Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İstanbul - Fetih - Fatih

[size=10pt]
Dünya tarihinin eski ve güzel bir şehri olan İstanbul’un, bâzı kaynaklarda ilk olarak Süleyman Aleyhisselâm zamanında, Şeddat neslinden bir kral tarafından kurulduğu kaydedilmektedir. İsmi Yanko bin Madyan olan bu kral, ismini kıyamete kadar unutturmayacak güzellikte bir şehir kurmak için bu günkü Marmara sahillerini gezer ve iki denizi birbirinden ayıran İstanbul’a tesadüf eder. Burasını çok beğenir ve binlerce usta ve amele getirterek şehri ve kaleleri inşa eder. Bu şehri inşa ettiği için Yanko’ya büyük bir gurur gelir, Yanko ve adamları büyük bir zelzelede kilisede can verirler. Ondan sonra Yanko’nun Bozantin ismindeki oğlu İstanbul’a gelir ve yıkılan şehri yeniden inşa eder. Böylece bu şehir kurucusunun ismine nisbetle Bizans (veya Bozantin, Bizantion) adı ile anılır
Bir diğer rivayete göre de şehir, Hicretten 658 sene evvel, Yunanistan’da yaşayan Megaralılar’ın kralı Bizans tarafından kurulmuştur. Buna göre, şehir kurulduğunda Sarayburnu civarında küçük bir köyden ibâretti. Miladî 323 trihinde Kostantin, Roma imparatoru oldu. Roma şehri imparatorluk merkezi iken, bâzı siyâsî, içtimâî ve askerî zorluklar çıkması üzerine, Bizans’a gelerek devlet merkezi yaptı. Ve Bizans’a o tarihten itibâren Kostantinopolis adı verildi. Milâdî 395’te Roma İmparatorluğu; Doğu ve Batı diye ikiye bölündü. Sonra Batı Roma yıkıldı ve tarihten silindi. Doğu Roma İmparatorluğu kaldı. 1125 sene Doğu Roma İmparatorluğu’nun Başşehri İstanbul oldu.
Şehir kurulduğu tarihten itibaren siyasi, iktisadi ve askeri ehemmiyeti dolayısıyla 29 defa kuşatıldı. Bu kuşatmaların bir kısmını Romalılar, İranlılar, Yunanlılar, Avarlar ve Ruslar yapmışlardır. 9’u Müslüman Araplar tarafından, 7’si de Osmanlı padişahları tarafından yapılmıştır. Şehre kuruluşundan bugüne kadar, her millet kendi kültürüne göre 112’den fazla isim verilmiştir.
İslâm âleminde müstesna bir yere sahip olan bu şehir, bilhassa Peygamberimizin hadis-i Şeriflerinde fethedileceği haberi verilmiş olduğundan bütün İslâm devletleri tarafından defalarca kuşatılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de “Belde-i Tayyibe” olarak zikredilen, Âyeti Kerime’de İstanbul’un fethinin Hicrî tarihinin ebced hesabıyla rakamları verilmektedir. Bu rakam hicrî hesaba göre 857 tarihidir ki, bu da İstanbul’un fethinin miladî 1453 tarihine tesadüf etmektedir. Bu sebeple şehir, İslâm âlemi tarafından Belde-i tayibe (Güzel şehir) olarak vasıflandırılmış; 17. ve 18. asırlarda da İslâmbol ismi ile anılmıştır..
İstanbul'un fethi öyle basit, dar görüş ve düşüncelerle izah edilebilecek bir olay değildir. Fethi gerçekleştiren Fâtih'i tanımadan fetih anlaşılamaz. Fetih anlaşılmadan da Fâtih anlaşılmaz. Şu şekilde ifade edilebilir ki Fâtih ile fetih bir bütündür. İstanbul'un fethini anlayabilmek ve gelecek nesillere ders çıkartabilmemiz için Fâtih ile fethi bir arada değerlendirmeliyiz.
Önce Ortaçağ'da dünyanın siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını ele almalıyız. O çağlarda Osmanlı, dünyanın hakimiyetini yeni yeni ele almakta, bu günün tâbiriyle tek süper güç olma yolunda hızla ilerlemektedir. Osmanlı'nın karşısında gerek batıda, gerekse doğuda da güçlü devletler ve imparatorluklar bulunmaktadır. Bu devletlerin tamamı Osmanlıya karşı hasmâne tutum içerisindedirler. Her an Osmanlı'nın bir zayıf tarafını kollamakta, fırsat beklemektedirler. Osmanlı her konuda güçlüdür. Siyasal olarak söz sahibi olduğu gibi, sosyal olarak da eşine rastlanmayacak derecede ileriye gitmiştir. Ekonomisi de son derece iyidir. Çünkü bir çok devleti cizye ve haraca bağlamıştır. Kısaca Osmanlı her konuda zirvededir. Osmanlı bu durumda iken batı ne haldedir?
