Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Feleğin çemberinden geçmek

Feleğin çemberinden geçmek


Dilimizde başından çok şey geçip tecrübe sahibi olmuş kişiler hakkında "feleğin çemberinden geçmiş" tabiri kullanılır. Mecazen gözü açılmış, bir işin hakikatini tecrübeyle bilen kişiler için de böyle denir.

Bu deyim Türkçenin en eski dil varlıklarından olup Batlamyus kozmogonisini esas alan felek düşüncesinin tasavvufa yerleşmesinden itibaren halk arasında yaygın şekilde kullanılagelmiştir. Malum, dünyanın çevresinde yedi kat gök mevcut olup her gök katmanı bir sonrakini kuşatır. Eskiler bu katmanların, çember şeklinde birbiri içinde ayrı istikametlerde döndüğünü düşünürler, en dıştaki çembere de felekü'l-eflâk derlermiş. Her bir gök katmanının birbiri içinde farklı istikametlerde hızla döndüğü (dönek felek) düşünülürse felekler arasında bir yolculuğun ne derece zor olduğu, böyle bir seyahatin tehlike üstüne tehlike anlamı taşıdığı kendiliğinden görülür. Tabii böyle bir yolculuğu tamamlamış olmak (feleğin çemberinden geçmek) da o derece maharet ve bilgelik isteyecektir. Bu yolculuğun madde ile yapılamayacağı, ancak bir ruh ve gönül yükselmesi ile feleğin çemberinden geçilebileceği, yani bunun soyut bir yolculuk olduğu ve ne derece yükselinebilinirse o derece kemale erişileceği aşikârdır.

Ünlü şair Bakî buyuruyor ki:

Eriştim bahre cûy-âsâ basît-ı hâkten geçtim

Bisât-ı kurbe erdim çenber-i eflâkten geçtim


Aşağı yukarı şöyle demeye gelir: "Irmak gibi toprak denen basit zeminden geçip denize ulaştım. (Bununla yetinmedim) dostluğun eşiğine varınca da feleğin çemberinden geçtim."

Şöyle de demeye gelir: "Irmak misali denize ulaşınca (= varlığımdaki ruh zenginliğini keşfedince) basit topraktan yaratılmış olan varlığımdan vazgeçtim (= fani olmaya mahkum işler yapmayı bıraktım). Dost eşiğine varınca da feleğin (zamanın ve alemin) çemberi arasında sunduğu nimetlere göz yumdum (= masivayı terk ettim, varlığımı yok edip Hakk'a erdim).

Birisi "Baki büyük bir şair midir?" diye sorsa, ona verilecek cevap bu beyti okuyup, sonra "Kendin karar ver!" demekten ibaret kalırdı herhalde. Gerçekten de on kelimeyi yan yana getirerek insanın ruh harmanını ve insanlık macerasını özetleyebilmek, ancak büyük şair olmakla mümkündür. Kullandığı her bir kelime neredeyse büyük bir mazinin zenginliğini peşinden sürükleyip getiriyor. Hem de katman katman... Sırayla inceleyelim:

Bahr, "deniz" demektir. Lakin sufiler ondan, "Allah'ın sonsuz olan Sıfat ve Zat makamı"nı anlar ve yaratılmış ne varsa bütün eşya ve varlıkları da o denizin dalgası olarak yorumlarlar. Yani deniz vahdet, dalgalar ise kesrettir. Bu durumda varlık "Bir"e irca olunur ve bu denize bahr-i aşk, bahr-i mahabbet, bahr-i hakikat gibi isimler verilir.

Beyitteki "cûy" kelimesine lugatlarda "ırmak" karşılığı verilse de sufiler bu ırmağı kendilerine benzetirler ve "kulluk mecrası, kulluğun cereyan tarzı" olarak yorumlarlar. Bu durumda her ırmağın kaderi de, arzusu da denize akmak, koptuğu, ayrıldığı bütüne varmak, gurbetten vatana ulaşmaktır. Oraya ulaşınca da kendisine vasıtalık eden, yolculuğunda araç olarak kullandığı her şeyi terk edecektir. İşte bu terk edilecek vasıta " basît-i hâk (toprak denen değersiz ve basit varlık)"tır. İnsanın topraktan yaratıldığı düşünülürse beden denilen maddi varlığımızın, ruh ırmağının mecrasında akarak denize ulaşması için bizi taşıyan basit bir vasıta olduğu görülür. Toprak gibi zelil, miskin, fena tozlarına belenmiş ve sonunda da yine toprak olacak değersiz varlığımızı yok etmeden ruh ırmağımızın hakikat denizine akamayacağı ortadadır. Toprağın özünde fena (fanilik veya aşağı oluş) bulunmaktadır. Ne kadar şekil bulur, vücut bulursa, sonunda yok olup savrulur. O halde kişi ister birinci anlamlandırmamızdaki gibi bu vasıtayı kullanıp denize ulaşsın, isterse ikinci anlamlandırmadaki gibi denize ulaşınca bu vasıtayı terk etsin, hakikat ile karşı karşıya durmuş demektir. Bu da ancak yaratılanın Yaratan huzurunda durması (namaz) ile mümkündür. İşte buna bisât-ı kurb (yakınlık eşiği, kurbiyet makamı) denilir. Bisât (eşik, post, kilim, döşeme, mefruşat) kelimesinden ister bir seccadeyi anlayın ister Refref'i. Bu döşeme ister müminin seccade üzerindeki mi'racına, ister Burak Süvarisi'nin Refref üzerindeki mi'racına vasıta olsun fark etmez. Çünkü basît-i hâkten bisat-ı kurba yükselmek, süfli bedenden ulvi ruha yükselmektir ki bu dahi, Hakk'ın feyiz ve ihsanı ile kulunu kucaklaması, yani aşıkın vuslata ermesi anlamı taşır. Bisat ehli olanda edeb görülür, lakin bisat ehli olmaya aşk ile yürünür. Aşk ile yürüyünce de feleğin çemberi açılır, bütün tehlikeler geçer, bir Cebrail gelir, bir Refref getirir, mesafeler dürülür, yolculuk kısalıverir. Şimdi gelin feleğin çemberinden geçin geçebilirseniz. Onu Hz. İsa da denemişti ama yalnızca üçüncü kata kadar ilerleyebildi.

Mi'rac kandiliniz mübarek olsun.


İskender Pala


Mübarek Gün ve Geceler

MollaCami.Com