Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Musibetlere Karşı Rabbani Tavır

Allahü Teala insanı yaratmış, onu dünyaya göndermiş ve her insana dünyanın meşakkatinden bir pay ayırmıştır. Her insanın, doğumu ile başlayan, ölümü ile biten şu fani hayatta kendisine Allahü Teala tarafından takdir edilmiş bela, musibet ve sıkıntılarla yüz yüze gelmesi kaçınılmazdır. Bu Allahü Teala’nın kendisinde büyük hikmetleri olan bir sünnetidir.

“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” (Bakara Suresi: 2/155)

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya Suresi: 21/35)

Sıkıntı ve meşakkatler çeşit çeşittir. Kimi zaman fakirlik, kimi zaman da zenginlik kul için bir imtihan vesilesidir. Kimi zaman bu vesile kişiye isabet eden bir hastalık olabileceği gibi kimi zaman bedenen zorluklarla yüz yüze kalmak ya da azgın otoriter güçler tarafından zulüm, işkence ve esaret olabilir. Ancak imtihan vesileleri her ne çeşit olursa olsun yukarıda da belirttiğimiz gibi gerek mü’min gerekse kâfir her kul dünyada kendisine takdir edilmiş nasibi ile mutlaka yüz yüze gelecek, Allahü Teala’ya ancak bu nasibi ile nasiplendikten sonra kavuşacaktır.

Kul kendisini Allah’ın indirdiklerine teslim etmekle başlayan İslami yaşantısında daha İslam kapısından girer girmez bela ve sıkıntılar vesilesiyle bir takım imtihanlarla yüz yüze gelecektir. Gün olacak Allah’ın dinini tercih etmesi sebebiyle en yakınları tarafından terk edilecek, sözlü ya da fiili baskıya maruz kalacak, gün olacak içinde yaşadığı toplumun baskısını sırtında hissedecek ve yine gün olacak zalim totaliter rejimlerin güç ve kuvvet gösterileri ile baş başa kalacaktır. Ancak mü’min kul bilmelidir ki; bu, Allahü Teala’nın geçmişten günümüze kadar gelen bir sünnetinden başka bir şey değildir. Kendisinden önce yaşamış bu yolun kutlu davetçileri de birçok sıkıntı ve meşakkate maruz kalmıştır. Hz. İbrahim (a.s) ateşe atılarak ve yine İsmail’ini kurban etme emrine muhatap kalarak, Hz. İsmail ise kurban edilmek için şakağı üzerine yere yatırılarak meşakkatlerle yüz yüze gelmiş ve buna paralel olarak da bir imtihana tabii tutulmuşlardır. Aynı şekilde Yunus balığın karnına düşmüş, hastalık Eyyub’un belini bükmüş, Yusuf kuyuya atılmış, az bir ücret karşılığı köle olarak satılmış, oradan uzun yıllar zindanları kendine medrese edinmiş, Yakup, Yusuf’undan ve daha sonra da diğer oğlundan ayrı kalmıştır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen son resul Hz. Muhammed (s.a.v) ise 23 yıllık peygamberliği süresince olmadık sıkıntı ve meşakkatlerle karşılaşmıştır.

O halde iman eden fertte İslami yaşantısının tümünde çeşitli imtihanlara tabii tutulacak ancak bu imtihanları başarı ile geçtikten sonra ehli iman olarak rabbinin mükâfatlarına kavuşmaya hak kazanacaktır. Zira davet yolunda ilk adım nasıl La İlahe İllallah diyerek müslüman olmak ise bu yolun ikinci adımı da bela ve sıkıntıların ateşinden iman ehli olarak sıyrılabilmektir. Son adım olan, müslüman olarak ölebilme aşaması ise ancak bu yoğun ateşin içinde iyice yoğrulduktan, tüm bu imtihanları başarı ile geçtikten sonra mümkün olabilecektir. Aynı şekilde iman eden bir ferdin dünyada insanlara imam/önder olması ve rabbinin davetini hakiki şekliyle icra edebilmesi fitne ateşinde iyice piştikten ve başına gelen musibetlere karşı rabbani bir tavır sergiledikten sonra mümkün olacaktır. Nitekim Allahü Teala, dostu İbrahim’i de denemiş ancak bu denemeden sonra onu insanlara imam kılmıştır.

“Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, -Ben seni bütün insanlara imam yapacağım.- buyurdu. İbrahim, -zürriyetimden de yap!- dedi. Rabbi ona -zalimler benim ahdime nail olamaz!- buyurdu.” (Bakara Suresi: 2/124)

Yani İbrahim (a.s) Allahü Teala tarafından bizzat imtihana tabii tutulmuş ancak bu imtihanı başarı ile geçtikten sonra Allahü Teala’nın “Ben seni bütün insanlara imam yapacağım” vaadi ile müjdelenebilmiştir.

Yine bilinmelidir ki, fert İslami yaşantısında Allah’a yaklaştıkça, Allah ile olan bağını artırdıkça bela ve meşakkatlerin ateşi kendisine daha çok yöneltilecektir. Zira Allah’a hakkıyla teslim olan bir fert için başa gelen her nevi sıkıntı ve meşakkat ancak imanının artmasına, kalbinin kuvvetlenmesine, tevekkülünün güçlenmesine ve bir adım daha Allah’a yakınlaşmasına vesile olacaktır. Bazen de imtihan ve fitne ateşinin alevlenmesi büyük veya küçük günahların silinmesine bir vesile olacaktır. Ve aynı şekilde başa gelen sıkıntı ve musibetler kulun ahirette makamının yükselmesine, Allah’ın en sevdiği kullarından olmasına vesile olacaktır. Allahü Teala tarafından kulların yüz yüze geldikleri bu musibetlerin en şiddetlisinin özellikle Allah’ın dostlarına isabet edeceği Rasulullah (s.a.v)’in hadislerinde de belirtilmektedir:

Sa'd b. Ebi Vakkâs şöyle der:
"Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlardan hangilerinin imtihanı daha şiddetlidir?" dedim.
Şöyle buyurdu:

"Peygamberler, sonra salihler, sonra üstünlük sırasına göre devam eder. Kişi, dini ölçüsünce imtihana tabi tutulur. Dininde sağlamlık varsa musibeti artırılır. Dininde zayıflık varsa musibeti hafifletilir. Mümin, yeryüzünde hiçbir günahı olmadan yürüyene kadar musibete uğramaya devam eder." (Buhari)

Yine bir başka hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır:

"Allah kimin hayrını dilerse ona musibet verir." (Buhari)
Bela ve musibetlere uğratılmanın bir diğer ve en önemli sebeplerinden bir tanesi de bu tip sıkıntıların safları ayrıştırması, mü’minlerin birlikteliğini berraklaştırmasıdır. Kulların maruz kaldıkları imtihanlar vesilesi ile Allah’a hakkıyla iman edenler ile maddi ve manevi değerler adına iman etmiş görüntüsü verenler birbirilerinden ayrılacaktır. Bu öteden beri gelen asıl bir kaidedir. Nitekim Allahü Teala kitabında şöyle buyurmaktadır:

“Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece -İman ettik- demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut Suresi: 29/1-3)

“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizi mi sandınız?” (Ali İmran Suresi: 3/142)

Mealini verdiğimiz ayetlerde de görüleceği üzere iman etme davası güden her kul bu davasının doğruluğunu ispatlayabilme adına farklı şekillerde imtihana tabii tutulacaktır. Bu imtihan neticesinde ise kimlerin hakkıyla Allah’a iman ettikleri, dilleri ile söylediklerini kalpleri ile tasdik ettikleri, kimlerin ise sadece dille iman iddiasında bulunan yalancılardan oldukları, en açık hali ile ortaya çıkacak ve böylece mü’minlerin safı, yalancılardan, münafıklardan temizlenecek ve arınacaktır. Nitekim bir başka ayeti kerime de ise şöyle buyrulmaktadır:

“İnsanlardan kimi vardır ki, -Allah'a inandık- der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Hâlbuki Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka, -Doğrusu biz de sizinle beraberdik derler. Acaba Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir? Allah, elbette (O'na gönülden) iman edenleri de ortaya çıkaracak ve yine elbette münafıkları da ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut Suresi: 29/10-11)

Burada hatırlatılması gereken elzem nokta ise şudur ki; mü’min kulların yüz yüze kaldığı tüm bu meşakkatler asla ve asla Allahü Teala’nın kullarına reva gördüğü bir zulmü değil bilakis yukarıda zikrettiğimiz ya da zikretmediğimiz, bildiğimiz ya da aslına vakıf olamadığımız daha nice hikmetleri bulunan bir hadisedir. Zira;
“Allah kullarına asla zulmedici değildir.” (Ali İmran Suresi: 3/182)

Bilinmelidir ki, musibetlere maruz kalmanın tek sebebi imtihan edilmek değildir. Bilakis maruz kalınan tüm bu sıkıntılar Allah tarafından verilen bir cezanın karşılığı da olabilir. Zira Allah’a isyan etmek, haddi aşmak, Allah’ın sınırlarını çiğnemek, zulüm ve küfür de ileri gitmekte insanoğlunun bir takım sıkıntılara maruz kalmasının ve bu şekilde daha dünyada iken cezalandırılmaya başlamasının bir vesilesidir. Malum olduğu üzere helak edilen kavimlerin bu helak sıkıntısı ile baş başa kalmalarının en büyük sebebi Allah’ın rasullerini yalanlamaları, Allah’a isyan ederek haddi aşmalarıdır. Bakınız bu noktada da Allahü Teala şöyle buyurmaktadır:

“İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara -sefil maymunlar olun!- dedik. Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.” (Bakara Suresi: 2/65-66)

“İçlerinden bir kısım zalimler, sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Zulmü alışkanlık haline getirdikleri için biz de üzerlerine gökten azap yağdırdık.” (Araf suresi: 7/162)

İman eden her ferdin mutlak surette, bu imanının sahihliğinin ortaya çıkması adına bir imtihana tabii tutulacağı kesin olduğuna göre ilk adımda üzerinde durulması gereken esas ise tüm bu sıkıntı ve musibetlere maruz kalmadan önce gerekli hazırlığın yapılması esasıdır. Kişi her zaman için bir imtihana tabii tutulacağını asla aklından çıkarmamalıdır. Bunun için iman eden bir fert belalarla, sıkıntı ve meşakkatlerle yüz yüze gelmeden önce hazırlığını yapmalıdır. Bu ise öncelikle kalbin gerekli şekilde hazırlanması ile mümkün olacaktır. Zira gerek rıza, gerek tevekkül, gerek nankörlük gerekse sabır ya da isyan gibi amellerin tamamı kalbin fiillerindendir. Kalbin başa gelebilecek hallere karşı uygun bir vaziyet alması ancak bu hallerle karşılaşmadan önce gerekli eğitimin yapılması ile mümkün olacaktır. Bakınız Rasulullah (s.a.v) vücudumuzda bulunan bu et parçası hakkında şöyle buyurmaktadır:

“…Haberiniz olsun! Vücudda bir et parçası vardır ki, eğer o sağlıklı olursa, vücudun tamamı sağlıklı olur. Eğer o bozulursa vücudun tamamı bozulur. Haberiniz olsun! Bu et parçası kalptir.” (Buhari, Müslim)

O halde yapılması gereken ilk iş yukarıda da değindiğimiz gibi bu et parçasını sağlıklı tutmak, hastalanmaması için gerekli önlemleri almaktır. Zira bu et parçası yani kalp, hastalandığı zaman bütün vücut dengesini kaybedecektir. Bu ise kişinin ayağının her an kaymasına, en ufak bir sıkıntı ya da musibet halinde yoldan çıkmasına vesile olacaktır.

