Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


carsambayi persembeye baglayan gece Rabiül-evvel.ve veladet kandili

RABIÜL -EVVEL VE VELADET KANDILI



Resûlullah Aleyhisselâtü Vesselâm'ın dünyayı şereflendirdiği Rebîülevvel ayına dâhil olduk çok şükür. İnsanlık şu gün Onun doğumu ile neler kazandığını enine boyuna tetkik etmeye, araştırmaya muhtaç. Bilhassa ümmetinin bu fikrî ameliyeye, Peygamberini tanımaya daha ziyâde ihtiyacı olduğu gün gibi âşikâr.
Doğduğunda, tüm hayatında ve daha sonra mahşerde Ümmetî Ümmetî diyen ve diyecek olan bir peygamber ALEYHISSELAM ümmetinin en büyük felâketi, bu dünyada gafletle Nefsî Nefsî demesi ve Onun sünnetinden uzak kalması değil midir?
Müslümanların diğer dinlerin mensuplarından farklı çok mühim bir özellikleri var: Müslümanlar iyiliğe, güzelliğe, hayra dâir ne varsa hepsini Resûlullahtan öğrenirler. Eğer bir Müslümanın Resûl-i Ekrem ile irtibatı kesilirse insanlıktan dahi çıkacak kadar manevî dünyası kararır. Çünkü Peygamberimiz hayatımızın her safhasını, sözgelimi evimizdeki mahrem bir hâlimizden bir ordunun veya devletin nasıl idare edileceğine kadar her şeyi sünnetiyle belirlemiş, gizli hiçbir şey bırakmamıştır. Cenâb-ı Hak da Kur´ân da Onun sünnetine uymayı kendine olan sevginin ölçüsü olarak bildirmiştir. (3/31)
Ümmetin helâki sünnetin terkiyle başladığı için, ümmetin fesâdı nebevî hayat tarzından uzaklaşmakla olduğu için değil midir , Şu ümmeti nasıl ümmetlikten çıkartabilirim? sorusunun acı meyveleridir hep nebevî hayat tarzına yapılan taarruzlar.
Bu tehlike kendisine bildirildiği içindir ki Resûl-i Ekrem Efendimiz meâlen şöyle buyurmadılar mı? Ümmetimin fesâda uğradığı zaman, kim benim sünnetime sımsıkı yapışır, ve bir sünnetimi ihya ederse kendisine yüz şehîd diger bir rivayete göre ikiyüz sehit ecri ve mükâfâti verilir.
Hudutsuz hamd olsun, öyle peygamber vârisleri ihsân etti ki, ümmet-i Muhammed mahvüperişan olmaktan kurtuldu. ve bizleri o varisi Rasül Rasülüllahin sünnetini ögretti.
Onlara karanlık bir mâzî, bize parlak bir istikbâl nasîb oldu...
İşte şimdi tâze bir ümîd ve şevk ile Resûlullah (asm)?ı karşılamak zamânı...

