Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Hilkat İtibariyle Peygamberimiz

Hilkat İtibariyle Peygamberimiz

Bütün peygamberler, hilkaten insanların en güzeli ve en mükemmeliydi. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- de bütün insanların ve bütün peygamberlerin en mükemmeliydi. Allah Teâlâ, onu emsalsiz ruh güzelliği ile birlikte eşsiz bir hilkat ve güzel bir surette yaratmıştı. Nitekim kendileri bunu şöyle ifade buyururlar:
- Allah gönderdiği bütün nebilere güzel ses ve güzel yüz lütfetmiştir. Sizin peygamberinizi de güzel sesli ve güzel yüzlü olarak göndermiştir (42).

A - Hilye ve Şemaili:

Allah Rasûlü'nün hilkat ve ahlâk güzelliklerini anlatan söz ve yazılar "Hilye" veya "Şemail" diye isimlendirilir. Asr-ı saadetten beri O'nun ahlâk ve hilkat güzelliğini anlatan eserler, mühim bir değer taşımaktadır. Sahâbilerin yaptıkları tesbitlere göre Peygamberimizin Şemâil-i Şerifesi şöyle:
Rasûl-i Ekrem -sallahu aleyhi ve sellem-'in boy, azaları, ve endamı birbirine gayet mütenasipti. Uzuna yakın orta boylu idi. Fakat halk arasında -mehabetlerinden- herkesten uzun görünürdü.Alınları açık ve geniş, kaşları hilâl biçiminde ve birbirine yakın fakat çatık değildi. Gözleri kara, kirpikleri siyah ve uzundu. Terledikleri zaman terleri mübarek yüzlerinden inci dane-leri gibi dökülür ve misk gibi kokardı. Çekme burunlu ve az eğimli cehreli, sö-büce yüzlü olup boyunları uzunca idi. Dişleri inci daneleri gibi düzgün ve parlaktı. Söz söylediklerinde ön dişleri parlardı. (43)
Omuzlarının arası geniş, omuzları, bazuları ve baldırları kalın, bilekleri ve kolları uzunca, elleri ve parmakları kalınca idi. Göğüsleri geniş olup; karınları ile göğüsleri aynı hizada idi. Şişman değillerdi. Ayakları düz taban olmayıp çukurca idi. İri kemikli, iri gövdeli, güçlü kuvvetli ve sık etli idiler. İki omuzları arasında peygamberlik mührü vardı ki bu mühür, bir güvercin yumurtası büyüklüğünde olup kırmızı ve yumru şeklinde idi.
Tenleri yumuşak olup tenlerinin rengi ne fazla beyaz ve ne de esmerdi. Gül gibi kırmızıya meyyal, parlak bir renkti.
Saçları kıvırcık olmadığı gibi dümdüz bir halde de değildi. Sakalları gürdü. Saçlarını uzattıkları zaman kulak memelerini geçtiği olurdu. Sakallarının bir tutamdan ziyadesini uzatmaz, keserdi.
Rihletleri anında saç ve sakalları henüz ağarmağa başlamıştı. Saçlarında biraz, sakallarında ise sayılabilecek kadar az beyazlık vardı.
Cisimleri nazif, kokuları lâtif idi. Koku sürünsün sürünmesin, tenleri ve terleri çok güzel kokardı. Bir kimse O'nunla musafaha etse o gün O'nun güzel kokusunu devamlı hissederdi, (44)
Doğumları anında göbekleri kesik ve sünnetli olarak dünyayı teşrîf etmişlerdi.
Duyuları son derece kuvvetli olup uzak mesafelerden işitir ve görürlerdi.
Ras'ûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-'in simâsındaki mehabet, bütün Ashâb-ı Kiram ve O'nu gören diğer insanlar üzerinde derin bir te'sir icra ederdi. O insanların en güzeli ve en çok nurlu olanı idi. O'nu anlatanlar "ayın ondurdu gibi güzeldi" diyorlar. (45)
Ashâb-ı Kirâm'dan Câbir -radıyallahu anh-: "Heybetli ve bulutsuz bir gecede bir kere Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in, bir kere de ayın yüzüne baktım. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in yüzü daha cazipti." diyor(46)
Yine Ashâb-ı Kirâm'dan Berâ -radıyallahu anh-:
-"Peygamberimiz'in yüzü en sevimli ve en güzel yüzdü" diye anlatıyor.
Beşerî Sıfatları

