Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ulemanın meclisinde bulunmak

Kur’ân-ı Kerim âyetleri, kapalı olan birtakım konuları muhtevidir. Başlangıç noktasında, okuyan kişiye kapalı olan bu konuları açıklamak üzere Allah, Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz’i sahâbe için vazifeli kılmıştır. Ve kendisine âyet, âyet inen Kur’ân-ı Kerim’i 23 sene boyunca açıklayıp, hadîslerle sahâbesine anlatmıştır.

Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in hadîsleri, bütünüyle Kur’ân-ı Kerim’e uygundur. Kur’ân-ı Kerim’in herhangibir âyet-i kerimesine aykırı bir sözün, Resûlullah’tan sadır olmasını beklemek mümkün değildir. Çünkü; Resûlullah, Allah’ın tasarrufundaydı.

Ruhuyla Allah’a teslim olmuştu.

Fizik bedeniyle Allah’a teslim olmuştu.

Nefsiyle Allah’a teslim olmuştu.

İradesini Allah’a teslim etmişti.

Ve tasarrufa giren Allah’ın nebîlerinin sonuncusuydu.

Allah’ın tasarrufunda olan bir Nebî’den, Allah’ın kelâmına aykırı bir sözün sadır olması mümkün değildir.

Öyleyse her halükârda O’ndan sadır olan her söz Kur’ân-ı Kerim’e uygundur. Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’in buyurduğu gibi, “Birgün benim hadîslerim tartışma konusu olacaktır. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim olamaz.” hadîsinde bize verilmek istenen mesaj; Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’in hadîslerine, zaman içerisinde kötü niyet sahibi insanlar tarafından, söylemediği birtakım sözlerin karıştırabileceğidir.

Kur’ân-ı Kerim Allah’ın garantisinde olup şöyle buyurulmaktadır:

“İnnâ nahnü nezzelnezzikre ve innâ lehü lehafizûn.” Hicr-9

Bu zikri Biz, muhakkak ki Biz indirdik, O’nun muhafızı (koruyucusu da) muhakkak ki Biziz.

O halde Kur’ân-ı Kerim, Allah tarafından korunmaktadır. Ama hadîsler için böyle bir koruma beyan edilmemiştir. Ama bu sözle, Allahû Tealâ’nın Resûl’ü, hadîs-i şerifleri de kesinlikle koruma altına almıştır. Resûlullah buyuruyor ki,

“Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîs benden değildir. Onu ayıklayınız.”

Öyleyse hadîsin Resûlullah’a ait olup olmadığının kriteri, ölçüsü Kur’ân-ı Kerimdir.

Kur’ân-ı Kerim’e uyan hadîsler, Resûlullah’tandır.

Kur’ân-ı Kerim’e uymayan hadîsler Resûlullah’ın sözü değildir. Onlar, insanların sonradan uydurdukları mevzû hadîsler cinsindendir.

İşte Resûlullah’tan olan bu hadîs-i şerifi, Kur’ân-ı Kerim ışığında sizlere açıklamak istiyorum:

Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki:

“Hikmet sahibi ulemanın meclisinde bulunmak ve kelâmını işitmek üzerinize yazıldı (farz kılındı).”

Hadîs-i şerifte iki taraf vardır:

1- “Hikmet sahibi ulema.”

2- “Hikmet sahibi ulemanın meclisinde bulunması gerekenler.”

Her zaman Efendi Hazretleri buyurur:“Kâinat kurulalı beri daima öğretenler ve öğrenenler vardır.”

Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz de şöyle buyuruyor:

“Hayırlınız, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.”

Burada Kur’ân-ı Kerim’i öğreten, hikmet sahibi ulemadır. Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ikinci taraf ise, hikmet sahibi ulemanın meclisinde bulunması gerekenlerdir.

Öyleyse hiç unutmamamız gereken temel gerçek şudur: Daima Allah’ın ilmini öğretenler ve daima Allah’ın ilmini öğrenenler vardır. Kısacası biz hayata Allah’ın fizik ötesinde gözlerimizi açarız. Bu dünya hayatı bir medrese, bir dershane Mevlâna’nın buyurduğu gibi...

Bu dershanenin öğretenleri, müderrisleri, bu dershanenin müdürü, hikmet sahibi ulema olan Allah’ın tayin ettiği kişilerdir. Bu hikmet sahibi ulemanın meclisinde bulunanlar ise; bir anne, baba ile dünyaya gelen, akil ve baliğ olduktan sonra o okula yazılması gerekenlerdir.

