Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Bir Düşünürümüzün Kılavuzluğunda GEÇMİŞİN MUHASEBESİ

Tarih yeni bir kırılma noktasında. Adeta dünyanın yeni baştan paylaşılıp, haritaların tekrar gözden geçirileceği bir kırılma noktası bu. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağının söylendiği bu nokta, yeni bir dönemin başlangıcı gibi görünüyor. Bizim için hiç de iç açıcı olmayan bu yeni duruma aslında çok da yabancı değiliz. Batı,bundan yüz yıl önce de, tıpkı bugün olduğu gibi, mensubu bulunduğumuz medeniyeti kendince “hiza”ya getiriyordu.Yani geride bıraktığımız yüz yıl içinde değişen pek bir şey olmadı.

Bugün yaşadığımız sıkıntılar, bu noktaya nereden ve nasıl geldiğimizi yeni baştan ve tekrar tekrar düşünmemizi, sorgulamamızı gerektiriyor. Artık biz de diğer pek çok toplum gibi, geçmişimizi önyargısız ve reddetmeden tekrar ele alma durumuyla karşı karşıyayız. Bunun için de her şeyden önce tarihimizi sahiplenmemiz şart.

Hep söyleyip durmuyor muyuz; tarih bir ibretler kitabıdır. Üstelik bu ibretler en çok, bütün haşmetiyle dünyaya hakim olup adalet dağıtırken, böylesine zayıflayan bizim medeniyetimizin tarihinin sayfalarında gizli.

BAŞKA BİR DÜNYANIN ÇOCUKLARI

Biz, büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Utanılacak mazisi olmayan, insanlığa büyük katkıları olmuş, çağlar kapatıp çağl ar açmış bir medeniyetin çocukları. Ne var ki, medeniyetimiz bazı yanlış ve hatalar nedeniyle hakimiyetini kaybetmiş ve batı medeniyetinin etkisi altına girmiş. Bu etki, kimilerimizi kendi medeniyetinden utanır, onu reddeder bir hale soktu. Ama ne biz medeniyetimizi inkâr ettik, ne de batılılar bizi yüzyıllardır bildiklerinden farklı bildiler. Batıcılarımız ne kadar çabalasa da, onların gözünde biz diğer dünyanın, düşman medeniyetin çocuklarıyız.

Bir tarihçimiz: “Batı’ya göre, bugün var olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Türklerinin devamıdır. Batılı kafanın irsiyet prensipleri içinde verdiği bu gerçek hükmü, sadece biz inkâr ediyoruz. Rejimimizin adı, dış siyasetimiz, iç hüviyetimiz ne olursa olsun, hakkımızdaki hükümleri değişmiyor. Biz Avrupa’nın önünde asırlardır duragelmiş tek müslüman milletiz. Kudret devrimizde Viyana kapılarına dayanmışız. Bizans’ı alarak bir devri kapatmışız. Avrupa’da Rönesans’ın başlamasına, Avrupa’nın uyanması na sebep olmuşuz. Ama, Batı bize hep haçlı seferleriyle mukabelede bulunmuş, kutsal ittifak cepheleri oluşturarak cevap vermiş. Batı, babadan evlada geçen duygularla daima karşımıza dikilmiş. Karşısına dikildiği asıl gerçek İslâmiyet.” diyor.

Cemil Meriç bu gerçeği şöyle açıklıyor:

“Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalı’nın gözünde Osmanlı’yız. Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli bir düşman. Olimpos Dağı‘nın çocukları, Hira Dağı’nın evlatlarını hep bu gözle gördüler.

Oysa bu medeniyet, tek başına ortaçağ karanlığını aydınlatmıştı. Tarihte hiç bir insan topluluğu, İslâm inkılabı kadar ani ve uzun bir sıçrayış yapmadı. Bu medeniyet bir asırda okyanusları birbirine birleştirdi, çeşitli ırktan insanları birbirine kaynaştırdı, tarihleri birbirleriyle hamur yaptı. Çünkü İslâmiyet kuvvetten doğmuş bir medeniyet değil, medeniyetten doğmuş bir kuvvetti. O medeniyetle, ruh ile dimağ, fazilet ile terakki, manevi kudretle maddi ümran ve refah el ele yürüdüler. İslâmiyetin Semerkand’da, Buhara’da, Şam’da, Bağdat’ta, Konya’da, Kayseri’de, İstanbul’da, Kahire’de, hele Endülüs’te, Tulaytıla’da, Kurtuba’da oluşturduğu medeniyetler, ortaçağ karanlığı içinde, pırıl pırıl ışıldayan insanlığın ümidi ve övüncü idi.

