Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Aşk Olsun!

Aşk Olsun!


“Dükkân-ı anâsırda ettirme sivâ bey’in
Kurtar beni hüsrândan bâzârımı aşk eyle.”
(Şemseddin Sivasî)

[(Yâ Rab! Beden denilen şu) unsurlar dükkânında alışverişimi aşk eyle.
(Senin aşkından) başka şeyleri alıp sattırma.
(Böylece) beni zarara uğramaktan kurtar.]


Kelimeler gibi deyimlerin de manaları zamanla değişebiliyor. Bu değişmeler ilk ve asıl mananın yorumlanması, yeni durumlarla harmanlanması gibi sebeplerle gerçekleşiyor çok zaman. Fakat ne kadar başkalaşmış olursa olsun yine de özündeki maksadı kaybetmiyor deyimler. Bir dilin kelime ve deyimlerinin “kültür”ü taşıması, bunların tedavüldeki manalarını bilmekten öte, bu manalarla asılları arasında irtibat kurulunca mümkün olabiliyor bu yüzden.

Tasavvufun dilimize armağan ettiği fakat günümüzde bilhassa hanımların sitem ifadesi için kullandıkları “aşk olsun” deyiminin aslını bu çerçevede arayıp bulmaya çalışalım. Daha yakın zamanlara kadar bir takdir, övgü yahut hayranlığı anlatmak için kullanılıyordu bu deyim. 17. asrın Mevlevî büyüklerinden Arşî Dede, “Olup âzâde-hâtır ihtiyâc-ı ehl-i dünyâdan / Kanaat tekyegâhın bekleyen rindâne aşk olsun!” beytinde, sıradan insanların ihtiyaç saydığı şeylerin peşine düşmeyip kanaat tekkesini bekleyen, yani kanaat etmeyi bilen kalender dervişleri “aşk olsun” diyerek övüyor meselâ.

Ancak deyimin aslı bu da değil. Mevlevîlerde selamlaşma maksadıyla da kullanılan “aşk olsun” tabiri, muhatap için “Allah aşk versin, aşkını ziyadeleştirsin, yaptığın her işi aşkla yaptırsın” makamında bir dua. Dikkat edilirse, kazandığı sonraki manalarda da bu dua yine deyimin zeminini oluşturuyor.

Sitem maksadıyla söylenen aşk olsun’da, “Allah sana aşkla bakmayı nasip etsin; çünkü öyle baksaydın bu yanlış değerlendirmeyi yapmaz, doğruyu görürdün” de denilmek isteniyor. Takdir için söylenen aşk olsun’un zımnında ise övülen maharet, eser yahut tavır güzelliğinin ancak aşkla mümkün olabileceği kabulü yanında, bu güzelliğe ve harikuladeliğe imkan veren aşk’ın artırılması niyazı var yine.

Aşk olsun deyiminde muhatap için dua ile talep edilen aşk nedir? Niçin temenni edilmektedir? Hem deyimdeki dua ifadesini daha sarih göstermesi, hem kısmen de olsa bu sorulara cevap vermesi sebebiyle, şerh etmek için, Halvetîliğin Şemsiye kolunu kuran 16. asır meşayihindan Şemseddin Sivasî hazretlerinin bir beytini seçtik. Bu beytin yer aldığı gazeline, “Yâ Râb lisânımda ezkârımı aşk eyle / Gencîne-i sînemde esrârımı aşk eyle” mısralarıyla başlıyor. “Lisanımdaki zikrini aşk ile yapayım, sinemin derinliklerindeki havatır senin aşkından neşet etsin, gönlümü aşkınla doldur.” diye yalvarıyor Allah Tealâ’ya. Çünkü gönülde aşk olmayınca lisandaki zikrin kıymeti de olmuyor,
faydası da.

Dünya pazarında da insanın alışverişi aşkla ve aşk üzerine olmalıdır. Aşksız geçirilen bir ömür heba edilmiştir. Beyitteki anâsır (unsurlar) kelimesi, maddi varlıkların aslını oluşturan “anasır-ı erbaa”yı yani dört unsur denilen su, ateş, hava ve toprağı anlatır. “Unsurlar dükkanı” ile kastedilen ise genel olarak bütün fizikî âlem, özel olarak da insan bedenidir.

Dünya bir pazar yeri, insanların vücutları da buradaki dükkanlar gibi düşünülmüş. Bu pazarda aşktan başka şeylerin alışverişini yapmak zarar etmek demektir. Çünkü varlığın asıl sebebi, kainatın sermayesi “aşk”tır. Öldükten sonra maddi vücudumuzu var eden unsurlar aslına gidecek, beden yok olacaktır. Fani unsurları, gerçekte olmayan şeyleri alıp satmak; kısaca nefsin hevası ve dünyalık peşinde ömür tüketmek tam bir hüsrandır insan için. Öyleyse beden dükkanının içini aşk ile doldurmalı, aşk almalı, aşk vermeli; sevmeli, sevilmelidir. Yunus’un “Bu vücudun sermayesi od u su toprağ u yeldir / Her biri aslına gider, gafil olmak nendür senin” dediği gibi, öteki türlüsü gaflettir.

Bu dünyadaki en temel, en önemli vazifemiz Allah’a kulluk etmektir. Dünyanın kendisi de dahil, uğraştığımız diğer bütün işler, meşguliyet ve sorumluluklar, kulluk vazifemize zemin yahut imkan hazırlaması bakımından değer taşır. Bu derecede bir kulluk ise ancak aşkla yaşanır. Çünkü aşk, âşık olunana kayıtsız şartsız tâbi olmayı gerektirir. Aşk varsa kulluğumuzda sadakat ve samimiyet vardır. Aşk varsa, her yerde ve her şeyde yalnızca sevgili vardır. Aşk varsa istikamet vardır; hiçbir engel aşığı durduramaz. Aşk varsa bilinir ki başa gelen her ne ise O’ndandır ve O’nun lütfu da hoştur, kahrı da...

Aşk derken, gönül işi, maveraî bir duygu kastediliyor elbette. Nefsanî haz maksadı taşıyan yönelişler, kelime yetersizliği sebebiyle sevgi, muhabbet, aşk diye adlandırılsa da “Aşk olsun”daki aşk bunlardan uzaktır. Gerçek aşk, tezkiye edilmiş bir kalbe sahibinin armağanıdır. Marifetle müşahade ettirilen esma ve sıfatların insanı Tur Dağı kılmasıdır. Mutlak Cemâl sahibini, O’nun sevdiklerini her şeyden ve herkesten çok sevmektir. Gerçek aşkta aşık maşukuna kurbiyyet (yakınlaşma) gayretini dizginleyemediğinden “kurban” olmak için can atar. Kapısı bazen Leylâ suretinde açılsa da mutlaka Mevlâ’ya götüren bir yoldur gerçek aşk.

Aşk nedir, ne değildir bahsi uzun. Esasen tarifin, izahın faydası da yok. Mevlâna’nın dediği gibi “olup da görmek”, yola koyulmak lâzım. Bu yolun öteki adına tasavvuf demişler. Baştan sona aşkla katedilen bir yol tasavvuf. Dergâhlar “aşk olsun” diye açılmış “aşk mektepleri”.

Yola gelmeli, yola girmeli ki aşk olsun!
T. Ziya ERGUNEL


Edebiyat

MollaCami.Com