Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Bir Annenin Öyküsü...

Özel Çocuk Annelerine...


Oğlumun 3 aylıkken geçirdiği ilk havalede yaşadı­ğım yoğun duyguları anlatmam mümkün değil. Beni ancak böyle bir olay yaşamış bir anne anlayabilir. Bir de; çok sevdiği yakınının ölümüne şahit olmuş biri.

Havale geçiren çocuğunuz karşısında yaşadıkları­nız, ölüm anında yanında bulunduğunuz bir yakınınız karşısındaki duygularınıza eşdeğer olabilir ancak.

Çaresizlik, eziklik, üzüntü, telaş, panik, heyecan, korku, pişmanlık, öfke, ... hiçbiri, hiçbiri yeterince tanımlayamaz yaşadıklarımı. Hiçbir şey yapamamanın verdiği çaresizlik, ama bir şeyler yapmanın gerekliliği ile panik, canininiz, bir tanenizi kaybetme korkusu, 'bir yerde bir hata mı yap­tım?' pişmanlığı ile bu olayla ilgili olduğunu düşündü­ğünüz, kendiniz dahil, herkese karşı duyulan öfke.

O ana kadar ben, bu kadar çok sayıda duygu yo­ğunluğunu bir arada yaşadığımı hatırlamıyorum. O ana kadar ben, saniyelerin asırlar kadar uzun hissedilebileceğini hiç düşünmemiştim.

İnsan çaresizliği hissedince, çare arıyor. Büyük, küçük bütün keşifler, insan çaresizliğinin ürünüdür. Galileo'nin, Keppler'in, Einstein'ın, Isaac'ın teorilerini, Edison'un, Bell'in, Curie'lerin keşiflerini bir kenara bı­rakınız. Elinizdeki iğneye, düğmeye, havana, kerpe­tene bakınız. Gündelik hayatta kullanırken farkına bi­le varmadığımız bu nesnelerin hayatımızı nasıl kolay­laştırdığını düşününüz. İpliği kumaşa geçiremeyince insan iğneyi, düğmeyi kumaşa tutturamayınca düğ­menin deliklerini akıl etmiştir.

Karşımızdaki sorun kökünden halledilemeyecek, zor bir sorun olabilir. O zaman kendimizi çaresizliğin çıkmazında boğmak yerine, bu zoru hafifletecek çö­zümler üretelim.

Uzayı keşfedemiyorsak, biz de düğ­menin deliklerini akıl edip hayatı bir nebze olsun ko­laylaştırmaya bakalım. İçinde bulunduğumuz duruma üzülmenin yararı olmayacağı gibi faydası da olmaya­cak.

Ne başkalarını suçlayarak öfkelenmemiz, ne de hatalarımızdan ötürü pişmanlıklarımız bir işe yara­maz. Sorunu çözme adına atılacak küçücük bir adı­mın bile, hayatımıza anlam katacağına inancımızı hiç yitirmeyelim.

O halde, çaresizim demeden önce, bizi çaresiz bı­rakan gerçek sebebi tanımalıyız. Çaresizliğin yarattı ğı heyecan, korku ve paniğin altında, sorunu tanıma­mak ve bilgisizlik yatar.


Beni çaresiz bırakan, oğlumun tedaviye yanıtsız epilepsi nöbetleri oldu. Bu konudaki bilgisizliğim yüzünden, oğlumun tedavisinde en değerli zamanın ge­reksiz yere heba olduğunu farkettim. Bunun üzerine, epilepsi konusunda bir anneye yetecek kadar kendi­mi eğittim.

Siz de benim gibi, özel bir çocuk annesi ise­niz, yazma cesareti bulduğum bu yazı dizisine bakıp da: 'Bravo kadına! Ne kadar da güçlü. Kitap yazacak ka­dar herşeyi ne güzel halletmiş.' diye düşünüp, sakın bir eziklik hissetmeyin. Buraya kadar sayıp döktüğüm duygu ve düşüncelerime erişebilmek çoook uzun bir zaman aldı.

Çocuklarının hastalığı karşısında kendini yalnız ve yetersiz hisseden annelerin, benim yaşadıklarımı ya­şamamaları için, karınca kararınca, katkım olsun iste­dim. Amacım, çocuklarımızın, bizlerin bilgisizliği yü­zünden zaman kaybetmelerini az da olsa önlemekti. Bu konuda bildiklerimi sizlere, özellikle özel ço­cuk annelerine, aktarmaya çalıştım.

