Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Diyanet İşleri Başkanı'na Açık Mektup (M. Şevket Eygi)

Muhterem Diyanet İşleri Başkanımız!..

İstanbul’da günde beş kez üç bin camiden ezanlar okunuyor.

Bunların kaçta kaçı usulüne göre, musikî kültürüne sahip, güzel sesli müezzinler tarafından okunuyor? Acaba 100’de bir çıkar mı dersiniz...

24 Temmuz 2008 tarihinde Ezanla ilgili bir yazım yayınlanmıştı. Bu konuda okuyucularımdan birinin gönderdiği e-maili dikkatlerinize sunuyorum:

UMARIM BU YAZINIZI BİRİLERİ DİKKATE ALIR

Bazı ezanlar öyle güzel okunuyor ki insan kendine, haydi kalk hemen namazını eda et diyor. Tam o anda başka bir yerden başlayan ezan diğer tüm ezanları bastırıyor. Ezanlar bitiyor o çirkin sesle okunan ezan devam ediyor. Dakika tuttum ezanı 8 dk’da okuyor ve öyle bir gürültüyle okuyor ki vicdan azabı çekerek pencereyi kapatıyorum. Allahü Ekber’e, eeellllooooaaa diyen çirkin sesi kesemiyorum. Fatih’teki bir camiden dinlemek zorunda kaldığım bu ezan, acaba Çamlıca Tepesi’nden duyuluyor mu diye ciddi ciddi düşünüyorum.

Bayrak, nasıl bir devletin ve ülkenin sembolü ise ve direğe asılan bir bayrağın yırtık, soluk, çarpık olması asla kabul edilemezse; Ezan-ı Muhammedî de İslâm’ın ve Ümmet’in şiarı ve sembolüdür ve onun cahilce, çirkin bir sesle, hoparlörü sonuna kadar açarak, bed bir şekilde okunması da kabul edilemez.

Bir Müslüman kesinlikle Ezan’dan rahatsız olmaz ama kötü okunan bir Ezan rahatsız eder.

Camilere, minarelere gelişi güzel yerleştirilen, akustiği katl eden hoparlör tesisatları dinimize büyük zarar vermektedir.

İstanbul’un, başta büyük camiler olmak üzere bütün camilerindeki hoparlör tesisatı akustik uzmanları tarafından kontrol edilmelidir.

Birtakım bed sesli cahillerin, Ezan-ı Muhammedî okunurken sesi sonuna kadar açmaları faciasının önüne geçilmelidir.

Ezan okumasını biliyorsa, müzik kulağına sahipse, sesi müsaitse, ehliyet ve liyakati varsa; bu şartlara sahip her Müslüman Ezan okuyabilir ve onların okudukları Ezan zevkle, haz alınarak, huşu ve hudu ile dinlenir. Hattâ, sadece Müslümanlar değil, gayr-i Müslimler, turistler de böyle Ezanlardan zevk alır ve bu zevk belki de hidayetlerine vesile olur.

Sesleri bed olan, musiki bilmeyen, hoparlörleri sonuna kadar açıp avaz avaz bağıran kimselerin Ezan okumaları mutlaka men edilmelidir. Bu yüce din kimsenin oyuncağı değildir.

Yırtınırcasına bağırarak, adeta böğürerek Ezan okumak İslâm’a ihanettir.

Zerre kadar iz’anı, vicdanı, irfanı, aklı olan bir kimse Ezan okunurken hoparlörleri sonuna kadar açmaz. Akustik ilmine göre ne kadar açılması gerekiyorsa o kadar açar.

Ezan bir medeniyet, kültür, sanat, zarafet, gönül işidir.

Hâtemülhuffaz olan merhum Hafız Sami efendi, dertli olduğu bir gün şehir civarındaki tenha bir yerde bir ağacın altına oturmuş yanık yanık kasideler, gazeller, ilahiler okuyormuş. Oradan geçen cahil ve kaba bir herif ona yaklaşmış, bir müddet dinlemiş. Sami efendi biraz ara verince:

-Hemşerim, nörüyon, bir yerin falan mı ağrıyor ki, böyle bağırıp çağırıyorsun... diye sormuş.Buna benzer cahil ve kaba kimselerin Ezan okumaları caiz midir?

Muhterem Hocam, beni mazur görünüz, kötü okunan Ezanlar konusunda Diyanet’in büyük sorumluluğu ve vebali vardır.

Allah aşkına istirham ediyorum. Camilerden günde beş kere güzel, sanatlı, usulüne uygun, insanın tüylerini ürperten, bazılarını ağlatan, gönüllerdeki kirleri yıkayan, halkı vecd ve huşu içinde bırakan Ezan-ı Muhammedîler okunsun.

Bilvesile hürmet ve selamlarımı arz ederim efendim.

İslâm, Savaşı Kutsallaştırarak Acılarını En Aza İndirmiştir


RESULULLAH sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin insanlığa ve dünyaya yaptığı büyük iyiliklerden biri de, Hak katından getirdiği İslam dini ile savaşı kutsallaştırmış ve bu suretle acılarını en aza indirmiş olmasıdır.

