Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


HAKİKATİ GİZLEMEK

{*} يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُواْ بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ {*} وَآمِنُواْ بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَكُمْ وَلاَ تَكُونُواْ أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ {*} وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ {*} وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ {*} أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ {*}

“-Ey İsrail oğulları size verdiğim nimetleri hatırlayın. Ahdimi ifa edin ki ben de size olan ahdimi ifa edeyim. Ve ancak benden korkun. Yanınızdakini tasdik edici olarak indirdiğim kitaba iman edin. O kitabı inkâr edenlerin öncüsü(ilk) olmayın. Ayetlerimi az bir pahaya satmayın. Ancak benden korkun.
Hakkı batıla katmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin. Namazı kılın, zekâtı verin rükû edenlerle beraber rükûya varın. Yoksa siz, Kitab’ı okuyup dururken, İnsanlara iyiliği emredip kendi nefsinizi unutuyor musunuz? Akledemiyor musunuz?”
Bu ayetler Yahudiler hakkında nazil olmasına rağmen içerdiği konular ve öğütler itibariyle bütün insanlığa hitabetmektedir. İbni Abbas ayetlerin bir kavme hasredilmesi karşısında ; “Siz ne kadar iyi bir kavimsiniz: ne kadar iyi güzel şey varsa size, ne kadar kötü şey varsa Yahudiler ve Hıristiyanlara ait. Öyle mi?” şeklinde çıkışmıştır. Tefsirde temel bir kaidedir: “Sebebin hususi olması, hükmün umumi olmasına mani değildir.” İşte bu kurala dayanarak ‘kimin için indirilmiş olursa olsun ayetlerin hükmü geneldir ve herkesi muhatap alır.’ diyebiliriz.
Medine’deki Yahudiler peygamber Efendimizin /sav) hak peygamber ve Tevrat’ta vasıfları yazılı olan son peygamber olduğunu biliyorlardı. Hatta Kur’an’daki ifadesiyle öz oğullarını bildikleri gibi onu tanıyorlardı.
Lakin peygamberin kendi aralarından seçilmemesine kızıyorlardı. Araplar içinden çıkan Hz. Muhammed’e inanmamalarının muhtelif sebepleri vardı: Bazı Yahudiler kıskançlıklarından ve hasedlerinden dolayı inanmazken bazıları ellerinde ki imkânları kaybetmek istemiyorlardı. Yahudilerin din âlimleri olan hahamlar ise sahip oldukları makamı kaybetmemek için inanmıyorlardı. Bir kısım müfrit kabile reisi de kibirlerine yenik düşüyordu.
Mezkûr ayetler İsrail oğullarının kıssası anlatılırken beyan edilmiştir. İsrail oğullarının şahsında bütün Yahudilere çağrıda bulunuluyor. Medine’deki Yahudiler, Hz Muhammedi risaletine inanmaya ve dinlerinde saptıkları noktalarda Allahın hakemliğini kabule davet olunuyorlar.
Aynı şekilde Tevrat’ta vasıfları yazılı son peygamberin elçiliğini tasdik etmeğe dair sözlerini bozmamaları gerektiği hatırlatılıyor. Daha sonra gelen ayetlerde kâfirlerin ve müşriklerin davranışlarının nedenleri açıklanıyor. İslam’la nasıl ve hangi keyfiyette mücadele yapıldığı izah ediliyor. Hakkı anlatırken idareyi gücü sultayı elinde bulunduran iktidar sahiplerinin hoşuna gidecek batıl şeyleri araya sıkıştırmak hakkı gizlemenin ta kendisidir.
“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin boyun eğenlerle beraber rukuya varın.”
Bu ayeti kerimede varid olan ‘irkeuu’ emri ilahisi boyun eğin, rükû edin, rabbin emrine inkiyad manalarına gelmektedir. Devamındaki ayetler ise yüreğinde iman nuru taşıyan her mümini dehşete düşürecek kadar büyük bir hükmü barındırıyor. Kendisi sapıklık, ğuluvv gaflet içerisinde iken başkalarına iyiliği emredenlerden bundan vazgeçmeleri isteniyor. Hz Muhammed’in hak peygamber olduğunu bilen Yahudiler efendimizin elçiliğini kabul etmelerini müşriklere tavsiye ediyorlar fakat kendileri bundan imtina ediyorlardı.