1. Konuşması ve Gülmesi:

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-'in konuşmaları tatlı ve te'sirli idi. Söz söyledikleri zaman gür ve yüksek sesle, kelimeleri tane tane söylerler, hattâ dinleyenler sözlerini ezberleyebilirlerdi. Sözlerini umumiyetle üç defa tekrar ederler, konuşmaları esnasında başlarını yukarıya kaldırırlardı. Kimseye fena söz söylemez ve kimsenin sözünü kesmezlerdi. Boş söz asla konuşmazlardı.
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ilk zevceleri Hz. Hatice -radıyallahu anha- validemizin ilk kocasından "Hind" adında bir oğlu vardı. Hind - radıyallahu anh- iyi bir hatipti. Hz. Hasan -radıyallahu anh- bir gün Hind -radıyallahu anh-'e:
- "Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-'in konuşma tarzı nasıldı?" diye sormuş.
Oda:
-"Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-, dâima düşünür ve sükûtu ihtiyar ederlerdi. Lüzum hâsıl olmadıkça konuşmazlardı. Konuştukları zaman da her kelimeyi açık ve fasih olarak söylerlerdi. Elleriyle işaret ettikleri zaman bütün kolunu kaldırırlardı. Bir şeye taaccüb edince elinin içini çevirirlerdi. Bazen bir şey söylerken iki ellerini birbirine çırparlardı. Söz esnasında lâtife ederek gözlerini öne indirirlerdi. Nadiren güler, fakat ekseriya tebessüm ederlerdi." (48)
Bazı rivayetlere göre de Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, hiç bir zaman kahkaha ile gülmemişlerdir.
Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-, hiddetli hallerinde de normal zamanlarında da dâima hakkı söylerlerdi. Kendileri güzel konuşurlar ve güzel konuşmayanlara da iltifat etmezlerdi. Konuşulması ve anlatılması gereken bazı şeylere kinaye yolu ile işaret ederlerdi. Kendileri sustukları zaman ashabı konuşurlardı.

2. Oturuş Tarzı:

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- diz çökerek oturmanın dışında, bağdaş kurarak, kurfusa ve intiba oturuşuyla otururlardı. Kurfusa, kalçalar yere konularak dizler dikilip karna yapıştırılmak suretiyle kolların bacakları dışarıdan bağladığı oturuş biçimidir. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- çoğu zaman böyle oturmayı tercih ederdi. Ihtıbâ, elbiseye sarılıp bürünerek tülbend ve kemer gibi şeylerle sırtı ve dizleri sarıp toplayarak oturmaktır. Bu oturuş tarzı da bir öncekine benzer, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- oturduğu zaman cübbesiyle ayaklarını ve dizlerini örter, elleriyle kendisine çeki düzen verirdi. Umumiyetle oturuşu bu şekilde idi. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem kimseye darlık vermemek için ashab içinde ayaklarını uzatıp oturmazdı. Umumiyetle kıbleye müteveccih otururlardı. Yanlarına gelen misafirlerin altına çoğu zaman sırtlarındaki abayı serer ve oturturlardı. Bazen de misafirlerine kendi minderlerini verirlerdi.
Elleri arkaya yaslamak suretiyle geriye kaykılmış vaziyette oturmaktan ashabını men'ederdi.

3. Yolda Yürüyüşü:

Allah'ın Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- yolda yürürlerken sağa, sola bakmadan adetâ bir yokuştan aşağı iner gibi kolaylık ve sûr'atle yürürlerdi. Yürüme esnasında küçük fakat sık adım atardı. Yere bastığı zaman ayağının tamamı ile basardı. Ayağının ucuyla basmazdı. Kuvvetli adım atar, vücudunu gevşek bırakmazdı. Yürürken organları dengeli ve itidal üzre olurdu.
Sür'atle yürürdü, bu yüzden yanlarında gidenler çoğu zaman geride kalır veya ona güçlükle yetişebilirlerdi.
Yolda sağa sola bakmak âdeti değildi.
Bir şeye veya bir tarafa bakmak icâb ederse bütün vücûdları ile dönüp öyle bakarlardı.

