Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


DUÂ





DUÂ



Duâ, yardım dilemek, istemek, yalvarmak anlamına gelmektedir. Duâ; insanı Cenâb-ı Hakk’a yakınlaştırır ve huzur hâlini yakalamasını temin eder. Çünkü duâ ile insan yaratıcısıyla perdesiz, aracısız istediği anda ve yerde görüşebilir.


Bütün varlıklar içinde insan, çok nazlı bir çocuğa benzer. Zayıflığı ve acizliği içinde büyük bir güce sahiptir. Bütün varlıkların insanın yardımına koşturulması da bu sırdan kaynaklanır. Yani, nazlı bir çocuk ağlamasıyla, istemesiyle ya da hüzünlü hâliyle kendi gücünün yetişmediği birçok isteklerine kavuşur. Aynı şekilde, insan da acizliğini ve fakirliğini fark edip sözüyle ve haliyle Cenâb-ı Hakk’a duâ etmesiyle, kendi gücünün yetişmediği isteklerine-–çoğu zaman beklemediği bir zamanda ve şekilde—kavuşur.


Duâ aynı zamanda insanın özgürlük sınırlarını da genişletir. Bozmanın kolay olması sırrınca, insanın eli kötülüklerde, tahripte çok uzundur. Az bir işle ya da görevini yapmamakla büyük bir yıkıma yol açabilir. Bir gemi kaptanının görevini yapmaması veya yanlış yapması sonucu geminin karaya oturması ya da buzdağına çarpması gibi. Yirmi kişinin yirmi günde yaptığı bir köşkü, bir çocuğun tek bir kibritle yakması gibi, tahrip kolaydır.


Oysa insanın iyiliklerde eli kısadır ve iyi bir şeyin ortaya çıkması için birçok kişinin uzun zaman emek harcaması gerekebilir. Bütün bunlarla birlikte yine, Cenâb-ı Hakk’ın kanunları çerçevesinde, O’nun izniyle ve yaratmasıyla her şey vücut bulabiliyor. İnsanın katkısı ise istemek, gayret göstermek kadar az bir emek. İşte, duâ insanın iyiliklerde ve hayırdaki elini uzatıyor. Duâ ile insanın bu pozitif yönü Cennet’e kadar ulaşıyor ve ebedî saadete kavuşmanın bir yolu oluyor. Yani, duâ insanın iyilik meyline ve hayır yönüne büyük bir güç kazandırıyor.


Duâ hem bir ibadettir, hem de kulluğun özüdür. Aynı zamanda duâ halis imanın da sonucudur. Duâ kulluğun özüdür; çünkü duâ ile insan gerçek anlamda tevhid sırrını yakalar. Yani, duâ eden biri, duâsıyla bütün kâinata hükmeden bir Yaratıcıya yönelir. En küçük işlerini bilen, en gizli seslerini işiten ve en uzak hedeflerini yapabilen Birine yalvarır. Kulun bu hali, her şeyi gören, her sesi işiten ve bütün varlıklara sözü geçen bir Yaratıcıya olan samimî bir inancın ve tam bir huzur halinin göstergesidir.


Cenâb-ı Hak vermek istemeseydi, isteme duygusunu da vermezdi. Bu açıdan duâ etmek insanın yaratılışına hem uygun, hem de yaratılışının gereği olan bir durumdur. Cenâb-ı Hakk’ın “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” ezelî sözü de bu gerçeğin bir ifadesidir. İnsan bir çiçeği istediği gibi, baharı da arzu eder. Bir dostunu görmeyi merakla beklediği gibi, Cemil-i Zülcelâl olan Allah’ı da görmeyi heyecanla ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de ister. Bu isteklere uzanmanın yolu ise duâdan geçmektedir.


