Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Mikro Dünyadan Uzaya

Mikro Dünya

VİRÜS



Bir virüs, bir hücrenin içine yerleştiğinde bazen bir saat içinde kendini 100 kez çoğaltabilir. Bazen kendi genetik yapısını değiştirerek bir yıl içinde 20 milyon insanı öldürecek kadar farklılaşabilir. Böylesine güçlü ve ölümcül etkilere sahip olan virüsler o kadar küçüktürler ki, 1018 tanesi (10'un yanına 18 sıfırın gelmesiyle oluşan sayı) bir pinpon topunun içini ancak doldurur. Eğer evrenin başlangıcından beri saniyede bir virüs, pinpon topunun içine atılıyor olsaydı, şu an ancak topun yarısı dolmuş olurdu. Tabii her virüsün büyüklüğü aynı değildir. Bazıları söz konusu virüslerden binlerce kez daha büyüktür, ama yine de bir pinpon topunu doldurmaları 30 milyon yılı gerektirir; diğerleri ise 80 kez daha küçüktürler ve topu 2 trilyon yılda bile dolduramazlar.

Uzay

JÜPİTER




Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni Jüpiter'dir.
Kütlesi Dünya'nın 318 katı kadar olan Jüpiter bir gaz gezegendir.
Jüpiter'in atmosferi, yüzeyi ve iç yapısı arasında ayrım yapmak güç olduğundan "atmosfer sıcaklığı" gibi bir kavramı ifade etmek de aynı oranda zordur.
Ancak, gezegenin atmosferi sayılabilecek üst kısımlarındaki ısı -143oC'dir.
Jüpiter'in üzerinde bulunan büyük kırmızı renkli lekenin varlığı, Dünya'daki gözlemciler tarafından yaklaşık 300 yıldır bilinmektedir. Bu kırmızı lekenin, içine iki Dünya alacak kadar büyük olan bir fırtınadan başka birşey olmadığı ise çağımızda anlaşılmıştır.
Kısacası Jüpiter, üzerinde hiç kara parçası bulunmayan, delici bir soğuğun hüküm sürdüğü, üzerinde yüzlerce yıl süren korkunç fırtınaların yaşandığı, manyetik alanı ile her canlıyı anında öldürecek bir gezegendir.


ilmi mercek

Mikro Dünya

LENFOSİTLER



Savunma sisteminin en temel hücreleri lenfositlerdir. Vücutta dışarıdan gelen düşmanlara karşı verilen zorlu savaş, daha çok lenfositlerin üstün çabaları sayesinde kazanılır. Lenfositlerin savunma sistemindeki rolleri bir hayli ilginçtir. Örneğin günde birkaç defa tüm vücut hücrelerini kontrol ederek, hasta hücre olup olmadığına bakan lenfositler, hasta ya da yaşlanmış hücreye rastlarlarsa, bunları yok ederler. Vücudumuzda yaklaşık 100 trilyon hücre bulunur ve lenfositler, bunun yalnızca %’1ini oluştururlar.

Şimdi gözünüzün önünde bir ülke canlandırın ve bu ülkenin nüfusu oldukça kalabalık olsun; 100 trilyon kadar. Sağlık görevlilerinin yani lenfositlerin sayısı da doğal olarak 1 trilyondur. Dünya nüfusunun ortalama 7 milyar olduğunu düşünürsek, hayali ülkenizde yaşayan insanların sayısı, dünya nüfusunun yaklaşık 14 milyon 285 bin katı olacaktır. Bu kadar büyük bir nüfusun sağlık kontrolü teker teker, hem de aynı gün içinde birkaç defa yapılabilir mi?

Kuşkusuz ki bu sorunun cevabı "hayır"dır. Ancak bu muazzam işlem vücudunuzda her gün yapılmaktadır. Lenfositler, Yüce Allah’ın ilhamı ile tüm vücudunuzu günde birkaç kez dolaşıp sağlık taramasından geçirirler.


Uzay

GÜNEŞ SİSTEMİ



Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde, büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş, sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı.

Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas bir denge kurulmuştur ve Allah sistemdeki bu dengeyi koruduğu için düzen devam etmektedir.

Bunun yanısıra söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.

sağolasın kardeşim zevkle okudum..

Süper 1 paylaşım...Çok teşekkürler :)

gerçekten cok guzel :o teşekkurler gözyaşı kardeşim

Konuya olan ilginizden dolayı ben sizlere teşekkür ederim kardeşlerim. Okuyan gözlerinize sağlık.