Adeta Yahudilere şu biçimde sesleniliyor:“ siz, müşriklere ’O, hak elçisidir; ona inanın.’ diye akıl verirken ve son elçi ile bağlantılı ayetleri Tevrat’ta mübeyyen bir şekilde okuyup dururken neden bu hayırdan zatınızı mahrum bırakıyorsunuz?”
“-Namazla ve sabırla Allahtan yardım dileyin. Şüphesiz ki o (Sabırla namazla yardım dilemek) büyük bir iştir. Ancak Allahın hidayet ettiğine zor gelmez.”
Zorluklar karşısında sabır gösterip ayak diremek; namazla Allah’tan yardım dilemek başarının anahtarı mesabesindedir. Hakkın ve hakikatin taşıyıcısı olan gerçek âlimler bihakkın Allah’tan korkarlar ve sorumluluklarının bilinci içindedirler. Rablerine döneceklerine de yakinen inanmışlardır.
“-Onlar ki Rablerine kavuşacaklarını umarlar ve zaten ona döneceklerdir.”
Zahiren Yahudi âlimlerine mefhumundan da gerçeğin şahitliğini yapacak şahsiyetlere nasıl hareket etmeleri gerektiği açıklanıyor..
Yahudilerin ahdi Son peygambere uyacakları ve onu destekleyecekleri yönündedir. Ne zaman ki Peygamberimiz gönderildi o vakit sözlerinden döndüler ve onu inkâra yöneldiler. Hâlbuki Allah Hz. Muhammed’i peygamber olarak tayin ettiği zaman herkesten önce Hahamlar ile Papazların iman etmeleri var güçleriyle Son peygamberi desteklemeleri gerekirdi. Onlar ne yaptı? Halktan korktular ve Hz. Muhammed’in risaletini inkâr yolunu seçtiler. Şayet ahbar ve ruhbanlar Rabbani âlim olsalardı hakikati gördükleri anda kalplerini ona açar ve onu en mutena yere koyarlardı.
Yüce yaratıcının ilim verdiği Âlim, başkalarından, sanki Allah’tan korkar gibi korkar mı? Asla! Çünkü Kur’an’la sabit ki adam kendi misli yaratılmışlardan sakınmaya başladı mı artık şerefini yitirme tehlikesine düşer. İlahi vaade inanan ferd ancak ve ancak Allah’tan haşyet duyar. Öyle olmalıdır. İnsan olmak hasebiyle belki diğer varlıklardan da korkulabilir. Ama iki korku çatıştığı zaman Allah korkusu mümin yüreğinde baskın çıkar, baskın çıkmalıdır. Korku kişinin iç dünyasında vücut bulan psikolojik bir husustur. Sıradan bir korkma veya havfi ile takvayı veya haşyeti bir tutabilir miyiz?
Yahudi bilginlerinin Hz. Muhammed’le alakalı Tevrat ayetlerini saklamaları imkân dairesi içinde. Bildiklerini halka anlatma noktasında sıkıntıları var. Asıl korkulacak meliğin ise Allah olduğu hatırlatılıyor. Allah’ın ayetlerine iman, onları satma, işportaya çıkarmaya gelince yaptırım değişiyor. Takva kavramı ile ilişkilendiriliyor.(“Ayetlerim” ibaresinden bazı bilgilerin avam tarafından bilinmediği tasrih ediliyor.)
Hülasa gerçeğin ilmine sahip erler hakikatin yılmaz savunucusu ve mübelliği olmak mecburiyetindedirler. Buna takatleri yoksa susmalıdırlar. Fakat katiyen hakla batılı karıştırarak pazarlama densizliğine yeltenmemeleri elzemdir. Hakla batılı çorba yapıp gerçeğin üzerini örtmek, zulme kılıf bulmaya çalışmak Allah’ın lanetine sebep olmaktan başka hangi işe yarar?
Müşahhas olan zarara uğrama söz konusu ise ‘ferhebu’ emri Allah’a tahsis ediliyor. Fikri, yani soyut planda kalan korkmalarda Allah’a sevginin semeresi olan takvanın öncelendiği gayet açık.
Ameller; korkunun ve takvanın ne kadar içselleştirildiğini, zihinsel süreçlerin hangi yönde gelişmesi gerektiğine bağlı olarak, kulları ya cennete ve rahmete, ya da cehenneme ve azaba sürükler.
İlim, taşınamayacaksa sırta yüklenmemelidir. Yoksa –maazallah- kitap yüklü merkeplere benzemek kaçınılmaz bir son olarak karşımıza çıkabilir.


Fıkıh - İlmihal

MollaCami.Com