Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Selam Söyle Çocukluğuna

o hurma ağacı da kesilirse gelmem artık bu şehre
unutkan nar dilsiz incir o akıllı leylek de giderse
...
bilir de söylemezse çeşmeleri gelmem artık bu şehre
dilimde giyinmiş sözlerin hangi taştan sektiğini -Sadık Yaşar

Kendimi tanıtsam şaşıracaksınız; böyle birini görmemişsinizdir. Etrafınızda dolaşan insanlara benzemiyorum. Ninemin anlattığı, sonra bir yazarın yazdığı masaldan aranıza düşmüş biriyim. Bir masal kahramanıyla karşı karşıyasınız.

Şaşırdınız değil mi? Haklısınız; masaldan çıktığım günden bu yana gördüklerim, okuduklarım, yaşadıklarım beni de şaşırtıyor; yabancılığımı, bir sürgün yaşadığımı hissediyorum. Yazarın yazdığı masalın ilk cümlesini hatırlıyorum: 'Odamın caddeye bakan penceresine her gün bir kuş gelir. Beni alır ninemin anlattığı masallara götürür.' Sabahın bu erken saatinde daha yeni masalarını düzelttiğiniz çay bahçenize gelmiş olmam, bahçenin tren istasyonuna bakan cephesinde, tam köşede sarmaşıkların ardında kalan masada kitap okumam, bir şeyler yazmam sizi meraklandırdı, değil mi? Belki de; bu da kim, tatil gününün bu erken saatinde burada ne arıyor, niye herkes gibi kendini uykunun kollarına bırakmamış, diyorsunuz. Dedim ya, bir masal kahramanıyım! Yatak canımı acıtıyor! Televizyonların sabah programları, hafta sonu gazeteleri, günlük kaygılar beni çekmiyor!

Bu sabah rüyama giren ninemin sesiyle uyandım. Üzerimdeki yorganı atar atmaz pencereye yöneldim. Sokağımızı kuş sesi, bahar kokusu doldurmuştu. Derinden bir nefes aldım, içim açıldı. Suya yöneldim, sonra secdeye... Ağlar gibi oldum... Bu yerde bir yabancı olduğumu anladım; sıla özlemi depreşti içimde. 'Çobanların ruhu nasıl sığmazsa kırlara', ben de bu yerlere yerleşemiyorum... 'İçsel yalnızlığın hüznü' içinde, 've asla dinmeyen sıla özlemi'yle evden hemen çıktım. Aklıma çay bahçeniz geldi. Çünkü burada trenler bir masaldan çıkar gibi geliyor, ve yine bir masala koşar gibi gidiyorlar.

Bu şehre ilk geldiğim günlerdi. İlk sevdiğim yerlerden biri olmuştu burası. İstasyonun hemen bitiminde, sağa giden sokağın hemen başında bulunan iki katlı binanın üst katında, benim gibi masal kahramanları yaşardı. Bu sabah buraya gelmek istedim çünkü, 'ruhumun coğrafyası'na olan özlem ve ihtiyacım had saflarda. Belki oraya giden bir tren kalkar, biner giderim diye düşündüm. Şaşırdınız değil mi? Belki de bana acımaya başladınız.... İşte siz büyükler böylesiniz. Kalbinizin ışıklarını karartmış, fenerlerin güçsüz ışıklarına kalmışsınız. Elimde fener olmadığından, sanıyorsunuz ki karanlıktayım. Hayır öyle değil, kalbimin ışıklarında yaşıyorum!... Sahi siz ne kadar rasyonelsiniz, ve ne kadar çoksunuz! Buraya gelmeden önce lokantanın birinde çorba içmek istemiştim. Çorba içecek, sonra çay, sonra... Olmadı! Çorbamı bitirmeden içeri büyük bir adam girdi. Önceki gün oynanan bir futbol maçının kritiğini başlattı. Bu bahar mevsiminde, günün ter u taze bu saatinde; kirli, yorgun ve soluksuz bir gürültüyle doldu içeri. Ezogelin'in tadı kaçtı, hava bozuldu ve hemen kendimi dışarı attım.

Biliyorum, çocukluk yapmayın, diyeceksiniz. Hayır, sizi dinlemiyorum! Çocuğum işte! Bir masaldan çıkıp aranıza karışsam da, yine yolunu bulup masalıma kaçıyorum. Orada babamın izini arıyorum: 'Ninemin ninesinin beşiğini sallıyorken, ayağıma yedi dağın en büyüğü çarpıyor. Çok kızıyorum, bir tekme atıyorum, yedi dağın yedisi de yıkılıyor. Koşup bir perinin gölgesine sığınıyorum. Peri diye sığındığım şey, bakıyorum bir nar ağacı. Nar çiçeği... Nar çiçeği! diyorum. Söylesene babam nerede? Baban öldü, diyor. Hayır, diyorum, babam ölmedi. Kimbilir nerededir şimdi? Bir kuş mu oldu, bir kelebek mi? Yoksa mis kokulu bir çiçek mi?'

