Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


gül olmakmı yoksa bülbül olmakmı

Ne gül olmak kolay, ne de bülbül olmak. Bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın. Gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın. .....


Ne gül olmak kolay, ne de bülbül olmak. Bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın. Gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın. .....


kolayı yapmak her kişinin,
zor olansa er kişinin işidir.

insan gül ya da bülbül olmayı seçebilir mi?
her önüne gelen, bir CAN için bin candan geçebilir mi?

çok doğru diyorsunuz katkınız için teşekkürler

Ne gül olmak kolay, ne de bülbül...


Ne gül olmak kolay, ne de bülbül...


belkide hayat başlı başına zor



Bülbülün Güle Aşkı

Hergün geçtiği o yolda, sayısız güllerin bulunduğu bir de bahçe vardı bülbülün.
Kiminle geçse o bahçenin yanından; yanındakiler güllerin büyüsüne kapılıp,
güllerin ne kadar güzel olduğundan bahsederdi.
O ise aldırış etmeden "Alt tarafı gül işte" der geçerdi bahçenin yanından.
Güllere bakmazdı bile. Sevmek istemezdi gülleri.
Solardı çünkü güller, terkederdi bir süre sonra.
Ha! Bir de dikenleri vardı güllerin.
Batırırlardı dikenlerini sevenlerine hiç acımadan.

Bir gün geçiyorken bülbül yine o bahçenin yanından yalnız başına, gayri ihtiyari dönüp baktı herkesin hayran kaldığı güllere.
Evet sayısız gül vardı o bahçede ve güzel bir ahenk oluşturmuşlardı. "Sana ne" dedi kendi kendine.
Sahip olamayacağı güzelliklerden uzak durmaya çalışırdı çünkü. Yüzünü çevirirken bülbül, gözüne bir gül takılıverdi.
Onca gülün arasında duruyordu. Gözleri kilitlendi ona görür görmez, "Alt tarafı gül işte" diyemedi dili bu kez.
Olduğu yerde durdu, bakakaldı. Korktuğu başına gelmişti.
Elde edemeyeceklerinden uzak durması gerektiği aklına geliyor ama bunu kabullenemiyordu.

Neydi farklı olan? Ne vardı ki onda, bülbülü kendisine hayran bırakan?
Benzese de hepsi birbirine, gözleri ve yüreği ile ayırabiliyordu onu diğerlerinden.
Ama gözlerini ayıramıyordu bülbül, o gülden. O an "Kendine gel" dedi ve istemeye istemeye ayırdı gözlerini.

Gözlerine hükmetmişti ama kalbine hükmedemiyordu. Anlam veremiyordu bir türlü.
Onca gülün arasından seçtiyse onu bir sebebi olmalıydı. Aşk bu muydu?

Gün boyu onu düşündü. Gece uyutmadı hasreti.
Bir daha görememe korkusu büyüdü içinde.
Daha fazla duramazdı görmeliydi onu bir kez daha.
Yine o bahçenin kenarında uzaktan uzağa seyretti gülünü ertesi gün doyasıya.

Evet, onun gülüydü o artık. Bir başkasının olmasına tahammülü yoktu.
Her gün o bahçeye gidiyordu, geceleri ise gülünü hayal ediyordu.
Güzel hayalleri güzel planları vardı gülü için.
Bir gün sevdiğini söyleyecekti gülüne, gülü de onu sevecekti.
Mutlu olacaklardı elbet beraber oldukları sürece.

Zarar verebilecek herşeyden koruyordu gülünü.
Küçücük vücudunun yettiğince yardım ediyordu gülüne.
Susuz kalmaması için bulutlara, gülünü ayakta tutması için toprağa şarkılar söylüyordu hergün.
Bulutla toprak yardım ettiler güle ellerinden geldiğince.
Onlar da hayrandı çünkü bülbülün sesine.
Bülbülün elinden gelen buydu; yardım edebilecek herkese şarkılar söylüyordu gülü için.

Derken zaman geçti; onsuz olamıyordu artık bülbül, bir an olsun ayrı kalamıyordu.
Hasret acısı, sabır taşından ağır gelmeye başlamıştı bülbülün küçük yüreğine.
Uzaktan sevmek yetmiyordu artık. Sarılmalıydı ona, en güzel şarkıları söylemeliydi gülüne.

Ama sevecek miydi gül onu. Sevgisine karşılık verecek miydi acaba.
Çok sevse de, ortada bir gerçek vardı. Habersizdi gül bülbülden.
Bülbül onu seviyor, her kötülükten koruyor, hatta yardım etmeleri için hergün,
o güzel sesiyle dostlarına şarkılar söylüyordu.
Ancak güllerin en güzeli bundan haberdar değildi henüz.

