Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Susuyordu, mütevekkildi; mütebessimdi, mutluydu

Halis ECE

Susuyordu, mütevekkildi; mütebessimdi, mutluydu
-------------------------------------------------------------------------------------------

Ahu bakışların, içi kan ağlayan yüreklerin, yarın ne olacak endişesiyle telaşlı insanların ürkek nazarları arasında açtı gözlerini… Ama o, şairin dediği gibi “Yarın elbet bizim, elbet bizimdir / Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir." diyerek... "Gün doğmadan neler doğar". "Geceler hamiledir.” "Sabah ola hayrola!" tabirlerini mırıldanarak yoluna devam etti. Onlardan güç aldı. Karanlıklardan korkmadı. Allah’ın, Rasûlüllah’ın, Kitabullah’ın ve feyz-i ilahinin tevzi/dağıtım memurluğundan hiç istifa etmedi. Bu âlemi Allah yolunda mücahit, O’nun Cemâline âşık olarak hem mecazen hem hakikaten terk edip gitti.
-------------------------------------------------------------------------------------------

Susuyordu o. Kendi içine, kendi işine bakıyor; üzerine düşen hizmeti yapıyor, görev bildiği alanda bıkmadan-usanmadan koşturuyordu. Yapılan isnat-iftira, kışkırtma ve kumpaslara kulak asmadan, yoluna devam ediyordu.

Susuyordu o. Kucak dolusu köz misali yangınları yüreğinde taşıyarak susuyordu hem de…

İnsanların-kalabalıkların yüzlerine-gözlerine bakamayarak, ona çarpanlara, omuz vuranlara aldırmayarak, öfkelenmek yerine tebessüm ede-ede ilerliyordu yığınların arasında... Çünkü onun umdesi/ilkesi uzlet değil, "Zâhirde halk, bâtında Hak ile olmak"tı.

İçinde taşıdığı acıyı, çektiği sancıyı ifşa edememenin sıkıntısını yaşıyordu… İfşa etse de toplumun kaçta kaçı anlayabilirdi ki onun ıztırabını… Hem ne faydası olacaktı ki… Öyleyse bu sancı ifşa edilmemeliydi elbet. Yalnızca gereği yapılmalıydı. Zira aşk ve sevda, kelimelere-kavramlara sığdırılamazdı, anlatılamazdı tam olarak. Ne kadar anlatılsa eksik bir yerleri mutlaka kalırdı. O halde en güzeli, sükût edilmeliydi…

***

Kaybolan, izleri-eserleri yitik yangın yerlerini, aşk od’unda kavrulmuş yürekleri, ilahi feyizle tutuşmuş gönülleri, zikirle-tefekkürle aydınlanmış kalpleri, o kalplerin sahiplerini arıyordu dağ taş demeden. Onlarla aynı yolda yürüyebilmek, aynı mefkûreyi/ideali paylaşabilmek için. Bir elinde harita-pusula, öbür elinde ilahi aşk ve sevda ile yanıp tutuşan yüreği…

Yedi kat sema, Kürsi ve Arş-ı A’lâ sanki topyekün üstüne-üstüne geliyordu onun. O ise bunları hiç umursamadan, aldırmadan devam ediyordu yoluna… Durmak yoktu onun lûgatinde… Belki var olan, sadece değişik meşgalelerle dinlenmekti. "O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş-hizmet ve ibadetle) yorul." (el-İnşirah, 7) buyurmuyor muydu Mevla-yi zû'l-Celâl ve'l-Kemâl?

***

Çilelerin birinden çıkıp öbürünün yolunu tutuyordu, "Allah yolunda" O'nun rızası uğruna hizmet için...

"Derviş" olamasa da "derviş sabrı" gerektiren havayı teneffüs etmişti yıllar yılı onların arasında…

Ona zor gelmiyordu bunların hiç biri…

Raûf ve Rahîm olanın-olanların (Allah ve Rasûlü ile O’nun vârsilerinin) şefkat ve merhamet toprağında Gül ve Zambak kokusuyla iman-irfan tohumları yeşermeliydi Ümmet-i Muhammed ve evladının sînesinde… Vuslat secdelerinde dua ve niyazlar olmalıydı, dillerden-gönüllerden dökülen…

Geceleri evinin mutena köşesinde, Allah’tan başka kimsenin muttali olmadığı anlarda, göğsüne-letaifine çekip doldurduğu nur-i ilahinin, feyz-i Muhammedi’nin tesiriyle, gözlerinin taşıyamayıp pınarlarından süzdüğü katreler-damlalar, düştüğü yerde çiğ tanesi, şebnem damlaları gibi sedef-sedef açılıyordu... İnci-mercan toplar gibi gözyaşlarını topluyordu vazifeli melekler... Ecir/sevap/karşılık olarak ne yazacaklarını bilemiyor, Rablerine soruyorlardı. Rabbü’l-âlemîn de, siz onu bana bırakın buyuruyordu. O ise, âdeta mil çekilen hasretlerine-özlemlerine, bağrına basarcasına kara taşlar basıyordu. Aşkından yuvarlanan taşlarsa O’nu arıyordu durmadan...

