Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


AFRiKANIN KOLELESTiRiLMESi

Yüzyıllar boyunca Amerika'daki plantasyon çiftliklerine köle olarak satılan Afrika halklarının emeği sayesinde, Avrupa'da ve Amerika'da yeni bir dünya yükseldi. Bu dönemde milyonlarca Afrikalı köleleştirildi, satıldı, eğitilmek üzere alındıkları kamplarda işkence altında öldü, taşınmak üzere hayvanca istif edildikleri gemilerde insanlık dışı koşullardan ve salgın hastalıklardan dolayı can verdi. Tüm bu süreç boyunca kilise, 'vahşilerin ruhlarının kurtarıldığı' gerekçesiyle köleliği meşrulaştırdı. Kapitalizmin hizmetindeki satılık bilim adamları, siyah ırkın aşağı ırk olduğunu ve hatta insan dahi sayılamayacağını söyleyerek köleleştirmeye ve sömürgeciliğe ideolojik kılıflar uydurdular. Köle ticareti nihayet 19. yüzyılda yasaklandıktan sonra bile gizlice devam etti. Bugün de batı Afrika'da özellikle 10-18 yaş arası çocukların köle gibi alınıp satıldığı ve çokuluslu şirketlere ait işletmelerde son derece ağır koşullar altında çalıştırıldıkları bilinmektedir.

Ancak köle ticaretinin sona ermesi Afrika'nın kara talihinin değişmesine yetmedi. 1885 yılına gelindiğinde belli başlı Avrupalı devletler (özellikle İngiltere ve Fransa) ve ABD, kıtanın %90'ını aralarında paylaştılar. Afrikalı halkların köleliği, sömürgecilik döneminde kurulan ve büyük tekeller tarafından işletilen maden yataklarında devam etti. Ucuz işgücünün sömürüsü sayesinde muazzam kârlar elde eden sömürgeci güçler, bağımsızlıklarını kazanma yolunda verdikleri mücadelelerde de Afrikalı halklara zulmetmeye ve milyonlarcasını katletmeye devam ettiler. 1960'lı yıllardan itibaren Afrika ulusları birbiri ardına bağımsızlıklarını kazansalar da, bu kez de uluslararası mali sermayenin ve kendi burjuvalarının kıskacında inlemeyi sürdürdüler. Bağımsızlıklarını elde etmeleri sürecinde pek çok ülkenin haritası (tıpkı Ortadoğu'da olduğu gibi) emperyalistlerce çizildi ve yapay sınırlarla bölünen, birbirinden ayrılan kabilelerin, aşiretlerin ilerleyen dönemde giriştikleri çatışmalar da yine emperyalistlerce kullanıldı. Yakın zamanlarda şahit olduğumuz kabile savaşları ve bunları izleyen acımasız katliamlar, asıl olarak bu ülkelerin sınırlarını kendi çıkarlarına ve nüfuz alanlarına göre çizen emperyalist güçlerin marifetidir. Keza elmas ve altın madenlerini, petrol rafinerilerini işleten tekeller de, sahip oldukları imtiyazları korumak için sürekli olarak gerici rejimleri desteklemişler, düşman kabileleri silahlandırarak birbirlerine karşı kışkırtmışlar ve böylece isteklerini kabul ettirebilecekleri hükümetleri işbaşında tutmayı başarmışlardır.

Emperyalist-kapitalist efendilerinin sultası altında 500 yıldır inleyen Afrika'nın yoksul halklarının payına düşen daima koyu bir sefalet, salgın hastalıklar, savaşlar ve katliamlar olmuştur. Sadece son 20 yıla baktığımızda bile manzara korkunçtur. Örneğin Ruanda'da emperyalistlerce kışkırtılan iki kabile arasında yaşanan savaşta 1 milyon insanın öldürüldüğü, daha fazlasının da göç etmek zorunda kaldığı gerçeği hâlâ hafızalarımızdadır. Bu göçlerin sonucunda komşu ülkelerde de çatışmalar devam etmiş, Burundi'de 300 bin, Kongo'da 4 milyon insan yaşamını yitirmiştir. Azad edilmiş Amerikalı kölelerin kurduğu bir batı Afrika ülkesi olan Liberya'da da (özgür insanların ülkesi anlamına geliyor), 28 yıldır fasılalarla süren iç savaşta 200 bin insan birbirini boğazlamıştı. 1961'de İngiliz himayesinden kurtulan Sierra Leone'de 17 yıl önce başlayan iç savaşta çocuklar zorla askere alındılar, kabul etmeyenlerin el ve ayakları kesildi. Sudan'da 21 yıldır süren çatışmalar 1,5 milyon insanın hayatına maloldu. Sudan'a bağlı Darfur'da rejime karşı ayaklanan siyah Müslümanlarla halen yaşanmakta olan iç savaşta 400 bin insan öldü, 2 milyon kişi mülteci konumuna düştü. Darbelerin, kabile savaşlarının, iç savaşların ve bölgesel çatışmaların hiç sona ermediği Afrika'da her yıl yüz binlerce insan bu yüzden hayatını kaybediyor ve daha da fazlası göç etmek zorunda kalıyor. Ve tüm bu çatışmaların arkasında emperyalist güçlerin kendi aralarındaki kavgalarını, çeşitli tekellerin çıkarlarını yahut bunlarla işbirliği halindeki yerel sömürücüleri görmek mümkün.

