Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Haram yiyen ordu ile beldeler fethedilemez

Yavuz Selim Ortadoğunun fethinin hazırlıklarını tamamlayıp, yola çıkmadan önce, Çaldıran seferinde yeniçerin yaptıklarını unutulmamış, bu seferde böyle bir hareketle karşılaşmak istenmiyordu. Yavuz Selim yolun başında tedbirini aldı. Yeniçeri ağalarını huzura çağırdı. Yavuz, kartal bakışlarını uzun süre ağaların üzerinden dolaştırdı. Bu bakış yeniçeri ağalarının yüreklerine işlemişti. Amacın hâsıl olduğuna kanaat getiren Yavuz'un sesi salonda gürledi:
"Muradınız itaatsızlığa devam etmekse, haber verin, şimdi nefsimi hükümetten hâl edeyim. Ben bu saltanatı İslâm'a hizmet için pederimin elinden aldım ve ıslâh–ı âlem uğruna birader ve birader–zâdelerimi fedâ eyledim. Size biat teklif ettim, kabul ettiniz. Ben uykularımı, rahat ve huzurumu terk ile din–i mübînin te'yidine uğraşıyorum. Eğer İslâm'ı ihya etmek maksudunuz değilse, benim de nefsülemirde saltanata kat'â hevesim yoktur!"
Kalplere ok gibi saplanan, iliklere işleyen bu sözler üzerine tecrübeli yeniçeri ağaları, İran seferinde meydana gelen serkeşâne hareketlerden dolayı cân ü gönülden pişman olup gözyaşı döktüler. Her biri sultandan özür diledi.
Hareketten önce Yavuz devrin ünlü âlimi İbn–i Kemâl'ı saraya davet ederek, sefer hakkındaki düşüncelerini sordu. İbn–i Kemal'de düşüncelerini bir bir anlattı. Sohbetlerinin sonunda İbn–i Kemal Enbiya suresinden birkaç ayet–i kerime okudu. Ayet–i Kerimeler de mealen; "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: 'Yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır' diye yazmıştık. İşte bunda, kulluk eden bir kavim için bir mesaj vardır." buyurulmakta idi.
İbn–i Kemal ayet–i kerimeleri okuduktan sonra cifr ilminin kaidelerine göre tefsir yaptı. Bu âyet, Mısır ülkesinin hicretten 922 yıl sonra, kış günlerinde fethedileceğini, Mısır'da yaşayan kavmin köle diye bilindiğini, fethedenlerin hür Osmanlılar olacağını, başında da Selîm isminde bir komutanın bulunacağını çıkarır ve bunu Yavuz'a müjdeleyerek hünkârı sevindirir.

* * *
Yavuz Sultan Selim Han, İran Seferde olduğu gibi, Eyüp Sultanı ziyaret ederek, dua ve niyazlarda bulunduktan sonra Üsküdar'a geçti. 5 Haziran 1516 tarihinde ordu Üsküdar'dan hareket etti.
Ordu Gebze'de konakladı. Etraf cennet misali bağ ve bahçelerle çevrilidir. Yavuz Selim, Yeniçeri ağalarını yanına çağırdı ve şu emri verdi:
"Ağa, fermanımızdır; bütün askerin çantaları yoklansın. Heybesinden herhangi bir meyve çıkan asker huzura getirilsin!"
Askerin heybeleri birer birer aranır, hiçbir şey bulunmaz. Yeniçeri ağaları huzura çıkar ve durumu hükümdara arz ederler:
"Sultanım, askerin heybelerini araştırdık; meyve bulamadık. Asmaları, ağaçları, bahçeleri inceledik, herhangi bir koparma izlerine de rastlamadık."
Yavuz derin bir nefes alır, rahatlar ve ellerini Ulu Dergâh'a açarak hamd eder:
"Allah'ım! Sana sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lütfettin."
İşte hükümdar…
İşte ordu…
İşte asker...
Yavuz Sultan Selim Han, bir hakikatin gözler önüne serilmesini istemişti. Ordunun içinde haram yiyecek bir askerinin olmayacağını biliyordu. Aynı gün toplanan divanda şöyle dedi:
"Eğer askerlerimin içinde tek kişi, sahibinden izinsiz bir meyve koparıp yeseydi ve ben bunu haber alsaydım, bu seferden vazgeçerdim."
Tarih sayfalarına altın harflerle işlenen ve Yavuz'un diyanet noktasındaki derinliğini yansıtan şu tarihî sözü söyledi:
"Haram yiyen orduyla beldeler fethedilmez!"
Konu ile alakası olarak 17. Yüzyılda yaşamış meşhur Fransız düşünür "Montaıgne"nın de tespitleri var. Bunları biz tarihçilerimiz yazmış olsa, tarafgirlik içinde kaleme alınmış denilebilir. Osmanlıya iyi gözle bakmayan bir yabancının sözleri olunca, abartı olmadığı anlaşılıyor. Montaıgne şöyle diyor:
"Fatihlerin en zalimi olan Selim üstüne yazılanları okurken çok şaşırdım. Mısır'ı aldığında Şam şehrini bolluk ve güzellikle saran eşsiz bahçelere askerlerden hiçbirinin eli değmemiş hem de kapıları kapalı değil açık oldukları halde."