***

Hz. Musa’nın Şuayb aleyhisselamın koyunlarını suladığı, Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından içine atıldığı kuyuların başına geldi sırasıyla… Sonra Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) “Şakka’l-kameru bi-işâretihî” (işaretiyle ay ikiye ayrıldı) mucizesinin gerçekleştiği o mübarek yere ulaştı. Yüzünü-gözünü-gönlünü hâsılı tüm vücudunu gökyüzüne çevirdi; Dolunay’ı, lâ’l-i nâb gibi parlayan yıldızları içine çekerek, mehtâbın, müşriklere-münkirlere-münafıklara serzenişine ortak oldu. Nur oldu, tenvir etti âlemdeki küfür zulmetlerini… Mum oldu aydınlattı cehalet karanlıklarını… Aşkın huzmesiyle dağladı teskin etti günah ve isyanlarla sancıyan yürekleri… Doruklardaki çilelere, alazlanmış sevdalara, alevlenmiş tutkulara talip oldu. “Dünyada (değil) rahat, (rahatın hiçir cinsi-nev'i-türü) yok” diyen İki Cihan Güneşi'nin söylediklerine gönül kulağını vererek sıkıntı ve meşakkatleri tebessümle karşıladı hep… Gönül alıcı sözleriyle, göze hoş gelen huylarıyla, iç açan rayihasıyla mest etti kâinatın enmûzeci/misali/örneği/modeli olan insanı…

Bir fecir vakti dünyaya geldi ve kendisini “vatanım” dediği karyenin içinde buldu. İçi, âlem-i kebir'i taşıyan bir kundaktaydı o küçücük-minnacık öz haliyle... Firavun ve hempalarının, Nemrut ve yandaşlarının, Ebu Cehl’in ve kıyamete kadar onun izinde ve sözünde gitmeye kararlı avenelerinin öbeklendikleri yerlere, karanlığı aydınlatmaya doğru ilerliyordu. Biliyordu ki, kendisi varis-i Rasûl’ün yolunda olursa, Rabbi ona her türlü yardımı, zaferi ihsan ederdi. Biliyordu ki; “BİTTİM!” dediği yerde Rabbi, “YETTİM!” diyecek ve bütün sıkıntı ve ihtiyaçlarına kefil olacaktı. O ne güzel dost, ne güzel vekil, ne güzel yardımcıydı. Yeter ki O’na müracaat edilmeliydi.

***

Tam bir teslimiyetle teslim olmalıydı; ceddi Hz. İbrahim gibi… Çünkü hakiki bir imana erebilmenin yolu, teslimiyetten geçiyordu. Ancak o zaman ateş yakmaz, Hz. İsmail gibi teslim olursa bıçak kesmezdi. Yoksa söz’de kalan öz’e inmeyen teslimiyetlerin bir yararı olmazdı, olamazdı. Bunu biliyordu.

Çilenin-ıztırapların çığlık-çığlık damıtıldığı yağmurlar altında ıslanmaktan, sıkıntı ve meşakkatlerin ceviz gibi yağan dolular altında ezilmekten geçiyordu yolu... Hüznün-kederin-tasanın nağmelere dolandığı şiirler mırıldanarak, mana âleminde yakamoz gibi parıldayarak geçti bütün seyr u sülûk menzillerinden... Hiçbir an ye’se/ümitsizliğe kapılmadan, umutlarını hep ter u taze tutarak süzülüp yol aldı fecr-i sadıka doğru. Fecr-i kâziplere aldanmadı o... Hele şafak'ın kızıllığını sabah sanacak gaflette olmadı hiçbir an.

Zaman zaman yoruldu, bitap düştüğü anlar da oldu, çöl kuraklığında kalmış toplumlar karşısında… Yıldızlara tutundu o anlarda... Ashaba, ashabın yolunda-izinde giden hakiki âlimlere… Ömrünü adadığı bu aşkla rüzgârlara sesleniyor, Hz. Süleyman’a yaptığınız yardımı benden esirgemeyin, ben de bir Süleyman’ın bendesiyim diyordu.