Âdem (A.S)’ın zürriyeti, kadın-erkek herkes, bu dershanenin içerisinde hayata gözlerini açar ve hayata böyle başlar. Onun içindir ki, hayat öyle bir dershanedir ki, ders vermeden sürekli yazılı yapar. Sürekli olayları yaşarız. Sürekli olaylardan notlar alırız. Zayıf notlar, negatif dereceleri muhtevidir. Pozitifler ise, iyi notların göstergesidir.

Efendi Hazretleri’nin öğretisiyle bizlere bir gerçek ifade ediliyor. Bu gerçek, “Herkesin Allah’ın kendisi için tayin ettiği, farz kıldığı mürşide tâbî olmasıdır.” Mürşide tâbî olmak kesinlikle farzdır. Ama bir türlü insanlar bunu idrak edemiyorlar. İnsanlar diyorlar ki, “Kur’ân-ı Kerim var, bizim aklımız da var. O zaman mürşid kim oluyor ki... Son mürşid Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’di. Ondan sonra mürşid gelmeyecek. Mürşid, Kur’ân-ı Kerim’dir.”

Bu söylenilenlerin doğru olduğunu düşünürsek, Resûlullah’ı mürşid olarak kabul etmek (kesinlikle mürşidlerin has’ı idi), O’nun söylediklerini bihakkın yerine getirmek, demektir.

Resûlullah’ı mürşid olarak kabul edenler, gerçekten sözlerinde samimiyseler, o zaman Resûlullah bu hadîs-i şerifte buyuruyor ki, mürşide tâbî olmak farzdır. Çünkü hikmet sahibi ulema, Allah’ın tayin ettiği mürşidlerdir. Allah’ın tayin ettiği bu mürşidlerin, hikmet sahibi ulemanın meclisinde bulunmak Allah’ın kelâmını işitmek üzerinize farz kılınmıştır. Öyleyse burada mürşide tâbiiyet, Resûlullah’ın sözüyle de tescil olunuyor.

Eğer “Kur’ân-ı Kerim mürşiddir.” diyorlarsa, o zaman (gerçekten Kur’ân-ı Kerim mürşiddir) Kur’ân-ı Kerim’deki mesajları, Allah’ın farzlarını yerine getirmeliyiz.

Kur’ân-ı Kerim 10 tane âyet-i kerimeyle, “Hikmet sahibi ulemaya tâbî olmak farzdır.” diyor.

Allah buyuruyor;

1-“Kaâlehbitâ minhâ cemiy’an ba’duküm liba’dın adüvv, feimmâ ye’tiyenneküm minniy hüden femennittebe’a hüdâye felâ yadıllu ve lâ yeşkaâ.”

Ta-ha-123

Birbirinize düşman olarak oradan hepiniz aşağı inin. Bizden size yaşadığınız devrede hidayetimiz geldiği zaman, kim hidayetçimize tâbî olursa o dalâlette kalmaz ve şâkî de olmaz.

2- “Fein lem yesteciybû leke fa’lem ennemâ yettebi’ûne ehvâehüm, ve men edallü mimmenittebe’a hevâhü bigayri hüden minallah, innallahe lâ yehdiylkavmezzâlimiyn.” Kasas-50

Eğer sana (senin hidayete erdirme davetine) icabet etmezlerse (uymazlarsa), o zaman bil ki onlar hevalarına (nefslerine) tâbî olmuşlardır. Allah’tan (Allah’ın tayin ettiği) hidayetçiye değil de hevasına (nefsine) tâbî olan kişiden daha çok dalâlette olan kim vardır? Muhakkak ki Allah zalim kavimleri hidayete erdirmez.

3- “Ve men lâ yücib dâ’ıyallahi feleyse bimu’cizinfiyl’ardı ve leyse lehü min dûnihî evliyâ’, ülâike fiy dalâlin mübiyn.” Ahkâf-32

Allah’a davet edene icabet etmeyen (tâbî olmayan) kişi dünya üzerinde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostu da yoktur. Onlar (Allah’ın davetçisine tâbî olmayanlar) açık bir dalâlet içindedirler.

4-“Men yudlilillâhü felâ hâdiye leh, ve yezerühüm fiy tuğyânihim ya’mehûn.” A’raf-186

Allah kimi dalâlette bırakırsa onun için hidayetçi yoktur. Allah onları isyanları (azgınlıkları) içinde şaşkın bir halde bırakır.

