Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Efendimiz’in (SAV) vefatından iki gün önce yaptığı konuşma

(Kainattaki zerrelerin sayısınca salat-ü selam olsun O’nun yüce Zatına, âl ve ashabına…) İki cihanın fahr-i ebedisi Medine‘de 13 gün süren ateşli hastalığının şiddetlendiği on birinci gününde mescidine çıkar ve en mühim son konuşmasını yapar.



Acaba O’nun âlemindeki en mühim konular nelerdi? Neleri anlatacaktı bu son konuşmasında yönettiği halkına?.. Bu mühim konuşmayı takdimden önce o günkü dünyanın iki büyük devletindeki halk ile yönetici münasebetine (mukayese için) bir göz atalım. Sonra bu eşsiz örneğin üzerinde düşünme imkanı bulmuş olalım…



O günkü dünyanın iki büyük devletinden biri olan İran‘ın ateşperest hükümdarı, koyduğu vergileri anlatmak için halkına konuşurken, fakirin birinin şöyle bir feryadına muhatap olur:



-Efendimiz, susuz araziden de vergi alacağım, diyorsunuz. Kurak arazide yaşayan fakir, yağmur yağmazsa mahsul vermeyen araziden ne gelir elde edecek ki size vergi versin?..



Halkın içinde isyan teşvikçiliği yaptığı gerekçesiyle İran hükümdarı, zavallı fakiri kalabalığın gözleri önünde ateşe attırarak yaktırmaktan çekinmez, kimse de buna karşı çıkma cesaretini kendinde göremez.



Doğu Roma İmparatorluğu‘nun merkezi olan Bizans‘ta, yani İstanbul‘da da durum farklı değildir. İmparator, Süleyman aleyhisselamı geçmek iddiasıyla inşasına başlattığı Ayasofya kilisesinde ülkesinin halkını karın tokluğuna çalıştırıyordu. Bu cebrî çalışmaya katılmak istemeyenler ise Sultanahmet Meydanı’ndaki o günkü hipodromda yağız atların kuyruğuna bağlanarak paramparça ettiriliyor, karın tokluğuna çalışmak istemeyen halka böylece gereken ders verilmiş oluyordu.




İşte o günkü iki büyük devletin yönetiminin halka karşı uygulaması böyle idi…



Şimdi bir de aynı günlerde Müslümanların Medine’de yaşadıkları yönetimle halk münasebetine bir göz atalım. Bakalım onlar nasıl bir yönetim örneği yaşıyorlardı?..



Efendimiz (sas) Hazretleri vefatından iki gün önce halka hitap ettiği son hutbesinde bakın onlarla nasıl bir gönül birliği sağlamayı düşünüyor, ne türlü bir titizlikle helallik istiyordu?



-Ey insanlar! Yönetiminizde bulunduğum ilk günden bugüne gelinceye kadar kimin sırtına bir kamçı vurmuşsam işte sırtım gelsin o da bana vursun!.. Kimin kalbini kıracak bir söz söylemişsem işte kalbim, gelsin o da bana aynı sözü söylesin!.. Kimin bir dirhem hakkını almışsam işte malım, gelsin o da benden hakkını alsın!..



Sadece bu teklifle kalmıyor, isteklerine şu ikazları da ekliyordu: Sakın içinizden biriniz demesin ki, hakkımı isteyecektim; ama Resulullah’ın darılacağından korktum da isteyemedim. Şunu kimse unutmasın ki, benim inancımda hakkını isteyene darılmak yoktur.



Hatta benim en çok sevdiğim kimse, benden hakkını alan yahut da helal eden kimsedir. Ancak bu suretle Rabb’imin huzuruna üzerimde kul hakkı olmadan çıkabilirim! Bu sırada dinleyenlerden biri ayağa kalkarak: Ya Resulallah, der, öyle ise benim zatınızda üç dirhem alacağım var, onu istiyorum!..



‘Borcum nereden kaldı hatırlatır mısın?’ sorusuna adam şu cevabı veriyor: Size çölden gelen bir fakir yardım istemişti de, sizde bulunmadığından emriniz üzerine ben vermiştim üç dirhemi. İşte onu talep ediyorum. Bu hatırlatmadan sonra Efendimiz’in (sas) cevabı aynen şöyle olur: Amcamın oğlu Fazlı! Borcum sabit olmuştur, hemen öde, beni kul hakkından kurtar!..




Evet… Vefatından iki gün önceki son konuşmasında böyle helalleşiyor, böyle örnek oluyordu demokrasi dünyasındaki tüm yöneticilere ve halka… Acaba bu hedefe 21. asrın insanı bugün varabilmiş, yöneticilerle halk böyle bir demokrasi örneğiyle kucaklaşıp helalleşebilmişler mi?.. Yoksa ufukta bu örnek mi var, varabilirse oraya varacak, nefesi yeterse orada mı karar kılacak?..



Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi (Arşivden)



Sevgili Peygamberimiz

MollaCami.Com