Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Çocukta Merak Duygusu

Merak duygusu bir el bombasının pimi gibidir. Nasıl ki üzerindeki pim çekilmeden el bombası hiçbir harekete geçmez, olduğu yerde sakin ve saf saf durur. Aynı öyle de merak duygusu olmayan bir çocuk, el bombalarının sandık içinde sessiz sakin beklediği gibi öylece bekler durur. Siz el bombasının pimini çekmeden alıp uzakta bir yere fırlatsanız, pimi çekilmeden atılmış o el bombası düştüğü yerde bir taş parçası gibi öylece kalakalır.

Merak duygusu uyandırılmamış veya yanlış yöntemlerle tahrip edilmiş bir çocuk da siz ne kadar itelerseniz, ne kadar çekerseniz çekin, öğrenmeye karşı böylesi bir taş yığını gibi düştüğü yerde kalır. Önüne ödevler gelir gider, ödev ona, o ödeve bakar, anne baba ile hır gür olur ama çocuk ödevini yaparken “oflar-puflar”, sanki o ödev, o ders ona işkence gibi gelir.

Hâlbuki merak duygusu uyanmış veya merak duygusu çocukluk yıllarında tahrip edilmemiş bir çocuk, pimi çekilmiş bir el bombası gibidir. Düştüğü yeri darmadağın eder. Yaşamı merakla sorgular, öğrendiği her şeyi hızlı bir şekilde zihnine yerleştirir, gördüğü yeni şeylere karşı ilgisi uyanır, duyduğu her bir yeni bilgiyi öğrenmek için sorular sorar…

Ama maalesef çocukların ruhsal ve zihinsel gelişiminin temel patlayıcı maddesi olan merak duygusu anne-babaları daha çocukluk yıllarında bıktırdığı ve yorduğu için veya yeterince ayarlanamadığı için çocuklar hayatının en önemli güç kaynağı olan bu duygusundan yoksun olarak yaşama başlamaktadır.

Örneğin daha ilk çocukluk yıllarında çocuk, merak duygusundan dolayı ve dünya adını verdiğimiz bu gezegendeki yaşamın nasıl olduğunu öğrenmek ister. Çekmeceleri kurcalamak, dolapları açıp içindeki kendisinin ilk defa gördüğü eşyaları eline almak, kapıları açıp kapamak, suya elini sokarak teninde oluşan duygu değişiminin hissetmek ister. Ama maalesef, günümüzde anne-babalar çocuklarının bu meraklı davranışlarını çok defa “yaramazlık” veya “şımarıklık” olarak algıladığı için hep bir engellemeler ile çocuğun merak duygusunu köreltmektedirler.



Neler hisseder?

Örneğin, çocuklar gazetelere dokunmaktan, onları yırtmaktan, gazete sayfaları ile savaşmaktan çok hoşlanırlar. Çünkü çocuk, gazeteye dokunduğunda hem ellerinde hem de kulağında tuhaf bir his hisseder. Elleri o kıvrım kıvrım gazete sayfasına dokunduğunda karıncalanma hisseder. Bizler yetişkin olarak ellerimiz nasırlaştığı, derimiz kalınlaştığı için bir gazete sayfasına dokunduğumuzda o sayfanın içimizde oluşturduğu gıdıklanma hissini artık tadamıyoruz. Hâlbuki bir çocuk gazete sayfasını avuçladığında içinde komik bir gıdıklanma hissi uyanır ve onun sevinci ile gazete sayfalarıyla sanki savaşıyor gibi bütün gazeteyi parçalamaya başlar. Ayrıca gazete sayfalarını karıştırır, çeker yırtarken kulağına ilginç akustik bir ses gelir. Çünkü gazete sayfaları büyük olduğu için her bir kıvrım ve bu kıvrımların birbiri ile olan ses kırılmaları “haşırt, huşurt, hışırt” diye insan kulağına tiz bir ses verir ki bu ses çocukta ayrı bir sevinme kaynağı olur.

İşte bu örnekte olduğu gibi, çocuk dokunma hissinin içinde uyandırdığı merak duygusu, gazete sayfalarının hışırdaması ile kulağında oluşan ilginç akustiğe kaptırmışken ve duygularını hissetmeye başlamanın heyecanını yaşarken, eğer bir anne çocuğun elindeki gazeteleri alır “Ne yaramazlık yapıyorsun, ver onları bana, etrafı dağıtma” derse, bu çocuğun bir bilim adamı gibi merak içinde giriştiği bu öğrenme sürecini baltalamış olur.