Mikro Dünya

DNA



[b][color=blue]DNA, insan vücudunun bilgi deposudur.

İnsan vücudundaki 100 trilyon hücrenin hepsi DNA’daki bilgilerin tamamını eksiksiz bilmektedir.

DNA’da 3 milyar kimyasal harf vardır.

Bunlar A, T, G ve C harfleridir ve kendilerine özgü bir dile sahiptirler.

Bu harflerden yalnızca bir tanesinin bile eksilmesi ya da yer değiştirmesi, ölümcül hastalıklara sebep olmaktadır.

DNA, 1.000.000 ansiklopedi sayfasını rahatlıkla dolduracak bilgiyi içermektedir.

DNA, anne ve babanın tüm kalıtsal bilgisinin çocuğa geçmesini sağlamaktadır.

Hücrelerin göz, saç, kemik, deri, mide veya başka bir alanda özelleşmelerini DNA’daki bilgiler belirlemektedir.

DNA, metrenin milyonda biri kadar olan hücrenin içine, bir ipin makaraya sarılması gibi katlanarak sığdırılmıştır.

Bu ip birbiri üzerine dönen, sarmaşık gibi sarılmış iki zincirden ibarettir.

İki zincirin birbirinden uzaklığı 2 nanometre yani metrenin milyarda biri kadardır.

Hücrenin içindeyken metrenin milyarda biri kadar yer kaplayan DNA, açılıp içindeki harfler peş peşe dizildiği zaman 1 metre 80 santimetre uzunluğa denk gelmektedir.

Tüm hücrelerdeki DNA’nın uzunluğu, 9 milyon kilometre etmektedir. Bu uzunluk, 13 defa Ay’a gidip dönmeye eş değerdir.

DNA’nın protein üretiminde görevli parçalarına "gen" adı verilmektedir.

İnsan DNA’sı, 25.000 farklı gene sahiptir.

DNA’nın sadece %2’si protein üretiminde görevlidir, %98’inin ise ne işe yaradığı büyük bir sırdır.


Uzay

Kara Delikler



[b][color=green]Kara delikler, yakıtı tükenmiş yani sönmüş yıldızlardır.

Enerjisi tükenen yıldızların ışıkları da yok olur.

Yıldızın kendi içine doğru çökmesi ve büzülmesi sonucunda yıldız yerine sınırsız yoğunlukta ve sıfır hacimde çekim alanları yani kara delikler oluşur.

Yıldızlar bir "an" içinde kara delik haline dönüşebilirler.

Kara delikler, "kara"dırlar. Gözle görülmeleri mümkün değildir.

Çekim güçlerinin şiddetiyle ışığı hapsettikleri için en gelişmiş teleskoplarla bile görülmesi mümkün olmamaktadır.

Güneşin yaklaşık 3 katı büyüklüğünde olan kara deliklerin çapı birkaç kilometredir.

Çevrelerine yaydıkları etki sayesinde varlıkları anlaşılabilmektedir.

Gergin bir örtü gibi olan uzayda yaptıkları çökmelere göre yerleri tespit edilebilir.

Işığı, sesi, zamanı hatta kendilerine yakın olan yıldızları da yutabilmektedirler.

Yuttukları şeylerin artmasıyla çekim güçleri daha da artmaktadır.

Bu yutma özellikleri, onların "karabataklık" olarak isimlendirilmelerine sebep olmuştur.

Büyük yıldızlar uzayda bükülmelere sebep olurken, kara delikler sadece bükülmeye sebep olmaz, aynı zamanda uzayı delip geçerler.

Uzayı deldikleri için de "kara delik" olarak adlandırılırlar.

Kara deliğe yaklaşan hiçbir madde onun çekim alanından kaçamaz.

Kara deliklerin sıcak mı yoksa soğuk mu oldukları konusunda bir bilgi bulunmamaktadır.

Kara deliğin içine giren maddelerin kayıp mı oldukları, başka bir yere mi taşındıkları yoksa orada mı kaldıkları da henüz bilinmemektedir.

Varlıkları sadece yaydıkları radyasyondan anlaşılır.

:o Teşekkürler Gözyaşı kardeşim.Şu kara delik olayını çok merak ediyordum,araştıracaktım ama sayenizde bundada aydınlandınm.Çoook sağolun... ;)

İlginizden dolayı ben teşekkür ederim Mendokuse kardeşim. ;) Ben de kara delik olayını çok merak ediyordum ve bu aralar da kara delikleri anlatan bir kitap okuyorum. İnşallah bitirdiğimde edindiğim bilgileri sizlerle de paylaşırım.