Afrika'nın ekonomik ve sosyal durumu da içler acısıdır. Dünya çapında insan ticaretinden nasibini alan toplam 1,2 milyon çocuğun %45'i Afrika ülkelerinde yaşamaktadır. Yine kıta genelinde her yıl 100 bine yakın çocuk savaşlarda kullanılıyor. Bu çocuklar ya hayatta kalmak için (çünkü aileleri salgın hastalıklarda veya savaşlarda ölüyor) orduya katılıyorlar ya da para yahut gıda yardımı karşılığında bizzat aileleri tarafından askere gönderiliyorlar. Burada da asker veya kurye olarak ya da diğer askerlerin cinsel ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılıyorlar. Dünyanın en zengin altın, elmas ve maden yataklarına sahip olan ve nüfusu 1 milyara yaklaşan bu kıtanın küresel gelirden aldığı pay ise sadece %3,6'dır. İnsanlığın yarısının toplam zenginlikten aldığı payın %1 olduğu bir dünyada bu durum normal gibi görünebilir, ama konu yoksulluk, sefalet ve açlık olduğunda Afrika hep listenin en başında yer almaktadır. Afrika'nın pek çok ülkesinde kişi başına düşen ortalama yıllık gelir 200 doların altındadır. Resmi rakamlara göre ortalama işsizliğin %13 civarında olduğu söylenen kıtada, gerçekte bu oranın %40'larda seyrettiği ve hatta bazı bölgelerde %80'lere vardığı biliniyor. Zaten çalışanların da günde 2 doların altında bir gelir elde ettiği düşünüldüğünde, aradaki farkın pek de önemi olmadığı anlaşılacaktır.

Afrika'da 300 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor ve bunların 40 milyonunu çocuklar oluşturuyor. Açlık tehlikesinin en fazla hissedildiği Sahra-altı ülkelerinde (Etiyopya, Eritre, Somali, Sudan, Çad, Nijer vb.) açlıktan ölenlerin sayısı savaşlardan ve salgın hastalıklardan ölenleri kat be kat aşmış vaziyettedir. Çokuluslu şirketlerin hammadde kaynaklarını ve işletmelerini genişletmek için tarımsal alanları tahrip ettiği kıtada, bu duruma göçlerin yarattığı sorunlar ve küresel ısınmadan kaynaklı aşırı çölleşme ve kıtlık da eklendiğinde, açlıktan ölmek pek çok Afrikalı için kaçınılmaz bir son olmaktadır. Hiçbir gelire, işe ve geçim aracına sahip olmayan insanlar, Nijerya'da olduğu gibi boru hatlarından petrol çalmaya çalışırken ya da benzer durumlardan ötürü hayatını kaybedebilmektedir. Geçtiğimiz yıl Nijerya'da yaşanan böylesi bir kazada 269 kişi ölmüş, Lagos'ta da geçtiğimiz Mayıs ayında aynı şekilde 200 kişi yanarak can vermişti. Adeta dev bir mülteci kampı görünümündeki Afrika'da BM kayıtlarına göre 4,5 milyon insan yersiz ve yurtsuz durumdadır. En temel ihtiyaç maddelerinden mahrum durumda olan Afrikalı halkların büyükçe bir kısmı için barınabileceği bir ev, hayatta kalmasına yetecek gıda, sağlık ve eğitim hizmeti yahut çalışabileceği bir iş, gerçekleşmesi imkânsız bir hayalden ibarettir.

Dünya genelindeki 34,3 milyon AIDS'li hastanın 24,5 milyonu Afrika'da yaşıyor. Bu hastalıktan dolayı her gün 6000 insan can veriyor. Milyonlarca çocuk bu hastalık yüzünden ailesini kaybetmiş ya da hastalığa yakalanmış durumda. AIDS ilaçlarının ortalama fiyatı 700 ilâ 1000 dolar civarında ve bu ilaç sadece bir ay yetiyor. Yıllık gelirin 200 dolar olduğu düşünülürse, bu ilaçların alınmasının imkânsızlığı da kolayca görülecektir. Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler çok daha ucuza ilaç üretmişken, çokuluslu ilaç tekelleri sırf kârlarının düşmesini önlemek için bu ilaçların Afrika'ya sokulmasını engellemişlerdir. Kendilerinin yaptıkları yardım ise 100-200 bin kişiyi geçmiyor, ki bu da ilaçları geliştirirken kobay olarak kullandıkları insan sayısından fazla değildir. Bugün AIDS yüzünden kıta insanının ortalama yaşam süresi 13 yıl azalmıştır.

