Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


>Hilye-i Şerif>





İslamiyet’te heykel ve resmin mahzurları nedeniyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sevgisi farklı bir şekilde tezahür etmiş ve hilye sanatı ortaya çıkmıştır. Özellikle Osmanlı sanatkârları Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) fizikî özelliklerini anlatan rivayetleri Hilye-i Şerif’lerde bir görsel şölene dönüştürmüşlerdir. Müzehhipler tarafından bezenen hilyeleri yazmak bir hat sanatkârı için icazetname alma manasına geliyordu. “Hilye” kelimesi “güzel vasıflar, süs, güzel yüz, cevher, görünüş” gibi sözlük manalarını taşır. Tarihî seyir içinde Hazreti Peygamber’e (s.a.v.) mahsus olmak üzere Şemâil, Şemâil’ün-Nebi, Hilye-i Nebevi ve Hasâisü’n-Nebi gibi değişik ifadelerin yanı sıra Osmanlılar

tarafından da Resul-i Ekrem Efendimiz’in (s.a.v.) vasıflarının anlatıldığı (manzum ve mensur) edebî eserler ve levhalar, “Hilye-i Saadet, Hilye-i Şerif veya Hilye“ olarak ifade edilmiştir.

İslam’ın zuhurundan Osmanlı’ya kadar geçen yedi asır içinde sadece mensur (düz yazı) olarak ve hadis kitaplarında zikredilen Hz. Peygamber’e (s.a.v.) ait vasıfların anlatımına, nakline henüz kendisi hayatta iken ehemmiyet verilmiştir. Bunun sebebi ise; İslâm inancında putlar ve putlaştırılma ihtimali olan insanların tasvir ve heykellerinin yasaklanmasıdır. Hıristiyanların Hz. İsa ve Hz. Meryem’le ilgili tasvir ve heykelleri, bunların önünde yaptıkları ibadetler göz önüne alındığında Müslümanların muhtemel şirke düşmelerinin önüne geçilmiştir.

Ancak, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) gelecek Müslüman nesillere fizikî vasıflarının anlatılması, hususiyetleriyle tahayyülünün sağlanması gerekli görüldüğünden ashab, meşru arayışlara yönelmiş ve hadis-i şerifler ışığında Hz. Peygamber’e (s.a.v.) ait vasıflar tespit edilmeye gayret edilmiştir.

Sahabinin kendi ilimleri ve anlayışları nispetinde yaptıkları çalışmalar ve tespitlerde çok ehemmiyetli müşterek noktalar olmakla birlikte, bazen nakilde bazen İslâm’ın zuhuruyla gelişmeye başlayan Arap alfabesinde o dönemlerde bulunmayan “hareke”ler sebebiyle, bazen Arap yazısının menşei olan Nabatî yazıdan doğan imla hatalarından ve en ehemmiyetlisi, günlük Arapça’da pek fazla kullanılmayan Hz. Peygamber’in hususiyetlerini ifade eden kelimelerin okunuş ve yazımlarındaki yanlış telakkiler, birçok rivayeti de beraberinde getirmiştir.

Bu rivayetler temelde benzer vasıfları taşımakla birlikte, ileride büyük hatalara sebep olabilir endişesini de doğurmuştu. Sahabiden naklen gelen rivayetler, ”Şifatü’n-Nebi” ve “Fezail” adında birçok hadis kitabında kayıt altına alınmıştı. Tirmizî, Kadı İyaz ve bazı muhakkik zatlar, bu hadis kitaplarının menşelerini de dikkate alarak tasnif etme gayreti içine girmişlerdi. Bu hususta en ehemmiyetli çalışma Tirmizî’ye aittir. Bu konu, Tirmizî tarafından “Şemail” adıyla bir ilim haline getirilmiş ve aynı adla bir de eser vermiştir. Söz konusu eser, daha sonra yazılan “şemail” ve “hilye”lere kaynak kabul edilmiştir. Tirmizî‘nin eserinin muhtelif tercüme ve şerhleri de yapılmıştır.

Peygamber sevgisi hilyelere taşındı

7. asırdan, 16. asra kadar yazılan bütün hilyeler ”mensur” (düz yazı) eserlerdir. İlk olarak 1598’de Hakanî Mehmed Bey tarafından (ö. 1606) İslam ve Türk edebiyatına aruz vezniyle yazılmış manzum hilye kazandırılmıştır. ”Hilye-i Hakanî” adlı bu eserde Hz. Peygamber’in vücut yapısı ve sıfatları akıcı manzum bir dille anlatılmıştır. Hakanî’nin bu eseri büyük revaç görmüş ve bu eserden sonra manzum, manzum–mensur hilyeler telif olunmuş, yaygınlaşmıştır. Osmanlı edebiyatı dışında gerek Arap ve gerekse Fars-İran edebiyatında hilye çeşitliliği yoktur. Osmanlılarda Peygamber sevgisi öyle bir muhabbet ufkuna varmıştır ki edebiyatlarında, musikilerinde, hüsn-ü hatta diğer Müslüman toplulukların hiç birinde görülmeyen şaheserler ortaya konmuştur. Bunlardan birisi de levha tarzındaki hilyelerdir.

Osmanlı toplumunda “hilye bulunan evin felaketten, musibetten mahfuz olacağına” ve gene “üzerinde hilye taşıyan bir kimsenin her türlü bela ve musibetten korunacağı”na dair yaygın bir inanç vardı. Saraydan konağa, konaktan sade ahaliye kadar da bu inanç yaygındı. Ayrıca Hz. Peygamber’den (s.a.v.)naklen Hz. Ali (r.a.) tarafından rivayet edilen "Hilyemi gören, beni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa , ona cehennemi haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak haşredilmez” mealli hadis-i şerif ile bu mealdeki hadisler hilyeye talebi arttırmıştır.

Hilyelerde Hafız Osman tarzı

Hilye-i Şerif’i ilk olarak levha tarzında düşünen ve bugünkü klasik tarzını tertipleyen Hattat Hafız Osman’dır (ö.1658). Hafız Osman’dan sonra da levha tarzı hilyeler, Osmanlı hattatları tarafından aşk ve şevkle hüsn-ü hatla yazılmış, tezhiplenmiş ve 17. asırdan günümüze kadar emsalsiz numuneleriyle bizleri şereflendirmişlerdir. Hafız Osman’dan sonra şekil ve metinlerde bazı farklı tertipler yapılmışsa da “Hafız metni ve tertibi” klasik vasfını korumuştur.

İlk yazılı levha tarzı hilyeler hüsn-ü hat ile yazılıp tezhiplenerek ahşap levhalara yapıştırılırlardı. Bu levhaların da üst kısımları taçvari oyma kesilip ve sağ-sol yanlarına Mekke-Medine minyatürlerinin yapıldığına rastlanmıştır.

Klasik Hafız Osman hilye tertip ve metni hakkında bilgilere geçmeden birkaç hususu açıklamak faydalı olur. Şöyle ki; hilye, Osmanlı’da sadece Hz. Peygamber (s.a.v.) için yazılmamıştır. Osmanlı hattatları çeşitli hilyeler tertipleyerek Hz. Adem’den, Hz Muhammed’e kadar 28 peygamber, Aşere-i Mübeşşere, din ve tarikat büyükleri için de hilyeler yazmışlardır.

Allah razı olsun. Emeklerinize sağlık,Hilyeyi şerifler, naatlar hep aşkın tezahürü ve özlemin hasretliğin belgeleri değilmi,Allah,a emanet olunuz selam ve dua ile.


İz Bırakanlar (İslâm Büyükleri)

MollaCami.Com