Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Karanlık Efe

Akşam ezanları okunurken evin önünden geçerdi. Başında fötr şapka, sırtında gerçek rengi çoktan kaybolmuş ceket ve omzunda teyp… Fötr şapkayla teyp, oğlunun Almanya’dan hediyesi. Teypte hep aynı kaset çalar: Bilmem hangi aşığın sevdiğine kavuşamamasının destanı. Ferhat’la Şirin değil, Leyla ile Mecnun değil, Tahir ile Zühre hiç değil ama kasetteki yanık ses aynı aşkın derdiyle kavrulmuştur.

İsmini kendi bile unutmuş olmalı. Herkes onu Karanlık Efe olarak tanır. Bu lakap öyle yapışmış ki üzerine, onunla ilgili herkes ve her şey bu lakaba izafe edilerek çağrılır: Karanlık Efe’nin karısı, Karanlık Efe’nin oğlu, Karanlık Efe’nin evi, Karanlık Efe’nin tarlasının yanındaki suyolu…

Karanlık ile Efe neden yan yanadır doğrusu buna akıl erdirmek zor. Köylünün irfanı “karanlık”la “efe”yi aynı kişiye unvan yapıvermiş. Haksız da sayılmaz hani. Karanlık Efe, ismiyle müsemma “efe”dir gerçekten. Eskiler demezler mi, bir adama kırk yıl deli dersen deli olur, diye. Karanlık Efe de nerdeyse iki kere kırk yıldır bu ikiliyi duymaktadır etrafından. Kahvede, köy meydanında efelenmesi de bu yüzden olmalı. Birileri damarına basmaya görsün, etrafındakilerin kaçacak fırsatları bile olmaz; yakalayabildiklerine ve güç yetirebildiklerine haddini bildirir; kendine bulaşanları bin pişman eder.

Nedendir bilinmez soğana karşı düşmanlığı vardır: Tarlasının yakınından bile geçmez. Bunu bilenler ya sözü bilerek soğana düşürürler onun bulunduğu mecliste ya da bir baş soğanı masasına veya yakın çevresine bırakıverirler. Daha cesaretli olanlar ceketinin cebine kaydırıverirler orta boy soğanı… İşte o zaman seyreyleyin manzarayı. Kahvehane ise kahvehane köy odası ise köy odası şenlik yerine dönüverir. “Kim koydu masamın üstüne bu mereti…” çığlıklarına etrafın kahkaha sesleri karışır; o yaştaki bir adamla alay etmenin adı, eğlence oluverir.

Karanlık Efe bu! Düğünlerde efe oyunlarının vazgeçilmezi elbette o olacak. Hele cebinden hiç eksik etmediği tahta kaşıklarını da ortaya çıkardı mı değmeyin keyfine. Bütün köyün, düğün eğlencesini seyretmek için ardıç ateşinin etrafında toplandığı Hayınk Meydanı kaşık şakırtılarına boğulur, bu ahenkli şakırtılar naralarla renklenir. Türlü ayak oyunları mı dersiniz, kıvrak bel hareketleri mi yere diz vurmalar mı? Doyum olmaz seyretmeye… Bilenlerin eşlik etmesiyle Efe orta yerde döner de döner, yorulmak bilmez.

Efe’nin ortaoyunculuğu da meşhurdur. Düğünlerin ikinci günleri -ki dernek günü olarak anılır- yapılan kız kaçırma oyunlarının baş aktörü Karanlık Efe’dir. Annelerinin kıyafetlerini giyerek genç kız kılığına girmiş gönüllü erkek oyuncularla afyon tarlasında çalışır, külden tohumlarını meydana saçar, öküz kılığındaki iki irikıyım gencin çektiği karasabanla meydanı bir güzel sürer… Çapalama vakti gelir, kızlarıyla tarlada çalışır. Kızları pek mazbuttur! Ama babalarının başını belaya sokarlar… Efe kızlarını zapt edemez, kızlar bir tarafa kaçışır, karasaban öteye fırlatılır, öküzler kalabalığın arasında kaybolur, küller ön sıralardaki çoluk çocuğun üzerine savrulur... Bu kargaşa ve telaş, ıslıkları alkışları beraberinde getirir. Her düğünde senaryo aynıdır, seyirciler tanıdık simalardır ama oyun hep tavan yapar… Ne de olsa başrolde Karanlık Efe vardır.

İlk bakışta köyün delisi gibi görünse de aspirin gibidir Efe. Elinden her iş gelir. Hele büyükbaş hayvanların baytarlık işleri ondan sorulur… Öküzlerden birinin boynuzu mu düştü hemen Karanlık Efe çağrılır. O, uzmanlığının verdiği bin bir nazla gelir. Özel karışımlardan hazırladığı bulamacı sürer hayvanın kırık boynuzuna, reçetesini oracıkta yazıverir: Ardıç katranı ile çamsakızını kaynatacaksın, balmumlu Amerikan beziyle saracaksın, bir hafta öyle kalacak…

Hayvanın karnında bir boynuz yaralanması mı var, çağrılan yine Karanlık Efe’dir. Elinde çuvaldızı, eşek derisinden ince ince kıyılarak yapılmış dikiş ipi ile hazırdır. Birkaç kişinin hayvanı derdest etmesinden sonra kumaş gibi diker yarayı; bu işi el alışkanlığı ile yaparken tüm ciddiyetini takınır. Komşuların ilgisini üzerinde toplamanın şımarıklığı ile yaptığı işin zorluğu arasında gider gelir; işini bitirirken yaranın bakım tavsiyelerini vermeyi de ihmal etmez. “Aman sinek kondurmayın, yoksa yara kurtlanır ona göre ha! Yaranın üzerine yanık yağ sürülecek sabah akşam, hayvan da sürüye salınmayacak bir hafta!”

Şimdi akşam ezanları... Efe’siz okunan akşam ezanları… Çünkü artık omzunda teybiyle Karanlık Efe yok! Adı ile beraber anılan karısı, evi, tarlası da kayıp. Tahta kaşıkları ve düğünlerde yere diz vuruşu gibi. Üstelik artık “Karanlık” la “Efe”yi aynı çizgide buluşturan köylü irfanı; bütün dertlere kendi içinde çözüm bulan ortak akıl; evlerinin kapısı kilit görmeyen, sofrasında misafir olmadan lokma boğazından geçmeyen ev sahibi; darda kalanlara el uzatan civanmert; bayramlarda eli öpülmedik yaşlı, sevindirilmedik çocuk bırakmayan Yunus gönüllü rençper de yok... Cami avlusu; avluda çınar ağacı; çınarın gölgesinde sakalı ak, yüzü nur dede; dedenin dizi dibinde irfana susamış taptaze gönüller...


Mehmet Ersoy

paylaşımınız için teşekkürler...


paylaşımınız için teşekkürler...

ben tşk ederim...


Hikayeler

MollaCami.Com