5-“Ve tereşşemse izâ tala’at tezâverü an kehfihim zâtelyemiyni ve izâ garabet takrıduhüm zâteşşimâli ve hüm fiy fecvetin minh, zâlike min âyâtillah, men yehdillâhü fehüvelmühted, ve men yudlil felen tecide lehü veliyyen mürşidâ.” Kehf-17

Allah kimi kendisine hidayet etmişse (kimin ruhunu kendisine ulaştırmışsa) o muhakkak ki hidayete ermiştir. Kim de dalâlete düşmüşse onun için bir velî mürşid bulunmaz.

6-“Efere’eyte menittehaze ilâhehü hevâhü ve edallehullahü alâ ilmin ve hateme alâ sem’ıhî ve kalbihî ve ce’ale alâ basarihî gışâveh, femen yehdiyhi min ba’dillâh, efelâ tezekkerûn.” Casiye-23

Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim), Allah onları bir ilim üzere dalâlette bırakır, onların kalplerindeki sem’i (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker. Öyleyse (artık) Allah’tan sonra kim bu kişiyi hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?

Bazıları diyebilirler ki, “Tamam mürşid var ama, bu çağda yok”. Allahû Tealâ buna da cevap veriyor:

7- “Ve lekad be’asnâ fiy külli ümmetin resûlen eni’büdullahe vectenibûttâguût, feminhüm men hedallahü ve minhüm men hakkat aleyhiddalâleh, fesiyrû fiyl’ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetülmükezzibiyn.” Nahl-36

Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller be’as ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.

O halde burada da kesinleşiyor ki, her devirde Allahû Tealâ’nın Sırat-ı Müstakîm üzerinde vazifeli kıldığı resûlü vardır. Her kavmin içerisinde Allah’ın âyetlerini insanlara açıklamak üzere Allah’ın tayin ettiği resûlleri vardır.

8-“Allahü nezzele ahsenelhadîys, kitâben müteşâbihen mesâniy, takşa’ırru minhü cülûdülleziyne yahşevne rabbehüm, sümme teliynü cülûdühüm ve kulûbühüm ilâ zikrillâh, zâlike hüdallahi yehdiy bihi men yeşâ, ve men yudlilillâhü femâ lehü min hâd.” Zümer-23

Allah ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât) Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirir. Bu (nurlar)dan insanların derileri (tüyleri) ürperir ve Rab’lerine karşı huşû sahibi olurlar, sonra Allah’ın zikri ile (bu nurlar) kişinin derilerini (vücudunu) ve (nefsinin) kalbini yumuşatır (titretir, aydınlatır, tezkiye eder ve böylece kişinin ruhunu Allah’a ulaştırır ve onu hidayete erdirir). İşte bu Allah’ın hidayetidir ki, Allah dilediği kişiyi (nefsini Allah’ın nurlarıyla tezkiye ederek ve böylece Zat’ına ulaştırarak) hidayete erdirir. Kimi de dalâlette bırakırsa onun için bir hidayetçi yoktur.

9- “Hüvelleziy be’ase fiyl’ümmiyyiyne resûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtihî ve yüzekkiyhim ve yü’allimühümülkitâbe velhikmete ve in kânû min kablü lefiy dalâlin mübiyn.” Cuma-2

Onlara onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından Resûl be’as eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır. Ondan evvel (bu Resûl’e tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.

10-“Lekad mennallahü alel mü’minîne iz be’ase fîhim resûlen min enfüsihim yetlûaleyhim âyâtihî ve yüzekkihim ve yü’allimühümülkitâbe velhikmeh, ve in kânû min kablü lefî dalâlin mübîn.”

Al-i İmran-164

Andolsun ki mü’minlerin (başlarının) üzerine (resûllerin ruhları) bir ni’met olmak üzere kendi zamanlarında, kendi içlerinden bir Resûl be’as ederiz, onların aralarında (her kavmin içinde) onlara Allah’ın âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu mürşid resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.

değerli paylaşımınız için teşekkürler kardeşim.

"O halde burada da kesinleşiyor ki, her devirde Allahû Tealâ’nın Sırat-ı Müstakîm üzerinde vazifeli kıldığı resûlü vardır. Her kavmin içerisinde Allah’ın âyetlerini insanlara açıklamak üzere Allah’ın tayin ettiği resûlleri vardır."

sufice sapik zihniyetli bir kisidir, bal icinde zehir sunmaktadir... sahte resulün hak oldugunu isbatlamak icin bin bir dereden su getirmekte, sonundada agzindaki baklayi cikarmaktadir... dikkatinize...


Hutbe ve Vaazlar

MollaCami.Com