Batıda müthiş bir kilise taassubu yaşanmakta, din adı altında insanlara zulmedilmekte, insanlar açlık, sefalet ve zulüm altında inlemektedirler. Özetlersek, adaletsizlik ve zulmün bütün dünyaya egemen olduğu bir devir yaşanmaktadır; İşte böyle bir dünyada Osmanlı, İslam'ın nâmütenahi değerlerini benimsemiş, kendine ilke edinmiştir. Ezilmiş, hor görülmüş ve zulme uğramış bütün dünya halkları Osmanlı'dan medet umar olmuşlardır. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye her taraf, Osmanlı'nın idaresinde olmayı ve insanca yaşamayı istemektedir. Bunun en güzel örneği de Bizans'ta yaşanmaktadır. Bizans halkı isyan seviyesine gelmiş ve Bizans sokaklarında: "Konstantiniyye'de Latin serpuşu görmektense, Osmanlı sarığını görmek istiyoruz" sesleri yükselmektedir. Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu ortamda Fâtih ve Fetih ortaya çıkıyor.
Önce Fâtih'i inceleyelim
Fâtih tahta çıktığında 18 yaşındadır. O devrin şartlarında dünyanın bir numaralı süper gücü olan bir devletin başına, henüz büluğ çağını yeni bitirmiş bir çocuk geçmektedir. Bugün ile kıyasladığımız da; devlet reisliği için kırk yaşın gerekli olduğu bir ortamda, 25 yaşın altında vekil seçilemediğini dikkate alırsak, onsekiz yaşındaki bir çocuğun devlet başkanlığına geçişini sıradan bir olay olarak alamayız.
Aslında sıra dışı olan Hazreti Fâtih'tir. O, İslâm ahlâk ve fazileti ile yoğrularak yetiştirilmiş, İslâmi prensipleri nefsinde yaşamış, çağının dehası, 7 ayrı lisan bilen, büyük bir devlet adamı ve büyük bir hükümdardır. Fâtih tahta çıkar çıkmaz en zor işe tâlip olmuştur, O Bizans ki; yüzyıllar boyu onlarca defa muhasaraya uğramış, her muhasaradan başarı ile çıkmıştır. Sonuçta mağlup edilmesi hemen hemen imkânsız bir durum arz etmektedir. O günkü şartlarda Fâtih genç yaşına rağmen : " Ya Konstantiniyye’yi ben alırım, ya Konstantiniyye beni alır " diyebilecek derecede de cesaret sahibi bir hükümdar.
Fâtih, Bizans meselesi halledilmeden Osmanlının rahat edemeyeceği fikrindedir. Bu sebeple, Bizans’ın üzerine gidilmesi hususunu Edirne’de topladığı bir divanda devlet erkânına karşı yapmış olduğu konuşmasında :
“Dünya devleti ebedi değildir, fâni cihanda hiç kimse de ölümsüz değildir, insanların dünyada nefesleri sayılıdır. Yaratılıştan gâye kişinin Hak Teâla’yı bir bilip imkân bulduğu nisbette ecelden mühlet buldukça onun dergâhına yaklaşmayı kazanmaya çalışmaktır. İnsanı Cenâb-ı Allah’a yaklaştıran amellerin en faziletlisini bize Ashâb-ı güzinden Ebu Said el-Hudri hazretlerinin Peygamber Efendimizden naklettiği bir hadis-i şerifte şöyle bildiriyor :
“Peygamberimize bir kişi gelip “İnsanların en faziletlisi kimdir ? “ deyince, kâinatın en seçkini Efendimiz hazretleri :-“İnsanların en faziletlisi canı ve malı ile Allah yolunda gaza eden mü’mindir” buyurdular.
Şu fâni âlemde Ashab, ömürlerinin sonuna kadar küfr ve dalalete karşı cihad ve gazâyı fırsat bildiler ve dakika boşa geçirmediler... Ben de dilerim ki, “Onlar Allah’ın hidayetine eriştirdiği kimselerdir, sen de onların gittiği yoldan yürü” Âyeti celilesine bağlanarak ruhum bedenden ayrılıncaya kadar gücümü İ’lay-ı Kelimetullah ve ihyây-ı sünnet-i Resûlüllah’a (Allah’ın yüce ismini yaymak ve Resûlün sünnetini ihya etme) sarfedeyim ki, dünyada iyi hatıra ve ahirette de büyük sevap meydana gelsin.