SÜNNETE SARILAN
ATEŞTEN KURTULUR
Sünnet-i seniyyenin cehenneme nasıl kalkan olduğunu şu menkıbe çok güzel anlatır:
Mâlik oğlu Enes (ra)den rivâyet edilmiştir: Bir kimse ona misafirliğe gitmişti. O misafir hikâye etmiştir ki: "Enes hazretleri yemekten sonra peşkirinin sararmış, solmuş, kirlenmiş olduğunu görür. Hizmetçi kıza: Şu kirli ve bulaşık peşkiri, bir an için olsun tandıra atıver! dedi. Anlayışlı kız hemen peşkiri ateşle dolu tandıra attı. Misâfirlerin hepsi de bu işe şaştılar, peşkirden dumanlar çıkacağını, yanıp kül olacağını bekliyorlardı. Bir müddet sonra hizmetçi kız, kirlerinden temizlenmiş, beyazlaşmış peşkiri tandırdan çıkardı. Orada bulunanlar: Ey aziz sahâbi! dediler. Bu peşkiri nasıl oldu da ateş yakmadı, üstelik bir de onu temizledi. Enes dedi ki: Hz. Mustafa bu peşkire çok defa alnını, ağzını sildi de ondan. Sonra misafirler o hizmetçi kıza: O peşkiri efendinin emri ile götürüp ateşe attın, haydi diyelim ki efendin sırları biliyordu, ya sen ey hanım kız, böyle değerli bir peşkiri, 'Bu nasıl olur?' demeden hemen götürüp ateşe attın? Hizmetçi kız dedi ki: Kerem sâhibi kişilere güvenirim, ?ın has kullarından çok şey ümit ederim. Peşkir de ne oluyor? Bana böyle; 'Atıl ateşe!' diyeydi, hiç düşünmeden kendimi atardım."
Mevlânâ Hazretleri Mesnevî?de menkıbeye şu nasîhati ilâve eder:
Ey ateşten ve azaptan korkan gönül, öyle bir el, öyle bir dudak sahibine yaklaş ki: O el ve ağız, peşkir gibi cansız bir şeye böyle bir yücelik, böyle bir şeref verirse, bir âşıkın rûhuna neler verir, ne feyizlerde bulunur? Kâbe?nin taşını, toprağını kıble yaptı. Ey can, sen de çalış, çabala, iyi işler yap da mana erlerinin ayağının toprağı ol!
Enes Bin Mâlik?in peşkirinden alacağımız daha çok dersler var...
Bizim Resûlullah (asm)?ın mübârek eline dokunma imkânımız yok bu dünyada. Ama O?nun manevî eli her asırda insanlığın beşte birine maddî manevî şifâ, kalplere sevgili, akıllara muallim, nefislere terbiye edici oldu.
Rebiülevveli mîlad yapıp O?nun o pâk ve muallâ eline yeniden uzanabilir, salâvat-ı şerifelere ağırlık vererek, Onun sünnetine daha ciddî yapışarak ın Habîbi?ne mahbûb bir fert olabiliriz.
Hem şimdi en çok O?na ve nûruna muhtâcız.
İhtiyâcımızı, ilâcımızı doğru tesbît edelim...
.