***

Yaşadığı yeryüzünde yaratıldığı toprakla hemhâl oluyor, yaratılış sırrına-hikmetine uygun mütevazi bir mü’min olarak Rabbine kavuşmayı diliyordu. Onun sırrına erebilmekse, nefsi tezkiye edip meleki ruhu takviye ile hürriyete yelken açmakla mümkündü. Hür olmalıydı, nefsin köleliğinden mutlaka kurtulmalıydı. Manevi açlık-susuzluk yaşamamalı, şeytanın ve nefs-i emarenin zindanında esaret halinde bulunmamalıydı. Cevize-muza, şâşaa ve şatafata, saman alevi-sabun köpüğü nev’inden şeylere aldanmamalı, yollarda bunlarla oyalanmamalıydı. Gücünü, istidat ve kabiliyetini mutlaka asıl hedefe ulaşmak, kavuşabilmek için harcamalıydı.

***

Bütün bu duygu ve düşünceler kafasında-gönlünde geçit resmindeyken… İşte o an uykuyla uyanıklık arasında bir köprüden geçtiğini, hatta bu köprünün sırat köprüsü olabileceğini hissetti. Hürriyet ile esaret, hakikatle sahte, nurla zulmet, hüviyet ile mahiyet, sonsuzluk ile sonlular arasında kanat çırptığını gördü. Eceline doğru hızla ilerliyordu. Ama ölüm onu korkutmuyor; çünkü o, şeb-i arus olarak görüyordu bu fani âlemden ayrılığı…

Ahu bakışların, içi kan ağlayan yüreklerin, yarın ne olacak endişesiyle telaşlı insanların ürkek nazarları arasında açtı gözlerini… Ama o, şairin dediği gibi “Yarın elbet bizim, elbet bizimdir / Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir." diyerek... "Gün doğmadan neler doğar". "Geceler hamiledir.” "Sabah ola hayrola!" tabirlerini mırıldanarak yoluna devam etti. Onlardan güç aldı. Karanlıklardan korkmadı. Allah’ın, Rasûlüllah’ın, Kitabullah’ın ve feyz-i ilahinin tevzi/dağıtım memurluğundan hiç istifa etmedi. Bu âlemi Allah yolunda mücahit, O’nun Cemaline âşık olarak hem mecazen hem hakikaten terk edip gitti.

***

İnsanlar arasında tebessümle dolaşan o, dünyadan ayrılırken de mütebessimdi. Adeta Havz-ı Kevser’in yanıbaşında, İki Cihan Serveri’nin elinden su içercesine mes’uttu/bahtiyardı/mutluydu…

Dünyadan ayrılışı, sanki ismi var cismi yok Anka Kuşuna veda edercesineydi...

Gönlünde-dilinde, bülbül gibi bin bir esmayı şakıyarak, kelime-i şehadeti kalbiyle tasdik-diliyle ikrar ederek, yüreği serçe yüreği gibi titreyerek doğruldu ve penceresindeki kumrunun-güvercinin o sürekli tesbihi “subbûhun kuddûsün”le bahtiyar oldu.

Allah yolunda mücahid, Cemalullah’a âşıktı o…

...

Susuyordu o. Kucak dolusu köz misali yangınları yüreğinde taşıyarak susuyordu hem de…

İnsanların-kalabalıkların yüzlerine-gözlerine bakamayarak, ona çarpanlara, omuz vuranlara aldırmayarak, öfkelenmek yerine tebessüm ede-ede ilerliyordu yığınların arasında... Çünkü onun umdesi/ilkesi uzlet değil, "Zâhirde halk, bâtında Hak ile olmak"tı.

İçinde taşıdığı acıyı, çektiği sancıyı ifşa edememenin sıkıntısını yaşıyordu… İfşa etse de toplumun kaçta kaçı anlayabilirdi ki onun ıztırabını… Hem ne faydası olacaktı ki… Öyleyse bu sancı ifşa edilmemeliydi elbet. Yalnızca gereği yapılmalıydı. Zira aşk ve sevda, kelimelere-kavramlara sığdırılamazdı, anlatılamazdı tam olarak. Ne kadar anlatılsa eksik bir yerleri mutlaka kalırdı. O halde en güzeli, sükût edilmeliydi…


Gönül katresinden dökülen mükemmel bir yazı...
Yüreğinize sağlık.Allah razı olsun.
Yazıda kendimi buldum desem.Hüznüm katmerlendi desem...
Kalabalıklar arasında sukut-i hayale uğramış bir nazenin yürek,kimin için bir anlam taşırki.Sukut ediyorum bende...asude tenhalarda dillenirken duam...hüzünlerimi tebessümlerimin arkasına gizlemeyi seçip susuyorum...