Bizans’ta ervah-ı tayyibe, ervah-ı habise (iyi ruhlar-kötü ruhlar) tartışmaları yapılırken müslümanlar, astronomi ilminin temellerini atmışlardı. Kızıldeniz kıyısında bir derecelik meridyen yayının uzunluğundan dünyanın büyüklüğünü ölçüyorlardı. Madenlerden ilk şifalı ilaçları bulan müslüman hekimlerdi. Fizik, kimya, fizyoloji, kozmoğrafya, cebir, geometri gibi müsbet ilimlerin yanında, din, fıkıh, felsefede de yıldız insanlar yetiştiriliyordu. Adalet, ahlâk, temizlik gibi sosyal hayatta ufuklar açan faziletlerin sahipleri müslümanlardı.

Avrupa saraylarında baca, asilzadelerin konaklarında, halkın evlerinde tuvalet yokken, dumanlar çatı aralarından yükselip, banyo yapmak günah sayılırken, müslümanların şehirleri parke döşeli idi. Kurtuba ve Tulaytıla geceleri, bugünkü Avrupa şehirleri kadar aydınlıktı. Bu tarihten dört asır sonra bile Avrupa şehirlerinde can ve mal güvenliği yoktu.”

DÜNYA İSLAM’A ÇOK ŞEY BORÇLU

Cemil Meriç’i dinlemeye devam edelim:

“Bugünkü medeniyetler, İslâm’a ve müslümanlara çok şey borçludur. Doğudan gelen Moğol ve batıdan gelen haçlı saldırılarına karşı müslüman Türk milleti insanlığın onurunu korumuştur.

Her müslüman devlet, hükümran olduğu devrede ve yerde insanlığa kalıcı eserler bıraktı. Aksak Timur’un Semerkand’ı bir medeniyet harikasıydı. Hindistan’da Delhi’de, Agram’da, Kırım’da, Mısır’da, Suriye’de, Mısır’da, Anadolu’da, sanat, ilim ve sosyal ihtiyaçlara cevap veren eserler, asırların yıkılmaz şahididir. Zaferlerimiz bile yalnız kol kuvvetimizin değil, zekâmızın ve adaletimizin yansımalarıydı. Ecdadımız gittikleri yerlerde zulmü ortadan kaldırıp beldeleri, memleketleri adaletle şenlendirmişlerdi. O muhteşem orduları yürüten kaba kuvvet değil, irfandı, teşkilattı, nizamdı. Fatih’in Semaniye, Kanunî’nin Süleymaniye medreseleri bir millet olabilmenin ve bir kültürün şahitleriydi. Süleymaniye’nin kubbesi, Mohaç’tan daha muazzam bir zaferdi. Loncaları, kervansarayları, şifahaneleri ve sebilleriyle, yüzlerce sosyal müessesiyi ayakta tutan ve yaşatan vakıf müessesesi bile başlı başına bir medeniyet harikasıydı.

Avrupa’ya gerçek ilmin ilk ışığını getiren ve daha sonra ‘İkinci Silvester’ adıyla papalık makamına oturan, Jerber isimli bir papazdır. Bu papaz, Endülüs’te ünlü bilgin Müslim b. Ahmed’den müsbet ilimlerde dersler aldı. Daha piskopos iken Müslim’in astronomi ve kozmoğrafyaya ait iki eserini Latince’ye çevirdi ve Avrupalı gençlere Endülüs’e koşmalarını tavsiye etti. O devir Endülüs medreseleri Avrupalı öğrencilerle dolarken, İspanya ve bazı Avrupa ülkeleri müsbet ilimlerle uğraşanları kiliseye karşı gelmekle suçlayarak, Engizisyon mahkemelerinde ölüme mahkum ediyorlardı. Aslında mahkum edilen, hür düşünce ve tefekkürdü.”