Veya bir başka örnek verecek olursak, çocuklar su ile oynamayı severler. O yüzden ellerini suya dokundurmaktan, suya dokunan tenlerindeki gıdıklanmayı hissetmekten ve kendi bedenlerinde suya dokunma ile hangi değişikler oluyor araştırmak için ya bir lavabodaki çeşmede ya da bir su birikintisinde oynamaya bayılırlar. Çocuk çeşmeden akan suyu, önce parmaklarına doğru akıtır, sonra koluna doğru… Çocuk, kolundan aşağı su akarken vücudunun diğer kısımları da ıslanır ve bu ıslanmadan dolayı tuhaf bir duyguya kapılır. Bedeninde yaşadığı bu değişiklikleri hissetmenin ve keşfetmenin merakı ile çocuk çeşme başında oynarken annesi ona “Etrafı su içinde bıraktın, Allah seni kahretmesin, kapa şu çeşmeyi” der ve çocuğun yakasından tutarak dışarı çıkartırsa bu çocukta tahrip olan duygular sadece kişiliksizleşmesi değil, aynı zamanda merak duygusudur da. Böylece bir süre sonra çocuk kendi başına bela olan bu merak duygusunu zaman içinde öldürmeyi öğrenir.

Evet, çocuk el attığı şeyi kırabilir, dökebilir, yıpratabilir. Bozulmuş bir oyuncağını tamir edebilmek için uğraşırken, bir daha tamir edilmeyecek kadar yeni arızalar oluşturabilir. Uzaktan kumandalı arabasının tekeri nasıl dönüyor diye arabanın altını sökebilir ve altı sökülmüş arabanın kablolarını bilmeden kopartabilir. Böylesi bir durumda kalan anne-baba, “Sana her aldığımız oyuncağı işte böyle kırıyorsun, bir daha sana oyuncak almayacağız” derse, çocuğuna yazık etmiş olur. Onun öğrenme sürecinde içindeki en önemli patlayıcı maddesi olan merak duygusunu yok etmiş olur.



Kontrollü merak

“Mademki merak bir çocuğun eğitiminde temel itici güçlerden biridir, o halde çocukların merak duygusunu daha da artırmak için var gücümüzle çaba sarf etmeli miyiz?” sorusuna maalesef hemen “Evet, hadi çocukların merak duygusunu daha da artırıcı ne varsa çocuğun önüne koyalım” diyemiyoruz.

Çocuk gelişiminde hep bir dengeleme söz konusu olduğu için merak duygusu da dengeli bir gelişim göstermelidir. Merak duygusu yıkılmış bir çocuk öğrenme heyecanını kaybettiği gibi, merak duygusu aşırı derecede körüklenmiş çocuklar da birtakım ruhsal rahatsızlıklar yaşama ihtimali yüksektir.

Aşırı merak duygusu ile sinir sistemi uyarılan bir çocuk, örneğin yetişkinlik yıllarında “kaygı” düzeyi yüksek olur, “korku”ları çoğalabilir, “takıntı”ları artabilir…

Örneğin, anne-babasından aldığı din eğitiminde, dünyada insanlar ve cinlerin yaşadığını öğrenen bir çocuk, cinin nasıl bir şey olduğunu aşırı derece merak ederse ve bu merakının peşine düşerse, anne-baba da çocuğun merak hissini tahrik etmek için birtakım cin-peri hikâyeleri anlatırsa, o takdirde çocuğun peşine düştüğü gerçekler bir süre sonra onu korku dolu bir yaşama mahkûm edebilir. Çocuk geceleri kâbuslarla uyanmaya, cinlerin kendisi ile konuştuğunu anlatmaya eve yalnız girememeye, geceleri yalnız kalamamaya başlar.

Veya bir başka örnek daha vermek gerekirse, eğer bir insan merak duygusundan dolayı kendisinin ne zaman öleceğine merak salar ve ölüm gününü merak etmeye başlarsa bu kişinin merakı kendi başına dert olur.