Hücre Zarı



Rabbimiz'in dilemesi ile tek başına var olabilen en küçük yaşam birimi hücredir.


Bütün canlılar hücrelerden meydana gelirler, örneğin insan vücudunda 100 trilyon hücre vardır.


Her hücre, kendisini dışarıdaki yabancı maddelerden koruyan, ihtiyacı olan şeylerin adeta bir sur kapısı gibi kontrollü olarak içeri alınmasını sağlayan, ince bir zarla çevrilidir.


Hücre zarının en önemli özelliklerinden biri, etraftaki maddeleri ve diğer hücreleri tanıyabilecek dedektörlere sahip olmasıdır.


Hücre zarı, dışarıdaki milyonlarca madde arasında hücrenin ihtiyacı olanı bilmekte, gereksiz olanları elemektedir.


Bir binanın korunması için özel olarak tasarlanan bir güvenlik sisteminin, onlarca kişinin çabası ve bilgisayar programları yardımıyla yapıldığı düşünülürse, söz konusu seçim ve eleme işlemini tek başına yapan hücre zarının önemi daha iyi anlaşılacaktır.


Zarda bulunan kapılara gelen moleküllerden sadece kimlik kartı olanlar içeri girebilmekte ve yalnız çıkışına izin verilenler çıkabilmektedir.


Bu zar, ince olduğu kadar da elastiktir. Duvar gibi güçlü olmasına karşın akışkan bir yapısı vardır. Bu sayede sardığı hücrenin şeklini alabilmektedir.


Yağ, protein ve karbonhidrat moleküllerinden oluşmuştur.


Kalınlığı 7.5-10 nanometre (metrenin milyarda biri) kadardır. Bir kağıt kalınlığı elde etmeniz için, 10.000'den fazla hücre zarını üst üste yığmanız gerekir.


Bir hücrenin zarının zedelenmesi ya da giriş-çıkışları kontrol eden proteinlerden sadece bir tanesinin işlevini yitirmesi, hücrenin ölümüne sebep olmaktadır.



Asteroidler

[img width=580 height=435]http://www.spacedaily.com/images/asteroid-617-patroclus-binary-jupiter-orbit-desk-1024.jpg[/img]



Kelime olarak “yıldıza benzeyen” anlamına gelmektedir, ancak asteroitler yıldızlara benzemezler.


İlk asteroit, İtalyan astronom Giuseppe Piazzi tarafından 1801'de keşfedilmiştir.


Asteroitler, atmosferi olmayan, nikel, demir, helyum ve hidrojen gibi maddelerden oluşan kayalardır.


Küçük gezegenler olarak isimlendirilmektedirler.


Mars ve Jüpiter arasındaki bir kilometre çapındaki yörüngede 40.000 kadar küçük gezegen saptanmıştır.


Asteroitler saatte 50-100.000 km hızla hareket etmektedir.


Bilinen en büyük asteroit olan Ceres'in çapı yaklaşık 1000 km kadardır.


Çapı 240 km'den büyük olan, bilinen 16 asteroit bulunmaktadır.


Tüm asteroitlerin toplam kütlesi tek bir cisim oluşturacak şekilde bir araya toplansa, Dünya'nın uydusu olan Ay'ın çapının ancak yarısı kadar yer kaplamaktadır.


Bundan 50.000 yıl önce, çapı yaklaşık 50 metre olan bir meteorun dünyaya çarpmasıyla, Amerika'nın Arizona eyaletinde Barringer krateri adı verilen 200 metre derinliğe, 1200 metre çapında bir krater oluşmuştur. Bu çarpışmada, bir atom bombasından 500 kat fazla enerji açığa çıkmıştır.


Fransız astronom Jacques Laskar, uzayda cisimlerin hareketinin kaos kurallarını izlediğini göstermiştir. Böylece, uzun dönemde bizim de içinde bulunduğumuz Güneş Sistemi'ni oluşturan cisimlerin (meteorlar da dahil) izleyecekleri güzergâhı öngörmenin olanaksız olduğunu kanıtlamıştır.