Sözün kısası Kostantıniyye’ye sefer açmaya niyet etmiş ve himmetimi bu noktaya çevirmiş bulunuyorum. Baharda oraya hareket etmeyi düşünüyorum. İcap eden tedbirin alınmasını, hazırlıklara girişilmesini münasip görüyorum. Bu sefer benim için şu anda birinci derecede halledilmesi icap eden bir iştir. Bu tamamlanmadıkça ikinci mühim bir işe girişecek değilim. Bu mevzuda sizin görüşünüz ne ise arz ediniz ”.
18 yaşında bir genç düşünün ki; Peygamberinin müjdesine mazhar olabilmek için, en zor icraata talip olmuştur: "Konstantiniyye elbette fethedilecektir, onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askeri ne güzel askerdir." İşte Fatih böyle bir gençtir ve genç yaşında yukarıda zikredilen hadisi şerife mazhar olmak istemektedir.
Fâtih hazırlıklarını bitirir ve 23 Mart 1453 sabahı Edirne’den harekete geçer, hocalarından ve devrin büyük âlimlerinden olan Akşemseddîn de fetih için en ön saflarda bulunmaktadır. Fâtih, hocası Akşemseddin'e çok değer vermektedir, onun fikir ve himmetinden istifade etmektedir. Bu fetihte maddi alemin kumandanlığını Fâtih, mânevi cenahın kumandanlığını da Akşemseddin üstlenmiştir. 5 Nisan 1453 günü İstanbul surlarının önüne gelinmiştir…
O güzel kumandan ve o güzel asker Bizans'ın önlerine dayanır. Osmanlı'nın donanması da boğaza yanaşmış, Haliç'e girmek istemektedir ama bir engelle karşılaşır. Haliç'in ağzı bir zincir ile kapatılmıştır, bu zincirden kurtulup da Haliç'e girmenin mümkünü yoktur. Karada muhasara bütün şiddetiyle devam ederken, Fâtih gemilerini Haliç'e sokmanın planlarını yapmaktadır. Bizans sakinleri bir sabah uyandıklarında, Osmanlı gemilerini Haliç'in içine girmiş görürler. Olacak iş değildir, zincir yerli yerinde olmasına rağmen gemiler Haliç'e nasıl girmiştir? İşte övülen bir kumandan ve askerin başarısı. Gemiler karadan yürütülerek Haliç'e indirilmiştir. O devrin şartlarına göre düşünüldüğünde, ne müthiş bir olay olduğunu ancak anlayabiliriz. O gemileri Beyoğlu tepelerinde yürüten güç ve iman nasıl tarif edilmelidir? Henüz yirmi bir yaşında bir genç bütün bu işleri nasıl yapmaktadır? O genç ki, askeri O'na son derece bağlıdır, ordusu ona inanmakta ve itaat etmektedir. Askeri de işin ciddiyetinin ve mânevi sorumluluğunun farkındadır. Muhasara bütün şiddetiyle devam etmekte, Fatih fethin gecikmesinden dolayı sıkılmaktadır. Akşemseddin de seccadesinden kalkmamakta, fethin gerçekleşmesi için mânâ âleminin kapılarında duâ ve niyazda bulunmaktadır. Nihayet 29 Mayıs 1453 Salı günü, seher vaktinde Fatih hocasının çadırına girmektedir, hocasının secdede ağladığını görünce çok duygulanır , tam o sırada beklediği müjdeyi almış ve hocasının ellerine sarılmıştır., Akşemseddin müjdeyi verir... İstanbul’un fethi müyesser olacaktır…
Aynı gün sabah namazından sonra topyekün saldırıya geçilir, netîcede Bizans fethedilir. Fâtih sadece Peygamberin Hâdisi şerifine mazhar olmakla kalmaz, kainatın sahibi olan Zat-ı Zülcelal’in âyetine de muhâtap olmaktadır:
"Ey İman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; mü'minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da cesur ve şiddetlidirler, Allah yolunda mücadele eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir" (Maide-54)
İşte Bizans'ı fetheden kumandan. 21 yaşında bir genç çağ açıp çağ kapatıyor, bu büyük bir meseledir. Her olayı kendi devrinin şartlarında değerlendirmeliyiz, o zamanki dünyanın şartlarını dikkate alarak, bu gün ile bir kıyaslama yaptığımızda, Fatih'in ne büyük bir dehâ olduğunu ancak anlayabiliriz. Bu gün 21 yaşındaki bir insana değil devlet reisliği, sıradan bir iş dahi emanet edilirken tereddüt yaşanmaktadır.
// mollacami.net // Müderris //
[font=Verdana]

faydalı bir paylaşım teşekkürler...


İstanbul

MollaCami.Com