Rabiül-evvel ve veladet
Birilerinin peygamberin hayatı diye ortaya koyduğu modele baktığımız zaman, şöyle bir tablo ortaya çıkar; hiç gülmeyen, hep somurtan, insanlarla hiç şakalaşmayan bir peygamber.
İlk bakışta böyle bir kanaatin oluşması da normaldir. Zira öyle büyük bir şahsiyetin gülmesi, eğlenmesi, insanlarla şakalaşması, espri yapması mümkün mü diye düşünebilir kişi. Fakat O yüce peygamberin (as) hayatında latifeye bolca yer olduğunu rahatlıkla söylememiz mümkün.
Hz. Mevlana’ya ait bu konuda çok veciz bir sözden bahsedilir: “Bir insanın urucu/miracı ne kadar yüce ise, inişi de o nispette büyük olur.”
Yani bir insan manen ne kadar yüce ise madden yani insanlar arasına karışması o ölçüde yüce ve kuşatıcı olur. Sahip olduğu manevi makam ona rol yapma ihtiyacını hissettirmez. Rol yapma gereğini duymaz. İnsanlar bana gereğince hürmet ve saygı göstermezlerse ben ne yaparım diye bir derdi olmaz onun. Her anında rabbiyle olan, kulların ne düşüneceğiyle meşgul olur mu hiç?
Bu tip ucuz “şahsiyetler” ancak bulunduğu makamı ehli olmadığı için “rol keserek” işgal eden kimselerdir.
Aslında dostları da aynı peygamber gibi, yerinde ve zamanında bolca latife yaparlar.
Bilen bilir, yaşayan unutmaz. Ama onların latifesinde de “hikmet” vardır.
Bir çoklarımız gibi ben de merak ederdim acaba Hz. Peygamber şakalaşır mıydı diye?
Şunu öncelikle ifade edelim ki, Cenab-ı peygamber (as)’ın hayatında şakaya/latifeye bolca yer vardır.
Bu düşünceyi teyit babından Hz. Enes (ra) şöyle buyurur: “Resulüllah, çocuklarla şakalaşmada insanların en önde olanı idi.”
Hz. Peygamber (as) şaka/latife yaparken belli ölçülere riayet ederdi:
a– Şaka bile olsa sadece doğruyu söylerdi.
b– Şaka da olsa gereksiz yerde münakaşa etmezdi.
c– İnsanları korkutmazdı.
d– Alay ederek şakalaşmazdı.
Hz. Peygamber gibi O’nun engin müsamahasından olsa gerek, sahabe de şaka yapardı.
Bunun bir çok misalinden en dikkat çekenlerden bir de Hz. Nuayman (ra)’dır.
Bu sahabe Resulüllah ile bile şakalaşmıştı: Medine’ye iyi veya yeni bir şey geldiği zaman onu veresiye satın alır ve Resulüllah (as)’a hediye ederdi. Borcunu ödeme zamanı gelince ödeyemezdi. Alacaklıyı alıp Hz. Peygambere götürür ve “Ya Resulullah ben bir vakit sana bir şey hediye etmiştim ya, onun parasını bu adama öde” derdi. Resulullah da: “Sen onu bana hediye etmiştin ama” deyince şöyle derdi: “Bu güzel şeyi sana laik görmüştüm, ama param yok ne yapayım.”
Resulullah alacaklının parasını öderdi ama Nuayman’a hiç kızmazdı. Hatta bu sahabeyi ne zaman görse kendisini gülmekten alamazdı. Bu sahabenin bir sefer esnasında kendisini kızdıran sahabe “Süveybit”i kölem diye satması da onun meşhur şakalarındandır. (Bu hareket şaka da olsa yalan söylememek ölçüsüne ters düşse de bu sahabenin yapısı çok farklıdır.)
* Hz. Enes (ra)’dan: Bir adam Resulullah’a: “Ey ’ın resulü beni bir deveye bindir” deyince, Resulullah da ona: “Seni bir devenin yavrusuna bindireceğim” dedi.
Adam: ”Ey ’ın resulü ben deve yavrusunu ne yapayım (ona binilmez ki) deyince.”
Resulüllah (bütün develerin bir başka devenin yavrusu olduğunu kastederek): “Yoksa deveyi bir başka şey mi doğurdu?” buyurdu.

* Hz. Enes (ra)’dan gelen bir rivayette: Resulüllah (as) kendisine “Ya Zü’l Üzüneyn” yani “ey iki kulaklı” diye hitap ederek, kedisiyle şakalaşırdı.
*Ensar’dan mizahçı bir zat vardı. (Bir gün yanındakilerle şakalaşırken) Resulüllah elindeki çubuğu şaka yollu böğrüne dürttü. Bunun üzerine adam: “Ya Resulellah canımı acıttın, kısas istiyorum” dedi. Resulüllah bunun üzerine: “Haydi kısasını yap” buyurdu. Adam: “Sizin üzerinizde gömlek var, oysa benim üzerimde gömlek yoktu. Gömleğinizi çıkarın” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber gömleğini çıkarıp böğrünü açtı. Adam Resulüllah (as)’ı kucaklayıp böğrünü öpmeye başladı ve: “Ben bunu arzu etmiştim ey ’ın resulü” dedi.
Bu misalleri çoğalmak mümkün. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir insanın, beşer nevinin en yücesi bir zatın latife/şakasında da rahmet olduğu muhakkaktır.
Veladet/doğum kandili dolayısıyla, O yüce peygamberin dünya hayatımızda; “alemlere rahmet” vasfından, ahirette de “şefaat–i uzma/en kapsamlı şefaat” vasfından doya doya yararlanmamızı dua ve niyaz ederek bütün Müslümanlarin Rabiül-evvel ayini dolayisi ile idrak edecegimiz veladet kandilini tebrik ederiz.







