Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İbrahim b. Edhem Hazretlerinin Duasi

İlahî! Sen fazl u kerem ve izzet ü ikram sahibisin; benimse tek sermayem hatalarım ve günahlarım; ne olur kulunu affet!
İsyankar isem de affına olan ümidim hiç sarsılmadı; diliyor ve dileniyorum; kapıkulunu umduklarına nâil et!

İşte huzurundayım ve suçlarımı itiraf ediyorum; merhametinle muamelede bulun ve bu âciz bendeni azaba dûçar kılma!
Halk hep sâlih bir insan olduğumu düşünüyor; halbuki ben onların en kötüsüyüm; merhametine iltica ediyorum; beni bana bırakma!
İlâhî! Asî kulun yine kapına geldi; (dağlar azametindeki) günahlarını ikrar edip, ellerini Sana açıyor ve sadece Sana açar,
Şâyet Sen mağfiret edersen, hiç şüphesiz o Sen'in şânındandır; kovarsan dergahından, beni Sen'den başka kim affedebilir?!
İlâhî! Gönlümde nedâmet hisleri, bütün masiyetlerime “tevbe!” diyor ve kurtuluş fermanımı bekliyorum.
Hesabın pek ince olduğu o şedîd günde, ey yardım talebinde bulunanların biricik yardımcısı, nâçâr, Sen'in yardımını istiyorum.

***

İbrahim b. Edhem hazretlerinin bu nazım şeklindeki münacaatı hakîkaten çok içten, çok yürekten, zor söylenebilecek bir niyaz ve bir yakarıştır. Onun için de duadaki incelik ve içtenliği, değil yukarıdaki sönük tercüme ile, hiçbir şekilde ifade etmek imkanı yoktur. Binâenaleyh, manasına şöyle-böyle bir ıttıla' kesbettikten sonra mutlak sûrette orijinal metni tekrar edile edile ifadedeki samimiyet gönülde duyulmaya çalışılmalıdır.

Zaten bu münacaatın “İlâhî abdüke'l-âsî etâke/Rabbim, asî kulun kapına geldi” şeklinde başlayan dört mısra hemen hepimizin diline vird-i zeban olmuştur. Çoğumuz Rabbimizin huzuruna varıp da el açtığımızda o cümlelerin bizim halimize de tastamam tercüman olduğunu düşünürüz. Bir kısım kaynaklara göre İbrahim b. Edhem (kuddise sirruhû) bu dört mısraı, Harem-i Şerif'i ziyarete gittiğinde söylediği bir münacaatının içinde zikretmiştir. Bazı Allah dostlarının Kabe-yi Muazzama'ya yüz sürdüklerinde ‘teberrüken ve teyemmünen' okudukları o enfes münacaat da şöyledir:

“Ya Rabbi, Sen'in aşkına tutuldum. Sen'den gayrı her şeyi terk edip huzuruna geldim. Seni gördükten sonra, bakışlarım başka şey görmez oldu... Beni parça parça etsen bile bu gönül Sen'den başkasına asla meyletmeyecek.

Kapına gelmiş ve Senin şefkatine nâil olmayı uman bu zayıf bîçârenin günahlarını affet. Her ne kadar defteri isyanla dolu olsa da, ey Müheymin, Sen'den başkasına secde etmedi, etmeyecek.
İlâhî! Asî kulun yine kapına geldi; (dağlar azametindeki) günahlarını ikrar edip, ellerini Sana açıyor ve sadece Sana açar. Şâyet Sen mağfiret edersen, hiç şüphesiz o Sen'in şânındandır; kovarsan dergahından, beni Sen'den başka kim affedebilir?!”
Derler ki, İbrahim b. Edhem (rahimehûllah), tam bu mülahazalarla dopdolu olduğu ve bu duanın manevî atmosferi içinde bulunduğu bir sırada, Kâbe'nin kenarında oğlunu görür. Oğlu da onu görmüştür. Senelerin verdiği hasret, ikisini birbirine koşturur. Tam sarmaş dolaş olurlar ki, hâtiften bir ses gelir: “İbrahim, bir kalbde iki sevgi olmaz!” İşte o zaman İbrahim b. Edhem ikinci çığlığı basar: “Muhabbetine mani olanı al, Allahım!” İşte o anda oğlu ayaklarının dibine yığılıvermiştir.


Dualar

MollaCami.Com