Cumhur-i selef ile halefin itikadına göre Mi’RAC’ın
Rûh ve ceset ile birlikte vâki oldugu, Mescid-i Harâmdan Mescid-i Aksaya seyahatın Kur’ân-ı Kerîmle
sâbit oldugundan, Mi’rac’ın bu kadarına inanmıyanın kâfir oldugu” isbat ediliyor.
Mu’cizelerin hiç birine inanmıyan Mr. Hamidullah’ın Mi’RAC mevzuunda kıvırtarak nasıl inkar ettigi
10 madde halinde sıralanarak gerekli cevaplar verilmitir.
Kitabın tanzim sırasına göre, Mösyö Hamidullah’ın sakat görüleri ile buna verilen ilmî cevapların
kısa bir özetini asasıya çıkararak okuyuculara sunuyoruz.
1- “ Uzaktaki Mescid-in Kudüs’te oldugu düsünülemez. Zira Kur’ân-ı kerîm’in inzal edildigi
devirde Kudüs’te mescid yoktu” diyor Mösyö Hamidullah.
Buna Buhârî ile müslim’in müttefikan bildirdigi bir hadîs-i erîfle cevap veriliyor. Mescid-i Aksa’nın
Mescid-i Harâm’dan 40 yıl sonra yapıldıı belgeleniyor.
Prof. Hamidullah, tenakuzlu iki ifade zırvalıyor: “Peygamberimiz Mi’RAC’tan inerken yerdeki
Mescid-i Aksa’ya ugramıstır ve soranlara da burayı tarif etmistir”.
Bu sözü nakzeden ifadesi:”Peygamberimiz demedi ki, orada söyle bir mescid var idi, söyle bir
ma’bed ve söyle bir binadır demedi.”
Bu sözlerinde Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i serîfte cevap veriliyor:
“Mescid-i Aksa’ya sefer ettigimi söyledigimde, Kureys beni yalanlayınca Hicir’de ayakta durdum.
Müteakiben bana ,Beyt-i Makdis’i ile gözümün arasındaki mesafeyi kaldırdı da (denemek için ne
sordularsa) Mescid-i Aksa’ya bakarak onun nisanelerinden Kureys’e haber vermeye basladım.”
Aynı husus, Sahih-i Müslim’deki baska bir hadîs-i serîfte perçinleniyor.
Sahih-i Buhârî’deki baska bir hadîs-i serîf naklediliyor:
“Kureys, Mescid-i Aksa’nın kaç kapısı var diye sormuslardı.Halbuki ben Kudüs Mescid-inin
kapısını saymamıstım. Fakat karsimda mescid tecelli edince ona bakmaya ve kapıları birer birer
saymaya basladım.”
Buhârî ve Müslim’deki baska bir Hadîs-i serîften bahsedilerek Hazret-i Ebû Bekir’e SIDDÎK
denilmesinin hikmeti belirtiyor. Müsriklerin sorularına “O söylemisse dosrudur.” sözü naklediliyor. Hz
Ebû Bekir’in daha önce Mescid-i Aksayı gidip gördüünü, Peygamber aleyhisselâmın Mi’racı tekrar
anlatırken “dogru söylüyorsun ya ResûlAllah” diye tasdik ettigi, hadîs-i serîfte ispatlanıyor.
2- “iki Mescid-i Aksa vardır: Biri yerde, dieri gökte. nerken yerdekine ugramıstır.
Soranlara da burayı tarif etmistir. Gökteki bir Mescid-i Aksa’nın Mi’racın mahalli olmasını tercih
ederim.” diyor, Mösy Hamidullah.
Bu zırvaya da basta dört büyük mâm olmak üzere Cumhur-i selef ve halefin Mescid-i Aksa’dan
murat Kudüs’teki Mesciddir diye sözbirliinde bulundukları belgelere dayanarak cevaplandırılıyor.
Peygamber aleyhisselâm yıldızlara bakarak Kudüs ve Kâbe’nin yönünü kıble ciheti olarak tespit
ettigini söylüyor Mösyö Hamidullah.
Âyet-i kerîme ile sabit vahyi inkar sadedindeki bu ifade de “Medine’de iken bir ikindi namazında
kıble âyeti geliyor, tahiyyattan kalkıldıktan sonra namaz bozulmadan Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye dogru
dönülüyor” seklinde vesikalarla ispatlanıyor.
3- “Peygamberimiz ticaret maksadıyle, nübüvvetten önce Kudüs’ü iki defa görmütür.
Kudüs’ü soranlara tarif etmisse bunun mu’cizelikle ne alakâsı vardır?” diyor Mösyö
Hamidullah.
Bu zırvaya da Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i serîfte cevap veriliyor: “Kudüs’le benim aramdaki
mesafe ortadan kalktı ve ben Mescid-i Aksa’ya bakarak ne soruyorlarsa cevap veriyordum.”
Mösyö Hamidullah’a vesikalar sunuldugu halde yukarıdaki iddiasına ayak diremesinin üç tehlikeyi
ima ettigi belirtiliyor:
a- Peygamber aleyhisselâm “aradaki mesafe ortadan kaldırıldı” demekle hâsâ yalan söylemis
oluyor.
b- Buhârî ve Müslim’deki bu husustaki sahih hadîs-i serîfleri inkar etmi oluyor.
c- Yahut Peygamber aleyhisselâm daha önce gördügü bu yeri hafızasında canlandırarak tarif etti
demek istiyor:
Eer Hamidullah’ın dedigi gibi Peygamber aleyhisselâm Kudüs’ü görmüs olsaydı, mürikler bunu
bilecekleri için böyle bir sorunun sorulmasının yersiz ve gereksiz olacagı belirtiliyor.
Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesini MU’CiZE olarak deil de basit bir seyahat hatırası olarak kabul
etmek Hamidullah gibi Mösyölere has bir inanıstır.
4- “, zaman ve mekândan münezzeh olduguna göre onunla konumak için bir yere
gitmeye lüzum var mı? Rûhunda bir binite ihtiyacı vardır.” diyor, Mösyö Hamidullah.
Cevap olarak, Peygamber aleyhisselâmı, islâmın kerih gördügü madde aleminden alıp âyetlerini
göstermek ve kendisini alemlere nian olarak temsil için daha temiz alemi-emirde “Kâbe –kavseyn” de
bizatihi görüstü.
Ehl-i sünnet, bizâtihi görmeyi söyle açıklar: “Mi’rac gecesinde, Peygamber aleyhisselâm Rabbini
dünyada görmedi âhirette gördü. Çünkü o serveri Kâinat, o gece zaman ve mekân çevresinden dısarı
çıktı. Ezelî ve ebedî bir an buldu. Cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, Cennete gidilerini ve
Cennete oluslarını o gece gördü, o mekânda görmek dünyada görmek degildir. Âhirette görmesi ile
görmektir. Ehl-i sünnet âlimleri dünyada görülmez buyuruldu.(Mektûbât-ı . Rabbânî C.1 M. 283)
Ehl-i sünnetin inancının bu ekilde olugu Cenâb-ı Hakkın zamandan ve mekândan münezzeh
olusuna nakısa getirmiyor.
“Rûhun da bir binite ihtiyacı vardır.” saçmasına imâm-ı Rabbânî’den cevap veriliyor: “Alem-i emir
özelligini tasıyan rûhun madde aleminde seyahat etmesi için bir binege ihtiyacı yoktur. Burak ve
Mi’rac, Peygamber Efendimizin mübarek bedenlerimi tasımak için kullanılmıs özel binitlerdir.


Fıkıh - İlmihal

MollaCami.Com