Bir adam vardı, yaşamı her şeyi merak etmekle geçiyordu. Her şeyi kendince anlamlandırıyor, eşya ve hadiseler arasında olmadık bağlantılar kurmaya çalışıyordu.

Bu adam bir gün bir rüya gördü. Rüyasında çok güzel bir yerdeydi. Birbirinden güzel ve mübarek zatlar oturmuş sohbet ediyorlardı. Rüya sahibi şahıs, bu yaşlı ve nurani yüzlü şahısları bulmuş olmanın heyecanı ile bir şeyi merak etti: “Acaba kendisi ne zaman ölecekti?” Hep merak ettiği bu sorunun cevabını alabilmek için tam da fırsattı. Bir fırsatını kollayıp yanında bulunan bembeyaz saçlı, bembeyaz sakallı nurani yüzlü şahsa döndü ve “Biliyorum çok uygun bir soru değil ama ben çok merak ediyorum, acaba ben ne zaman öleceğim” diye sordu…

Yaşlı zat, “Evladım biz bu konuda sır vermeyiz, sen kendi işine bak, Azrail kendi işine baksın” dedi. Adam bu cevaptan çok memnun olmadı ve ısrar etti. “Tamam ne zaman öleceğimi söylemiyorsunuz ama hiç olmazsa benim nasıl öleceğimi söyler misiniz?” diye yeni bir soru yöneltti. Yaşlı zat, kendisinden ısrarla bir şey duymak isteyen bu şahıstan kurtulamayacağını anlayınca “Senin ölümün sudan olacak” diye cevap verdi.

Adam bu cevabı duyunca birden irkildi ve uyandı. Şaşkın ve korku içinde “Estağfirullah” çekti. Çünkü bugün bir deniz yolculuğuna çıkacaktı. Vapur ile yolculuk yapacaktı. Önce tebessüm etti ve o yaşlı zata dua etti. Demek ki kendisinin bugün bineceği vapur kaza geçirecekti ki o nurani yüzlü şahıs kendisini uyarmıştı. Güne sevinçle başladı ve vapurla yapacağı seyahati iptal etti, yolculuğu uzun da sürse araç ile yapmaya karar verdi. Bütün gün kulağını da haberlere verdi. “Bineceğim vapur acaba kaza yapacak mı, içindekiler suda boğulacak mı?” diye merak içinde bütün gün radyoları dinledi. Ama herhangi bir kaza haberi gelmedi. Endişe duydu, korktu…

Başka bir suda öleceğini düşündü ve aklına bir süre sonra yapacağı uçak yolculuğu geldi. Yolculuğun bir kısmında uçak denizin üzerinde uçacaktı. Bir oh çekti ve bu yolculuğu hatırladığı için sevindi. Hemen telefona sarıldı ve uçak biletini iptal etti. Günler geçti ve yolculuk yapacağı uçağın uçuş saati geldiğinde hemen haberlerin karşısına geçti ve uçağın düşüp düşmediğini öğrenmeye verdi kendisini. Ama hiçbir haber alamadı. Uçak düşmemiş, kimse de suda boğulmamıştı. Ama içindeki merak duygusu hâlâ sönmemişti. Acaba hangi su onun ölümüne neden olacaktı?

Belki de banyo yaparken ayağı kayacak ve düşecek banyoda ölecekti. Bu korku ile banyo yapamaz oldu. Ya da belki sabah yüzünü yıkarken şebeke suyuna karışmış olan bir kimyasal madde ile su zehirlenmiş olabilir ve o su ile yüzünü yıkarken ya da tıraş olurken ölüm gelecekti. O yüzden de yüzünü yıkamamaya tıraş olmamaya başladı. Haftalarca ve aylarca banyo yapmadan ve saçını sakalını kesmeden dolaştı.

Bir gün “Acaba ben su içerken su boğazımda takılı kalacak ve öyle mi öleceğim” diye düşündü ve su içemez hale geldi. Günler geçti susuzluk çekti ama eline aldığı bardağı dudaklarına götüremedi. Susuzluktan zayıfladı, kir ve pasaktan yatalak hale geldi. Komşuları ona yardıma geldiklerinde “Yahu komşu su yüzünden öleceksin, bırak şu su takıntısını” dedikçe itiraz etti ve ölümünün sudan olmasından korktuğunu söyledi. Günler geçti ve bu şahıs, sonunda susuzluktan ve hastalıktan öldü. Aynı rüyadaki yaşlı zatın söylediği gibi ölüm sebebi su olmuştu…

Aynı bu hikâyede olduğu gibi çocuklarda merak duygusu aşırı tetiklenirse o takdirde çocuklarda davranış bozuklukları da gelişebilir.