İşte böyle beyamca! Masala giriyor, masaldan düşüyorum. Ama bana acıma, babam nerede onu söyle! Bak! Tren bir masaldan çıkar gibi geldi.. ve işte bir masala koşar gibi yine gidiyor. Çocuk da bu istasyon gibi büyülü bir duraktır. Ama o durağa bir gün 'büyümek treni' gelir ve binip gidilir. Bunu, ancak bu büyülü durakta bekleyip de 'büyümek treni'ne binmeyenler bilebilir. Farkında mısınız bilmiyorum, 'Cennette oluşumuzu koruduğumuz anlar genellikle çocukluk yıllarına denk gelir. Büyüdükçe, ilgilerimiz farklılaştıkça, kalbimizden uzaklaştıkça, kalbimizin üzeri örtüldükçe, bu yitirdiğimiz cennetin farkına varmaya başlarız acı bir biçimde. Büyümek bir kaderdir; ama buna bağlı âdeta bir yan kadermiş gibi o cenneti kaybetme durumu da vardır, bu yolda. Bazı insanlar da, büyüdükçe bu cenneti korumak için mücadele verirler.'

Bana acıma beyamca! Güçsüz değilim; cenneti yitirmek istemeyen bir masal kahramanıyım, çocuğum ben. Elimde fener yok diye, fenerinin ışığını üzerime tutma! O ışık yolumu aydınlatmıyor çünkü; ne kadar barbar varsa bu şımarık ışıkla uyanıyor. Kalbimde yanan ışık bana yetiyor. Görmediğimi, yeni zamanların dışına düştüğümü, hattâ bir zavallı olduğumu düşünüyorsunuz. Yanılıyorsunuz! Çocuğunuzu, torununuzu düşünün! Çocukluğunuzu hatırlayın!.. Hatırladınız değil mi? Çocukluk büyülü bir dünya, büyüklük ise kocaman bir tehlike. İnsan büyük olmuşsa bir defa, çocuk olmak isterken bile kaybettirecek bir şey yapıyor. Büyüklerin çocuğa dönük her hareketinde gizli ya da açık bir tehlike vardır. Bu dünyanın şu anki durumunun kötü ve çirkin olduğunu söyledikten sonra şöyle bir mantıkla çocuklara yaklaşırlar: Büyüyün ve bunu devam ettirin! 'İyi'den ve 'güzel'den yana yaşanmayan bu dünyayı düzeltin deseler de, samimi değiller. Çünkü çocuğa yaklaşımlarında, çocuğu kendilerine dönüştürme niyeti bulunuyor. Çocuk bedenleri üzerinde iktidar oyunu oynuyorlar.

Canınızı mı sıktım beyamca?! Tamam, gitmek istiyorsunuz. Öylese gidiniz! Ben de tek başıma masal kahramanlarımla konuşmaya devam edeceğim. Ama gitmeden önce, lütfen bunlardan birini dinleyiniz! Bakınız ne diyor: 'Eğer işler yolunda giderse, yani imkânlar el uzatırlarsa bana, Rize'ye gideceğim. Düşünsene; âsi bir Karadeniz, tahta bir iskele, ahşap evler, yeşilin tonları, el değmemiş çevrenin güzellikleri, sonra inekler... Yaylada gezinmelerini izlemek hoş olur herhalde. Sonra tavuklar... Her sabah taze yumurtayla başlamak güne. Özenle yetiştirilen biber ve domateslerden ekmek arası yapmak... Sonra upuzun bir yayla. Rüya kadar, hasret kadar uzun... Bir de at, illâ ki beyaz renkli. Ve at sırtında kucaklamak tüm yaylayı. Doyamadığım çocukluğum için... Akıp giden gençliğim için... Tüm semâyı kaplayan dua ve hayallerim için... Hüznü gözlerinden tanıdığım annem için...'

İşte böyle beyamca! Bu da çocuk.! Bu da ninesinin anlattığı masallardan düşmüş...

Şimdi gidebilirsiniz. Büyükler de geldi işte. Ellerinde gazeteleri var... Gözleri iri puntolu manşetlerde... Az sonra çay isteyecekler. Gitmen gerekiyor, çünkü her biri çok para...

Ve işte bir tren daha...

Bu da benim trenim...

Ruhumun coğrafyasına, ninemin masalına gidiyor.

Orada uzun, upuzun yaylalar var.

Rüya kadar, hasret kadar uzun.

Gidiyorum beyamca! Selâm söyle çocukluğuna...