Amerika'da yapılan istatistiklere göre, bir kişinin otomobil kazasıyla, elektrik çarpmasıyla ya da cinayete kurban giderek ölme olasılığı, asteroit çarpması sonucu ölme olasılığından fazla, ancak hortum, sel gibi doğal afetlerle ya da yılan sokması sonucu ölme riski, asteroit düşmesi sonucu ölme riskinden daha azdır.

Mikrodünya

Diatomlar

Tek hücreli, mikroskobik yosunlardır.


Görünüş olarak parlayan mücevherleri andırırlar. Bir kısmı yuvarlak, bir kısmı da iki taraflıdır.


Denizler, okyanuslar gibi pek çok su kitlesinin içinde yaşayabilirler.


Bir litre deniz suyundaki diatom sayısı, 10 milyondan fazladır.


Mükemmel mimarlardır, kendilerine denizin içinde, camın yapı taşı olan silikadan evler inşa ederler.


Altın sarısı ya da kahverengi pırıltılı renklere sahiptirler.


Kabukları bazen parlayan bir kozalağa, bazen ışıl ışıl bir avizeye, bazen de ihtişamlı bir takıya benzeyebilir.


Diatomlar, denizin çimleri olarak da adlandırılabilirler. Zooplankton adı verilen küçük deniz canlılarının temel besin maddesini oluştururlar.


Kambur balinalar gibi devasa canlılar da diatomları doğrudan yiyebilir. Bir balinanın birkaç saat tok kalabilmesi için yüz milyar diatom yemesi gereklidir.


25 binden fazla diatom türü vardır ve her kar tanesinin diğerinden farklı olması gibi diatomların kabuklarının şekilleri de birbirinden farklıdır.


Diatomlar yaptıkları fotosentez sayesinde, soluduğumuz oksijenin çok büyük bir kısmını oluştururlar.


Işık, su, karbondioksit ve gerekli besinlerin olduğu her yerde bulunabilirler. Ağaç kabuklarının üstündeki yosunlarda hatta nemli tuğlalarda bile yaşayabilirler.


Olağanüstü hızlarda, bazen sekiz ya da dört saatte bölünerek çoğalırlar.


10 gün içerisinde bir diatomdan 1 milyar diatom üreyebilir.
Denizlerde ölen diatomlar dibe batarlar, Kuzey Pasifik ve Atlantik okyanuslarının dibi diatom tabakalarıyla kaplıdır.


Uzay

Kuyruklu Yıldız




[b][color=green]Kuyruklu yıldızlar, topak halindeki buz kütlelerinden ve tozların kümeleşmesinden oluşurlar.


Çoğu ancak teleskopla görülecek kadar küçük olsa da, büyük olanlar Güneş'e yaklaştıkça çıplak gözle de görünecek hale gelmişlerdir.


Kuyruklu yıldızlar, Güneş'in etrafındaki dönüşlerini 200 yıldan kısa sürede tamamlayanlar ve 200 yıldan uzun sürede tamamlayanlar olmak üzere iki grupta sınıflandırılırlar.


Halley kuyruklu yıldızı her 76 yılda bir Dünya'ya yaklaşarak geçer.


Kuyruklu yıldızın merkezinde, yıldızın başını oluşturan sert bir kısım bulunur ve bu yapıya “fluffy (tüylü)” denmektedir. Bu kısım, çoğu kuyruklu yıldızda 16 kilometre kadardır.


Merkezdeki bu katı kısmın, sünger gibi gözenekli bir yapıya sahip olduğu için çok hafif olduğu düşünülmektedir. Ancak kaya gibi sert mi yoksa kartopu gibi yumuşak mı olduğu halen bilinmemektedir.


Gözenekler buz, kuru buz (karbondioksitin buz hali) ve karbon monoksit ile doludur.


Kuyruklu yıldız Güneş'e yaklaştıkça içindeki buzlar buharlaşırlar ve merkezin etrafında “coma” adı verilen bulut tabakasını oluştururlar.


Bu bulut, kuyruklu yıldızın atmosferi olarak da isimlendirilmektedir.


Kuyruklu yıldızı çevreleyen atmosfer, 1,6 milyon kilometrelik alana yayılabilir ve kalınlığı Dünya'da bulunan bulutlardan 10.000 kat daha incedir.


Güneş'in radyoaktif ışınları kuyruklu yıldızın atmosferindeki toz parçalarını iterek kuyruğun oluşmasını sağlar.


En uzun kuyruğun 160 milyon kilometre olduğu bilinmektedir.


