Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Kutlu Misafir

Artık altmışına merdiven dayamış olan Zuhal Hanım’ın gözyaşları evinin salonunda upuzun yatmakta olan Yusuf’unun kefenle sarılı vücuduna damlıyordu. Tabuta sarılacak olan bayrak ise hemen yan taraftaydı. Gözyaşlarının buğusunu sıyırarak bir an geçmişe döndü.

Yaklaşık yirmi yıl önceydi. Birgün eşi Şevket Bey’in: "Haydi hazırlanın Abdulvahab hazretlerinin türbesini ziyaret edeceğiz" demesiyle eve bir sevinç halesi yayılmıştı.

Herkesin mutluluğunun sebebi farklıydı. En büyüğü yirmi yaşında olan dört kızları vardı. Kızlar, babalarının bu teklifinin, çok güzel geçecek bir pazar pikniği anlamına geldiğini biliyorlardı. Zuhal Hanım ise yıllardan beri sahip olamadığı erkek evlâdına kavuşmak için Abdulvahab hazretlerini vesile ederek dua edecekti.

Abdulvahab hazretlerinin türbesi Bursa’nın İznik ilçesinde, ilçeyi tam tepeden gören bir yerdeydi. Her beldenin tapu senedi olan evliyalar vardır. Abdulvahab hazretleri de, İznik’in "Müslüman Türk’e aittir" damgalı tapu senediydi âdeta. Hakkında pek çok rivayet vardı. Tarihî kayıtlardaki bilgiler, İznik’in fethinde sancaktarlık yaptığı, elindeki sancağı şu anda medfun bulunduğu tepeye dikerek fethe son noktayı koyduğu ve orada şehit olduğu yönündeydi.

İşte Şevket Bey, üzerine titrediği eşi ve dört kızını oraya götürecekti. Kendileri, İznik’e yirmi üç km mesafede bulunan Yenişehir ilçesinde yaşıyorlardı.

Gerekli hazırlıklar yapıldı. Piknik için lâzım olan şeyler arabanın bagajına yerleştirildi. Yarım saat sonra Abdulvahab hazretlerinin türbesine ulaştılar.

Önceki gidişlerinde yaptıkları gibi türbenin bitişiğindeki küçük mescidde iki rekat namaz kıldılar. Birlikte dua ettiler. Herkesin kendince dileği vardı ama Zühal Hanım’ın dileği yıllardır hep aynıydı. Bir erkek evlât sahibi olmak.

"Rabbim" diyordu. "Senden mübarek kulun Abdulvahab hazretlerini vesile ederek bir erkek evlât istiyorum. Benim bir erkek evlâdım olur mu bundan sonra bilemem, ama sen istersen her şey olur. Hayatımın son baharında, benim yuvamda bir çiçek daha açtır."

Şevket Bey’in dilekleri de bu yöndeydi mutlaka. Birlikte uzun uzun dua ettiler.

Mescidden dışarıya çıktıklarında, kızları, İznik’i ve İznik gölünü en güzel gören yere kilimleri yaymışlar, yiyecek ve içecekleri yerleştirmişlerdi.

Başka aileler de vardı bulundukları yerde. Abdulvahab hazretlerinin manevî atmosferinden olsa gerek, diğer piknik yerlerinde işitilen gürültü, müzik, kendinden geçercesine bağırıp çağırmalar burada olmuyordu. Hemen hemen her aile önce mescidde namaz kılıyor, sonra da huzurlu bir şekilde piknik yapıyordu. Şevket Bey ve ailesi de buranın bu sessiz ve huzurlu yönünü seviyorlardı.

Zühal hanım tam dalmış İznik’i seyrediyordu ki, bir ağacın arkasından, kendisine bakıp bakıp saklanan ve gülümseyen bir erkek çocuk gördü. Pikniğe gelen ailelerden birinin çocuğu olmalı diye düşündü. Çocuğun gülümsemesine, kendisi de gülümseyerek karşılık verip tekrar manzarayı seyretmeye koyuldu. Fakat çocuk oyununa devam ediyordu. Saklandığı ağacın arkasından başını uzatıyor, ağacın etrafında bir tur atıp tekrar saklanıyordu.

Bembeyaz giyimli yaklaşık on yaşlarındaki bu çocuk, Zühal hanımın yüreğini titretmişti. "Keşke" dedi içinden "Benim de böyle bir çocuğum olsa ."

En büyük kızı Necmiye’nin sesiyle hayallerinden sıyrıldı. Necmiye ona, çayını soğutmadan içmesini söylüyordu. Zuhal Hanım yerdeki kilimde yarı boşalmış çayları görünce, uzun zaman dalmış olduğunu anladı. "Şeker atmış mıydın çayıma?" dedi, "Attım anne" diye karşılık verdi Necmiye; "Hattâ karıştırdım bile."