4. Yemek Yiyiş Şekli:

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- zâhidâne bir hayât yaşadıklarından bulduğunu yer ve kalabalıkla yemek yemekten zevk duyardı. Yemeği yere diz çöküp iki ayağı üzerine oturarak besmele ile yerlerdi.
- "Ben kulum, kul gibi yer, içerim (49) buyururdu. Sıcak yemek yemezler ve sıcak yemekte bereket olmayacağını söylerlerdi.
- Sıcak yemekte bereket yoktur. Allah Teâlâ bize ateş yedirmez. Öyleyse yemeği soğutun."
buyurmuşlardı. (Beyhâkî)
Yemeği eliyle ve üç parmakla, nadiren dördüncüyü de yardımcı olarak kullanmak suretiyle ve dâima önlerinden yerlerdi. İki parmakla yemekten hoşlanmazlardı. Yemek esnasında bazen bıçak kullandıkları da olurdu.
Bir gün Hz. Osman -radıyallahu anh- Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- 'a palûze. yemeği getirdi. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-yedikten sonra:
- "Bu ne yemeğidir ve nasıl yapılır?" diye sordular. Hz. Osman -radıyallahu anh- :
- "Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Yağ ile balı tavaya kor, ateşle eritiriz. Sonra buğday ununun özünü alır, tavaya dökeriz. Sonra katılaşıncaya kadar karıştırırız. Sonra gördüğünüz gibi bir helva olur" dedi.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- :
- "Gerçekten güzel bir yemek" diye tahsin buyurdular. (İbn-i Mâce ve Beyhâki)
Allah'ın Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-, elenmemiş arpa unundan yapılan ekmeği yerler, salatalığı da taze hurma ve tuz ile yerlerdi.
Meyvelerden en çok yaş hurma, kavun, karpuz ve üzümü severlerdi.Karpuzu şeker ve ekmekle yerlerdi. Bazen taze hurma da katarak yedikleri olurdu. Kavun ve karpuzu iki elleriyle yerlerdi. Hurmayı sağ elleriyle yerler, sol ellerine çekirdekleri toplarlardı. Üzümü bazen salkımı ile ağızlarına götürerek yedikleri de vâkidir. Çoğu zaman da yemekleri hurma ve sudan ibaret olurdu:
Hurma ile sütü bir arada yedikleri zaman:
- En iyi yemeklerdir" derlerdi.
Eti ve etli yemekleri çok severlerdi. Tırid yemeğini kabak ile yerlerdi. Kabağı da severler ve onun hakkında:
- O, kardeşim Yûnus'un sebzesidir." buyururlardı. Avlanan kuş etini yerler, fakat kendileri avlanmazlardı.
Et yerken başlarını ete doğru eğmezler, eti ağızlarına yaklaştırıp dişleri ile ısırarak yerlerdi. Koyun bacak ve butlarından hoşlanırlardı. Tencerede pişen kabağı, sirkeye doğranmış ekmeği, Acve hurmasını severlerdi.
Yemekleri parmakları ile sıyırırlar ve:
- Yemeğin sonu daha bereketlidir" derlerdi. (Beyhâkî)
Parmaklarını temizlemeden ellerini mendil ile silmezlerdi. Yemeğin sonunda nîmetleri veren Cenâb-ı Hakk (c.c.)'a hamd ü şükr eder ve ellerini yıkarlardı.
Su içerken üç kerede içmeyi i'tiyad edinmişlerdi. Her defasında besmele ile başlar ve hamdele ile bitirirlerdi.
Cemaat içinde su veya süt içtiklerinde, kabı hemen sağındakine verir böylece devretmesini arzu ederlerdi. İçtikleri kaba Liflemezler, nefes vermezlerdi. Kabı uzaklaştırdıktan sonra nefes alır veya verirlerdi,
Evin içinde bir cariyeden daha utangaç hareket ederler, yemek istemezler; ancak sofra kurulursa yerlerdi. Yedirilenden yer, içirilenden içerlerdi. Yiyecek ve içeceği bizzat kendilerinin aldığı da olurdu.
O, asla karnını tıka-basa doyurmadığı gibi müminlerin de çok yemelerini hoş görmezdi ve şöyle buyururdu:
- insanoğlu kendi karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Ade-moğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeter. Eğer insana nefsi galebe çalacak olursa, karnının üçte birini yiyeceğe, üçte birini içeceğe, geri kalan üçte birini de nefes almaya ayırsın. (50)