FATİH’İN TORUNU ÇADIRDA SAVAŞ YÖNETMEZ
Malatya'ya gelindiğinde, ordunun içinde seferin nereye olduğunu bilen çok az kişi vardı. Kansu Gavrı seferin kendi üzerine olduğunu anlamış ve Yavuz ile Mısır'ın dışında karşılaşmayı uygun görmüştü. Eğer Mısır'da karşılarsa, mağlubiyet halinde, tacını tahtını, bütün memleketi kaybedecekti. Şam yâda civarında bir yerde Osmanlı ile karşılaşıp mağlup olsa da, geri dönüp devletin başına geçebilirdi. Bu düşünceler içinde Suriye istikametine doğru harekete geçti. Kansu Gavrı'de dorku dağları sarmış, Şah İsmail'e mektup yazarak "Beraberce Osmanlıya karşı harp açalım, aksi takdirde Osmanoğlu ikimizi de teker teker yakalayacak ve helak edecektir" der ve birlikte hareket etmek isteğini bildirdi. Şah İsmail teklifi reddetti. Yavuz Selim ile baş etmenin imkânsız olduğunu bizzat yaşayarak anlamıştı.
Ordu Malatya'da konakladı. Bu sırada Memluk ordusunun Şam'da olduğu haberi ulaştı. Yavuz hareket emrini verdi, Memluk ordusu ile karşılaşmaları an meselesiydi. Öncü birlikler Memluk ordusunun, Mercidabık ovasında olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı ordusu yönünü Mercıdabık'e çevirdi.
İki ordu Mercıdabik ovasında karşı karşıya geldi. Memluk askerlerinin giyim kuşamları, göz kamaştırıyordu. Güneş ışınları Memluk süvarilerinin üzerlerinde bulunan süs ve değerli takıları parıldatıyor, bakanların gözlerini kamaştırıyordu.

* * *
Muharebe başladı.
Yavuz Selim ve komutanları en ön safta savaşa katılmış, kan ter içinde, büyük kahramanlık sergiliyorlardı. Bu durumu yakın çevre itiraz etti. Yavuz'a geri çekilmesi için ricada bulundular.
–Sultanım! Allah korusun siz şehid olursanız ordu ve devlet başsız kalır.
Yavuz uyarılara;
–Biz Fatih'in torunuyuz, çadır içinden savaş idare etmeyiz, cevabını verdi. Şanlı Yavuz'u, ikinci büyük meydan savaşını 24 Ağustos 1516'da Mercidabık'ta kazandı. 6 saat süren savaşta Memlûk ordusu imha edildi. Memluk sultanı Kansu Gavri ile birlikte, birçok komutanı maktul düştü. Memluk ordusundan sağ kalanlar esir alınmıştı, İslam halifesi Üçüncü Mütevekkil de, esirler arasında bulunuyordu.
Memluklular tarih boyu böyle bir yenilgi yaşamamıştı. Bu büyük bozgundan sonra, Mısır, Suriye, Filistin, Lübnan hatta Hicaz Osmanlıların eline geçti.


HAKİMU’L–HARAMEYNİ DEĞİL HADİMU’L–HARAMEYN
Yavuz zaferden dört gün sonra devrin en zengin ve büyük şehirleri arasında gösterilen Halep'e girdi. Halep şehrinde İslam tarihinin en önemli olaylarından biri meydana geldi.
Hazreti peygamberin tesis ettiği hilafet makamı Osmanlılara geçmiştir.
Miladi 750 yılından bu yana hilafet makamı Abbasilerin elinde bulunuyordu. Abbasi hanedanı miladi 1258 yılına kadar Bağdat'ı hilafet makamı olarak kullandı. Abbasiler Bağdat'ta bulundukları sure içinde, İslam devletinin de liderliğini yaptılar. Miladi 1258 den sonra, Abbasi halifeleri Kahire'yi hilafet merkezi yaptılar. Bağdat'tan, Kahire'ye taşınan hilafet makamının muhteviyatı da değişti. Yeni uygulamada hilafet makamı, Müslümanların dini konularda başvurdukları bir merci oldu.