Allah Ümmeti Muhammedin kurtulusuna vesile olur bir birimiz icin dua edelim simdiden kandilimiz mubarek olsun

dualarda buluşmak dileğiyle
paylaşım için teşekkürler


dualarda buluşmak dileğiyle
paylaşım için teşekkürler


Amiin...

Mübarek Veladet kandilimiz hayırlara vesile olsun inşaallah.


Mübarek Veladet kandilimiz hayırlara vesile olsun inşaallah.


aminnn...


Mübarek Veladet kandilimiz hayırlara vesile olsun inşaallah.

Amin amin :)

talep kardeşim
paylaşımın için teşekkürler
dualarda buluşmak dileğiyle. :)

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN FAZİLETİ VE VELADETİ

Kainat’ın yaratıldığı günden bu ana kadar tarih içerisindeki en müstesna ve en kıymetli zamanlardan biri de hiç şüphe yok ki Miladi 571 yılı, Rebî’ul-evvel ayının 12. pazartesi gecesidir. Zira bu gecede Kainâttaki en müstesna ve en kıymetli insan olan Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz dünyayı şereflendirmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fazilet ve değerini Cenab-ı Hakk bir çok ayet-i kerime ile beyan buyurmuştur.
Enbiya Suresi’nin 107. ayet-i kerimesinde : “(Resulüm) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” buyurulmaktadır. Bu ayet-i celile şu şekilde tefsir olunmuştur: “Ey Resulüm, başka bir sebep için değil ancak bütün alemlere ve bil-hassa akıl sahiplerine merhamet ettiğimiz için; başka bir halde değil ancak alemlere rahmet olarak sana risalet verdik. Risaletin, umuma bir rahmet-i ilahiye ve sen umumi bir rahmetsin ki bütün akıl sahiplerine kurtuluş yolunu sen göstereceksin. İki cihanda saadet sebebi olan dini sen tebliğ edeceksin ve bütün alem bundan istifade edecektir. Artık vay o bedbahtların haline ki bu rahmetten kaçınırlar ve bu nuru görmezler.” Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Ben ancak hediye olunmuş bir rahmetim.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yüksek şahsiyeti hakkında, Kalem Suresi 4. ayetinde “Ve sen elbette yüksek bir ahlak üzeresin” buyurulmaktadır. Hz. Aişe (r. Anha) Validemiz, kendisine Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz’in ahlakından sorulunca soran zata hitaben : “Sen Kur’an okumuyor musun? O’nun ahlakı Kur’an idi” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni Hz, Mektûbât-ı Şerife’sinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in faziletinden ve meziyetlerinden bahsederken; “Ben, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i sözlerimle medh etmeye kadir değilim. Ancak sözlerimi O’nunla süslemiş olurum” mealindeki beyti nakletmiş ve devamında hadis-i şeriflerden istifade ederek şöyle buyurmuşlardır: “Muhakkak ki Hz. Muhammed (s.a.v.) -ü Tealâ’nın Rasulü ve Ademoğlu’nun efendisidir. Kıyamette insanların kendisine en çok tabi olacağı zat odur. O önce ve sonra gelen insanların içinde -ü Teala indinde en mükerrem şahıstır. Kabri ilk açılacak olan; ilk şefaatçi ve ilk şefaat izni verilecek olan; Cennet’in kapısını ilk çalacak olan ve Hz. ’ın kendisine kapıyı ilk açacağı kişi yine O’dur. Kıyamet günü Livâü’l-Hamd sancağını O taşıyacaktır.”