BİR GAFLET HİKAYESİ YA DA ÇÖKÜŞ

Bu önemli tesbitlerden sonra, yazarımız o can alıcı soruyu soruyor ve cevabını bakın nasıl veriyor:

“Peki... sonra ne oldu?

Kazandığımız toprakların kaybedilmesi, ordularımızın gerilemesi, servetimizin azalması, ekonomik darlığa düşmemiz, kimilerinin söylediği gibi, ne rejim meselesi, ne de sadece dış ve iç tesirlerin sonucudur. Asıl sebep büyük bir medeniyetin doğmasına sebep olan kudrete yani bilime sırt dönüşümüzdür. Avrupa’daki gelişmeleri izleyemedik. Ne Rönesans’ın tesirlerini, ne çökmesine sebep olduğumuz feudal sistemin manasını kavrayamadık. Bizim toplarla Bizans’ı çökerttiğimiz gibi, Avrupa halklarının derebeylik saltanatını yıkışlarını ve yeni bir yapılanmaya gidişlerini anlayamadık. Dünya denizlerinin ilk haritasını bizler çizmiştik, ama Ümit Burnu’nu Avrupalılar dolaşmışlardı. Müsbet ilimlerin temelini biz atmıştık, ama Avrupa’nın gerçekleştirdiği yeni icatlar ve gelişmeler karşısında pasif kalmıştık. Olduğumuz yerde sayıyorduk. Bu durum, Kitab-ı Kerim’in öğretisine de, adetullaha da, sünnetullaha da tersti. Batı’da Kopernik, felekiyâtı kozmoğrafyaya; Lavuzaiye, es-simyâyı kimyaya; Dekart, skolastik tartışmaları gerçek felsefeye çevirirken, bizdeki Semaniye ve Süleymaniye kütüphanelerinde eskiden tedris edilen ilimleri bile anlamaktan mahrum beşik uleması türemişti. Ali Kuşçu kozmoğrafyayla uğraşırken, kendinden sonra gelenler bu ilmi ilm-i nücuma (yıldızların sırrıyla uğraşmaya) çevirmişlerdi. İbn-i Sina ’nın kimyası adeta sihir ilmi olmuştu. Kayseri Darüşşifası bir zamanlar en ileri tıp merkezi iken, nefesciler, üfürükçüler ortalığa hakim olmuştu. Medreselerimizdeki kıymetli bilim eserlerini değil okutacak, anlayan kimse kalmamıştı.

Bunların doğal sonucu olarak, ordumuzda, idaremizde, ekonomimizde büyük bir gerileme yaşanıyordu. Dışarıdan yabancı uzmanlar ithal ediyorduk. Purusyalı Feld Mareşal Fon Moltke, ordularımızın ıslahı için çağyrılıyor; İngiliz amirali Sör Adolfus Slayt, Müşavir Paşa sanıyla İstanbulda arz-ı endam ediyor; Baron dö Tod topçu ocağımızı eğitiyordu.

Koskoca imparatorluğumuz bitmişti. Padişahlar ve bazı devlet adamları ıslahatlarla, yeniliklerle, içine girdiğimiz anafordan devleti kurtarmak için çırpındıkça, Batı buna müsade etmedi. Kapılarını bize kapadı. Bizi içine almadı. ‘Sen benim gözümde bana dünkü halimi hatırlatan günahımsın. Ben senin derlenip toparlanmana imkan vermem, veremem. Çünkü sen benim, muhtemel gafletlerime karşı uyarma ve uyanmam için bir örneksin’ dedi adeta.”

‘ÇÖZÜM KENDİ İÇİNİZDE’

Bunları söyleyen yalnızca kendi düşünürlerimiz de değil. Bir batılı olan Metternich, padişaha yazdığı dostane bir mektupta şöyle diyordu:

“Devtetiniz günden güne zayıflamaktadır. Onu bu hale düşüren sebeplerin başında, Avrupalılaşma çabalarınız geliyor. Tavsiyemiz şu ki; hükümetinizi dinî kanunlarınıza saygı esası üzerine kurun. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. İdarenizi düzene sokun, ıslah edin, ama yerine size hiç de uymayacak olan kurumları koymak için eskilerini yıkmayın. Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlık’tır. Siz Türk kalınız. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın kanunları, Doğu’nun örf ve adetlerine taban tabana zıttır. İthal malı ıslahattan kaçının. Böyle bir ıslahat, müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler.”