Tüm bunlara ek olarak, Afrika ülkeleri adeta borç batağı içinde yüzmektedirler. 2005 yılında düzenlenen G8 zirvesinde, Afrika'ya 50 milyar dolar yardım yapılacağı, en yoksul 38 ülkenin borcunun silineceği ve 9 milyon kişiye AIDS ilaçlarının parasız dağıtılacağı kararı alınmıştı. Ancak bu sözlerin hiçbiri tutulmadığı gibi, borç silme adı altında yeni sömürü mekanizmalarının hayata geçirilmeye çalışıldığı da kısa sürede su yüzüne çıkmıştı. Emperyalist-kapitalist güçler ve çokuluslu şirketler, Afrika Birliği'ne üye ülkelerin geçtiğimiz yıl düzenlenen bir konferansta köle ticaretinden ve sömürgecilik döneminden elde edilen muazzam kârlara ve hayatını yitiren milyonlarca insana karşılık tazminat istemelerini adeta duymazdan gelerek tartışmaya bile açmadan geçiştirdiler. Bu da emperyalizmin ahlâkının ve insana verdiği değerin bariz örneklerinden biridir.

Kısacası, Afrika'nın yoksul halkları açısından yüzyıllardır değişen pek fazla bir şey olmadığı ortadadır. Eski sömürge imparatorluklarının yanına dün ABD ve yakın zamanda da Çin gibi yeni emperyalist-kapitalist güçler eklenmiştir. Bu anlamda kara kıtanın alın yazısında henüz bir değişiklik yoktur. Emperyalist-kapitalist sistemin pençesinde kıvranan bu kıtanın kurtuluşu proleter devrimler yoluyla burjuva iktidarların defedilmesindedir. Kurtuluş, geçtiğimiz aylarda Afrika'da toplanan Dünya Sosyal Forumu'nda söylenildiği gibi uluslararası 'yardım' kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin yahut Hıristiyan misyonerlik kuruluşlarının çabalarıyla ve emperyalistlerin iyi niyetleriyle olacak iş değildir. Afrika kıtası halihazırda gırtlağına kadar yardım kuruluşlarıyla, bilimum ülkenin kızıl, yeşil ve her renkten haçlarıyla ya da aylarıyla, misyonerlerle, ne idüğü belirsiz sivil toplum örgütleriyle doludur. Bunların büyük bir çoğunluğunun bizzat istihbarat örgütlerince kurulduğu ya da desteklendiği bilinen bir gerçekliktir. Bu kuruluşları emperyalist güçlerin akıncı birlikleri olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Dün misyonerlik örgütleriyle Afrika'yı fethe girişen sömürgecileri andırırcasına bugün de ABD'sinden Çin'ine ve hatta Türkiye'sine kadar niyeti baştan belli birçok ülke, yoksul ve zor durumdaki Afrikalı insanlara güya yardım maksadıyla Afrika topraklarında fink atıyorlar. Ancak nedense bu sözde yardım kuruluşlarının yoğunlaştığı bölgeler, aynı zamanda emperyalist paylaşım kavgasının üzerinde yürüdüğü yahut yürüyeceği yerler oluyor.

Bahtı da kendi gibi kara olan bu kıtanın mazlum halklarının geleceği, işçi sınıfı ve diğer emekçi kitleler kaderini kendi ellerine almadığı sürece değişmeyecektir. Yüzlerce yıllık emperyalist talan ve yağmanın sonucunda gittikçe çölleşen bu kıta, her gün emperyalist güçler arasındaki yeni çıkar çatışmalarına sahne oluyor. Geçmişte ilkel kabilelerin şefleri insanlarını kendi elleriyle köle tacirlerine satıyorlardı. Bugün de aynı şefler birer savaş ağasına dönüşmüş durumdadır. Kendi çıkarları uğruna ve emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla, yüzlerce yıldır birbirleriyle savaşıyorlar, katliamlar yapıyorlar. İktidarlarının ömrü aylarla sınırlı darbeciler, dün kafa tuttukları emperyalistlerin ordusuna katılıp, bugün onları ülkelerini işgale çağırıyorlar. Çin veya Türkiye gibi 'güler yüzlü' olanları da dâhil olmak üzere istisnasız tüm emperyalist ve kapitalist güçlerin niyeti aynıdır: daha fazla sömürü, daha fazla kâr. Bu yüzden de Afrika halklarının önündeki ikilem yüzlerce yıldır aynıdır: insanca yaşamak için savaşmak ya da emperyalizmin pençesi altında kıvranarak can vermek!

tşkkrlr kardeşim...

teşekkürler kardeşim...

Bende tesekkur ederim


Dünya Tarihi

MollaCami.Com