Özel çocuk annelerinin çocuğunun sorununu çok iyi tanımaları gerektiğine inanıyorum çünkü oğlumun epilepsisi ba­na; düşmanı tanımadan savaşmanın, savaşı kaybet­mek olduğunu öğretti.


Doç.Dr. Sabiha Paktuna Keskin
Pediatrist, Pediatrik Nörolog
Uluslararası Tıp
Çocuk Beyin Hastalıkları

Oğlumuz doğduğunda dünyalar bizim olmuştu adeta. Gözleri siyah ve çekikti; tıpkı Japonlara benziyordu. O kadar güzeldi ki; kucağıma aldım, sevdim, öptüm, öptüm, doyasıya öptüm. Emzirmek istedim, emmedi; mamalarla büyüttüm. Çok sağlıklı görünüyordu.

Derken, aradan iki yıl geçti. Ancak oğlum konuşmuyor, yürümüyor ve çoğu zaman şakalarımıza bile cevap vermiyordu. Bir yıl derken, iki yıl daha geçti aradan. Ancak oğlum hala yürüyüp konuşamıyordu. Eşim de, ben de bir gariplik seziyor ancak birbirimize bir şey söyleyemiyorduk. Kayınvalidem ise, hep beni suçluyordu. “Senin yüzünden bu çocuk böyle” diyordu, “İki aylıkken sen düşürmedin mi?...” bunları eşime de söylüyordu. Eşim de “Yürür, konuşur zamanla...” deyip geçiştiriyordu. “Doktora götürmeliyiz Oğuz’u” diyordum. “Bir şey olmaz, siz büyütüyorsunuz” deyip, beni de susturuyordu. Birkaç yıl böyle geçti.

Oğlum beş buçuk yaşında yürümeye başladı. Tek-tük kelimelerle derdini anlatıyordu. En azından ben, onun ne demek istediğini anlayabiliyordum. Ve sonunda okul çağı geldi. Bir ay önceden önlüğünü, yakasını, çantasını aldık. Evet.... oğlum okula başlayacaktı!

Bir ay sonra beni okuldan çağırdılar. “Senin çocuğun diğerlerinden farklı; konuşması düzgün değil, dersleri de yeterince kavrayamıyor. Bir sorun olabilir. Siz, Oğuz’u Rehberlik Araştırma Merkezi’ne götürün, bir test yaptırın” dediler.

Oracıkta yığıldım, kaldım. Oğlumu getirdiler elinden tuttum, bana öyle sevimli ve gülerek bakıyordu ki... “Neden benim çocuğuma böyle söylediler?...” diye isyan ettim. Her şeyi kırmak geldi içimden. Oğlum elimi hafifçe çekti, “hadi...”dedi.

Eve geldiğimizde çocuğumun yüzüne bakıp bakıp ağlıyordum. Eşime nasıl söyleyecektim? Sanki bu bir ayıp gibi saklamak istiyordum. Kimse duymamalıydı, eşim bile!



Bir sonraki gün, Rehberlik Araştırma Merkezi’ne gittim. Çocuğumu alıp, bir odaya götürdüler. Bana öyle geliyordu ki, sanki saatlerce orada kaldılar. Saatime baktım, oysa daha 10 dakika olmuştu. Bayan, elinde bir kağıt ve yanında Oğuz ile geldiler. Yalvarır gözlerle baktım ona. Bana, “Çocuğunuz zihinsel engelli. Onu özürlü çocukların eğitildiği bir kuruma götürmelisiniz” dedi. Hiçbir yanıt veremedim. Kağıdı uzattı, aldım ve eve döndüm. Nasıl döndüm, bilmiyorum. Eve giremedim. Oğuz’la birlikte saatlerce bahçede oturduk. Şokta gibiydim. Ne ağlayabiliyordum, ne de konuşabiliyordum.

Tüm arkadaşlarım ve dostlarımla ilişkilerimi hemen kestim. Eşimle de ilişkilerimiz bozuldu. Ellerini oğuşturan, ağlama nöbetleri geçiren, tüm işlevleri durmuş bir insan olmuştum artık. Ancak, yine de dışarıya bir şey belli etmemeye çalışıyordum. Evden dışarı çıkmak zorunda kaldığım zaman “maskemi” takıp, öyle çıkıyordum. Hiç kimse Oğuz’u ve benim çektiğim acıyı fark etmedi. Eşimden başka kimseyle bu konuyu paylaşmadım. Hatta çektiğim acının boyutlarını ona bile tam göstermedim. Onun acısının zaten ona yettiğini düşünüyordum. Bu dönem, en kötü devreydi. Tam altı hafta sürdü.

