Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İnsan-ı Aşk

Diğer tasavvuf erbabı gibi Mevlânâ da, insanın ruhunu yüceltmesinin, olgunluğa ulaşmasının sevgiyle mümkün olduğuna inanır. Zira aşk; hayatın aslı, kâinatın yaratılış sebebidir. Cenab-ı Hakk’ın, Hz. Peygamber’e; “Sen olmasan, sen olmasan; bu gökleri yaratmazdım.” kudsî hadisindeki hitabı, varlık âlemlerinin mayasının sevgi olduğunu belirtirken, (Mesnevî, V:2746-49) bir diğer kudsî hadisteki; “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve halkı (âlemleri ve insanı) yarattım.” ifadesi de insanın yaratılmasındaki yegâne amacın Allah’ı tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu açıkça anlatır. Mademki kâinatın yaratılışı ve devamı sevginin ürünüdür, öyleyse her insan bu sonsuz sevgiden nasibini almalıdır düşüncesinden hareketle Mevlânâ, her insanın bu sevgi dairesine dâhil olmasını hedefler. Ancak bu sevgi; yaratıcıyla, kâinatla ve insanlıkla bütünleşen, hiçbir zaman azalmayan ve zedelenmeyen hakiki bir sevgi olmalıdır. Tasavvufta “kesbî” olarak nitelenen bu sevgi; mecâzî veya beşerî aşk değil, “İlâhî aşk”tır. Yani tümdengelim metoduyla öncelikle iyilik, güzellik ve mükemmelliğin en üst derecesinin yalnızca kendisine has olduğu Cenab-ı Hakk’ı merkeze almak, daha sonra da bu sağlıklı sevgiyi Allah’ın yarattığı her varlığa yöneltmek. Yunus Emre’nin; “Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü” sözleriyle formüle ettiği bu anlayışı, Mevlânâ da; “Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur, öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır.” sözleriyle dile getirir. Zira öncelikle yaratıcısını seven insan, bu tükenmeyen sevgi kaynağından aldığı enerjiyle bütün insanlığı ve çevreyi sevme gücünü kendisinde bulacak, her insanda fıtraten mevcut olan sevgi duygusunu en olumlu yöne kanalize edecektir.

Yaratıcıyı unutarak; mal, mülk, mevki gibi tuzakları olan dünyaya gönül vermek ise yalnızca bir esarettir, asla sevgi değildir. (Mesnevî, II:132-33) İnsana duyulan beşerî aşk da aşınan türdendir, hatta zamanla nefret ve utanca dönüşebilir. (Mesnevî, I:37-255) Mecazî aşk, istisnaî olarak âşığın tam bir gönül saflığı ve samimiyet içinde olduğu zaman insanı Allah’a ulaştırabilir; tıpkı Mecnun’un Leyla’ya olan aşkıyla yola çıkıp Mevlâ’ya ulaşması gibi. (Mesnevî, I:2861) Ancak bu nadiren rastlanılan bir durumdur. Dolayısıyla insan öncelikle Yaratıcıya gönül vermeli, maddî bağlarla kendisini mahkum etmeden, İlâhî sevgiyle ruhunu yükseltmeye gayret etmelidir.

Insallah bizlerde hakiki sevgiyi İlâhî sevgiyi tadanlardan oluruz.
Rabbim nasib eder insallah !!

Yaratıcıyı unutarak; mal, mülk, mevki gibi tuzakları olan dünyaya gönül vermek ise yalnızca bir esarettir, asla sevgi değildir................dünyalıklar inşaallah unutturmaz,esaret zincirlerini,hakiki sevgi ve ihlasla kırsın...sevdiklerini sevdirsin mevlam

Amin ..
Yuregine saglik kardesim..

paylaşım çok güzeldi,elinize saglık kardeşim,

Yuregine saglik kardesim..

Yüreğinize sağlık güzel bir konuya değinmişsiniz dünyada manevi gıdaların başında gelen bu sevgidir ihtiyaçtır ihtiyaçtan fazlasını almak insanı kemale erdirir hep ihtiyaçtan fazlasını almak için çalışmalıyız çaba sarfetmeliyiz hatta o sevgi için yok olmalıyız ben bende değilim senin sevginde yol alan bir yolcuyum misali yola devam etmeliyiz.

Sizinde Yüreğinize sağlık


paylaşım çok güzeldi,elinize saglık kardeşim,


Sizinde Yüreğinize sağlık

Güzel bir paylaşımdı...

Insallah bizlerde hakiki sevgiyi İlâhî sevgiyi tadanlardan oluruz.

Amin...


İz Bırakanlar (İslâm Büyükleri)

MollaCami.Com