Evet, Batı ve biz iki ayrı dünya, iki ayrı medeniyetiz. Medeniyetlerimizin beslendiği kaynaklar farklı. Bize şekil veren, hamurumuzu yoğuran değerler farklı. Buna rağmen, sahip olduğumuz değerlerin üzerinde yüksel en medeniyetimiz, nimetlerini yalnızca bize değil, batılılara da cömertçe ikram etti. Batı, adaletten temizliğe kadar birçok fazileti bizde gördü, bizden öğrendi. Ama bizi haçın karşısına dikilmiş bir düşman olarak görmekten vazgeçmediler ve hiçbir zaman da vazgeçeçek değiller.

Dünyanın yeni bir döneme girdiği bugünlerde, yaşadığımız sıkıntıları aşıp, çağı yakalamak ve yine insanlığa örnek, öncü bir konuma sahip olmak için ihtiyacımız olan şey, bünyemizin kabul etmesinin mümkün olmadığı yabancı unsurlar taşıyan batı medeniyetini taklit etmek değil asla. Aksine utanmadan, reddetmeden aslımıza, yani bize ait olan değerlere yüzümüzü dönmek.

Bu yalnızca bizim için değil, can çekişen bütün insanlığın kurtuluşu adına en hayırlı çaba olacak.



Muzaffer Taşyürek

Ana düşünce,metnin bütününde anlatılmak istenen en kapsamlı bir biçimde anlatan cümle:
Evet, Batı ve biz iki ayrı dünya, iki ayrı medeniyetiz. Medeniyetlerimizin beslendiği kaynaklar farklı. Bize şekil veren, hamurumuzu yoğuran değerler farklı. Buna rağmen, sahip olduğumuz değerlerin üzerinde yüksel en medeniyetimiz, nimetlerini yalnızca bize değil, batılılara da cömertçe ikram etti. Batı, adaletten temizliğe kadar birçok fazileti bizde gördü, bizden öğrendi. Ama bizi haçın karşısına dikilmiş bir düşman olarak görmekten vazgeçmediler ve hiçbir zaman da vazgeçeçek değiller.Burası olsa gerek diye düşünüyorum...Osmanlı atamız ecdadımız..Aslımızla gurur duymalıyız.Rabbim o büyük şahsiyetlerin şefaatine bizleri nail kılsın..Sağlık yüreğine ve gönlune olsun umut kardeş bilgilendirici bir metindi..


Rabbim o büyük şahsiyetlerin şefaatine bizleri nail kılsın..


amin gülürana kardeşim, sizin de yüreğinize sağlık..

evet osmanlı bizim ecdadımız ama biz onların mirasyedi hayırsız evladlarıyız. Onlar ilayı kelimetullah uğruna can alıp, can vermişken maddi manevi fütühatlarda bulunup bize bu emanetleri tevdi etmişken biz tarihimize değil,batının bize empoze ettiği şeylere hayran olduk.Kutlamalarından, müziğine ,giyiminden ,hareketlerine kadar herşeyde izlerinden ayrılmadan takip ettik onları...Ama onlar bizi yine osmanlı gördükleri için içlerinede almadılar bülbüle özenen kargaya döndük .Ne aslımız kaldı ne sesimiz..Keşke batılının gördüğü gibi osmanlı torunları olabilseydik..keşke gerçekten geçmişin muhasebesini yapıp huzurluca ecdadımız ,diyebilseydik .Allah cc razı olsun umut kardeşim çok güzel bir yazı sağolasın..


evet osmanlı bizim ecdadımız ama biz onların mirasyedi hayırsız evladlarıyız.


:'(


Ne aslımız kaldı ne sesimiz..Keşke batılının gördüğü gibi osmanlı torunları olabilseydik..keşke gerçekten geçmişin muhasebesini yapıp huzurluca ecdadımız ,diyebilseydik .


keşke dememek için gayret edelim, huzurluca ecdadımız diyebilmek için üzerimize düşeni yapıp onların bıraktığı mirasa layık olalım inşaallah..

Allah(c.c.) senden de razı olsun Letaif kardeşim, duygularına yürekten katılıyorum.


Osmanlı Tarihi

MollaCami.Com