Tanı konmasından bir ay sonra Oğuz, bir özel eğitim kurumuna kayıt oldu. Servisle gidip gelirken, dışarıdan insanların servise bakmalarına dayanamıyordum. İnsanların bu çocuklara bakışlarını, içlerinden geçirdiklerini düşünemiyordum.

Sonra, Oğuz’un bir ömür boyunca saklanamayacağı geldi aklıma. Onu aldım, komşulara ziyaret, parka götürmeye başladım. Yıllardan sonra ilk kez doğru bir adım attığımı düşünüyordum. Ama hala içimdeki acıyı bir türlü atamıyordum. Değişen tek şey, galiba benim acıya alışmamdı.

Bu arada, zihinsel engellilik ile ilgili çeşitli kitaplar okudum; farklı kişilerle görüştüm. Daha sonra iki büyük sarsıntı yaşadım. Birincisi; eşim, kendime gelmediğim takdirde Oğuz’un ve ailemizin hiçbir şansı olamayacağını söyledi. Oğuz’un öğretmeni de maskemi fark etti ve “Oğuz’u şımartmaya devam edersen onu çift özürlü hale getirirsin” diyerek, bana tutarlı olmaktan bahsetti. Saatlerce konuştuk, konuştukça işimin daha zor olduğunu anladım. Ama artık kendime acımak yerine, mantıklı bir anne olmaya çalışacaktım. Öğretmenin yardımıyla kısa sayılamayacak bir sürede Oğuz’a nasıl davranmam gerektiğini iyice öğrenmiştim. Artık sadece Oğuz için değil,kendim ve eşim için de yaşıyordum.

Artık eşim ile de ilişkimiz düzelmişti. Oğuz ise, bana bağımlı olmaktan uzaklaşmış, kendi işini kendisi görebilir hale gelmişti. Oğlumun kendi kendine yetebildiğini görmek, emeklerimin sonucunu almak beni hayata ve oğluma iyice bağlamıştı. Artık Oğuz’la da, kendimle de gurur duyuyordum. İçimden hepinize haykırmak geliyor: Pes etmeyin, aile olduğunuzu gösterin, unutmayın, bize bizden çok kimse destek olamaz....


*****




(Psk.Dan./Rehb.Uzm. Sultan Yılmaz)

BÜTÜN YILLARIN ANNESİ - (BİR ANNENİN DİLİNDEN)




Ben, çok kısa süren bir evlilik geçirdim. Üzüntülü ve sıkıntılı günlerde çok hastalandım. 40 derece ateş ile üç gün kendimi bilmeden yattım. Doktorlar bana, bu hastalığın çocuğumda mutlaka bir özür bırakacağını söylediler ama ben yine de onu aldıramadım.

Oğlum doğduğunda çok güzel bir bebekti ve her şeyi ile normaldi. Çocuğumu annem ve ben büyüttük. Bir yandan da geçim sıkıntısı çekiyorduk. Babası, çocuğumu bir kere bile görmek istemedi ve hiçbir yardımda bulunmadı.

Oğlum Tolga, bir yaşına geldiğinde annem, “Bu çocukta bir şey var. Çok gürültülü ortamlarda bile rahat rahat uyuyabiliyor. Seslendiğimiz zaman dönüp bakmıyor.” dediyse de ben bir türlü kabul etmek istemiyordum. Tolga, iki yaşına geldiği zaman, artık bütün gerçekleri kabul etmek zorundaydık. Maddi imkansızlıklar ve oğlumun sağlık güvencesinin olmayışı, bizi çok zor durumda bırakıyordu. Bir hayırsever insan sayesinde çocuğuma duyma testi yapıldı. Doktor, oğlumun normalde duymadığını, çok ileri derecede işitme kaybının olduğunu ancak cihazla bir nebze duyabileceğini söylediğinde, dünyanın başıma yıkıldığını zannettim. İlk cihazlarını, yine o hayırsever sayesinde aldık. Bu, oğlum için de , benim için de zor günlerin başlangıcı oldu.

Cihazlar takıldığında, oğlum bunları bir türlü kabul etmek istemedi. Sürekli fırlatıp atıyordu ama annem ve ben büyük bir sabırla yeniden takıyorduk. Söylediklerimizi anlamıyordu. Şaşırıp kalmıştık. Ne yapmamız gerektiğini, nasıl öğretmemiz gerektiğini bilmiyorduk. Parasızlık bizi daha çok bunaltıyordu. Çünkü oğluma eğitim aldıramıyordum.