Tüm cesaretini toplayıp bir gün, gülünün yanına gitti sonunda bülbül. "Ona bu denli yakın olmak...
Ne güzel bir duygu..." diye düşündü. Hayallerinden biri gerçek olmuştu.
Tüm hayallerini gerçekleştirmek için ise artık konuşmalıydı onunla. Ve sözlerine başladı o güzel sesiyle.
Aşkını itiraf etti en güzel kelimelerle. Sesi o kadar güzeldi ki, güllerin en güzeli kayıtsız kalamadı bülbülün aşkına.
İlk kıvılcımın çakmasına sebep olmuştu bülbülün sesi. İlk kıvılcımdan sonra, bülbülün o büyük aşkı, sonsuza dek sürecek sevgisi, gülün de onu ölesiye sevmesini sağladı. Her gün buluşuyorlardı. Bülbül gece gündüz, zamanının tümünü gülüyle geçirmeye başlamıştı. İşte hayalleri gerçek olmuştu sonunda bülbülün.

Bu durum bülbülün sesine hayran dostlarını üzmeye başlamıştı.
Artık onlara şarkı söylemiyordu bülbül.
Ve bu durum kızdırdı bulut ile toprağı. Bize değer vermeyene biz hiç vermeyiz dediler.
Kestiler güle yardımı.
Suyunu kesti bulut, desteğini çekti toprak gülden.

Bülbül ise habersizdi tüm olanlardan. Farkında değildi dostlarının kendisine yüz çevirdiklerinden.
Onun gözü gülünden başkasını görmüyordu. O kadar kördü ki artık, gülünün ihtiyacları olduğunu bile göremez olmuştu.
Unutmuştu güllerin ömrünün kısa olduğunu. Unutmuştu, gülünün bu kadar uzun yaşamasının bulut ve toprağın sayesinde olduğunu.

Günler geçtikçe gül solmaya başladı. Bülbül anlam veremiyordu olanlara bir türlü.
Gülü gözlerinin önünde soluyordu ve elinden birşey gelmiyordu. Unutmuştu güllerin solduğunu.
Bu acıya hazırlamamıştı kendisini. Gülleri sevmemesinin nedenini unutmuştu.
Aşkın gücü bunu unutmasını sağlamıştı.

Kısa süre sonra soldu gül. Bülbül gözü yaşlı, doyasıya sarıldı gülüne son bir kez sıkı sıkı. Ancak unutmuştu...
Dikenleri vardı güllerin. Daha önceden gülleri sevmemesine neden olan dikenleri unutmuştu.
Batıyordu bülbülün minik vücuduna gülünün dikenleri. Ama o aldırış etmiyordu bile.
Küçücük vücudundan sızan kanların ne önemi vardı ki artık sevdiği yanında yokken.
Ölüm korkutmuyordu onu. Hatta ölmek istiyordu. Etrafındakilerin yardım etmesine izin vermedi.
Gülünün toprağa serilmiş cansız vücudunun yanına uzandı bülbül ve yavaş yavaş kapandı gözleri.

Hayatta karşısına çıkan güzellikleri ve aşkı yaşarken, bazı şeylerin ihmale gelmeyeceğini, sadece sevginin yetmediğini,
özverinin de gerekli olduğunu anlamıştı artık bülbül son nefesini verirken.
Ve her ne kadar bedelini hayatıyla ödeyecek olsada en ufak bir pişmanlık dahi duymuyordu bülbül.
Bu aşk ona; sevgiliyi iyisiyle, kötüsüyle sevmesi gerektiğini öğretmişti.
Dikene rağmen sevip kucaklamıştı gülünü.

İşte o günden sonra bülbül ile gülün aşkı dilden dile dolaşır oldu. Bu aşk ile gülün güzelliği bülbülün sesi efsaneleşti ve geriye iki cansız küçük beden ile insanların alması için birkaç ders bıraktı