Savaş, barış gibi bir realitedir. İnsanlık tarihine baktığımız zaman savaş yıllarının barış yıllarından daha fazla olduğunu görürüz. Hayat bir mücadeledir, bir çekişmedir.

İslâm’da savaş kutsal bir kurumdur. Bu kutsallık onun acılarını en aza indirmiştir. Müslümanlar gayr-i muharipleri öldürmezler. Kadınları, çocukları, ihtiyarları öldürmezler.

İnzivaya çekilmiş, kendi dinlerine göre ibadet eden rahiplere, keşişlere, papazlara dokunmazlar.

Zaruret ve lüzum olmadıkça ekili tarlaları, bahçeleri, bağları, bostanları tahrip etmezler.

Osmanlı Devletinin ilk asrını anlatan Neşrî tarihinde şu vak’a yazılıdır:

Sultan I. Murad zamanında Osmanlı ordusu Edirne’yi ve civarını fethetmiş. Rum köylüler korkmuşlar, ormanlara, dağlara kaçmışlar. Bir müddet sonra korka korka keşif yapmak maksadıyla köylerine, arazilerine adam göndermişler, ne görsünler? Bağbozumu mevsimiymiş, bağlarda üzümler olgunlaşmış, sarkıyormuş, Osmanlı askerleri yemek için kestikleri salkımların yerine paçavralar içinde para bağlamışlar. Üzümlerin ücreti...

Bugün kendilerini medenî, Müslümanları barbar gösteren Haçlıların ve Siyonistlerin yaptıklarına bakalım:

Savaşmayan sivil halkı, kadınları, çocukları, ihtiyarları yaralıyor, merhametsizce öldürüyorlar.

Irak’ta şimdiye kadar 1 milyon Müslüman öldürüldü.

İnsanlığın kültür mirası listesine dâhil müzeler yağmalandı.

En iğrenç ve dehşetli işkenceler yapıldı.

Savaş esirleri hakkında uluslararası Cenevre konvansiyonlarını ve diğer anlaşmaları çiğniyorlar, onların hiçbir hakkını kabul etmiyorlar.

Irak’taki Ebu Garîb hapishanesinde Kur’ân’ı yırttılar, ayak altında çiğnediler ve yırtılan sayfaları helaya süpürdüler.

Kadın ve erkek esirlere tecavüz ettiler, kimisine cinsel işkenceler yaptılar.

Sözde medenî geçinen birtakım Haçlıların ve Siyonistlerin son on yıl içinde yaptıkları vahşetleri sıralamaya kalkışsak bir cilde sığmaz.

İşte yüce İslâm dini, onun Şeriat-i Garra-i Ahmediyyesi savaşı kutsallaştırmak (cihad-ı Mukaddes) suretiyle onun acılarını hafifletmiştir.

İslâm ile Haçlılar arasındaki farkı anlamak için Haçlıların Kudüs’ü zapt etmelerinden sonra yaptıklarıyla, Selahaddin Eyyubi’nin kutsal şehri geri aldıktan sonra yaptıklarını mukayese etmek (karşılaştırmak) yeterlidir. Onlar şehirdeki bütün Müslümanları ve Yahudileri (Siviller, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, yaralılar, hastalar dahil) vahşi şekilde boğazladılar; Selahaddin ise taşıyabilecekleri bütün mallarını, paralarını, servetlerini alarak şehri güven içinde terk etmelerine izin verdi. Hattâ, parası olmayanlara yardım etti. Kocaları esir düşmüş Hıristiyan kadınlarına kocalarını geri verdi.

İslâm’ın insanlığa yaptığı büyük iyiliklerden biri de işte budur, savaşın kutsallaştırılmasıdır.

***

Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 01.08.2008 tarihli köşe yazısı

o bed sesliler keşke sadece istanbulda olsa.. :-\
türkiyenin her yeride.. >:(
ne kadar yerinde ve zamanında yazılımış bir yazı...
bizimle oaylaştığınız için teşekkürler..
emeğinize sağlık....

Emeğinize sağlık kardeşim. Çok önemli iki konuya değinmişsiniz Allah celle celaluhu sizden razı olsun.

Bizim evimiz caminin yanında ve Ankara'nın genelinde olduğu gibi merkezi sistem ve böyle olunca da çok sık sorunlar yaşanıyor. Örneğin bazen Ezan-ı şerif yarıda kesiliyor bazen garip cızırtılar Ezan-ı şerifin dinlenmesine mani olyor. Bugün yıllar sonra merkezi sistem de bir sorun çıktığı için Ezan-ı şerifi caminin müezzini okudu ve ben sanki uzun zamandır ilk defa içten bir sesle namaza davet edildiğimi hissettim. Yani bu sorun bir tek İstanbul ile sınırlı değil sanırım ses sistemi ve merkezi sistemin mağdurları çok fazla ve Diyanetin bir an evvel bu soruna kesin bir çözüm bulması gerekmekte.

Şehir merkezleri bundan yakınırken köylerimiz de bir başka sorundan yakınıyor. Sorun Diyanet İşleri Başk.'nın köylere atadığı imamlar...