Kuyruklu yıldızı saran atmosferdeki ve kuyruktaki gazlar, Güneş'ten büyük bir hızla yayılan elektrik yüklü parçacıklara maruz kaldıklarında iyonlaşırlar.


İyonlaşan gazlar, Güneş'ten gelen ışınları yansıtırlar ve kuyruklu yıldızın parıldayan kuyruğunu meydana getirirler

Mikrodünya

Feromon




Yunanca "dolaşan hormon" anlamına gelmektedir.


Böcekler, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve neredeyse tüm canlılar feromon üretirler.


Aynı türün bireylerinin hava yoluyla iletişim kurmalarını sağlayan kimyasal bir moleküldür.


Renksiz ve kokusuzdur.


Şu anda havada milyarlarca canlının feromonları birbirine karışmadan dolaşmaktadır.


Bir feromon hangi türe aitse yalnız o türün bireylerini etkiler, örneğin bir karıncanın ürettiği feromonu sadece o türe ait başka bir karınca anlayabilir.


Yuvalarından uzaklaşan karıncalar eve dönüş yollarını daha önce salgıladıkları feromonları takip ederek bulurlar.


Peş peşe ilerleyen bir sürüdeki böcekler, feromonlar sayesinde birbirlerini kaybetmezler.


Canlıların eşlerini bu kimyasal molekülün etkisinde seçtikleri düşünülmektedir. Örneğin bu sayede, bir erkek arı 10 km çapındaki bir alanda eşini kolaylıkla bulabilir.


Dişi karıncaların yumurtalarını bıraktıkları yeri sadece diğer dişi karıncalara bildirmelerinde feromonlar etkilidirler.


Bazı bitkiler, onları yiyen bir canlıyla karşılaştıklarında kendi türlerindeki diğer bireyleri uyarmak için feromon salgılarlar. Bu bilgiyi algılayan bitkiler de derhal acı veya tadı hoş olmayan kimyasallar üreterek kendilerini korumaya çalışırlar.


Feromonlar ilk kez 1959 yılında Peter Karlson ve Adolf Butenandt tarafından keşfedilmiştir.


Bilinen ilk feromon, dişi bir ipek böceğinin karşı cinsi etkilemek için ürettiği bombikol adlı maddedir.


Günümüzde feromonlar parfüm yapımında ve böcekleri zararsızca uzaklaştırmak için de kullanılmaktadır.



Uzay

Karanlık Madde




Işık ve radyasyonu yeterince emmeyen ya da yansıtmayan, bu sebeple gözle görülemeyen maddelerdir. Sahip oldukları çekim kuvveti nedeniyle kütleleri olduğu düşünülmektedir.


Karanlık Madde ilk olarak 1933 yılında galaksileri inceleyen astronom Fritz Zwicky tarafından keşfedilmiştir.


Uzaktaki bir grup galaksinin kütlesini iki farklı yolla inceleyen Zwicky, iki farklı sonuç bulmuştur.


Zwicky'nin elindeki bilgilere göre, Dünya'dan bakıldığında parlak bir galaksinin gördüğümüz ışık ile hesaplanan kütlesi, aynı galaksinin görünmeyen ışığı da eklenerek hesaplanan kütlesinden 400 kat daha küçüktür.


Bu çalışma, uzayda bizim gözümüzle göremediğimiz bir şeylerin var olduğunu kanıtlayan ilk bilimsel bulgudur.


Günümüzde NASA'da yapılan araştırmalara göre, uzayın %4'ü atomlardan, %23'ü "karanlık madde"den, %73'ü de bu "karanlık madde"yle ilişkili olan "karanlık enerji"den oluşmaktadır. Ayrıca, uzayın bu %96'lık karanlık kısmı hiçbir zaman görüntülenememiştir.


Bilim adamlarının "kayıp madde sorunu" olarak dile getirdikleri bu durum, uzayı asla tüm boyutuyla göremediğimizi, uzayın eğer varsa sınırlarını da, içindekileri de bilmediğimizi açıkça ortaya koymaktadır.


Washington Üniversitesi'nde Astronomi Bölüm Başkanı olan Bruce H. Margon The New York Times gazetesine; "Uzayın %90'lık kısmıyla ilgili bir bilgimiz olmadığını açıklamak oldukça utanç verici. Uzaydaki maddenin neredeyse tamamı göremeyeceğimiz bir şekilde saklanmış durumda" açıklamasında bulunmuştur.