Annem ve ben, sürekli konuşarak ama tane tane konuşarak anlamadığı yerleri sürekli bıkmadan, usanmadan, geçiştirmeyip tekrarlayarak günlerimizi geçirdik.

Tolga dört yaşına geldiğinde, biz de yavaş yavaş mükafatımızı almaya başladık. Oğlum artık konuşuyordu. Çat- pat da olsa, yarım yamalak, eksik de olsa konuşuyordu. Benim için dünyanın en güzel duygusuydu bu...

Oğlum, şimdi çok daha iyi konuşuyor. Kitapları, gazeteleri okuyor. Annem de, ben de sevinçten uçuyoruz...

Benim söylemek istediğim birkaç söz daha var: lütfen bu çocuklarımıza sahip çıkalım. Ailenizde ve çevrenizde olmasa bile onlar bizim birer parçamız. Onları topluma kazandırmak bizim elimizde.

F. KUŞÇU

İşitme Engelli Bir Çocuk Annesi



(Bu yazı, İÇED–İşitme Engelli Çocuklar Eğitim ve Dayanışma Derneği-Bülteninden alınmıştır.)

BIR ANNENIN DUASI


Hastanede oğlumun bas ucunda kalmama, bir anne olduğum için değil, doktor olmam sebebiyle müsaade ettiler. Çocuk felci salgını son hadde yükseldiğinden, oğlumla, çocuk felcine müptela oldukları sanılan diğer çocuklarla, hastanenin hususi bir koğuşunda nezaret altına alınmıştı.

Koridorun öbür ucundaki odalarda çocukların ağladığını duyuyordum. Fakat zavallı oğlum, belkemiği muayene edilirken korku içinde "Anne" diyebilmiş, sonra da buhranlı bir uykuya dalmıştı.

Muayene bittikten sonra mütehassis doktor bana döndü. Yüzünde yorgun ve üzüntülü bir ifade vardı.


—Çok müteessirim, doktor, galiba çocuk felci, dedi.


Duyduklarıma inanamayarak yüzüne baktım. Başka bir çocuğun çocuk felcine yakalandığına inanabilirdim, ama bu felaketin oğlumun başına geldiğine bir türlü ihtimal veremiyordum. Artik doktorluğumu unutmuş, hasta çocuğumun başında endişe içinde bekleyen bir anne olmuştum.

— Henüz felç olmadı, değil mi? diye sordum.


— Hayır, inşallah olmaz, diye cevap verdi. Sonra yüzüme dikkatle bakarak:


Siz eve gidip biraz uyumaya çalışsanız iyi olur, dedi. Çocuğun halinde bir değişiklik olursa, size haber veririz.


Doktorun sözünü dinlemeye karar verdim. Vakit gece yarısını geçmişti. Sabahın beşinden beri ayaktaydım. Salgının şiddetlenmesi yüzünden fasılasız çalışmıştım. Oğlumun kızarmış, zayıf, yüzüne baktım. Beklemekten başka yapılacak şey yoktu. Çocuğumu kollarımın arasına alıp bağrıma basmak istedim. Bunu yapamayacağımı bildiğimden hızla odadan çıktım.


Evimin kapısını açıp içeri girdiğim zaman, derin bir sessizlikle karşılaştım, Kocam, is için Chicago'ya gitmişti. Telaşlanmaması için ona oğlumuzun hastalığını bildirmemiştim. Esasen çocuğun halinde, yarına kadar bir değişiklik olmadığı takdirde, iyileşmesi ümidi artacaktı.


Nihayet bir uyku ilacı alıp yattım. Saatlerden sonra uykumun arasında telefonun çaldığını duydum. Yerimden fırladım. Bas ucumdaki saat 4'ü gösteriyordu.

Ahizeyi kulağıma dayayınca telaşlı bir kadın sesinin:

- Doktor siz misiniz? diye bağırdığını duydum.


Rahat bir nefes aldım. Acele olarak bir hastaya çağrıldığımı anlamıştım. Doktorun ben olduğunu söyleyince, ahizenin diğer ucunda derin bir sessizlik oldu. O vakit beni çağıran kadının, müşterilerimden veya müşterilerimden birinin dostu olmadığını hissettim.


Kadın bana, çocuğuna ariz olan hali tasvir edince çocuk felcinin yeni bir kurbanıyla karşı karşıya olduğumu anladım. Kadının adresini aldıktan sonra hastaneye telefon ettim. Çocuğumun halinde bir değişiklik yoktu.