Kalplerin hazırlığı ise ancak Allah’ın zikri ile mümkündür. Nitekim Allahü Teala şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, iman etmiş ve kalpleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalpler Allah'ın zikri ile yatışır.” (Rad Suresi: 13/28)

O halde kalp, gerçek rızkı ile yani Allah’ın zikri ile devamlı beslenmelidir. Kişi devamlı surette vahiy ile iç içe olmalı, Allah’ın ayetlerini düşünmeli, cennet ve cehennem ile ilgili ayetler üzerinde durarak bunları kalben hissetmeye çalışmalıdır. Aynı şekilde rasullerin kıssalarını okuyarak onların yüz yüze geldiği sıkıntı ve meşakkatleri düşünmeli ve bu sıkıntılara karşı nasıl bir tavır takındıklarını idrak etmelidir. Elbette ki kalbin hazırlığı bununla sınırlı değildir. Ancak burada kısaca belirtmek istediğimiz en önemli husus müslümanların ilk adımda kalben bir eğitime başlamaları gerekliliği ve bunun da ancak Allah’ın zikri ile mümkün olabileceği esasıdır.

Yine aynı şekilde iman eden bir fert yukarıda belirttiğimiz üzere Allah’ın dininde haddi aşmanın, haram ve helal sınırlarını gözetmemenin Allah tarafından daha dünyada iken farklı şekillerde cezalandırılacağını bilmeli ve kendi eliyle yaptığı suçlar yüzünden sıkıntı ve meşakkatlere maruz kalmamaya özen göstermelidir.

Bu noktada iman eden bir kimseye düşen diğer vazife ise ne tür bir sıkıntı ve bela ile imtihana tabii tutulursa tutulsun tüm bunları gönül rızası ile karşılamalı, başına gelen musibetlerden ibret alarak kendine bir pay ayırmalıdır. Bazı imtihanlar vardır ki, kişi bunlara karşı mecburi bir sabır göstermek zorundadır. Bu tip sıkıntı ve meşakkatler karşısında gösterilecek olan mecburi sabrın Allah katında elbette fazlaca bir önemi olmayacaktır. Asıl övgüye layık olan tavır ise mecburi bir sabırdan ziyade sıkıntı ve meşakkatleri gönül rızası ile karşılamak, tüm bu başa gelen meşakkatlerin Allah’ın dilemesi ile olduğunu düşünerek kalben rıza göstermektir.

“Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: -Biz Allah içiniz ve sonunda O'na döneceğiz.- derler.” (Bakara Suresi: 2/156)

Allahü Teala bizleri kendisine hakkıyla iman eden ve her türlü bela ve musibetlere karşı sabreden kullarından eylesin. (Âmin)

Amin kardeşim.Emeğine sağlık şimdi bir kez daha arkama baktım ve düşündüm başıma gelen müsıbetleri,Mevlam herşeyin hayırlısını versin...

karşılaştığımız musibet ile imtihan olunuyorsak sabredip halimize şükretmeyi bilmeliyiz, eğer karşılaştığımız musibet haddimizi aştığımızdan başımıza gelmişse öyleyse tevbe edip af dilemeliyiz.. ancak bunun ayrımını yapamayacak olma ihtimalimizden dolayı her halimizde sabreden şükreden ve tevbe eden kimselerden olmalıyız.. eğer nimete şükredenlerden olursak hayra kavuşuruz, başımıza gelen musibetlere sabredersek yine hayra kavuşuruz.

teşekkürler...emeğine sağlık..

rica ederim, ilginiz için ben teşekkür ederim.


karşılaştığımız musibet ile imtihan olunuyorsak sabredip halimize şükretmeyi bilmeliyiz, eğer karşılaştığımız musibet haddimizi aştığımızdan başımıza gelmişse öyleyse tevbe edip af dilemeliyiz.. ancak bunun ayrımını yapamayacak olma ihtimalimizden dolayı her halimizde sabreden şükreden ve tevbe eden kimselerden olmalıyız.. eğer nimete şükredenlerden olursak hayra kavuşuruz, başımıza gelen musibetlere sabredersek yine hayra kavuşuruz.



Hayatın İçinden İslam

MollaCami.Com