Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Kimse geleceğini garantide görmesin, ama ümidini de kesmesin!

Yazımıza başlık olarak aldığımız cümle ile temel ölçümüzü takdim etmiş olduk. Kimse şu anki iyiliğine bakıp da geleceğini garantide görmesin, kimse de şu anki yanlışlarına bakıp da geleceğinden ümidini kesmesin, benden adam olmaz demesin.

Tıpkı vahiy katibi Abdullah bin Saad'ın yaşadığı müthiş iniş çıkışlarından sonra koyduğu son nokta da olduğu gibi... Hepimize ibret olan bu müthiş iniş ve çıkışlar şöyle özetlenebilir:
Abdullah bin Saad, Mekke'de müşriklerden biri iken yaptığı vicdan muhasebesi sonunda İslam'a girmiş, hatta bu uğurda hicreti bile göze alarak Medine'ye de göçüp vahiy katipleri arasına girme saadetine bile erişmişti. Sakın, 'ne mutlu, ne bahtiyar adam!' diye hemen peşin hüküm vermeyin. Siz, işin sonuna bakın, sonuna!..
Diyeceksiniz ki, 'Vahiy katibi olmuş, bu işin önü sonu olur mu?' Elbette olur. İmtihan dünyasıdır bu. Bakalım vahiy katibi zat, nerelere kadar yükseliyor, tekrar nerelere kadar alçalıyor ve nihayet son nefesini nerede veriyor, son noktayı nerede koyuyor? Mühim olan burasıdır, sonu, son noktayı nasıl koyduğu!..
'Hayırlı işlerin çok muzır manileri olur.' diyor büyük zat. İşte vahiy katipliğine kadar yükselmiş kimsenin de çok büyük manileri olur, şeytanı ve nefsi onunla daha çok uğraşır. Nitekim uğraşmış da. En sonunda Medine'de Müslümanların kıymetini bilmedikleri yolunda vesveseye kapılan Abdullah, ne yapar biliyor musunuz?
- Vahiy katipliğini bir yana bırakır, geldiği Mekke'ye gerisin geriye döner. Tekrar müşrik dostlarının arasına karışıp onlarla birlikte Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) aleyhine faaliyete geçer!..
Keşke sadece şirke dönmekle iktifa etse de başkaca iddialarda bulunmasaydı. Bakın Mekke'de neler iddia eder:
- Ben gelen vahyi yazarken kendimden de sözler yazardım. Esasen bana da vahiy geliyor, ben de benzeri sözleri yazıyordum!..
Vahye şüphe düşürecek böylesine ağır sözlerinden dolayıdır ki, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethinde, Kâbe'nin örtüsü altına sığınsa bile Abdullah bin Saad'ın cezalandırılmasını emretti.
Bu emirden sonra aklı başına gelen Abdullah, yaptığının ne büyük bir yanlış olduğunun farkına varıp düşünmeye başladı. Ama iş işten geçmiş, katli için emir çoktan çıkmıştı.
Abdullah vahiy katipliği yaptığı sıralarda yakından tanıdığı Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) merhamet ve şefkatini biliyordu. Küfre girmiş olmasına rağmen ümidini kesmemişti. Süt kardeşi olan Hazreti Osman'a müracaatla, süt kardeşliğinin hakkı için kendisine sahip çıkıp Rasûlullah'ın huzuruna çıkarmasını rica etti. Hazreti Osman bütün riski üzerine alarak Abdullah'ı, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in huzuruna çıkardı. Pişmanlığını anlatan Abdullah bağışlanmasını diledi.
Önce müşrik iken mü'min olan, vahiy katipliğine kadar da yükselen, ondan sonra da tekrar irtidad edip bir sürü yalanlar uydurarak vahye şüphe düşürmeye yönelen, şimdi de yeniden tövbe edip bağışlanmasını dileyen Abdullah'ı dinleyen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazretleri, onu reddetmeyip affetti. Evet affetti. Tıpkı Hamza'nın katili Vahşi'yi, Ebu Cehil'in oğlu İkrime'yi affettiği gibi. Sonra ne mi oldu?
Baştan dedik ya, 'kimse hatasının büyüklüğüne bakıp da ümidini kesmesin, artık benden adam olmaz demesin...' diye.
Bundan sonra İslâm için yapılan bütün savaşlarda hem de en önlerde yer alan Abdullah, benim günahım büyük, öyle ise İslam'a hizmetim de büyük olmalıdır, diye sızlanıyor, dilinden düşürmediği duasında ise hep şöyle dilekte bulunuyordu:
- Rabb'im, beni namaz dışında iken huzuruna çağırma, hem de vakitlerin en eşrefi olan sabah namazında iken gönder meleğini, en makbul ibadetin içinde iken alsın beden emanetini?
Böylesine büyük hatadan sonra kabul oldu mu dersiniz duası?
Dedik ya, 'Kimse günahının büyüklüğüne bakmasın, dönüşündeki samimiyetine nazar etsin' diye. Bakın nasıl oldu Abdullah'ın sonu...
Müslümanlar arasında çıkan fitnelerden hiçbir tarafa karışmadan Mısır'ın Askalan şehrinde inzivaya çekilerek kendini ibadete veren Abdullah, bir sabah namazının sonunda tahiyyata oturdu. Salavatları, duaları rahatça okudu, hatta sağına da selam verdi, soluna selam vereceği sırada bir deprem hissetti bedeninde. Hemen Allahu Ekber! diyerek tekbir aldı ve tekrar secdeye gitti. Gidiş o gidiş oldu. Son sözü tekbir, son hareketi de secde oldu. Aynen dualarında dilediği gibi... (H. 36-M. 656)
Demek ki insan ne kadar büyük hata da yapsa dönüş yolu hep açıktır. Yeter ki halis bir iltica, samimi bir dönüş halinde olsun... Rabb'imiz samimi şekilde dönüş yapanları affeder, işte böyle Abdullah'ın dönüşü gibi.

Allah celle celaluhu razı olsun kardeşim. Rabbimin rahmeti de merhameti de sonsuzdur. Yeter ki biz ümidimizi kesip de tövbe kapısından ayrılmayalım.


Serbest Kürsü

MollaCami.Com