Midenin geçici bir hayat için isteklerini yeryüzündeki sayısız nimetlerle kabul eden bir Yaratıcının, insan ruhunun en büyük bir isteği olan sonsuzluk arzusunu işitmemesi, işittikten sonra önem vermemesi, önem verdikten sonra da kabul etmemesi mümkün değildir.
Bediüzzaman’a göre kâinatın yaratılış sebeplerinden biri de duâdır. Çünkü bütün varlıklardan Cenâb-ı Hakk’a sürekli duâlar yükselir. Bu duâlar dört tür altında değerlendirilebilir.


Birincisi, bütün şuur sahiplerinin yaptığı “fiilî” ve “kavlî” duâlardır. İkincisi, kendi ihtiyarları dışında fıtrî ihtiyaçları karşılanan hayat sahibi varlıkların ihtiyaç diliyle yaptıkları “ihtiyacî” duâlardır. Üçüncüsü, yeteneklerini açığa çıkarma meyli taşıyan ve kendileri için belirlenen mükemmel noktayı yakalama kabiliyetinde olan tohumların, çekirdeklerin ve yumurtaların yaptıkları “istidadî” duâlardır. Dördüncüsü ise, zorda kalan varlıkların yaptıkları “ızdırarî” duâlardır. Her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini ve hal diliyle, ihtiyacıyla, istidadıyla Allah’a duâ ettiğini belirten Bediüzzaman, sebeplerin bir araya gelmesini de sonuçların yaratılması açısından bir nevî duâ olarak görmektedir.


Duânın özünde ihlâs vardır. Yani, duâ sırf Allah emrettiği için ve sonucunda Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan uhrevî bir ameldir. Dünyevî istekler duânın konusu olabilir; fakat duânın gerçek sebebi olmamalıdır. Bu sebeple duânın yalnız dünyevî bir fayda için yapılması ve ibadet niyetiyle yapılmaması, istenilen sonucun elde edilmemesine sebep olur. Çünkü bu durumda ihlâs kırılır, duâ da makbuliyetini kaybeder.


Dünyada insanın karşısına çıkan bir kısım hastalıklar, musîbetler ve ihtiyaçlar, duânın vakti olabilir. Yoksa duânın asıl sebebi olarak görülmemelidir. Duâ, tamamıyla Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için yapılmalıdır. Yapılan duâ karşısında dünyevî sonuç ortaya çıkmazsa “o duâ kabul olmadı” denilmemeli; belki “daha duânın vakti bitmedi” denilerek duâya devam edilmelidir.


“Bana duâ edin ki size cevap vereyim” âyeti gereğince her duâya cevap verilir. Ama duâya cevap vermek ayrıdır; kabul etmek ayrıdır. İlâç isteyen hasta bir çocuğa doktor, ya aynen istediğini verir, yahut onun yararı gereği daha iyisini verir, yâ da hastalığına zarar olduğunu bilir hiç vermez. Bunun gibi Cenâb-ı Hak da Hakîm-i Mutlak’tır. Kullarının duâlarına cevap vererek, onları yalnızlıktan huzuruyla kurtarır. Fakat insanın hevesine göre değil, kendi sonsuz hikmetine uygun bir şekilde ya istenileni aynen verir veya daha iyisini verir veya hiç vermez, ahirete erteler.


Sonuç olarak, duâ sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yapılması gereken sırlı, gizemli bir kulluktur. Duâda insan, acizliğini ve fakirliğini hissetmelidir; fakat Cenâb-ı Hakk’ın rububiyetine, tasarrufuna karışmamalıdır. Onun her şeyin en doğrusunu ve faydalısını bildiğine inanarak hikmetine güvenmeli ve sonsuz şefkatini suçlar konumdan uzak kalmalıdır.


Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz rahmet hazinelerinin bir anahtarı olan duâ ile insan insaniyetin en yüksek seviyesi olan âlâ-yı illiyyin mertebesine çıkabileceği bilincini taşıyarak, bütün kâinattan Cenâb-ı Hakk’a giden duâları kendi duâsı içine alarak ve bütün varlıklar adına bir temsilci gibi davranarak küllî bir ubudiyet hakikatini yaşamalıdır.


Hatim ve Dualar

MollaCami.Com