Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Havf Ve Reca ((Korku Ve Ümit)) Arasında Olmak..?

Havf:, “korku, korkutmak”, reca ise “emel, ümit, yalvarmak, dilek.” demektir. Sakin su, dalgalı deniz kadar güzel olamıyor. Rüzgârın esmesiyle sağa sola salınan dallar, sakin ağaçlardan daha hoş bir manzara sergiliyorlar. Rüzgârı göremiyoruz, eğer görebilseydik, onu da dalgalı bir deniz gibi seyredebilecektik.

Dalların âhenkli salınışları, rüzgârın o dalga dalga esişinin neticesi. İşte insan ruhu o dalgalı deniz, o salınan ağaç gibi. Melekler ise, sakin su, hareketsiz bitkiler gibi. İnsan ruhu imtihan rüzgârına mâruz. Ve insan kalbinde kararsızlık, değişkenlik hâkim.

İşte insan ruhundaki bu aralıksız değişme, bu fasılasız dalgalanma ona apayrı bir güzellik kazandırır. Onu meleklerin üstünde bir konuma çıkarır. O kalpte zıt renklerden tek bir kumaş dokunur. Celâl ve cemâl tecellileri o kalbi birlikte kemâle erdirirler. Kahır ve lütuf onda rıza olarak birleşirler.

İşte bu zıt tecelliler kalpte iki ayrı neticeyi birlikte doğurur: Havf ve reca.

Havf, tatlı bir korku: Allah’ın celâl, kibriya ve azameti karşısında haşyet duyma... Reca ise zevkli bir ümit: Onun lütuf, ihsan ve kereminden daima ümitvâr olma...

Dünya imtihanını kazanan insanlar, Allah’ın bütün sıfatlarına, fiillerine ve isimlerine birlikte inanırlar. Celâlî isimler, onların kalplerinde korku ve haşyet doğururken, cemâlî isimler gönüllerini ümitle, sürurla, sefayla doldurur...

Onlar, emir ve yasaklar denilen ikili bir imtihana tâbi tutulurlar. Karşılarına helâller ve haramlar çıkar, doğru ve yanlış arasında çoğu kez sıkışıp kalırlar. Hayırları işlemek amel-i salih, şerlerden kaçmak ise takvadır. Amel-i salih işlendikçe reca kapısı, takvada ilerlendikçe havf kapısı açılır. Her iki kapıdan da aynı neticeye erilir: Cennet.

Mü’min, hem ümit ve hem de korku içinde olmalıdır. Zira Allah hem Gaffar’dır, hem de Kahhar. Bağışlaması da vardır, kahrı ve perişan etmesi de.

Bize havf ve reca dersi veren bir hilkat tablosu:

Arzın merkezinde, magma bir ocak gibi durmadan yanıyor. Üstte güneş, alevlerini kilometrelerce öteye fırlatıyor. Ve nihayet, insanlar ve hayvanlar, denizler ve ormanlar varlıklarını bu iki ateş arasında devam ettiriyorlar.

İnsanın manevî terakkisi de iki ateş arasında sürüyor: Nefis ve Şeytan. Bu tablo karşısında insan şöyle düşünmeli: Madem ki bedenim, güneş ve magma arasında hayatını devam ettiriyor; ruhum, nefis ve şeytana rağmen hâlâ mü’min. O halde, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek için hiçbir sebep yok. Ve madem ki, bu iki ateşten de bir an olsun başım sakin olamıyor, öyleyse azaptan emin olmam da akıl kârı değil...

Havf da reca da mü’minin sıfatlarıdır. Bundandır ki, hangisi ruhtan çekilse, küfür tehlikesi belirir. Havf etmeyen insan, isyan yolunu tutar, bu yolun sonunun ise küfre çıkma tehlikesi vardır. Recanın azalması da ümitsizliğe yol açar. Bu da sonu küfre çıkabilecek bir başka yoldur.

Kur’an-ı Kerim’de bir kısım âyetler, mü’mini Cennetle müjdelerken, bir kısmı da âsileri Cehennemle tehdit ediyor. Kalbin bir atıp bir sessiz kalması gibi, insanı bir havfa bir recaya sevk etmekle hoş bir âhenk meydana getiriyorlar.

Fatiha Kur’an-ı Kerim’in fihristesi, hülâsasıdır. Onda da havf ve reca dersi birlikte veriliyor.

“Hamd”de medih ve sena hâkim.
“Mâliki yevmiddin”, havf dersi verir.
“İbadet” recaya, “istiane” havfa işaret ederler.
“Sırat-ı müstakime hidayet talebi” recadır.
“Mağdup ve dallinden olma korkusu” havftır.

Fatiha’yı okuyan bir mü’minin ruhu, o hissetmese de, havf ve reca dalgaları arasında seyran eder.


Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

paylaşım için teşekkürler..