Bazı illerimizin köyleri az nüfusludur. 9-10 hane ile 60-70 hane arasında değişir. Bu köylerin her birinde de cami mutlaka bulunur. Köylülerin isteğiyle bir imam atanır. Öyle bir imam gelir ki, ezan okumayı bilmiyor. Usulüne göre okumayı geçin, gerçekten bilmiyor. Mesela öğle ezanını okurken "Essalatü hayrun min en-nevm" dediğini işittim. Zaman zaman ezanın başında dört defa okunması gereken tekbiri beş defa okuduğuna şahit oldum. Bu birisi...

Acaba sadece bu köyün imamı mı böyle, diye düşünürken civar köylerin imamlarını da bir arada görebileceğim bir cemiyete davetli idim. Meğer civar köylere atanan imamlar da böyle imiş.

Hal böyle olunca köylüler namazlarını bu imamlara teslim etmemek için evlerinde kılıyor. Müftülük de "camide cemaat yok" diye bu köylerden bir bir kadroyu alıyor.

Acaba bu köylerden kadronun alınmasında köylüler mi suçlu, yoksa yaz döneminde camide Kur'an öğretmek için yine müftülüğün izniyle gönderilen bir diğer Kur'an talebesine "parayı bölüşmüyoruz değil mi?" diye sert çıkan imamı atayan Diyanet İşl. Başkl. mı?

Haklısınız. Köylerde yaşanan bu sorun da işin ayrı bir boyutu zaten. Ne kadar bu devirde İslam'ı yaşamak avuçta kor ateşi tutmak gibi olsa da İslam'ı öğrenmek ve ilmimizi artırmak da o derece kolaylaşmıştır(tabi güvenilir kaynaklardan olduğu müddetçe) Buna rağmen acaba bu imamlarımız bunu kasten mi yapıyor yoksa doğrusunu öğrenmek zorlarına mı geliyor? Yanlışları kendilerine söylediğindiğinde ve ikaz edildiklerinde nasıl bir tepki veriyorlar merak ediyorum.
Ayrıca kusuruma bakmazsanız "parayı bölüşmüyoruz değil mi?" ifadesiyle ne anlatmaya çalışıyorlar bunu anlayamadım. :-[

Şu anki sistemi bilmiyorum; ama bir ara yaz döneminde Kur'an eğitimi verdikleri için kadrolu imamlar ek maaş alıyordu. Biraz fazla öğrenci olduğundan Müftülüğün izniyle yardımcılar gönderiliyordu. Bunlar çeşitli kurumlardan olabiliyordu; fakat dışarıdaki halkla beraber imam efendi, kendisine yardımcı olmaya gönderilenlerin sırf kendi maaşına ortak olmak için gönderildiklerini düşünüyordu. Durum bundan ibaret. :)

yazık ne günlere kaldık RABBİM hidayet nasip eylesin..

dedikoduya basladik nefsimiz yine bizi yeniyor biz kendimiz nasil bir hizmet edebiliyoruz nasil yapmamiz lazim onu niye tartismiyoruz
saygilar


Emeğinize sağlık kardeşim. Çok önemli iki konuya değinmişsiniz Allah celle celaluhu sizden razı olsun.


Ülkemızın her yerınde yasanan aynı sorunlar ..

Böyle kardeşlerımız var ve bız duzeltemıyorsak bızler daha cok saglam olacagız kı bosluklar doldurulabılsın.

herzaman soylenır nıyet hayr akıbet hayr..

RABBIM nıyetlerımızden şaşırtmasın..

Yakındığım konu birilerinin işini becerememesi değil; kişilerin yanlış yerlere atanması. Kadrolu bir imam görevi esnasında bir rahatsızlık geçirmiş ve sesini kaybetmiş olabilir, bu tür imamlara tekrar aynı göreve devam ettirmek yerine bir başka görev verilse daha uygun olmaz mı? Müftülükte memur olarak çalışan birçok kişi var, biliyorum ki bu kişiler daha önce imam idiler ve sesleri de müsait idi.

İsteğimiz atamaların düzenli yapılması, atanacaklara yapabilecekleri işlerin verilmesi.

inşallah bu serzenişinizi mizi diyanet duyarda

gerekli atamaları yapar..bivesileyle mesajda yerine ulaşmış olur..

Şu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli...

Mehmet Akifimiz bu dizeleri yazarken herhalde hissiz okuyan kişileri kastetmemiştir.Güzel ezan dinleyip müslüman olmaya niyetlenip de güzel okunmayan bir ezandan sonra müslümanlıktan vazgeçip imama da beni müslüman olmaktan kurtardın diyerek teşekkür eden gayr_ı müslimin hikayesini bilerek hala ezan okumaya devam edenler mesuldür. Zira efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ezanı Bilali habeşiye okutmuştur ve' işi ehli olana verin 'diye buyurmuştur.Görüyorum ki bu konuda herkes muzdarip umarım seslerimiz bir yerlere ulaşır.Biraz da olsa içimizi dökmeye vesile oldunuz.TEŞEKKÜRLER....


Serbest Kürsü

MollaCami.Com