5. Elbisesi ve giydiği şeyler:

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri, giyinişlerinde muayyen bir tarz ta'kip etmez; izâr, ridâ, gömlek ve cübbeden ne bulurlarsa onu giyerlerdi. Sade giyinmeyi severler, yeşil elbiseden hoşlanır ve ekseriya beyaz giyerlerdi. Habeş Kralı Necâşî'nin gönderdiği çoraplar, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- tarafından kullanılmıştır.
Bazen işleme kaftan giydikleri de olurdu. Beyaz tenlerine çok güzel yakışan atlastan bir kaftanları vardı. Elbiselerini topuklarından aşağı uzatmazlardı. İzan ise daha yukarıda olurdu. Sarığının taylasanını omuzları arasına sarkıtırlardı. Zaferan ile boyanmış bir de çarşafı vardı ki yalnız bunun içinde namaz kıldığı da olurdu.
Bazı rivayetlere göre Allah'ın Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- Hulle-i Hamrâ denilen, üzerinde kırmızı çizgiler bulunan Yemen kumaşı kullanırlardı. Umumiyetle keçi kılından örme elbiseler giyerlerdi. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in irtihâlini müteakip Hz. Âişe -radıyallahu anha- O'nun son dakikaları esnasında giydikleri elbiseyi halka göstermişti. Bunlar yamalı bir örtü, el dokuması sert bir entariden ibaretti.
Peygamberimiz, giyeceğin bedene faydalı ve hafif olanını tercih eder, elbiselerin övünme vesilesi olmamasını tavsiye ederdi. Bu yüzden çok süslü elbise giymez, giyenleri de men'ederdi. ,
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in ayakkabıları sığır köselesinden sandal şeklinde olup, bağları bağlanıp bu suretle ayaklarını tutarlardı.

6. Sevdiği renk ve kokular:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- beyaz, yeşil ve sarı renkten hoşlanırlar ve beyazın en güzel renk olduğunu söylerlerdi. Kendileri bazen baştan başa sarı renkli elbiseler de giyerlerdi. Kırmızı renkten hoşlanmazlardı. Bir gün Abdullah bin Ömer -radıyallahu anh- kırmızı elbise giyerek Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in yanına gitmişti. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'de bu elbiseden hoşlanmadığını ima edince, Abdullah -radıyallahu anh- evine giderek bu elbiseyi yakmıştı. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- bundan haberdar olunca Abdullah bin Ömer -radıyallahu anh- 'e:
- O elbiseyi ziyan etmek doğru değildi. Onu bir kadına verebilirdin. buyurmuşlardı.
Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- güzel kokulardan hoşlanırlardı. Çünkü güzel koku Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'e sevdirilen üç şeyden biri idi. Araplar arasında "Sükk" adı ile anılan bir koku kullanılırdı. Ashâb-ı Kirâm -radıyallahuanhum-. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in geçtiği yerde güzel bir koku bıraktığını beyân etmişlerdir. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in güzel kokuları misk ve an-berden ibaretti.