Havf Ve Reca Arası


Havf ve reca, yani korku ve ümidin bir mü’minin hayatında büyük yeri vardır. O bir yandan günahları, kusur ve yanlışları ve Ona hakkıyla kullukta bulunamaması sebebiyle Allah’tan korkacak, bir yandan da Onun sonsuz afv, mağfiret, ihsan ve bağışını ümit edecektir.
Büyüklerin hayatında bu iki duygunun zirvelerde olduğunu görüyoruz. Onlar onca ibadet, takva ve güzel hasletlerine rağmen alabildiğine Allah’tan korkmakta, bir o kadar da Onun sonsuz rahmetine yaslanmaktadırlar. Bunun sayısız örnekleri vardır.
Daha hayattayken Cennetle müjdelenen Hz. Ömer’e bu yönüyle baktığımızda, bu iki duyguyu birbirini yok etmeyecek derecede canlılık içerisinde tuttuğunu görürüz. Birisi caminin kapısından bakıp, “Biriniz hariç hepiniz Cennete gireceksiniz’ dese, o ben olurum diye titrerim. Biriniz hariç hepiniz Cehenneme gireceksiniz’ dese, o zaman da, ‘Yine o ben olabilirim’ diye ümit içerisinde olurum’ der. Onun hayatı boyunca olduğu gibi ölüm esnasında yaşadığı şu duygular da bunun en güzel örneklerinden biridir.
Etrafındakilerin onun ağır durumunu görüp, “Eyvah, Ömer’i kaybediyoruz” diye feryad ettiklerinde o hep bu yüce duygular içerisindeydi. İçirdikleri üzüm şerbetini de, sütü de dışarı atmıştı. “Akşama varmaz ölür” diyorlardı. Herkesi bir ağlamadır tutmuştu.
Hz. Ömer ise hastalığını düşünmüyor, ölümden endişe etmiyordu. Onu düşündüren, başka şeylerdi: “Ölmekten korkmuyorum. Yüzüme bir kapı açılacak kabir kapısı. Orada kimbilir başıma neler gelecek? Birşeylerim olsaydı kapının arkasındaki o korkunç ve dehşetli durumdan kurtulmak için hepsini sarf ederdim. Mal sadaka için lâzım, hayır için lâzım.”
Hz. Ömer, hayattayken Cennetle müjdelenen on Sahâbîden birisiydi. Fakat bu müjde onu hiçbir zaman gevşekliğe atmamıştı.
Daimâ “Bir günah işlersem ne olur benim hâlim?” titizliğiyle hareket ediyordu. Bu sözler de aynı duyguların ifadesiydi.
Etrafındakiler onu tesellîye çalışıyorlardı.
İbni Abbas şöyle dedi: “Yâ Ömer, ben kesin olarak umuyor ve niyaz ediyorum ki, sen önüne açılacak kapının arkasındaki korkunç hallere uğramayacaksın.”
Daha sonra İbni Abbas şunları ilâve etti: “Biz seni tam ve gerçek mânâsıyla mü’minlerin halifesi ve büyüğü olarak bildik, tanıdık. Sen kararlarını Allah’ın kitabının hükümleri çerçevesinde verdin. Resûlullahın sünnetini ihyâ ettin. Adalete değeri nisbetinde kıymet verdin. Bilerek tek bir zulümde bulunmadın. Mal dağıtımında da kıl kadar olsun adaletten ayrılmadın.”
Bu sözler Hz. Ömer’i canlandırmıştı âdetâ. O ağır hastalığına rağmen yatağından doğruldu ve hayret içerisinde, “Sen benim böyle bir adam olduğuma Allah huzurunda da şâhitlikte bulunur musun?” diye sordu.
Hz. Ali hemen İbni Abbas’ın omuzuna dokunarak, “Evet, de, durma!” dedi.
O da, “Evet, bulunurum” cevabını verdi.
Hz. Ömer rahatlamıştı. Âdeta bütün hastalığını unutmuş, sevincinden ağlamaya başlamış ve ellerini semâya kaldırarak şu duâyı yapmıştı: “Ya Rab! Bu şahitliği kabul buyur!”

//Alıntıdır

Havf ((Korku)) Ayetleri :

وَمَنْ يَتَّقِ اللّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا

Talak/2…Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.

وَمَنْ يَتَّقِ اللّهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه يُسْرًا

Talak/4…Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

ذلِكَ اَمْرُ اللّهِ اَنْزَلَهُ اِلَيْكُمْ وَمَنْ يَتَّقِ اللّهَ يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيَِّاتِه وَيُعْظِمْ لَهُ اَجْرًا

Talak/5. İşte bu, Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını arttırır.

اَلَا تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَكَثُوا اَيْمَانَهُمْ وَهَمُّوا بِاِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُمْ بَدَؤُكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ اَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللّهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشَوْهُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ

Tevbe/13. (Ey müminler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber'i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

Bakara/74. (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

اَلَّذينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ايمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكيلُ

Al-i İmran/173. Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذينَ اِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ ايَاتُهُ زَادَتْهُمْ ايمَانًا وَعَلى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

Enfal/2. Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.

paylaşım için teşekkürler..emeğine sağlık

Rica ederim arkadaşlar,okuyan gözlerinize sağlık..


paylaşım için teşekkürler..emeğine sağlık

Korku ve ümit mümin için iki kanat gibidir...
Teşekkür ederiz kardeşim.


Rica ederim arkadaşlar,okuyan gözlerinize sağlık..


Hayatın İçinden İslam

MollaCami.Com