Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Abdülhamid Han’ın Kadir Gecesi alayı

Abdülhamid Han’ın Kadir Gecesi alayı

Yılın bu tek gecesinde sultan sarayından dışarıya namaza gider. Bunun için düzenlenen alay görülmeye değer manzaralar verir. Eski bir gelenek uyarınca Kadir Gecesi’nde sultanın camiye gidişi bir şenlik niteliğindedir. Bu, özellikle atalarının töresine bağlı İkinci Abdülhamid zamanında böyleydi. Ben onun son Kadir Gecesi alayını gördüm. Yıldız Sarayı’ndan Hamidiye Camii’ne kadar olan her yer ışık halkalarıyla doldurulmuştu. Caminin kendisi çepeçevre küçük yağ kandilleriyle aydınlatılmış ve daha arkalar Arapça yazılar ve mimari desenlerle süslenmişti.

Limanın ve şehrin karanlık bir geceye karşı oluşturduğu etki, bir peri masalı gibiydi, uzaktaki gemi direkleri ve minarelerin soluk altın yaldızlarıyla parlıyordu. Tam o sırada bando sesleriyle askerler geldi, süngüleri lambanın ışığı altında ışıl ışıldı. Sonunda minareden müezzin sesi duyuldu. Biri adeta bir minör tatlılığında bir ezan okumaya başladı. Derken bando Hamidiye Marşına başladı, maytaplar gökyüzünü renkli yıldızlarla doldurdu ve imparatorluk korteji saray kapısından aktı. Çok güzel iki atın çektiği saltanat arabasının etrafında büyük beyaz fenerler taşıyan süslü üniformalara bürünmüş kalabalık dalgalanıyordu.

Kırmızılar ve altınlar içinde arabanın üstünde oturan arabacı ve gri sakallı, omzuna askeri bir palto almış İkinci Abdülhamid belirdi. Sultan, “Padişahım çok yaşa!” selamına eliyle karşılık verdi. Gösteri alayı caminin avlusuna daldı ve majesteleri camiye girdi. Bir saat boyunca maytaplar patladı, kalabalık adeta bir şenlik havasındaydı. İçeriden zaman zaman tatlı bir ilahi sesi yükseliyordu. Derken majesteleri tekrar göründü, kalabalık ve askerler tekrar, “Padişahım sen çok yaşa!” diye haykırıyordu. Yüksek beyaz saray kapısı bir kez daha İslam halifesini içine aldı.


İstanbul’a yolu düşen her seyyah, ülkelerine döndüklerinde ramazana dair hiç olmazsa birkaç sayfa yazmadan edemez. Halkın bu aya olan hürmetini takdirle anılarına not düşen seyyahlar bile bu coşkuya kendilerini ister istemez kaptırır. İkinci Abdülhamid döneminde ramazan ayını İstanbul’da geçirmiş seyyahlardan H. G. Dwight’ın 1913 yılında İngiltere’de basılan “Constantinople Old and New” isimli eserinde bu aya dair düştüğü notlardan bir bölümü söyle:

Güneşin gökyüzünde olduğu sürece gerçek müminler dudakları arasından hiçbir yiyecek veya içecek maddesi geçmez. Bir sigaranın tatlı avuntusuna bile müsaade edilmez. Ancak güneşin batışını haber veren topun ateşlenmesinden, bir beyaz saç telinin siyahından ayırt edilebildiği aydınlığa kadar yiyip içilir.


Ramazanda güneş ufka doğru yaklaştıkça ışıklar yakılır, masalar kurulur, ekmekler bölünür, sular doldurulur, sigaralar yemeğe başlama beklentisi içinde eller ağza giden yolun yarısına kadar kaldırılır. Gün boyu süren bu perhizin bozulduğu an, iftar olarak adlandırılır. Bu, yemek içmek veya şölen anlamındadır. Ve bizatihi bir gelenektir. Gerçek bir iftar çeşitli ordövrlerle başlar; zeytin, peynir, yuvarlak ve sert bir hamur işi olan tatlı simitler ile reçeller ve pide denilen sıcak mayasız yuvarlak ekmekle devam eder. Daha sonra bir sebze çorbası ile peynir veya pastırma, ülkeye has bir çeşit kurutulmuş et (pastırma) ile pişirilmiş yumurtalar gelir ve yine mevsimine göre şaşırtıcı çeşitlikte sayısız yiyecek Mekke’den gelen kutsal zemzem suyu ile mideye indirilir.

Zenginler bütün bir ay boyunca kapılarını herkes açık tutarlar. Gecenin son yemeğine sefer kelimesinde türetilmiş olan sahur denir. Bekçiler sahur için insanları zamanında uyandırmak amacıyla sokaklara davullarıyla dolaşırken bir başka top atışı da orucun yeniden başladığını haber verir.

ne kadarda her şeye ince ince önem vermişler...
paylaşım için tşkkrlr...

Paylaşımınız için teşekkürler...


Osmanlı Tarihi

MollaCami.Com