Hz Üstazımız’ın ifadesi ile “Mahbub-i Mutlak-ı Hüdâ” olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fazilet ve meziyetlerini saymakla bitirmemiz ve kelimelerle ifade etmemiz elbette mümkün değildir. Bu derece mükemmel bir şahsiyet olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), her hal-ü kârda ümmetini düşünür ve onlara dua ederdi. Ayeti Celile’de O’nun hakkında; “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” buyurulması ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “’ım ümmetimi muhafaza buyur, ümmetime merhamet eyle” diye ağlayıp yalvarması O’nun ümmetine ne kadar düşkün olduğunun delilleridir.
Muhterem Mü’minler,
Bütün Peygamberler’in sonuncusu ve en üstünü olan böylesine müstesna bir peygambere ümmet olma ve O’na iman etme şerefini bize nasip eylediği için Cenab-ı Hakk’a ne kadar şükretsek azdır. Bu nimetin hakikatine ermek yani hakiki ümmet olabilmek için daima dua etmeli, bu hususta piranın himmet ve teveccühüne sığınarak, fırsatı ganimet bilmeliyiz. Fesadın yayıldığı şu zamanda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Akidesine ve Sünnet-i Seniyye’ye canımızla, malımızla, bütün gücümüzle sarılmalı ve bu hususta da çok dua etmeliyiz.
Bil-hassa yarın gece idrak edeceğimiz Mevlid Kandili’ni elimizden geldiği kadar ibadet-i taatla geçirmeye çalışmalıyız. Sadece bu gece değil her zaman çokça salavat-ı şerife okumalıyız. Salevat-ı Şerife’nin bereket ve faziletini anlatmakla bitirmemiz mümkün değildir. Şu hadis-i şerifler, salavat-ı şerife’nin faziletini anlamamıza yardımcı olacaktır: “ Kim bana bir defa salat-ü selam getirirse, bu sebeple -ü Teala ona on misli merhamet etsin” ve “Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salat-ü selam getirenlerdir.” Müslümanların ve hususiyle Feyz-i Muhammed’le alakadar olanların salevat-ı şerifeyi hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline getirmeleri ve bu hususta gayretli olmaları lazımdır. Ayrıca Mevlid Gecesi’nde Hatm-i Enbiya yapılması ve Tesbih Namazı kılınması da ehemmiyetle tavsiye olunmaktadır.