7. Yatağı ve istirahat şekli:

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in yatağı bazan içi hurma yaprakları ile dolu bir deri, bazan ikiye katlanmış bir örtü, kumaş, bazan bir hasır, bazan alelade bir yataktı. Kupkuru toprağa yattığı da olurdu. Yastığın yüzü deri, içi hurma lifi dolu idi.
Hz. Hafsa -radıyallahu anh- anlatıyor: "Bir defasında Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in, üzerinde daha rahat etmeleri için bir kumaş parçasını dört kat yaptım, fakat kendileri istirahatları hakkında bu kadar çok meşgul olmamdan memnun kalmadılar." (Tirmizi)
Bir başka rivayette Hazret-i Âişe şöyle anlatıyor:
- Bir gün ensâr hanımlarından birisi bana gelmişti. Allah'ın Rasûlü'nün içi hurma lifi dolu yatağını gördü. Bir müddet sonra içi yün doldurulmuş bir yatak gönderdi. Cenab-ı Peygamber onu görünce: "Bu nedir?" diye sordu. Ben de: "Yâ Resûlallah, ensardan filân kadın geldi ve senin yatağını gördü ve bunu gönderdi" dedim, o zaman Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu:
- Yâ Âişe, bunu geri ver. Eğer ben istesem Allah Teâlâ, gümüş ve altın dağlarını benim emrime verirdi." (51)
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in Arabistan'ın tek hâkimi durumuna geçtikleri bir devrede bile evinde ufak bir sedirden, su tulumundan başka bir eşyaları yoktu.
İstirahate yattıklarında dâima sağ yanları üzerinde yatarlar, sağ ellerini sağ yanaklarının altına koyardı. Yolculuk esnasında da sağ kolları üzerinde' yatardı. Yüzü koyun yatmaktan hoşlanmaz, ashabını bundan men'ederdi. Bu yatış tarzı, Allah'ın sevmediği bir tarzdır. (52) buyururdu.

8. Temizliğe riâyeti:

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in en fazla önem verdikleri şeylerden biri de temizliktir. Bir gün üstü başı kirli bir adam görmüş, "üstünü başını yıkayamıyor musun?" demişlerdir.
Bir defa da adamın biri huzurlarına pek perişan bir kıyafetle girmiş, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ona:
- Geçinmek için hiç bir vasıtan yok mu? demişler.
- Var! cevabını alınca şöyle buyurmuşlardır:
- Madem ki Allah'ın nimetlerine nail olmuşsun; o halde nimetin eseri üzerinde görülsün." (Ebû Dâvûd).
Cahiliyet âdetlerini üzerinden atamayan bazı kimseler, yerlere tükürür, camilerde bile ibâdet esnasında bu gibi hareketlerde bulunurlar temizliğe hiç ehemmiyet vermezler, sokaklara, yollara, gölgeli ağaçların altına bile pislerler, abdest bozarlardı. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bu fena âdetlerden son derece tiksinirlerdi. Bir defa yine böyle bir hareketin izini görmüşler ve son derece hiddetlenerek mübarek yüzleri kıpkırmızı kesilmişti (Ne-sâi). O'nun bu hiddetini anlayan ensâr -radıyallahu anhum-'dan bir kadın ortalığı temizliyerek Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın teveccühünü kazanmıştı.
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- turp, soğan, sarmısak, pırasa gibi fenâ koku veren yiyeceklerin kokusundan pek hoşlanmazlardı. Onun için de bu gibi şeyleri yiyen şahısların kokulu halleriyle camiye gelmemelerini ve herkese karışmamalarını isterlerdi.
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in umûmî meclislerinde kâfur veya başka tütsüler yakılır, bu suretle de Cemaatın istirahatına dikkat edilirdi. Cuma günleri mescide güzel koku saçılmasını emrederdi.
Sıcak bir günde iş sahipleri ve işçiler iş elbiseleriyle camiye gelmişler, cami de küçük olduğu için hava taaffün etmiş ve kokmuştu. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- :
- Yıkanarak gelmiş olsaydınız daha iyi olurdu". buyurmuşlardır.
Ondan sonra da Cuma günleri yıkanmak sünnet olmuştur.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in mescidi, muntazam silinip süp-rülüp temizlenirdi.
Seferde ve hazarda tarak, ayna, misvak, gülyağı, sürme, makas gibi temizlik ve tuvalet malzemelerini yanından ayırmazdı. (53).