Bilim adamlarına göre, "Karanlık Madde" iki şeyden meydana gelmiş olabilir. Birincisi, çok büyük, ışığı yutan, karadelikler gibi karanlık cisimler; ikincisi ise çok zayıf, elektronlardan bile 100.000 kat küçük olan ve varlıkları normal yollarla gösterilemeyen atom altı parçacıklar.

tşkkrlr...

Yakamoz (Denizde yanan ateş)

Yakamoz, herkesin zannettiği gibi ay ışığının suya yansıması değildir. Ay ışığının suya yansıması “mehtap”tır.


Yakamozu oluşturan ise, Latince Noctiluca Miliaris ya da Noctiluca scintillans olarak adlandırılan milimetrik boyutlarda bir bakteridir.


Bu bakteri, suyun yüzeyine yakın yerlerde bulunur.


Bu canlı, denizde yaşayan ateş böceği gibidir.


Küre şeklindedir ve gövdesinden dışarı uzanan küçük bir kamçısı vardır.


Kamçısını diğer bakterilerdeki gibi hareket için değil, etrafta bulunan yiyecekleri toplamak için kullanır.


Sudaki küçük yosunları (diatomlar) ve planktonları yiyerek beslenir.


Vücudunun içinde küçük kesecikler vardır. Bu keselerin içi ışık kaynağı olarak kullanılan proteinlerle doludur.


Bakteriye dokunulduğu anda, keseciklerdeki luciferin maddesi enzimlerin, kalsiyum iyonlarının ve oksijenin yardımıyla ışık yayar.


Bu canlıların milyonlarcası bir araya geldiğinde, geceleri bir kayık geçerken ya da balık sürüleri hareket ederken denizden ışık saçılır.


Yakamoz olduğunda denizin içinde ateş yanıyormuş gibi bir görüntü oluşur ancak bunun seyredilebilmesi için ay ışığının olmaması gerekir. Ay ışığı daha parlak olduğu için yakamozun görülmesini engeller.


Yaz mevsiminde özellikle Karadeniz'de yakamoz görmek mümkündür.


Yakamoz canlısı, ışık yayabilen pek çok deniz canlısından sadece bir tanesidir. Suyun derinliklerinde yaşayan bazı balıklar ve dev denizanaları da ışık saçabilirler.


Günümüzde gelişen bilim sayesinde, ışık yayılmasını sağlayan proteinler ve buna yardımcı olan enzimler, tıpta hastalıkların teşhisinden, suçluların yakalanmasına kadar pek çok alanda kullanılabiliyor.


Ay


Dünyamızın tek uydusudur.


Bize en yakın gezegen olan Venüs'ten, 100 kat daha yakındır.


Dünyadan uzaklığı ortalama 384 bin kilometredir.


Dünya'nın çevresindeki dönüşünü yaklaşık 28 günde tamamlar.


Büyüklüğü Dünyamızın dörtte biri kadardır.


Ay'ın ısısı Güneş gören kısımlarda 130°C, karanlık kısımlarda ise - 173°C'dir.


Güneş'ten sonra görebildiğimiz en parlak ikinci objedir.


Ay, Güneş ışınlarının %7'sini yansıtmaktadır. Bu yeni dökülmüş bir asfaltın Güneş altındaki parlaklığı kadardır. Ancak bu parlaklık bile Ay'ın gözlenmesini zorlaştırır.


Özellikle Dolunay olan gecelerde parlaklığı sebebiyle Ay'ı incelemek daha da zorlaşır.


Ay'ın kendi etrafındaki dönüşü ile Dünya çevresindeki dönüşü öyle ayarlanmıştır ki, Dünya'dan Ay'ın hep aynı yüzünü görürüz.


Ay tutulması, Dünya'nın Güneş ve Ay arasında kalması sonucu oluşur.


Ay'ın Güneş ve Dünya arasına girmesi ise Güneş tutulmasına sebep olur.


24 Haziran 2005 yılında, 359 bin kilometre ile Dünya'ya en yakın konumunda olmuştur.


Ay'ın görüntüsü büyürken (Dünya'ya yaklaştığında), yeryüzündeki suları çekme gücü artar.


Görüntüsü küçülürken (Dünya'dan uzaklaştığında) ise çekim gücü azaldığı için suların sakinleşmesine sebep olur.


Gelgit olayı, santimetrelik yükselmelerden metrelik yükselmelere kadar farklı şiddetlerde oluşabilir.