Rabbimizin, Mukaddes Kitabımızla gelen ilk emri Oku! olmuştur. Oku! ama, tabiî ki Önüne ne gelirse, eline ne geçerse oku demek değil. Bu emrin verildiği âyetin peşinden, ikinci âyet izah getiriyor: Yaratan Rabbinin ismiyle oku.
Onun içindir ki; ilimlerini doğrudan Peygamberimiz (sav)den alan nice âlimler çıktı. Bu ilim ondan ona aktarıla aktarıla devam etti ve bir ilim medeniyeti teşekkül etti. Bu bakımdan, İslâm tarihi aynı zamanda bir ilim tarihidir. İslâm'a sarılanlar, gayretleri nisbetinde cahillikten uzak kalmışlardır. Bu din cahiliye devrini yıkmıştır; çünkü cahilliğin düşmanıdır.
İslâm'da, Bir âlimin ölümü, âlemin ölümügibi kabul edilir. Bir âlimin yetişmesi de, âlemin bahar açması gibidir. Her bir âlimle, dünyada yeni baharlar açılmış demektir...
Âlimlerin dünyaya tesiri böyle. Ya âlemlere rahmet olarak gönderilen Gül Peygamberin dünyaya gelişi... Onun gelişiyle kâinat nurla dolmuş, bütün kâinatta bahar açmıştı...
Bu sözlerimizle biz Onu layıkıyla övmüş olamayız. Şu kadar var ki, Ondan bahsetmekle sadece kendi sözümüzü süslemiş oluruz.
Onu Rabbimiz övüyor; Ona itaat etmenin kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. Ebedi felaketten kurtulup ebedi saadete ermemiz için, Onun her emrine uymamızı, yasakladığı her şeyden kaçınmamızı emrediyor. Bize, insan numûnesi olarak Onu gösteriyor. Yapılan ibadetlerin boşa gitmemesi için, Onun yanında yüksek sesle konuşulmasını bile yasaklıyor. Hz. , Ona, Seni âlemlere rahmet olarak gönderdim buyurarak, başka hiçbir kula, hiçbir peygambere nasip olmayan makamı veriyor.
Ona ahirette de en üstün makam, Makam-ı Mahmud verilecektir.
Rabbimiz, Mukaddes Kitabımızda Muhammedün Resûlullah/Muhammed ın Resûlüdür buyurarak, Onun ismini kendi ismiyle beraber ve ikinci isim olarak zikrediyor.
Evet... Bir Yaratan var, bir de yaratılanlar... Rabbimiz, kâinatın Yaratıcısı olarak birincidir, birdir, tektir, Rab'dir. Yaratılanların en üstünü ise Peygamberimiz (sav)dir; ikincidir, kuldur.
İkincilik, Peygamberimizin bütün hayatında vardır. Pazartesi'ye Arapça'da "Yevmül isneyn" denilir, ki ikinci gün demektir. Peygamberimizin hayatında Pazartesinin önemli bir yeri vardır. Ahmed ibni Hanbel Hazretleri, İbni Abbas (ra)'dan şu rivayeti veriyor:
Peygamberimiz Pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü Peygamber oldu. Pazartesi günü vefat etti. Mekkeden Medineye hicret için Pazartesi günü çıktı. Medineye Pazartesi günü geldi. Hacer-i Esvedi Pazartesi günü kaldırdı.
Adem Aleyhisselamdan Peygamberimize kadar gelen onbinlerce peygamberin de ümmetleri olmuştur. Peygamberlerin en üstünü olduğu gibi, ümmetlerin en üstünü de vardır. Kuranın ifadesine göre, Peygamberimizin ümmeti "En hayırlı ümmet"tir. Bu hayırlılık, o mübarek Peygambere bağlılıktan ileri gelmektedir.
İslâm âlimleri, Hz. Resûlullahın üstünlükleri hakkında çok eserler kaleme almışlardır. İmam Suyûtinin Hasais-i Kübrası ve Kadı İyazın ruhlara şifa veren ve Şifa-i Şerif diye anılan Eş-Şifa fi Tarifi Hukukil Mustafası bunlardandır.
Kalbi hasta olanların, Sevgili Peygamberimizin üstünlüğü dile getirildiğinde dudak bükmeleri normaldir ve öyle yapmaktadırlar. Bu kimseler, Peygamberimizin üstünlüğünü sadece reddetmekle kalmayıp, Onu diğer insanlarla bir seviyede gösteriyor ve "...ümmetin her ferdi de bir peygamber gibidir" diyebiliyorlar. Bu kimseler, "Kurtubi Tefsiri, Bakara 253üncü âyetin tefsirinde, Hz. Peygamber diğer peygamberlerden üstündür demeye dahi cevaz vermemektedir" yalanını söylemekten de geri kalmıyorlar. Allahtan korksunlar.
Değerli okuyucular! Sevgili Peygamberimizin doğduğu Rebiülevvel ayındayız. Bu ayda Peygamberimize salevât okumaya daha fazla ağırlık vermeli, sevgisinin iyice yerleşmesi için çoluk çocuğumuza Ondan daha çok bahsetmeli ve Peygamberimizin hayatından bahseden kitaplar okumalı ve okutmalıyız. Rabbim, bizi ve neslimizi Onun yolundan ayırmasın. Âmin...

Peygamber efendimizin veladeti ve vefatı (12 Rebîülevvel 11/8 Haziran 632)

Yüce (cc), insanlara gönderdiği peygamberleri insanlar içinden seçip göndermiştir. Yani, peygamberler de insandır. Onlar da bir anneden doğar, büyür ve ölürler. Onların da çocukluk, gençlik ve yaşlılık devreleri vardır. Onlar da acıkır, susar, yer ve içerler. Onlar da evlenir ve çoluk-çocuk sahibi olurlar. Onlar da rahatsızlanır, hastalanır ve vefat ederler. Bizim Peygamberimiz (sav) de Yüce tarafından kendisi için takdir edilen ömrü yaşadı ve vefat etti.

Mekke'de doğan Hz. Peygamber, Medine'de vefat etti. Mübarek ravzası
Medine'dedir; kendi ismi ile anılan mescidin bitişiğindedir. Ömrünün elli üç yılı Mekke'de son on yılı da Medine'de geçmiştir. Dolayısıyla peygamberliğinin ilk onüç yılı Mekke'de son on yılı da Medine'de geçmiştir.