9. Günlük âdet ve meşgaleleri:

İmâm-ı Tirmizî, "Şemâil"inde Hz.Ali -radıyallahu anh- 'den naklen Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in vaktini üç işe tahsis ettiklerini kaydederler. Bu vakitlerin bir kısmı ibâdetlere, bir kısmı âmme (halkın) işlerine, bir kısmı da şahsî meşgalelere tahsis edilmişti.
Hz. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- gecenin yarısı, yahut üçte ikisi geçtikten sonra kalkarlar, yastıklarına yakın bulundurdukları misvakla dişlerini ovarlar, sonra abdest alıp Teheccüd namazı kılar ve bir müddet böyle ibâdetle meşgul olurlardı. Daha sonra da sabah namazı için mescide çıkarlardı.
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazından sonra seccadelerinin üzerine uzanarak güneş doğuncaya Kadar istirahat ederlerdi. (Müslim). Sonra gelenleri kabule başlardı. Her taraftan gelenler mescid-de O'nun etrafında toplanır. O da onlara vaaz ve nasihatta bulunurlardı (Tirmizî). Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- ziyaretçilerini, anlattıkları rüyalarına kadar dinlerler, böylece onların her türlü din ve dünya işleriyle meşgul olurlardı.
Bazı rivayetlere göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, kuşluk vaktinde dört veya sekiz rekât namaz kılarlar, bunu müteakip evlerine giderler, evlerinin işiyle meşgul olurlardı. Elbiselerini yamarlar, ayakkabılarını ta'mir ederler, hayvanları sağarlardı (Buhârî).
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ikindi namazından sonra da zevcelerini teker teker ziyaret ederler, hâl ve hatırlarını sorarlar, geceyi de zevcelerinden biri yanında geçirirlerdi. Diğer zevceleri, kendilerinin geceyi beraber geçirecekleri zevcesinin yanında toplanırlar ve yatsı namazına kadar orada kalırlardı. (Müslim). Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-yatsı namazını kılınca evlerine dönerler ve diğer zevceleri de hücrelerine dağılarak istirahata çekilirlerdi. Yatsı namazından sonra hücrelerinde Kur'-ân'ın İsrâ, Zümer, Hadîd, Haşr, Tegabün ve Cuma sûrelerinden birini okurlardı.
Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- her namaz için abdest tazelemeğe gayret ederlerdi. Ancak bazen bir abdestle bir kaç namaz kıldıkları da olurdu. Meselâ Mekke'nin fethi esnasında bir abdestle bir kaç namaza iştirak etmişlerdir.
Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- sünnet Ve nafile namazlarını umûmîyetle evinde kılarlar, farz namazları da mescidde ve Kur'ân'ın uzunca sûrelerini okuyarak kılarlardı.

10. Meclisleri:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in meclisleri, bir saray gibi hizmetçiler ve maiyyet halkı ile çevrili değildi. Hattâ evinin kapısı bile yoktu. Fakat O'nun Peygamberlik vakarı herkesin kalbine haşyet verirdi. O'nu gören herkes, kalbinde bir heyecan hissederdi. Huzurlarında Ashab o kadar sessiz ve sakin otururlar di ki, onları gören, cemaatten her birini başına konan bir kuşu ürkütmemek için böyle davrandıklarını zannederdi.
Meclisinde kendine has özel bir yeri olmazdı. İnsanları da meclis içinde belli bir yer edinip devamlı orada oturmaktan men'ederdi. Kendisi bir meclise varınca, hemen meclisin bittiği yere oturuverirdi. Söz sırasında kimseyi ayıplayıp kınamaz veya medhedip göklere çıkarmazdı. Sevap ummadığı sözleri konuşmaz, sözleriyle insanları usandırmazdı.
Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in huzurunda söz söylemek istiyenlerin haseb ve neseb, servet ve nüfuzlarına değil, ilim ve faziletlerine itibâr olunurdu. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, önce muhtaç ve fakirleri dinler onların ihtiyacını te'min ederlerdi. Huzurlarında oturanlar başlarını eğerek otururlardı. Kendileri de son derece mütevâzi bir şekilde otururlardı, söze başladıklarında herkes kulak kesilirdi. Mecliste bulunanlardan birisi söz söylerken Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- onun sözünü kesmezlerdi. Eğer kendileri konuşulan sözlerden memnun olmazlarsa, onları duymazdan gelirlerdi. Bir mes'ele bahis mevzuu olduğu zaman kendileri de fikirlerini ileri sürerler, müzakere esnasında bir nükte söylenirse neşelenirler, nüktelere mukabele ederlerdi.
Meclislerinde bulunan herkese ayrı ayrı teveccüh gösterirler, herkese sohbetten nasibini verirlerdi. Meclisleri bir tevazu ve huzur meclisi idi. Bu meclislerin hedefi irşâd ve terbiye idi.
Meclislerine iştirak eden ziyaretçilerine hâl ve hatırlarını sorarken onların ihtiyaçları olup olmadığını da anlamak isterlerdi.
Bazı zevata karşı aşırı hürmet ve muhabbetlerinden ayağa kalkarak karşılarlardı. Fakat kendileri için ayağa kalkılmasını istemezlerdi. Hz. Fâtıma -radıyallahuanha-meclislerine geldiğinde Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ayağa kalkarlar ve alnından öperlerdi. Süt anneleri ve süt kardeşleri için de aynı muameleyi yaparlardı.
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- huzurlarında güzel söz söyleyenleri takdir ederlerdi. Meclislerinde pek nezih nükteler yapılır ve herkes gülerdi.