Ah bülbül, hep sana mı reva olacak feryat ve figan! Sesindeki hüzün esasen yüreği delip geçen bir mermidir. Senin hikâyen esasen aşkın hikâyesidir, feryadın anlatımıdır. Kaç yürek var sen gibi mahzun, kaç göz var sen gibi yaşlı, kaç aşk sen gibi gözü kara? Bir küçücük yürekte dünyalar kadar acı gizlidir.
Bülbül, ah bülbül, sen yaman bir âşıksın ki bugün kalemler seni yazmaya mürekkepler seni anlatmaya mahkûm! Sen ne yaman bir sevdaya kement atmışsın ki bugün o kement bütün insanların boynundadır. Aşkın dile gelişi seninledir, aşkın dize gelişi seninledir.
Sen ki geceden sabahlara değin sevgilin penceresinin dibinde şakırsın, kimine göre şeydasın, kimine göre maşuksun, kimine göre bir garip kuşsun.
Sen gülün kibrini tarumar edensin!
Hangi âşıktır ki sevgilinin kapısında senin gibi aşkı şakır? Hangi yürektir ki bıkmadan hep aynı pencereye bakar?
Gül, bir kibir anıtı… Bir güzellik şahbazı… Bülbülün meftunu… Mecburiyeti bu âlemde… Mahkûmiyeti aşk yaşamında… Gözü kör, kulağı sağır bir prenses… Bir yüz görümlüğünü dahi bülbülden sakınan hasis bir güzel… Bu ne afili yaşamdır ki sonu ahir! Kime ne faydası var bu işvelerin? Bülbül zaten cünun halinde, ismini zikretmekte gülün… Gün 24 saat, bülbül 24 saat. Bütün saatleri güle ayarlı; güle beş var, gülü beş geçiyor. Gülden sonra, gülden önce… Bütün zaman dilimleri güle ayarlı… Bülbül güle hasret, gül bülbüle inat!
Diken her filmin üçüncü kişisi; rakip, ağyar, diğeri… O olmaza olmazı hikâyenin… Leyla ve Mecnunda İbn-i Selam, Mem-u Zin’de Beko, Aslı ile Kerem de Keşiş… Diken bu hikâyenin direği, varı yoğu…
“Ah Gül!” der bülbül kendi kendine “Bir gülü versen bana!”
Bu sesi duyan ağyardan diken hemen atılıverir münasebetsizce: “Gülü vermem sana!” Bülbül ise bu yanlış anlamaya kızar hemen: “Sen çık aradan, halimi bilir yaradan.”der. “Ben aşk illeti ile hemdert olmuşum. Ol makamda benim mührüm bu aşk ile mana bulmuştur. Ben gülün aşıkıyım, matlubuyum. Sen ise ona ulaşmama bir engelsin. Ey diken beni ayıplama!”der bülbül ardı sıra…
Diken söze girer: “Ey bülbül, gülün hanendesi! Sen güle talipsin ama bende ona talibim. Sen âşıksın ona ama bende aşığım. Sen uzaktasın ona ama ben ona yapışığım. Ben onun yanında dahi hasretim ona. Bu ne büyük bir çile, bu ne büyük bir dert. Sen hiç olmazsa onu görmüyorsun, ona dokunmuyorsun… Ben ise onun kokusu ile sarhoş olurken, onun cemali ile mest oluyorum. Bir gülüşü için binlerce kez diken oluyorum. Aynı daldayız ama bir değiliz! Aynı fidandayız ama ayrıyız. Her gün onu görmek ve her gün ona bakmaktan can suyum çekildi. Bir kuru diken olup çıktım.”
Bülbül bir içlendi, bir içlendi ki bütün yapraklar sarardı bir anda! Hapşırsaydı eğer bütün yapraklar dökülecekti dallarda… Bu manzara karşısında bülbül sesine daha bir hüzün katarak şakımaya başladı:
Ey bülbül, noldu sana, noldu
Benzin attı, rengin soldu,
Halin bir garip hal oldu
Ey bülbül dikensiz gül var mola! dedi irticalen. “Gel seninle bir oyun oynayalım diken kardeş! Galip gelen gülün ebedi aşkı olsun. Mağlup olan ise bu sevdadan vazgeçsin.” dedi bülbül sakin bir şekilde. Çünkü bu dünyada gülü iki kişi sevemezdi. Buna imkân yoktu, buna akıl sır ermezdi. Bu sevda bir kişiye az, iki kişiye fazla idi. Bu meydan okuma değildi, bu bir düello değildi. Bülbül dikenin haline üzülmüş ona da sevme faslında kendince bir rol vermiş ve gülü hak etme yönünde de kendisini bir imtihana tabi tutmak istemişti. Diken bu garip istek karşısında bir an durmuş ve sonra tamam demişti haykırarak. “Tamam, varım her şeye. Yeter ki gül uğruna olsun her savaş. Eğer bu uğurda telef olmak varsa kaderde, telef olmak bir onurdan ibaret olur bana.” dedi şairane bir şekilde.