* * *
Yavuz Sultan Selim Mercidabık galibiyeti ile sadece zafer kazanmadı, büyük bir manevi gücü de eline geçirmiş oldu. Bütün Müslümanların temsi makamı Yavuz'un eline geçmiş, Hicaz bölgesi, Mekke ve Medine Osmanlının hizmet alanına girmişti.
Dünya üzerinde bulunan dört Ortodoks patrikliğinden biri Osmanlı topraklarında üçü de Memluklu topraklarında bulunuyordu. Bu zaferle patriklerin hepsi Osmanlının kontrol sahasına girmiş, Kudüs gibi bütün inançlarca kutsal kabul edilen bir şehirde Osmanlının eline geçmişti.
Yavuz Sultan Selim, Mercidabık zaferi sonrasında eline geçen gücün ve kendisine yüklenen sorumluluğun farkındadır. Halep'e girdiğinin bir sonra ki cuma günü kendisini İslam halifesi ilan etti. İslam âlemi bu ilana olumlu cevap verdi, tek muhalif ses Mısır'dan çıktı. Kansu Gavrı'nın ailesi Yavuz Selim'i halife olarak tanımadığını bildirdi.

* * *
Yavuz Selim Sefer donuşu son Abbasi halifesi üçüncü Mütevekkil'i İstanbul'a getirdi. Halep'de fiili olarak devralınan hilafet makamı, Eyüp Sultan ve Ayasofya da yapılan törenlerle Osmanlıya teslim edilir.
İstanbul'da yapılan törenler semboliktir, Yavuz hilafet makamını Halep'te teslim almış, bütün camilerde adına hutbe okutmuştu.

* * *
Yavuz Halep'te bulunduğu sırada, bir cuma günü, cuma namazını kılmak için şehrin en büyük camisindedir. Ön safta oturmuş...
Hatip hutbede, Cuma hutbesini ırad ediyor. Dua ve salâtlardan sonra, geçmişten gelen alışkanlık üzerine, Yavuz'un ismini zikretmeden önce sıfatlarını saydı. Sıra "Hakimu'l–Haremeyni'ş–Şerifeyn" yanı "Mekke ve Medine'nin hâkimi" cümlesine geldiğinde, koca Yavuz Selim oturduğu yerden hatibe müdahale ederek, kullandığı cümleyi değiştirmesini istedi:
"Biz bu mübarek beldelerin ancak hadımı oluruz, bizi 'hadım' olarak zikret."
Bu hareket İslam tarihinde bir devrimdir. Yavuz yüzlerce yıldır okunan hutbeyi değiştirdi. Tarihçi Öztuna bu konuda şu notu düşmektedir:.
"Hatip, Yavuz'un haberi olmadan bu hutbeyi, hazırlamış ve okumuş olamaz. Hatibin, "Hakım" kelimesini kullanacağını Yavuz bilmektedir. Fakat Yavuz o esnada kendisine gelen bir heyecan, tevazu yada ilham ile "hakim" kelimesini "hadim" e çevirir."
Miladı 1516 yılına kadar "Hakımü'l–Haremeyn" diye anılan Halifeler, bu tarihten itibaren Yavuz'un düzlettiği şekli ile "Hadimu'l–Haremeyn" olarak İslam dünyasının camilerinde zikredilmeye başlandı.
Yavuz Sultan Selim, Halep camiinde duygulu anlar geçirmektedir Bu öyle bir duygu ki; cihan hükümdarını ağlatıyor. Hasımları, muhalifleri adını duyduğunda kaçacak yer aradıkları, sert yapısı ile devlet erkânını titreten koca hükümdar ağlıyordu. Nasıl ağlamasın ki; peygamberinin halefi olmuştu. Hilafet makamının manevi ağırlığı sevince dönüşmüş, gözlerden sel olup akmıştır. Yavuz, hatibin kendisini "mübarek beldelerin hâkimi" olarak zikretmesinin, Allah ve Resulüne saygısızlık olarak görür, bu hareketin tövbe gerektirdiğini düşünerek, oturduğu yerdeki kılımı kaldırdı, caminin taş zemini üzerine secdeye kapandı.
Bu dindarlık, saygı ve tevazu, cemaati olağanüstü derecede heyecanlandırmış, Yavuz ile birlikte bütün cemaatte ağlamaktadır. Bu duygu seli içinde Cuma namazı kılınır. Yavuz, namaz sonrası sırtındaki kaftanı çıkarıp hatip efendiye hediye eder.
Bu hadise üzerine tarihçilerin ortak kanaati şudur:
"İslâm tarihinde diyânetperverliğin bu derece yükseldiği başka bir örneği bulmak mümkün değildir."
Tarihçiler, Yavuz Selim'in kaftanını hatibe vermesini, şair Kâ'b bin Züheyr'in kasidesine karşı hırkasını vermiş olan Peygamber Aleyhisselâm'a imtisal etmiş olduğunu kaydederler.


Osmanlı Tarihi

MollaCami.Com