11. Fesahat ve Belâgati

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, arap kabilelerinin en fasî-hi olan Kureyş'te doğmuşlardır. Hevâzin kabilesi Sa'doğullarından yetişmişti. Kendileri "En fesahattiniz benim" buyururlardı. Cennet ehli de onun bu fasîh ve belîğ lisanı ve şivesi ile konuşacaktır.(36)
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- hutbelerinde fasîh bir lisan kullanırlardı. Hutbe vermek için hücrelerinden tek başlarına, üzerlerinde sadece bir elbise ile çıkarlardı. Hutbe esnasında bazen ellerinde bir yay, bazen bir asâ bulunur ve buna dayanarak hutbe îrad buyururlardı. Mescidde konuştukları zaman asaya, harb meydanında ise yaya dayanırlardı. Cuma ve bayram hutbelerini, tâyin edilen vakitlerde, diğerlerini ise gayr-ı muayyen zamanlarda verirlerdi. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- hutbelerini irticâlî olarak îrad buyururlardı. Hutbelerinde daha çok haber cümlelerini tercih ederlerdi. Sözlerinin te'sirini artırmak istedikleri zaman, cümleleri sual-cevap tarzına sokarlardı. Hutbelerinin te'sirli yerlerinde bütün vücûdlarının tepeden tırnağa kadar titrediği olurdu.
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-', dîne davet eden bir peygamber bir fâtih, bir vaiz, bir kumandan, bir hâkim ve bir devlet reisi idiler. Bir dîn dâvetçisi olarak, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in konuşmalarında dînî vecd ve heyecanın coşkunluğu görülürdü.
O -sallallahu aleyhi ve sellem- 'nün hitabeleri, dinleyiciler üzerinde mu-cîzevî bir te'sir icra eder, en katı yürekler, O -sallallahu aleyhi ve sellem- 'nün sözlerinin te'siriyle yumuşardı. En heyecanlı zamanlarda O -sallallahu aleyhi ve sellem- 'nün sözleri, alevlenen, köpüren duyguları teskin eder, birbirine en müthiş düşmanlık hisleriyle dolu olanları yumuşatırdı. Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki ezelî rekabet O -sallallahu aleyhi ve sellem- 'nün mucizevî müdahaleleriyle giderilmişti. Mustalık gazvesinden dönülürken, münafıklar, Ensâr ile Muhâcir'lerin arasını açmak istemişler, fakat Allah'ın Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- yetişerek herkesin öfke ve hiddetlerini yatıştır-mışlardı.