Bülbül ise dikene bakarak şunları söyler hemen: “Eğer uğruna ölünebilecek bir sevgili yoksa yaşamak ne mana? Gül için ölmek dahi lüzum ederse oh ne ala!” Söz kılıçları çekildi dil kınından, gamzeler yer açtı yanaklardan öfkeye… Kaşlar daha bir çatıldı, burunlar daha bir genişledi sinirden. “Ne yapabilirsin?” dedi bülbül dikene… “Ne yapabilirsin gül uğruna?” Yarışmamız bu sorular üzerine. “Herkes ne yapabileceğini göstersin. En fazla fedakârlık yapan kazansın gülün aşkını… Diğeri saygı göstersin ve bu aşkın hadimi olsun mahşere değin.”
“Tamam” dedi diken, “Tamam” dedi tekrar… “Gül uğruna ne yapabilir bir can?”
Başladı oyun, ilk olarak diken söz aldı ve şunları söyledi hemen: “Ben onun kalkanı olurum 24saat. Uyumam, yemem, içmem. Onu korurum her an.” Bu konuşmalara kulak kabartan ve o ana kadar gül yüzünü göstermeyen maşuk tepeden konuşuverir.“Ey diken sen hep benim gölgem olarak yaşayacaksın. Harici ve dâhili her türlü beladan beni sakınacaksın. Vermiş olduğun yanıt hoşuma gitti. Bir de bakalım başımın belası şeyda bülbül ne diyecek?” Bülbül ise gözü dolu, ağzı dolu, yüreği dolu söze başlar. “Ey gönlümün sultanı, karanlık dünyamın mehtabı! Kaç zaman oldu kapında gül yüzünü görmek için sabahladım. Kaç zaman oldu bir fısıltını dahi işitmek için kapında bekledim. Bugün dünyanın en mutlu varlığı benim. Aç kollarını gülüm, ey diken sen de aç sivri mi sivri dikenlerini…” Bu ifadeyi der demez kendisini gülün kollarına atmak için sıçrar. Bu öyle bir sıçrayıştır ki gül dahi beklemez. Bu öyle bir atlayıştır ki diken dahi gafil avlanır. Sözün bittiği noktada nefesler tutulur. Gül bülbülün serenadını umarken bu çılgın hareket karşısında donakalır. Diken bülbülün konuşmasını beklerken bir ölümün ev sahibi olmasının şokundadır.
Ne yazık ki dikenin tamamı bizim küçük bülbülün yüreğine köküne değin batar. Bu batış aslında yeniden doğuştur. Bilene zümrüdü ankadır. Bülbülün tüylerinden akan sıcak ve kırmız kan gülün ak tenine değdiği vakit gül baştanbaşa kızarır kan tutmasından. Bu öyle bir hal olur ki gülün teni baştanbaşa kan kırmızısı olur. Bülbül yok oluşa doğru oynadığı bu oyunla gülün teninde yok olur. İkilikten birliğe terfi eder.
Diken çığlıklar içindedir. Saatler sonra kendine geldiği vakit; “Bilerek oynadın bu oyunu değil mi bilerek oynadın!” der bülbülün cansız bedenine bakarak. Gül ise şaşkındır ve nutku tutulmuştur. Bülbülün kanı canı olmuştur ona. “Bu oyunun galibi sen oldun ey sevgili bülbül! Bu oyunun galibi sen oldun. Artık rahat ve huzurlu ol! Hep tenimdesin, hep kokumdasın, hep koynumdasın, hep saklımdasın.” diye sayıklar ömrünce…

bülbül olmak ne güzelmiş...

huzurlu ol! Hep tenimdesin, hep kokumdasın, hep koynumdasın, hep saklımdasın.” diye sayıklar ömrünce…


peki, hem gül olup solunur , hem bülbül gibi yanılır mı?
Bu mümkün mü? her ikisi bir arada (kahve tadında)
Yanmayasın a bülbül, solmayasın a gül! Mümkün mü?
Bu yola başvurduysan, hem yanacak , hem solacaksın, değilmi ki zirvelere tırmanmak bedel ister!
İster yan, ister sol , aslolan istedigine kavuşacaksın.
Nedir o?
Karanlıkta yıldız olmak , değil ki o herkese nasip olmak , Şükür et Şükür
Elhamdülillahi ala kulli hal.
Yetmez! niye inatçı eşeğe yük verilmez, (ee)
Sadık dost, her yükü taşımaktan usanmaz. (denerim) Olmaz!
Niye yahu???
Rıza kapısında durmanın anlamı olmaz.
Şikayet etme! Her gönüle girmesini belle.(Emir başım üstüne)


Sevgi, Özlem...

MollaCami.Com