İbrahim misali kayıtsız şartsız teslim olup ateşe atılmak ne kadar zor biz beşerler için.Şeytanın tuzaklarına kanıp aldanmamak,onu yendim deyip nefsimize ağır gelen imtihanlarla mücadele etmek,omuzlarımıza dağlar kadar ağır geliyor.
Hüzünle katmerlenmiş yürekler,derdimize diyelimki; sen varsın ama benim Yüce yaradanım beni unutmaz,her karanlık gecenin bir nurlu sabahı var.Gecenin karanlığında karıncanın ayak sesini duyan Rabbim bizi görür ...Ey yüce Mevlam sen bizi nurunla nurlandır,rahmet pınarından bizlerede nasip et,bu kırılgan,günahkar biz aciz kullarına sen yardım et...(amin)


" Subbûhun kuddûsün Rabbüna,Rabbül melaiketi verruh "

Unutmayalımki;
“Haklı davaların mağduru olur, mağlubu olmaz...”
İncitme canı...kırarsın canı RAHMANI...


Yalan dünya bomboş imtihan için geldik,Yüce Yaradan başarıyla geçmemizi nasip eder inşaAllah.

Teşekkürler sevgili Asude... Duygularını güzel özetlemiş, pek çok önemli mesajlar vermişsin. Eline-gönlüne sağlık. Selam ve dualarımla...

elinize yüreğinize sağlık hocam
ALLAH celle celaluhu razı olsun..
RABBİM bizlerede o mubareklerin şuurunu versin
onların ahlakıyla ahlaklanmayı nasip eylesin..

Samimi duaların için teşekkür ederim. Allah Senden de razı olsun sevgili hak yolcusu kardeşim...

Selam ve mukabil hayır dualarımla...

emeğinize sağlık hocam..

allah(c.c) razı olsun..

dua ile...

Sizin de elinize sağlık sevgili cennet ırmağı... Rabbim sizden de razı olsun.
Mukabil selam ve dualar...

Hz. Allah Razı olsun Hocam. Yüreğinize Elinize Dilinize sağlık.

emeğinize yüreğinize sağlık hocam allah cc razı olsun

Teşekkürler sevgili mpower ve gihanna... Rabbim sizlerden de razı olsun. Dualarınız dualarımızdır. Selamlar, sevgiler...




Gönül katresinden dökülen mükemmel bir yazı...
Yüreğinize sağlık.Allah razı olsun.

Susuyordu, mütevekkildi; mütebessimdi, mutluydu


Rabbim hakıyla hizmet edenlerden eylesin...Hizmetin vakarı,imanın nuru,İlahi aşkın ateşiyle yoğrulan kullarından eylesin...

Hocam kaleminize,yüreğinize,emeğinize sağlık...Yine bizi bizden alıp başka diyarlara götürdünüz yazınızla..Teşekkürler..

İlginiz, hoş değerlendirmeleriniz ve güzel dualarınız için şükranlar sevgili erkan anise... Selam ve mukabil hayır-dualar...

"Susuyordu, mütevekkildi; mütebessimdi, mutluydu "

Yazılarınızın güzelliğini söylemeye hacet yok aslında :)
Öylesine akıcı ve öylesine kaptırıcı ki anlatamam...
Bende bir çok cümlede kendimi buldum. Özellikle başlık tamamen son zamanlardaki beni anlatıyor diyebilirim... Susuyorum :-X

Halis hocam emeğinize, yüreğinize sağlık.
Yazılarınızın okuyucusuyum biliyorsunuz ama şu sıralar genel anlamda bir yorum eksikliğim var...

Ayrıca; Asude kardeşim izninle şu cümlenin altını yeniden çizmek istiyorum:
"Haklı davaların mağduru olur, mağlubu olmaz..."

Ve ekliyorum bazen yenilmek kazanmanın ta kendisidir, hem maddi hem manevi...

RABBim manevi kazanç, ahiret saadeti versin cümlemize.
Bu dünyada da olsun saadetimiz-mutluluğumuz değil mi? :)

Selam ve dualarımla...

Kardelen kardeşim, çok teşekkür ederim güzel değerlendirmen için...

Evet, önemli olan isabetle belirttiğin gibi, hemen herkesin o yazılanlarda bi şekilde kendini bulması değil mi..?

Ayrıca yol, usûl, hedef aynı olunca müşterekler de haliyle çok oluyor elbette...

Rabbim cümlemizi istikamet ve sadakatten ayırmasın.

Selam ve dualarımla...


Halis Ece

MollaCami.Com