12. Sefer esnasındaki âdetleri:

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-; cihad ve umre için sefere çıkacakları vakit, kendilerine refakat edecek zevcelerini de kur'a ile tâyin ederlerdi.
Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, umumiyetle perşembe günleri yola çıkmaktan hoşlanırlar, sabah erkenden yola çıkmayı tercih ederlerdi. Hayvanına binerlerken "Bismillah" derler, üzerine yerleşince de üç defa tekbir getirerek hamd ederlerdi. Yolda tepeye çıktıkça tekbir, yokuş indikçe de teşbih ederlerdi.
O, en müşkil seyahatlarda bile daima zikr-i ilâhî ile meşgul olur, hayvanın sırtında nafile namazlarını kılar, yüzünün Kâ'be'ye dönük olup olmadığına bakmaz, hayvanı hangi istikamette gidiyorsa, o istikamette namazını eda ederdi. Çünkü Kur'an'da:
- Ne yana yönelirseniz yönünüz Allah'a doğrudur.^ buyurulmuştur.
Yolculuktan dönünce önce camiye giderler, iki rekât namaz kılarlar, sonra evlerine giderek aileleri ile görüşürlerdi. Kendileri, Ashabını hanımların hazırlıklı olarakkarşılaşmalarını te'miniçin seferdendöner dönmez evlerine gitmekten men ederlerdi (Ebû Dâvud)

13. Görüşme ve ziyaretleri:

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- kendileriyle görüşmeğe gelen ziyaretçileri kabul ederler, onlarla musafaha etmek için önce davranırlar, musafaha esnasında ellerini daha önce çekmek ihtiyatında değillerdi. Biri kulaklarına bir şey söylemek istese söz bitmeden yüzünü çevirmezlerdi.
Kendilerini ziyarete gelen misafirleri, önce selâm verir, müsaade ister, ancak ondan sonra huzura girerlerdi. Kendileri de birini ziyarete gittikleri zaman kapının sağ veya sol kanadı önünde dururlar "Esselâmü aleyküm" derler. İçeri girmek için izin isterler, müsaade edilirse girerler, edilmezse geri dönerlerdi.
Ashâb-ı Kirâm -radıyallahuanhum-'dan biriyle karşılaştıkları zaman onunla musafaha ederler, iyice ellerini birbirine geçirerek sıkıştırırlardı.
Yolda rastladığı erkek, kadın, çocuk, köle, herkese selâm verirlerdi. Bir defa yolda münafıklarla müslümanların bir arada oturduklarını görmüşler, hepsini selâmlamışlardı. (Buhârî-Selâm bahsi)
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hastaları ziyarete önem verirler ve bunun müslümanlar için bir vazife olduğunu söylerlerdi.
Hasta ziyareti esnasında hastaya ümid verirler, nabzını ellerine alıp alnına mübarek elleriyle dokunurlardı. Şifâ bulması için de Cenâb-ı Hakk'a dua edenlerdi. Hastayada "İnşallah kurtulacaksın" derlerdi. Şayet birisi fena lâkırdı edecek olursa oradan memnun olmazlardı.
Umûmî âdetleri
Peygamberimiz -sallahu aleyhi ve sellem-, umûmîyetle sağ eliyle iş görmeyi severlerdi. Ayakkabılarını giyerlerken önce sağ ayakkabılarını giyerlerdi. Câmiye girerken önce sağ ayağıyla adım atarlar, şayet bir şeydağıtılacak olurlarsa sağında bulunanlardan başlar ve bir iş yapacakları zaman 'besmele çekerlerdi. Elbiseyi de önce sağdan giyerler, soldan çıkarırlardı.
Hz. Enes -radıyallahu anh- diyor ki:
- Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün evime gelerek su istediler, ben de süt getirdim. Peygamberimiz içtiler. O'nun solunda Hz. Ebûbe-kir, önünde Hz. Ömer, sağ tarafında da bir bedevî oturuyordu. Peygamberimiz sütü içtikten sonra Hz. Ömer kabı Hz. Ebûbekir'e uzatmak istemişti. Resûl-i Ekrem kabın sağında bulunan bedevîye takdimini istemişti."
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Ashab -radıyallahuanhum-u künyeleri ile çağırır, çocuğu olan kadınlara da künyeleri ile seslenirlerdi. Çocuğu olmayan kadınlara ve çocuklara da bir künye bulur ve öyle seslenirlerdi. Böylece de herkesin hatırını hoş ederlerdi.



Dipnot

M.Zekâ Konrapa

paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun.

amin cümlemizden

teşekkürler Allah cc Razı olsn inşallah

paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun..


Sevgili Peygamberimiz

MollaCami.Com