Zühal Hanım soğumuş olan çayı içerken, gözleri yine biraz önceki çocuğu aradı. Etrafa baktı fakat onu göremedi .

Bu sırada Şevket Bey "Benimle çamlığı gezmeye gelen var mı?"diyerek ayağa kalktı. Bu davete dört kız da, "Biz geliyoruz!" diyerek cevap verdiler. Aslında Şevket Bey bu davranışıyla, Zühal Hanım’ı biraz yalnız bırakmak istemişti. Daha önceki gelişlerinden biliyordu. Zühal Hanım burada biraz hüzünlü ve dalgın oluyordu.

Dört kız, babalarıyla çamlığa doğru giderken, Zühal Hanım, biraz önce gördüğü, ağaçların ardından gülümseyen çocuğu aradı gözleriyle. Çocuk yoktu, "Gittiler her hâlde" dedi içinden. "Ne güzel çocuktu o, keşke benim de aynı öyle bir çocuğum olsa..."

Şevket Bey kızlarıyla beraber çamlık gezmesinden döndüğünde vakit epey ilerlemişti. Dönüş saati
yaklaşmıştı. Kızlar çamlık gezisi sırasında topladıkları kozalakları birbirlerine atarak oyun oynuyorlardı. Babalarının "Haydi hazırlanalım" sesiyle eşyaları topladılar. Sabahleyin yaptıkları gibi, herkes bir parça eşya alıp arabanın bagajına yerleştirdi.

Bu piknikten yaklaşık bir iki ay sonra gitmiş oldukları doktor, Zühal Hanım’a hamile olduğunu söyledi. Özellikle Şevket Bey ve Zuhal Hanım, bu haberle kendilerinden geçtiler. Kızlarının pek tepki göstermeyişi yaşlarının gereği utanmalarındandı. En büyüğü yirmi, en küçüğü sekiz yaşında olan kızlar, bu yaşta annelerinin tekrar hamile olmasından utanmışlardı. Fakat yine de sevinçliydiler. Bir kardeşleri olacaktı, hele erkek olursa ailenin mutluluğu tamamlanacaktı.

Zühal Hanım her ne kadar Şevket Beyin "Kız erkek fark etmez" demesine karşılık "Erkek olacak, aynı piknikte gördüğüm çocuk gibi olacak." diyordu.

Beklenen gün geldi. Yıllardır hayal ettikleri erkek evlatlarına "Yusuf" larına kavuştular.

Zühal Hanım yine bir Pazar günü piknik için oğlu Yusuf’a en güzel elbiselerini giydiriyordu. Geçmişteki özlem dolu günler aklına geldi. Bu özlemle sarıldı artık on yaşına basmış olan Yusuf’una. Binlerce şükretti Rabbine.

Kızlarından üçü evlenmişti. Evladının yaşında torunları vardı artık. Yine de "Torun evlâdın yerini tutmuyor, hele Yusuf’umun yerini hiçbiri tutmuyor" diyordu. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra yine Abdulvahab hazretlerinin yolunu tuttular. Orası çoğu ailenin olduğu gibi Zühal Hanım ve ailesinin de özel mekanıydı; sessiz, sakin ve huzurlu. Yine ikişer rekat namaz kıldılar. Dua ettiler, şükrettiler. Bu sefer namazda, on yıl önceki dualarının meyvesi de vardı. Yusuf’ları da namaz kılıyordu yanlarında.

Namazdan sonra birlikte dışarı çıktıklarında bir şey dikkatini çekti Zühal Hanım’ın. Yusuf’unun yüzüne bir kez daha baktı... bir kez daha... bir kez daha... İnanamıyordu. Yıllar önce ağaçların ardından gülümseyen çocuk Yusuf’un ta kendisiydi. "Rabbim! Bana da aynı böyle bir çocuk ver." deyip de Rabbinin aynen kabul ettiği dua, şimdi karşısında duruyordu. Üzerindeki beyaz elbiseye kadar.

Bu olayın üstünden de on yıl geçti. Yusuf askere gitti. Her Türk genci gibi. Fakat o herkese nasip olmayacak bir şeye daha kavuştu askerde.

Dekor tamamlanmıştı. Yusuf şimdi, sadece yirmi yıl misafir olduğu evlerinin salonunda upuzun yatıyordu. Üzerinde, piknikte giydiği gibi beyaz bir elbise, hemen yanında Abdulvahab hazretlerinin tepeye diktiği sancağı hatırlatan bir bayrak vardı. Zuhal Hanım ise yirmi yıllık misafirinin gidişine gözyaşı döküyordu.



Ahmet ÖZDEMİR

teşekkürler...emeğine sağlık..

teşekkürler emeğine sağlık....

ben tşk ederim...


Hikayeler

MollaCami.Com