Çok uzaklarda bir yıldız hareketinden korkar, endişe eder, bu yıldızın dünyaya çarpacağı hezeyanına kapılabilir, anne-babasının tartışmalarını merak eden çocuk, anne-babasının birbirini vuracağını, öldüreceğini zannedebilir, okulda arkadaşının çantasında ne olduğunu merak eden çocuk arkadaşının çantasını kurcalayabilir.

Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, eğer merak duygusu aşırı tetiklenir fakat çocuğun ruhu güçlendirilmez ise, o zaman o merak hissi çocukta birtakım davranış bozukluklarına sebep olur ki yukarıda da söylediğimiz gibi bu davranış bozukluklarının başında, korku nöbetleri gelir, takıntılar oluşur veya kaygı düzeyi yüksek bir çocuk halini alabilir.

Çocuk terbiyesinde yapılması gereken şey, çocukta denge unsurunu gözetmektir. Çocuğa verilmesi gerekenler bir denge içerisinde verilirse bir sorun oluşmayacaktır.



Dengeli bir merak duygusu için neler yapılma(ma)lı

1- Çocuklar zaten doğuştan merak hissi ile dünyaya gelmişlerdir. Dolayısı ile çocuğa dış dünyadan ekstra merak hissi uyandıracak bilgiler sunmak yerine, onların kendi iç dünyasında oluşan meraklı sorulara cevap bulmalıdır. Ve çocukların merak ettikleri konulara verilen cevaplar yeni birtakım noktaları merak ettirecek tarzda olmalıdır.



2- Çocukların merak duyacağı noktaların önce elle tutulup gözle görülebilen somut konular üzerinde olması, çocukların merak hissini devam ettirebilmesi için önemlidir. Anne babalar çocuklarına verecekleri cevaplarda veya bilgi aktaracağı konularda somut konularda yoğunlaşmalıdır.



3- Çocukların her merak ettiği şey detaylıca anlatılmak zorunda değildir. Örneğin; bir çocuk annesine kendisinin nasıl dünyaya geldiğini sorduğunda anne baba oturup teferruatlıca bu konuyu anlatmak zorunda değildir. Çocuk sadece bilmesi gerektiği kadarını bilmelidir, ruhunun kaldıramayacağı bilgileri çocuğun yaşından önce vermek doğru olmaz.



4- Çocukların algılamakta güçlük çekeceği, vaktinden önce de gereksiz olarak merak duydukları konular (cin, peri v.s.) hakkında bilgi verirken, verilen bilgi ne çocuğun gelecek yaşantısında dinin yeniden sorulmasına neden olacak derecede basit ve dayanaksız, ne de çocuğu geceleri yatıramayacak kadar çok korkutucu ve ürkütücü olmaması gerekir.



5- Çocukların merak hissinin sönmemesi için anne baba verdikleri cevaplarda çok “gerçekçi” ve “samimi” olması gerekmektedir. Çocuk kendisine verilen cevapların samimi olmadığını anlarsa ya iletişimi keser ya da aynı kişiden gelecek olan bilgilere itibar etmez.



6- Çocuğa birtakım bilgiler aktarırken, somut birtakım uygulama ve deneyler yapılabilir. Örneğin, yağmurun nasıl yağdığını anlatmak için bir çaydanlığın ön kısmından çıkan buharın önüne bir kaşık tutulduğunda kaşığın nemlendiğini görmek ve nemlenen kaşığın da altına damlacıklar bırakıyor olarak görmek oldukça isabetli bir davranış olur.



7- Çocuklar çocuktan öğrenmeyi daha çok isterler. Bu nedenle 3,5 yaşını geçmemiş olan çocuklar birbirinden merak duygusunu daha iyi giderir. Bu nedenle çocukların bir araya gelmeleri, birbiri ile konuşmalarına fırsat verilmelidir.

Psikolog Adem Güneş


Çocuk Egitimi ve Gelişimi

MollaCami.Com