Uyuyan şehrin tenha sokaklarından geçerek o adrese doğru yol alırken kendimi büsbütün yalnız hissediyordum. Verilen adrese yaklaştıkça, evlerin seyrekleştiğini görüyordum. Biraz sonra otomobili durdurttum. Elinde bir fener olan bir kadın derhal bana doğru koştu ve eteklerime sarılarak:

- Çabuk doktor, çabuk! diye inledi.

Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne baktım. Kadının genç mi yoksa ihtiyar mi olduğu belli değildi. Tek odalı eve girince irkildim. Mesleğim dolayısıyla birçok eve girdiğim halde, bu derece perişanlık görmemiştim. Kadının elindeki fenerin hafifçe aydınlattığı odanın bir ucunda iskelet kadar zayıf üç çocuk, üstü bos bir masanın etrafında oturuyorlardı. Odanın geri kalan kısmi karanlık içindeydi. Yalnız gözlerim, bir kösede duran yatakta, kirli bir yorganın altında inleyen bir çocuğu seçebildi.


Takriben beş yaşlarında olan çocuk, pek zayıf ve bakımsız görünüyordu. Muayeneyi bitirince, korkunç hakikati kavradım. Kadına beni beklemesini işaret ettikten sonra evden çıktım. Civardaki dükkanların birinden hastaneye telefon ederek derhal bir cankurtaran gönderilmesini istedim.


Kulübeye dönünce diğer çocukları da muayene ettim. Onlar da son derece zayıf olmakla birlikte, çocuk felcine henüz yakalanmamışlardı. Derken hasta çocuk ağlamaya başladı. Annesi kolumu yakaladı. Kadına hakikati söylemek lüzumunu hissettim.


— Çocuğunuz çok hasta, fakat elimizden geleni yapacağız, dedim.


Anne, çocuğunun saçlarını okşadıktan sonra bana dönerek:

- Dua edelim, dedi.

Senelerden beri doktorluk yaptığım halde, bana dua etmemi teklif eden bir müşteriye rastlamamıştım. Bu kadının benim bilmediğim bir bilgiye sahip olduğunu hissedip teklifini kabul ettim. Çocuklar ve annesiyle birlikte ben de yere diz çökerek duaya başladım. Kadının vecd halinde tatlı bir sesle söylediği dualar, kalbime saplanıyordu.



Bir aralık hastanenin soğuk koridorları, doktorun ciddi yüzü ve çocuğumun hayali gözlerimin önünde canlandı. Hastaneden çok uzakta olmama rağmen, adeta çocuğumun başucunda durduğumu hissediyordum. Derken kalbim duracak gibi oldu. Hayalimde, çocuğumun başını kaldırarak bana gülümsediğini görmüştüm. Bütün kuvvetimi toplayarak bu hayalleri silkip atmaya çalıştım. Yanımda dua eden kadın ve çocuklarına baktım. Birdenbire onların derin imanı bana tesir etmiş olacak ki, yüksek sesle:



- Allah’ım, sen bu duaları kabul et, diye yalvardım.


Duası bittikten sonra kadın doğrularak, çocuğunun başucuna gitti. Hasta, sakin bir şekilde uyuyordu. Bunun üzerine annesi bana dönerek "gördünüz mü? Allah duamızı kabul etti" dedi,

Söyleyecek söz bulamadım. Çocuk cankurtarana nakledilirken uyanmadı. Geçen yarim saat içinde, nefes alması ve nabzı normal hale girmişti. Kulübeden ayrılırken para çantamı, annenin avucuna sıkıştırdım. "Yarin gece gelirim " dedim.


Otomobilime doğru yürürken basımı kaldırıp göğe baktım. Sabah oluyordu. Hastaneye yaklaşırken hiç korkmuyordum. İçimden bir ses oğlumun bana bakarak gülümseyeceğini fısıldıyordu.


Derleyen: Dr. Emin Manisalı

NOT: Bu yazı, yasanmış bir hadisenin kahramanının kendi ağzından ifadesidir.

Herbiri birbirinden etkileyiciydi teşekkürler...

İlginize ben teşekkür ederim.


Herbiri birbirinden etkileyiciydi teşekkürler...


Herbiri birbirinden etkileyiciydi teşekkürler...

gerçekten hoştu hepside ..teşekkürLer firdevs..yine de ateş düştüğü yeri yakıyor.yaşamayan ßiLmiyor.

Rica ederim...İlginize ben teşekkür ederim.

Engelli Kardeşlerimiz için dualarımızı eksik etmeyelim...


Engelliler Köşesi

MollaCami.Com