Nihat DAĞLI

çok güzeldi emeklerinize sağlık ....

evet kısmende olsa bende de kendimi buldum hani herzaman deriz ya ahhh nerde eski insanlar diye...

bazen bende çocukluğuma dalarım memeleketim zeytinle ve tarımla geçinen bir kasaba tabi benim çocukluğumda böyleydi şimdilerde varsanız heryer yabancı kaynıyor ,yerli halktan kimseler kalmamış nedenmi çünkü onlar "kum zengini" oldular bizde onlara öyle denirdi..

yeni yetiştiğim zamandı ilk komşumuz denizdeki tarlasını ankaralılara sattı taaa 1970 lerde kaçamı 120 bin liraya büyükerimizin dilinde komşunun ne kadar çok pahallıya sattığı dolanırdı hatta o yıl komşumuzun bir çocuğu oldu adını hafife koydular ama komşularımız ona 120 binlik hafife demeye başladılar..
ve yıllar yılları kovaladı ondan gören diyer komşular memleketimin yerlisi hep topraklarını yabancılara yani yerli yabancılara satmaya başladı ve kendileri zengin olunca memleketimi terketmeye başladılar çığ gibi siteler çoğaldı
nemiş efendim profösörler sitesi, ankarıllıar sitesi, kazan sahil sitesi .vs.vs ardı arkası kesilmeyen binalar ve yabancılar istila etti memeleketimi şuan eskilerden inanın bir avuş yerli insan kalmadı sağın yabancı solun yabancı

halbuki bizim çocukluğumuzda öylemiydi herkez herkezi bilirdi herkezin birlakabı vardı lakaplarıyla anılırdı hep kapılarımız açık oturulurdu herşey imece usulu yapılırdı bugün senin bançende tarhanan yapılır yarın komşununki
bugün senin yufkan açılır öbürgün komşununki bu gün senin makarnan kesilir yarın komşuya yardıma gidilirdiçoluk çocuk dolum tıkım yeniliriçilir işler biter öyle dağılınırdı ..

hep birlikte kıra ot toplamaya gidilirdi hep birlikte torktörlerle at arabalarıyla denize gidilirdi, otarihlerde böyle mangal et modası yoktu sarmalar sarılır, börekler açılır, yumurtlar ,patateseler haşlanır
öyle piknik olurdu..

sabah gözümüzü açtığımızda pencerden baktığımızda ardı arkası kesilmeyen torktörler at arabaları insanları tarlalara götürüyor çok az çalışmayan bayan kalırdı evinde bizim ailemizde onlardandı onun için sabah bizde baya sabah keyfi olurdu babacım rahmetli tarlada annem kahvaltıyı hazır etmiş onu beklerdi o ara bir bakmışsın
komşumuz omzuna mantosunu almış çat kapı gelmiş buyur edersin sofraya oda yeni sofradan kalktığını söyler ama bir çay alırım der ve veririsin çayını
başlar anlatmaya dertleri sürekli tarlalardır bu yılın geçen seneye oranla kesat gitiğinden bahseder hava kurak der zeytinler olmadı yağı azaldı der,
annem babamdan bahseder valla bizimkide aynı hesap pamuklar tarlada kaldı mustafanında sürekli gözü kögte oda yağmur yağmamasını istiyor yani yağarsa pamuklar ıslanacak yağmazsa zeytinler kuruyacak hep çocuklumuz babamızın bu sorunlarını dinlemekle geçerdi..

bazen annem çok içerler bey bey derdi okumamışsın devlete bir memur olmamışsın
bari böyle sürekli dertlenmezdik devletten maaşını alır kıt kanat geçinirdik derdi
babamda yok yok hanım öyle söyleme ben halimden memnunum
derdi halinden hiç şikayet etmezdi hep hamd ederdi

ve 78 ekiminde babam yine böyle bir yaz mevsimi ve pamukların
toplandığı işlerin çok yoğun olduğu bir zamanda traktörün kasasına 7 harar pamuk yüklemiş ve onu bahçedeki mağzaya koyarken 5 koymuş 6 cıyı ayaüa dikmiş ama altına girmeden

yere boylu boyunca uzanmış ve bende ikindi abdesti için bahçeye çıktım o an babamı toprakta yatar gördüm ALLAH ALLAH babam çokmu yoruldu acaba dedim ve yanına gittim baktım babamın alnı terli, gözler az aralıklı ,acaba babam bana oyunmu ediyor derken elini elime aldım birden eli elimden kaydı ve yanına düştü işte ben o an babamın bize kötü bir oyun oynadını anladım ve birçığlık atıp anne babam ölmüş deyip üzerine yığılmışım

sonra kendime geldiğimde bahçe kapImızın önünde komşumuzun çarşıya doğru ALLAHINI seven bir doktor getirsin dediğini duydum ve evimiz düğün yeri gibi oldu
girenler çıkanlar babamı hemen bir arabaya attılar hastaneye götürdüler ve hastane bahçesinde doktor onu hastaneye sokmayın o 1 saat kadar olmuş öleli demiş ve gerisin geri onu getirdiler
boylu boyunca evde sabaha kadar beklendi
ve bir perşembe günü öğleye mütakip defin işlemleri oldu
ve benimde çocukluk masalım burda bitti

sonra başka bir yaşam savaşım başladı...


Edebiyat

MollaCami.Com