Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İlk vahiy ve Risalatin başlaması

İLK VAHİY VE RİSÂLETİN BAŞLAMASI
Peygamber Efendimiz, 38 yaşında iken, bir takım ışıklar, pırıltılar görmüş, sesler duymuş, fakat bunların neler olduğunu ilk anda anlayamamıştı.

Peygamber Efendimiz, 39 yaşında iken, olduğu gibi çıkan sâdık rûyâlar görmeğe başladı. Gündüz cereyân edecek hâdiseler, uyku ile uyanıklık arasında gösteriliyor, Peygamberliğe alıştırılıyordu. Bu hâl, altı ay devam etti.

Bundan sonra, kendisinde; şehirlerden, insanlardan, evlerden uzaklaşmak, Mekke'nin dağ aralarındaki kuytulara çekilmek, vâdilerin derinliklerine dalmak arzusu uyandı. Mübârek aylarda, zaman zaman Mekke'ye üç mil uzaklıkta bulunan Hırâ dağına, diğer adıyla Nur dağındaki mağaraya çekilir, orada Melekût-ü İlâhiyyenin vüs'at ve azametini tefekkürle meşgul olurdu. Öyle ki, «Hırâ dağı, artık Kâinâtın Efendisi'ne ibâdet ve istiğrak sediri olmuştu.»

Hırâ dağında bulunduğu sıralar, kendisine, ya melek görünür, ya da nidâlar gelirdi.

Mîlâdın 610.yılının mübârek Ramazân-ı Şerif ayının 17.pazartesi gününe gelinmişti ki, Allâh'ın Rasûlü yine Hırâ dağındaki mağarada idi. Bir gece evvel, rûyâlarında; muazzam bir şekil, bir heybet, bir sûret, bir edâ, bir ışık ve bir renk görmüşlerdi. Bu; «kendisine sır tevdî edilen ve kendisinden, rûhun bâtınî mâhiyeti öğrenilen, mahrem ve emin kimse» mânâsına, «Nâmûs-ul Ekber» sıfatlı, «Cebrâil» idi.

Cebrâil (A.S.), Peygamberimiz mağarada mürâkabe ve ibâdetin en derin ânında iken, Allâh'ın sevgilisine dünyâ ve madde perdesinde görünüverdi. "Ikra', (oku!..)" diyerek Allâh'ın (CC) emriyle ilk vahyi getirmiş oluyordu.

Kâinâtın Efendisi okuma bilmiyordu, ümmî yaşamıştı. "Mâ ene bi-kâ'riin (ben okumağı beceremiyorum)" dedi. Cenab-u Hakk'ın hikmeti icabı Peygamber Efendimiz o ana kadar hiç ilmi tedrisat görmemişti. Zira Rabbimiz O'nun tâlim ve terbiyesini bizzat kendisi üzerine almıştı.

Cebrâil (A.S.), üç kere aynı emri tekrarladı ve aynı cevabı aldıktan sonra, Peygamber Efendimiz'in mübârek göğsünü, hafifçe üç defa sıktı ve Allâh'ın ismiyle okumasını istedi. Böylece, acîb kudret sâhibi olan Cibril tarafından O'na, mânevi bir ameliyat tatbik edildi.

Aslında Kur'ân-ı Kerîm'in bir nüshası Levh-i Mahfuz'da bir nüshası da Fahri Kâinât'ın kalbinde yazılı idi. Cibril tarafından tatbik edilen bu ameliyat ile, Fahri Kâinât'ın kalbi üzerinden perde yırtılmış, kaldırılmış ve birden okur oluvermişti. Böylece, en büyük bir mûcize zuhûr etmişti.

İşte ilk vahiy... O zaman melek, mâverâdan (gâipten) gelen seslerin en tatlı âhengiyle;

"Ikra', bismi-Rabbikellezî Halâk, ...

(Seni yoktan vareden, ânen fe ânen terbiye edip büyüten Rabbî'nin ismiyle oku!. O, çok kerîm olan Rabbînin hakkı için ki O, kalemle ta'lim etti, insana bilmediklerini öğretti...)"

(Alak sûresinin başında bulunan, bu âyet-i kerîmeler ilk gelen vahiy idi.)

Rasûlüllah Efendimiz bunları, Cebrâil'in sesini tâkip ederek aynen belledi ve okudu. Âyetin, Allah Rasûlü tarafından kelimesi kelimesine tekrarına kadar bekleyen melek, Allah Kelâmı'nın, Allah Rasûlü'nün diline ve kalbine yerleştiğini görür görmez, birden kayboluverdi. Bu hâl, bir kurşunun ciğeri delip geçmesi kadar sürdü. Kurşun ciğerden çıkıp gider gitmez, te'siri başlamıştı.

Peygamberimiz, kendisine vahyolunan âyetleri telakkî ettikten sonra, yüreği titreyerek, heyacanlı bir hâl içinde evine döndü. Hz.Hatîce'nin yanına geldi. Hz.Hatîce kendisini karşıladı ve "Anam babam sana fedâ olsun! Ben senin yüzünde, hiç şimdiye kadar görmediğim bir nur görüyor, Sende şimdiye kadar hiç duymadığım bir koku duyuyorum" dedi.

Peygamber Efendimiz; "Beni örtün,.. beni örtün.." dedi.

Hz.Hatîce, O'nu örttü. Ürpermesi geçinceye kadar sarındı, örtündü.

Kısa zaman sonra bu durum değişti. Allah Rasûlü kendine gelip kalkınca, hâdiseyi, olduğu gibi Hz.Hatîce'ye anlattı. Vahy olunan âyeti O'na okudu. Hz.Hatîce de heyecanlanmakla beraber, O'nu teselli etti; "Hiçbir korku ve kaygıya sebep yok, boşuna üzülüyorsun, Allah, senin gibi bir kuluna kötülük eriştirmez. Zîra sen, akrabalık haklarına riâyet ediyorsun. Sözünde doğrusun. Güçlüklere dayanırsın. Müsâfirleri ağırlarsın. Felâkete uğrayanların yardımına koşarsın. Herkes nazarında sen Muhammed-ül Eminsin, böyle olan kulunu Allah yalnız bırakmaz." dedi.

Hz.Hatîce, elbisesini giyindi. Rasûlüllah'ı yanına alarak birlikte amcazâdesi Varaka bin Nevfel'e gittiler. Bu fevkalâde hâli Varaka'ya anlattılar. Varaka, çok sevindi. "Kuddûsün! kuddûsün! Eğer hâl, anlattığın gibi ise, O'na gelen; Hz.Mûsa'ya gelen Nâmûs-u Ekber'dir, yâni büyük melekdir. Ah!.. ne olurdu.. halkı, yeni dîne dâvet edeceğin günlerde genç olsaydım.., kavmin, seni yurdundan çıkaracakları zaman sana yardım etseydim." dedi.

Peygamber Efendimiz; "Onlar beni yurdumdan da mı çıkaracaklar?" diye sordu.

Varaka; "Evet. Çünkü, senin gibi bir şeyi getirmiş, vahiy tebliğ etmiş de düşmanlığa uğramamış hiçbir peygamber yoktur. Eğer Senin dâvet günlerine erişirsem, sana, bütün gücümle yardım ederim yâ Muhammed..." dedi

paylaşım için teşekkürler

ben teşekkür ederim.Rabbim şefeatlerine nail eylesin cümlemizi..

allah(c.c) razı olsun kardeşim...


Sevgili Peygamberimiz

MollaCami.Com