Sularda bilinen en büyük gelgit kabarması, 21 metrelik kabarma ile Kanada'daki Fury Körfezinde yaşanmıştır.

Yeraltı Kaynakları Üreten Bakteriler


Yeryüzünün en kalabalık üyeleri bakterilerdir.

Bakteriler bitkilerden ve hayvanlardan farklı olarak hızla çoğalırlar.

Biyokimyasal etkileri bakımından canlılar aleminin dengesini sağlamada çok büyük önem taşırlar. Bu özelliklerinden biri de temel yeraltı kaynaklarını üretmeleridir.

Yeryüzündeki demir yataklarının, hatta bedenimizdeki demirin kaynağı bakterilerdir.

Bazı bakteriler suyun içinde erimiş olarak bulunan demiri sudan ayırma yeteneğine sahiptirler.

Okyanuslarda çözünen demir moleküllerini sudan ayırarak tüketirler ve kendi vücutlarında yoğunlaştırırlar.

Bakterilerin vücudunda yoğunlaşan demir daha sonra okyanus tabanında demir yatakları şeklinde birikir.

Bunlar yüz milyonlarca yıl boyunca dağlara doğru itilir ve buralarda büyük demir yataklarını meydana getirirler.

Bu demir yataklarının kazılması ile önemli miktarda demir molekülü havaya karışır.

Biz görünmeyen bu demir tozlarını soluruz. Vücudumuza giren bu moleküller bedenimiz için son derece önemlidir. Vücudumuza küçük demir molekülleri girdiği için kırmızı kan hücrelerimizin demir taşıyan hemoglobin çekirdeği iliğimizi, yani vücudumuzda dolaşan kanın kaynağını meydana getirir.

En önemli yeraltı kaynaklarından biri olan petrol de bakterilerin ürünüdür.

Fermantasyon işleminde oksijensiz solunum yapan bakteriler enerjilerini etraftaki organik bileşikleri parçalayarak elde ederler.

Bakteriler, toprak altında milyonlarca yıl önce meydana gelen birikimlerin petrole dönüşmesine yol açar.



Dünyamızın Hayat Kaynağı: Güneş

Samanyolu Galaksisinde bilinen 200 milyar yıldızdan biridir.

Dokuz gezegeni, asteroit kuşağı, kuyruklu yıldızları ve meteorları ile birlikte bir sistem oluşturur. Muazzam kütlesinin oluşturduğu çekim kuvveti ona bu sistemin baş cismi olma özelliğini vermiştir.

Kütlesi sıcak gazlardan oluşan ve çevresine ısı ve ışık yayan bir yıldızdır.

Güneş'in yüzey sıcaklığı 6.000°C ve merkezindeki sıcaklık ise 15 milyon°C'dir.

Dünya'dan ortalama 150 milyon km uzaklıkta bulunmasına rağmen Dünya'nın ısı ve ışık kaynağı olma özelliğini muhafaza eder.

Güneş ışınları 8.44 dakikada yeryüzüne ulaşır.

Güneşten çıkan enerjinin 2 milyonda 1'lik kısmı yeryüzüne ulaşır.

Güneş'in üç günde yaymış olduğu enerji, Dünya'da bilinen bütün petrol, kömür ve ormanlardan elde edilecek enerjiye eşittir.

Güneşin çapı Dünya'nın çapının 110 katı (1.4 milyon km), hacmi 1.3 milyon katı ve ağırlığı 333.000 katı kadardır.

Güneş'in yoğunluğu ise Dünya'nın yoğunluğunun 1/4'ü kadardır. Güneş kendi ekseni etrafında saatte 70.000 km hızla döner. Bir turunu ise 25 günde tamamlar.

Yaşı yaklaşık 4.6 milyar yıl olmasına rağmen, en az bir o kadar daha ömrü vardır.

Güneş % 75 hidrojen, % 20 helyum ve % 5 de diğer elementlerden oluşur.

Güneş'te hidrojenin helyuma dönüşmesi sırasında (füzyon - erime birleşme) büyük bir enerji ortaya çıkar. Saniyede 600 milyon ton hidrojen helyuma dönüşür. Bu da her saniye Güneş'in 4.5 milyon ton hafiflemesine yol açar. Güneşteki füzyon olayı sonucunda kızıl kırmızımsı bir alev 15-20 bin km yükselir ki bu olaya "Güneş Fırtınası" da denir.