Hz. Peygamber, Medine'ye hicret ettikten sonra Medine'nin merkezinde yaptırdığı mescidin doğu tarafına ilave ettiği odalarda (el-Hucurât) kalırdı. Her annemizin ayrı bir odası vardı. Bu odaların içlerinde de küçücük bölmeler bulunurdu. Hicretten sonra Medine İslâm Devleti'nin başkanı, orduların komutanı, Medine şehrinin belediye başkanı, caminin imamı, üniversitenin profesörü, mahkemenin hakimi olan Hz. Peygamber, çok mütevazı bir hayat yaşardı. Uzun müddet bu odalardan duman yükselmezdi, evlerde ateş yanmaz yemek pişmezdi. Hz. Peygamber var olanlarla idare eder, israf etmezdi. Ev halkı da bu duruma bir şey demezdi. İdarecilerimizin, Hz. Peygamber'in bu tarafını araştırıp ona uymaları ne kadar güzel olacaktır. Unutulan sünnetlerimizden biri de budur.
Hz. Peygamber Efendimiz, 632 yılının Mart ayında Vedâ Haccı'na katıldı. Arafat'ta toplanan yüzyirmidört bin hacıya Vedâ Hutbesi'ni okudu. Hac dönüşü normal bir şekilde işlerini yürütürken kendisinde bir rahatsızlık belirdi. O sırada da Bizans üzerine bir ordu gönderme hazırlığı içerisindeydi. Ordunun başına komutan olarak da Hz. Zeyd'in oğlu Üsâme'yi tayin etmişti. Üsâme de Medine'nin dışında karargâhını kurmuş askerini topluyordu.

Mayıs ayının son günlerinde rahatsızlanan Hz. Peygamber, Uhud şehitlerini ve Baki mezarlığında yatanları ziyaret etti. Onlara duada bulundu. Bu ziyaretlerinde hizmetçisi Ebû Muveyhibe de kendisine eşlik etti. Ebû Muveyhibe der ki: "Hz. Peygamber'in, Baki Mezarlığı'nı ziyaret ettiği gecenin sabahında rahatsızlığı başladı. Bunun üzerine insanların endişeleri arttı. Üsâme ordusu da artık hareket etmedi." Hafif bir baş ağrısı ve ateş ile başlayan bu rahatsızlığı Hz. Peygamber, bir hafta kadar ayakta çekti. Rahatsızlığının başladığı Çarşamba gününden bir hafta sonraki Perşembe günü akşam namazından sonra ateşi yükseldi ve kendisine baygınlık geldi. Baygınlıktan dolayı yatsı namazına çıkamadı. Ayılınca "Acaba yatsı namazını kıldılar mı?" diye sordu. "Hayır kılmadılar, sizi bekliyorlar?" diye cevap verdiler. Hz. Peygamber de, "Ebû Bekir'e söyleyin, imam olsun ve cemaate namaz kıldırsın" diye emir buyurdular. Perşembe günü yatsı namazından Pazartesi günü sabah namazına kadar, Hz. Ebû Bekir, on yedi vakit namaz kıldırdı. Hz. Peygamber'in tayini ile imam olup cemaate namaz kıldırdı.