Enerjisini merkezi kısmında meydana gelen termonükleer reaksiyonlardan sağlar.

Mikrodünya

Mitokondri


[img width=580 height=435]http://www.buzlu.org/images/2008/05/mitokondri.jpg[/img]

Hücrenin içinde enerji üreten fabrikadır.


Hücreyi bir şehir gibi düşünürsek, mitokondri kendisine ait kapıları olan küçük bir bina gibidir.


Enerji üretebilmek için hücrenin içine giren şeker gibi besinleri karbondioksit ve su oluşana kadar parçalar.


Bu parçalamayı yapabilmek için oksijen kullanır.


Bu parçalanma sonunda hücrenin canlılığını devam ettirebilmesi için gereken enerjiyi yani ATP'yi üretir.


Hücrenin içinde çok az bir yer kaplar. Boyu 1 mikrometre yani metrenin milyonda biri kadardır.


Vücudumuzdaki dokuların enerji ihtiyacına göre hücrenin içindeki mitokondri sayısı değişebilir.


Kaslarımızda, sinir hücrelerimiz çok fazla enerjiye ihtiyaç duydukları için çok fazla mitokondrileri vardır. Bir karaciğer hücresinde yaklaşık 2500 mitokondri bulunur.


Mitokondrinin hücrenin çekirdeğinden bağımsız, kendisine ait genetik bilgisi yani bilgi bankası vardır, 37 geni bulunur ve mitokondri 13 polipeptid üretebilir.


Mitokondrinin birinci kapısından sıkı kontrollerle geçebilen moleküller içeride ikinci bir kapıyla karşılaşırlar.


İkinci kapıdan girip çıkan her molekül daha da sıkı bir denetimden geçer. Çünkü ikinci kapının ardında bilinen her türlü laboratuvar işlemlerinden daha karmaşık kimyasal işlemler gerçekleşir.


Besinler parçalanırken, ara basamaklarda çok zehirli maddeler oluşur.


Bu zehirler hücreye hiç zarar vermeden hemen etkisiz hale getirilmelidir.


Bunun için mitokondri çok özel enzimler kullanır.


Uzay

Satürn


[img width=580 height=435]http://cassini3d.com/images/saturn_001.jpg[/img]

Güneş Sistemimizdeki ikinci en büyük gezegendir.


Satürn'ü saran 7 tane ince, düz halka vardır.


Satürn'ü saran halkalar o kadar incedirler ki, Dünya'dan bakıldığında düz oldukları için görülemezler, ancak yukarıdan bakıldığında tıpkı 7 ayrı geniş yol gibidirler.


Satürn'ün dışta bulunan halkasının kalınlığı, 300 000 kilometre kadardır.


Bu halkalar kendi içlerinde de sayısız ince halkadan oluşurlar.


İnce halkalar ise, gezegenin etrafında dolaşan sayısız küçük buz parçasından oluşur.


Her bir buz parçasının çapı 3 metre kadardır.


Satürn'ün bu parıldayan halkaları, onu sistemin en göz alıcı gezegeni yapar.


Neptün, Jüpiter ve Uranüs, halkaları olan diğer gezegenlerdir. Ancak onların etraflarındaki halkalar daha zayıftır ve Satürn'ün halkaları kadar dikkat çekmezler.


Gezegenin halkaları onu ekvator bölgesinde sarar.


Satürn'ün Güneş'in etrafında dönmesi gibi halkalar da Satürn'ün etrafında açılarını hiç bozmadan dönerler ve Satürn'e dokunmazlar.


Gezegenin halkalarından başka, 25'ten fazla uydusu vardır.


En büyük uydusu olan Titan, Merkür ve Plüton gezegenlerinden daha büyüktür.


Gezegenin ekvator bölgesi şişkin, kutup bölgeleri daha dardır.


Satürn'ün çapı, ekvator bölgesinde 120 500 kilometre kadardır. Bu büyüklük Dünya'nın 10 katına eşittir.


Gezegen, Dünya'dan çıplak gözle görülebilir.


Gezegen, Güneş'ten ortalama 1 500 000 000 kilometre uzaktadır.


Satürn'ün Güneş etrafında bir dönüşü, 29,5 Dünya yılı kadar sürmektedir.


Gezegen, kendi etrafında çok hızlı döner. Dünya kendi etrafında 24 saatte dönerken, Satürn kendi etrafında 10 saat, 39 dakikada döner.


Bilim ve Teknoloji

MollaCami.Com