Hz. Peygamber, rahatsızlığının arttığı Perşembe gününden sonraki Cuma, Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günleri de zaman zaman mescide çıktı. Namazlarının bir kısmını mescitte kıldı. Bu arada ashabına da sohbetler etti ve tavsiyelerde bulundu. Pazartesi günü de sabah namazına çıktı. Kendini çok iyi hissediyordu. Cemaat de Hz. Peygamber Efendimizi çok iyi gördüler ve sevindiler. Sabah namazı kılındıktan sonra herkesle ilgilendi. Ordu komutanı Üsâme'ye Bizans üzerine hareket etmesi emrini verdi. Hz. Ebû Bekir de kendi özel işlerini görmek için kısa bir müddet izin istedi. Ona da istediği izni verdi. Herkesi işine ve evine yolcu ettikten sonra kendisi de yakınlarının yardımı ile Hz. Aişe annemizin odasına geldi. Annelerimiz, kızı Fâtıma, torunları ve birinci dereceden yakınları yanına girip çıkıyorlardı. Kendisini fazla da rahatsız etmek istemiyorlardı. Güneş doğmuş, kuşluk vakti geçmiş, öğle vakti yaklaşmak üzereydi. Hz. Peygamber Efendimiz, Aişe annemizin kucağında, onun iki kolları arasında otururken başını semaya doğru kaldırdı ve "Allah'ım, cennette buluşmak üzere" dedi ve temiz ruhunu Yüce 'a teslim etti. Bu acı haber hemen Medine'ye yayıldı. Acı haberi duyan herkes mescid ve çevresine toplandı. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir ve ordu komutanı Hz. Üsâme de geldiler. Hz. Ömer ve birçok sahabi, Hz. Peygamber'in ölebileceğine inanamıyorlardı. Hz. Ebû Bekir, kızı Aişe'nin evine girdi ve acı olayla karşılaştı. Hz. Peygamber'in iki kaşı arasından öpen Hz. Ebû Bekir, "Hayatında da pâk ve temiz idin, ölümünde de pâk ve temizsin ey 'ın Elçisi" dedi ve dışarı çıktı. Herkes onun ağzına bakıyordu. Hz. Ebû Bekir, şimdi ne demeliydi? Nasıl demeliydi? Bu acı haberi sahabeye nasıl iletmeliydi ki, kimse itiraz etmesin? O şöyle dedi:

"Ey insanlar, kim Muhammed (sav)'e tapıyorduysa, bilsin ki Muhammed öldü. Kim de 'a tapıyorsa, bilsin ki, diridir, ölümsüzdür." Hz. Ebû Bekir, bu sözlerinin ardından şu âyeti okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler geldi geçti. Ölürse yahut öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim dönerse bilsin ki, 'a hiçbir suretle zarar veremez ve , şükredenlerin karşılığını yakında verecektir." (Âl-i İmrân, 144)

Hz. Peygamber'in vefat ettiği Pazartesi günü, hicretin onbirinci yılı Rebiülevvel ayının onikinci günüydü. Miladi tarihle 632 yılı Haziran ayının sekizinci gününe denk gelen Pazartesi günüydü.

Mübarek Veladet kandilimiz hayırlara vesile olsun inşaallah.


Amin...

İlave yazılar için "müteallim" hocamıza teşekkürler.

***

Cenab-ı Hakk, bu mübarek gecenin feyzinden ve bereketinden istifade edebilmeyi nasib etsin.


Mübarek Veladet kandilimiz hayırlara vesile olsun inşaallah.

Cenab-ı Hakk, bu mübarek gecenin feyzinden ve bereketinden istifade edebilmeyi nasib etsin.


aminnn cümlemize inşallah


affedilmeyi dileyerek :'( :'( :'(

Bu gece peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa S.A.V 'in dünyaya şereflendirdiği gecedir. O peygamber ki insanların sapıklıkta sınır tanımadığı, cehalette en üst seviyelere ulaştığı, küfür ve şirkin kölesi olduğu bir zamanda dünyaya şeref vermiş ve dünyaya ilahi bir nur, rahmani bir şifa olmuştur.. Dularımız bu gece eksik olmasın, kalplerimiz imanla dolsun, kandilimiz mübarek olsun..

aşk Mekke'den Medine'ye hicret etmekti.
aşk Uhut'ta can vermekti.
aşk Muhammed'i sevmekti.
aşk ölürken ümmetim demekti.
bende bu aşkla bütün müslüman kardeşlerimin kandilini kutluyorum Allah'a emanet olunuz...

kandilimiz mübarek olsun.Kalplerimiz RABBİMİZ ile dolsun...


Tebrik & Kutlamalar &Taziye

MollaCami.Com